Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
erdi
ifadesini içeren
503
kelime bulundu...
bain talak / bâin talak
Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama.
merfu' hadis / merfû' hadîs
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdikleri hadîs-i şerîf. Buna, hadîs-i mevsûl de denir.
adab-ı kur'aniye / âdâb-ı kur'âniye / اٰدَابِ قُرْآنِيَه
Kurânın ders verdiği edebler.
adalet-i mahz
Tam ve mükemmel adalet; "ferdin hukuku asla fedâ edilemez" görüşündeki adalet.
adalet-i mahza / adâlet-i mahzâ
Tam adâlet; "ferdin hukuku hiçbirşey için fedâ edilemez" görüşünde olan adalet anlayışı.
adalet-i mahza-yı kur'aniye / adalet-i mahzâ-yı kur'âniye
Kur'ân'da emredilen ve bütün yönleriyle hak ve hukuku esas alan adalet; 'Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz' şeklinde ifade edilen, ferdin ve masumun hakkını hiçbir gerekçeyle çiğnenmesine izin vermeyen adalet.
adalet-i nisbiye
Zamanın şartlarına göre değişebilen, toplumun selâmeti için ferdin feda edilmesini öngören göreceli adalet.
adem-i medlul / adem-i medlûl
Delilin gösterdiği hüküm ve iddianın olmaması.
ağraz-ı şahsiyye
Şahsî maksatlar, ferdî niyetler.
ahfa / ahfâ
Kalbe bağlı duyguların en gizli, en kapalı olanıdır ki, Cenâb-ı Hak sıfat, şuûnat ve Zât'ına ait en gizli, en mahrem mânâları izin verdiği ölçüde bu duyguya hissettirir.
ahiret / âhiret
Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama
akademi
yun. Yüksek mekteb.
Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
Çıplak modelden yapılan insan resmi.
Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
ala kaderi't-taketi ve'l-imkani / alâ kaderi't-tâketi ve'l-imkâni
Gücün yettiği ve imkân elverdiği kadar.
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
arzuhal
(Arz-ı hâl) Bir iş için bir makam veya resmi daireye bir iş sahibinin verdiği dilekçe. İstida-nâme.
aşere-i mübeşşere
Hz. Peygamber'in (A.S.M.) kendilerine Cennetlik olduklarını müjdelediği sahabelerdir. Bu kişiler Allah'ın emirlerine bağlılıkta ve din hizmetindeki fedailikte Allah'ın rızasını tam kazanmışlardır. Bu zatlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman bin Avf, Hz. Ubeyde b
assubay
Ask: Çavuş, üst çavuş ve başçavuş diye rütbeleri olan, ücret alan ve resmi elbise giyen askerdir.
asum
Geçim derdi için çok çalışan kimse.
ata
(İtyan. dan) Verdi, veren. Geldi, gelen (mânasına da olur, fiildir).
ayine
Ayna. Mir'ât. Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey. (Ayna, ışığı aksettirip gösterdiğinden dolayı esmâ-i İlâhiyeyi de bize gösteren ve Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarına âyinelik eden mevcudata da mecazen "âyine" denilmektedir.)
(Farsça)
Vasıta ve mazhar mânasına da gelebilir.(Farsça)
ba'dezzeval
(Ba'de-z zevâl) Zevalden sonra, sona erdikten sonra.
bab / bâb
Kapı.
Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad.
bade-i ikbal / bâde-i ikbal
İkbal şarabı. Yüksek mevkide bulunmanın verdiği geçici neşe ve keyif.
balıkhane kapısı
Topkapı Sarayı'nın Marmara kıyısındadır. Padişahlarca cezandırılan vezirler burada idam edilir, sürgün edileceklerse buradan gemilere bindirilirlerdi.
bedpeyman
Verdiği sözde durmayan. Sözünün eