Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
fakir
ifadesini içeren
195
kelime bulundu...
aba-puş
Aba giyen, derviş.
(Farsça)
Fakir.
(Farsça)
aciziyyet / âciziyyet
Acizlik, beceriksizlik, kabiliyetsizlik.
Fakirlik, tevâzu.
adem
Yokluk, olmama, bulunmama.
Fakirlik. (Vücudun zıddı)
adim / adîm
Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.
ahin / âhin
(Çoğulu: Avâhin) Fakir.
Hazır, sabit kimse.
Yumuşak hurma ağacı.
ail
Ailesini geçindiren, idare eden. Kalabalık ailesi olan. Fakir.
ale / âle
Güneş, yağmur gibi etkenlerden korunmak için yapılmış barınak.
Fakirlik.
alet / âlet
Fakir.
Dağda ve tarlada yaptıkları künbet.
alye
Fakirlik.
amair / amâir
(Tekili: Amâyir) (İmâret) İmâretler. Mâmur etmeler.
Sâlih fakirlerin veya kendisini idare edemiyen veya çalışamıyan talebe-i ulumun, fukarâ-i sâlihînin iâşesinin te'min edilmeleri.
arazi-i öşriyye / arâzi-i öşriyye
Huk: Ziraat olundukça her sene hâsılatından beytülmâle, beytüssadakaya konulmak üzere, fakirlerin hakkı olan öşür alınan arâziler.
arz-ı iftikar etmemek
Fakirliğini bildirmemek, ihtiyacını göstermemek.
asar / asâr
Fakirlik.
Güçlük.
Şiddet.
avakır
(Tekili: Akıra) Fakirler, yoksullar.
Kısırlar, verimsiz olanlar.
Kudurmuş olanlar.
avam
Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından.
Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan.
Halkın ekseriyeti.
avez
Fakirlik, yoksulluk. Sıkıntı.
avz
Hâcet. İhtiyaç. Bir şeyin bulunmaması.
Fakir.
Fakirlik, muhtaç olma.
ayil
Ailesi kalabalık olan.
Ailesini besleyen.
Aşırı.
Fakir.
Dengede olmayan terazi.
ayle
Fakirlik.
bais
Fakir.
Şiddet ve zahmete uğramış kimse.
bay u geda
Zengin ve fakir.
be's
Azab, şiddet. Korku.
Zarar, ziyan.
Zorluk, meşakkat, zahmet.
Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)
be'sa
Fakirlik, muhtaçlık ve benzerleri.
bed-hal
Kötü ahlâklı. Kötü huylu. Hâli düşkün. Fakir olan.
(Farsça)
bevt
Zengin iken fakir düşme. Düşkünlük.
bi-vare / bî-vare
Âciz, fakir, miskin, zavallı, kimsesiz, garib.
(Farsça)
bü's
Güçlük, zorluk.
Fakirlik.
burjuva
Orta halli olup, ne çok zengin ve ne de çok fakir olan halk. Eskiden Avrupa'da köylü ve asilzade olmayıp şehirde yaşayan halka denirdi. Kendi başına işi ve malı olan, ücretle çalışmayan, ferde bağlı iş hayatını güden sınıftan olan.
(Fransızca)
burjuvazi
Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e
(Fransızca)
büşiy
Fakir ve evlâdı çok olan kimse.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
dadan
Kesmez kılıç.
Fakir, muhtaç kişi.
daka'
Fakirlik.
dall-i bi-l ibare / dâll-i bi-l ibare
(Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması. Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir. Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğ
darir
(Çoğulu: Edirrâ) Kör, a'mâ.
Nefis.
Cismin bakiyyesi.
İri vücutlu fakir kişi.
davta
Fakir.
Gövdeli, cesim.
derviş
Gayet mütevazi ve kanaatkâr olan.
(Farsça)
Kimsesiz, fakir.
(Farsça)
Mâneviyâtla gönlü zengin olan fakir.
(Farsça)
Mürid veya şeyh.
(Farsça)
dervişane / dervişâne
Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle. Müstağni ve fakir bir surette.
(Farsça)
dest-pak
Fakir, fukara.
(Farsça)
Mendil.
(Farsça)
Dindar.
(Farsça)
devr
Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.
efkar
Pek fakir, çok fakir.
efkar-ı fukara
Fakirlerin en fakiri, çok fakir.
ehl-i fakr ve hacet
Fakirler ve ihtiyaç sahipleri.
engüşt-i nil
Fakirlik, fukaralık.
eshab-ı suffa / eshâb-ı suffa
Suffe ehli. Peygamber efendimizin Mekke'den hicretinden sonra, Medîne-i münevverede yaptırdığı câminin (Mescid-i Nebevî'nin) örtülü bölümünde ilim ve ibâdetle meşgul olan fakir ve kimsesiz müslümanlar.
fakat / fâkat / فَاقَتْ
Zaruret, ihtiyaç. Yoksulluk, fakirlik.
Fakirlik, ihtiyaç.
fake
Fakirlik.
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.
fakir-i müstağni / fakir-i müstağnî
Fakir olmakla birlikte Allah'tan başkasına muhtaç olmayan kişi.
fakir-i pür-taksir / fakir-i pür-taksîr
Kusurlarla dolu fakir anlamına gelen, tevazu ifadesi olarak "ben" yerine kullanılan ifade.
fakirane / fakirâne / fakîrâne / فَق۪يرَانَه
Fakir bir kimseye yakışacak surette. Fakircesine.
(Farsça)
Fakirce.
Fakir bir sûrette.
fakirü'l-hal / fakîrü'l-hal
Muhtaç ve fakirlik içinde olma.
fakirülhal / fakîrülhâl
Fakir hâlde.
fakr / فقر / فَقْرْ
Fakirlik.
Fakirlik. Tasavvufta her zaman her işte Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek.
Fakirlik, yoksulluk, züğürtlük.
Fakirlik.
Fakirlik, ihtiyacını karşılayamama.
fakr u istiğna
Fakirlik ve tok gözlülük; muhtaç olunmasına rağmen kimseden bir şey istememe.
fakr u zaruret / fakr u zarûret / فَقْرُو ضَرُورَتْ
Şiddetli fakirlik.
fakr-ı beşeri / fakr-ı beşerî
İnsandaki fakirlik, her şeye muhtaç olma özelliği.
fakr-ı hal / fakr-ı hâl
Fakirlik.
Fakirlik hâli.
fakr-i hal
Fakirlik, muhtaçlık.
fakr-ı insani / fakr-ı insanî
İnsanın fakirliği.
fakr-ı mutlak
Mutlak fakirlik. Mü'min bir kulun Cenâb-ı Hakka karşı mutlak muhtaç halde olduğunu bilişi. Nihayetsiz muhtaç olduğu Allaha (C.C.) ve emirlerine tam teslimiyyetle sığınması hâleti.
fakr-ı şedid
Çok şiddetli yoksulluk, fakirlik.
fakr-pişe / fakr-pîşe
Fakirliğe alışmış, fakirlik içinde, muhtaçlık içinde.
(Farsça)
Fakirlik, muhtaçlık.
fakrıhal / fakrıhâl
Fakir hâllilik.
fakrımutlak
Tam ve sınırsız fakirlik.
fakrpişe / fakrpîşe
Fakirlik yolunda.
fakruzaruret / fakruzarûret
Fakirlik ve yoksulluk.
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
fıtra
Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v
fukara / fukarâ
Fakirler, yoksullar.
(Tekili: Fakir) Yoksullar, fakirler.
Fakirler.
Fakirler.
fukara-i müslimin / fukara-i müslimîn
Müslüman fakirler.
fukara-i sabirin / fukara-i sâbirin
Sabreden, dayanan, oruç açmayan fakirler.
fukara-perver
Fakire bakan. Fukarayı koruyan.
(Farsça)
fukara-yı muhacirin / fukara-yı muhacirîn
Mekke'den Medine'ye hicret edenlerin fakirleri, yoksulları.
fukara-yı sabirin / fukara-yı sâbirîn / fukarâ-yı sâbirîn
Sabreden ve avuç açmayan fakirler.
Dilenmeyip sabreden ve şerî'ate (İslâmiyet'e) uyan fakirler.
gass ü semin
Fakir ve zengin. Zayıf ve semiz.
ged
(Gedbe) Yoksul, dilenci, fakir, dilenen.
(Farsça)
Dilencilik.
(Farsça)
geda / gedâ
Fakir. Kimsesiz. Dilenci.
(Farsça)
Fakir.
Fakir, kimsesiz.
gedayan
Fakirler. Kimsesizler. Gedâlar.
(Farsça)
gürisne
(Çoğulu: Gürisnegân) Aç, fukara, fakir.
(Farsça)
gürisne-gan / gürisne-gân
(Tekili: Gürisne) Açlar, fakirler, yoksullar.
(Farsça)
hadim-ül fukara / hâdim-ül fukara
Fakirlere hizmet eden.
hafef
Fakirlik. Darlık.
Şiddet.
hak-nişin / hâk-nişin
Dilenci, sâil, fakir.
(Farsça)
hak-nişini / hâk-nişinî
Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet.
(Farsça)
hakir kalb / hakîr kalb
Bir tevazu ifadesi olarak, bu fakirin ehemmiyetsiz, kıymetsiz kalbi mânâsında kullanılan bir deyim.
hakk-ı fakiranemde / hakk-ı fakirânemde
Fakir ve muhtaç olan benim hakkımda (tevazu ifadesi).
halil
Samimi dost. Sâdık dost.
Nahif ve fakir kimse.
hall
Sağlamlaştırmak.
Dostluk, sadâkat.
Fakir, hastalıklı, nahif insan.
Sirke.
halle
Fakirlik.
Hâcet, ihtiyaç.
Kum içindeki yol ve gedik.
hangah
Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer.
(Farsça)
harc
Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Vergi.
Çıkmak.
Yeni çıkan bulut.
Yemâme vilayetinde bir yer.
Ecir.
Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
harim / hârim
Fakir.
hasasa
(Çoğulu: Hasâs) Fakirlik.
Hali yaramaz olmak.
Küçük delik.
İki kişinin arasındaki açıklık.
hati / hatî
Fakir kavutu.
havb
(Hub - Havbet) Günah, ma'siyet.
Fakirlik.
Meşakkat.
Maraz, ağrı, dert.
Ana, baba.
Fakir ve muhtaç olmak.
havf-ı fakr
Fakirlik korkusu.
hazzal
Ehline ve ailesine sarfedecek birşey bulamayan fakir.
hediye
Fakir veya zengin bir kimseye ikrâm için hîbe (bağış) olarak verilen veya gönderilen mal.
hırkapuşane
Fakircesine, dervişçesine.
(Farsça)
hırkapuşi / hırkapuşî
Fakirlik, dervişlik.
(Farsça)
ı'sar
Fakir olmak.
Güç olmak, zor olmak.
i'sar
Fakirlik.
Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek.
ibrahim bin edhem
Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.
ifka'
Fakir ve kötü durumda bulunma.
ifkar'
Fakir düşürme, fakirleştirme.
Hayvanı kirâya verme.
iflas / iflâs
Fakirleşme.
iftikar / iftikâr
Yoksulluğunu, fakirliğini açığa vurmak.
Çok ihtiyacı olmak.
Tevazu'. Alçak gönüllülük.
Fakirliğini gösterme.
Fakirliğini bilip gösterme.
Fakîr olmak, muhtâc olmak.
iftikarat / iftikarât
Fakirliğini bilip göstermeler.
Fakirlik, yoksulluk.
iftiyak
Fakirleşmek, yoksullaşmak.
ihsanperver
İhsan edici. İyiliği çok sever. (İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir
(Farsça)
imam-ı şafii / imam-ı şâfiî
(Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Had
imaret / imâret
Mâmur etmek, şenlendirmek. Mâmurluk.
Hayrat için fakirlere yemek verilen yer.
Bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer.
imlak
Çok fakir düşmek.
infak
Nafaka verme. Besleme. Geçindirme.
Harcayıp tüketme.
Fakir olma.
irmad
Fakir düşme. Sefil olma.
Göz ağartma.
it'amiyye
Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat.
jendepuş
Yamalı hırka giyen kimse. Fakir.
(Farsça)
kaht ü gala / kaht ü galâ
Yokluk. Kıtlık. Fakirlik.
Pahalılık.
kayy
Fakirlik.
kefen-i kifaye / kefen-i kifâye
Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen.
keffaret-i savm
Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.
keffaret-i yemin
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol
keffaret-i zıhar
Zıhar keffareti.Keffâret-i zıharın vâcib olmasının şartı kudrettir. Muktedir olan, köle azad eder; değilse iki ay oruç tutar, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek verir.
kem
Az, noksan, eksik.
(Farsça)
Kötü. Fenâ. Ayarı bozuk.
(Farsça)
Fakir, hakir.
(Farsça)
kemal-i iftikar / kemâl-i iftikar
Allah'a karşı fakirliğini tam hissetme.
kemter
Aciz. Fakir. İtibarsız.
(Farsça)
Başka şeylere göre daha az olan. Pek aşağı.
(Farsça)
Noksan, eksik.
(Farsça)
Âciz, fakir, hakir.
kemterane
Fakirce. Acizce. Çok küçük nisbette.
(Farsça)
kıllet
Azlık, fakirlik.
kurban
Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
Bir maksad uğrunda feda olma.
Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.
kurzub
Fakir kimse.
lefh
Yakmak.
Vurmak.
Fakirlik, fakir.
İflas.
Tavşancıl kuşu.
Karga.
lisan-ı acz ve fakr
Fakirlik ve acizlik dili.
mefkur
(Çoğulu: Mefâkir) Omurga kemikleri kırılmış olan hayvan veya insan.
men'uş
Hayır ile yâdedilen ölü.
Yukarı kaldırılmış.
Fakir olduktan sonra sevindirilmiş.
Tabuta konulmuş.
mesakin / mesakîn / mesâkin
(Tekili: Miskin) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler.
Oturanlar.
Miskinler, zavallı fakir kimseler.
Miskinler, fakirler.
meskenet
Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik. Yoksulluk.
Miskinlik, fakirlik.
metrebe
Fakirlik, miskinlik.
miskin / مِسْك۪ينْ / miskîn
Zavallı, fakir.
Zavallı, fakir.
mu'sir
Fakir kimse.
mu'terr
Pek fakir olduğu hâlde dilenmeyip lisân-ı hâl ile durumunu anlatan kimse.
mu'vez
Fakir kimse.
muasere
Fakirlik.
Zorluk, güçlük.
müfkir
(Fakr. dan) Fakirleştiren.
müftekir
(Fakr. dan) Muhtaç.
Fakir, züğürt.
muharef
Fakir.
muhtac / muhtâc
İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir.
İhtiyâc sâhibi. Akşam evinde yiyecek bulamayacak derecede fakîr kimse.
muhtacin / muhtacîn
(Tekili: Muhtac) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar.
muhtaciyet
İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk.
muhtell
Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş.
İntizamsız. Nizamsız olmuş.
Fakir kimse.
Çok susuz kalmış olan.
mukıll
Malı az olan. Fakir.
mukıllin / mukıllîn
Fakirler. Muhtaç olanlar.
musfir
Eli boş fakir kimse.
müzmak
Derviş.
Fakir kimse.
na-budmend
Yoksul, fakir.
(Farsça)
nakir
Bir insanın hem cins ve aslı.
Gayet fakir.
Bir nevi kara sinek.
Ağzı dar olan küçük kab.
Hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur.
Kıymetsiz şey.
nezr kurbanı
Allah rızâsı için, bir koyun veya şu koyunu kurban etmek adağım olsun diyen zengin veya fakir kimsenin Kurban bayramında kesmesi gereken kurban.
nisab / nisâb
Dinde zenginlik ölçüsü. İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır.
ömer
Resül-ü Ekrem'in (A.S.M.) ikinci halifesi, Aşere-i Mübeşşere'den ve sahabenin en büyüklerindendir. Çok âdil, âbid, zâhid ve merhametli idi. Fakirce yaşadı. Adaleti, şecaat ve cesareti, İlâ-yı Kelimetullah için fedakârlığı meşhurdur. Çok Hadis-i Şeriflerle medhedildi. Zamanında çok fütühat ve ilerlem
perişani / perişanî
Perişanlık, dağınıklık.
(Farsça)
Düzensizlik, bozgunluk.
(Farsça)
Yoksulluk, fakirlik.
(Farsça)
rabia-i adeviye
(Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliye
ruh-u kemterane / ruh-u kemterâne
Âciz ve fakir olan kimsenin ruhu.
rumh
(Çoğulu: Rimah-Ermâh) Süngü. Mızrak. Saban kolu. Mc: Fakirlik.
rümh
(Çoğulu: Rimâh) Mızrak, kargı, süngü.
Mc: Yoksulluk, fakirlik.
sadaka
Allah rızâsı için fakirlere verilen mal, para, ilim gibi insanın muhtaç olduğu her hangi bir şey. (Asr-ı Saâdette fukara-i müslimîn için toplanan zekâta dahi bu nâm verilirdi.)
Allahü teâlânın rızâsına niyet ederek ve karşılık beklemeden muhtâc olanlara, fakirlere, hibe edilen mal, para ve her türlü iyilikte, ihsânda bulunma.
Zekât.
Ganîmet.
Allah rızası için fakirlere verilen şey veya para.
sadaka-i fıtır
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v
sadaka-i fıtr
Ramazan bayramından evvel fıtra olarak verilen sadaka. Zengin (nisaba mâlik) her müslümanın (ihtiyar, genç, çocuk ve hattâ bunak da olsa) fakirlere vermeye mükellef olduğu sadakadır, vâcibdir. Nisaba mâlik olan bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de çocukları, hizmetçisi için sadaka-i fıtır veri
sail
(Sual. den) Dilenci.
Fakir.
Soran.
İsteyen.
Akan, seyelan eden.
sefalet
Fakirlik, yoksulluk. Fakirlikten gelen sıkıntı. Sefillik.
sefil / sefîl / سَفيِلْ
Sefâlet çeken, fakir.
şiddet-i fakr
Fakirliğin şiddetli olması.
şiddet-i fakr ve istiğna
Şiddetli fakirlik ve tokgözlülük; çok fakir olmasına rağmen kimseden bir şey beklememe.
su'luk
(Çoğulu: Saâlik) Fakir.
Dilenci.
Serseri.
sübrut
(Çoğulu: Sebâriyet) Az.
Otsuz ve susuz yer.
Fakir adam.
sufrit
(Çoğulu: Safârit) Fakir.
şuhh
Mala düşkün olup, fakirlere vermeyi sevmemek, cimrilik etmek.
surre
(Çoğulu: Surer) Para kesesi, para çıkını.
Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.
tabaka-i fukara
Fakirler sınıfı.
tabaka-i süfla / tabaka-i süflâ
Alt tabaka; fakir ve sosyal statüsü düşük tabaka.
taife-i fukara
Fakirler sınıfı, yoksullar grubu.
tarik-i acz ve fakr
Âcizlik ve fakirlik yolu.
tarik-i aczmendi / tarik-i aczmendî
Cenâb-ı Hakka karşı âcizliğini ve fakirliğini hissetme ve bunu bildirme yolu.
tasa'lük
Fakirlik göstermek.
tasadduk
Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek.
Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak. (İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
Sadaka vermek. Yâni Allahü teâlânın rızâsı için fakirlere ve ihtiyâcı olanlara para, mal vermek.
tefakkur
(Fakr. dan) Fakirleşme. Fukaralaşma.
tefarik-ul asa / tefarik-ul asâ
Bir atasözüdür. Bu darb-ı mesel hakkında meşhur Kamus Tercümesi'nde hülâsaten şu mâlumat var: "Arab'dan fakir bir kadının zaif ve gayet huysuz bir oğlu varmış. Yaptığı müteaddit kavgalarda meselâ bir defasında burnunu, bir defasında kulağını, bir defasında dudaklarını kesmişler. Her bir defasında da
tereb
Fakir olmak, fakirleşmek.
terebbüb
Fakirlik.
terk-i hükmi / terk-i hükmî
Dünyâyı hükmen terk etmek, (terk etmiş sayılmak) yâni her işte İslâmiyet'e uymak. Meselâ zekâtı İslâmiyet'in gösterdiği yere seve seve vermek, komşu, akrabâ, fakir ve ödünç istiyenin hakkını gözetmek ve başkalarının hakkına tecâvüz etmemek (saldırmam ak) ve malı zevk ve sefâya, eğlenceye vermemek.
tesekkün
(Sükûn. dan) Yatışma, sükûn bulma.
Miskin ve fakir olma.
üftade
Düşmüş. Fakir, biçare.
(Farsça)
Âşık, tutkun.
(Farsça)
vakf
Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe
vakıf / vâkıf
Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
Bir işten haberi olan.
Arafât'ta vakfeye duran.
za'f-ı fakr
Fakirliğin verdiği zayıflık.
zekat / zekât
Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
Temizlik. Taharet.
Zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
zar
muallakat-ı seb'a
hikmet-i amme
diyar-ı baide
muhal
Sebil
medeniyet-i habise
muallakat
HİLAFET
HARY
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
fakir
Güzel
KISACA
ukba
ezal
Dıdar
ET
müsafi
Keskin
Olmayan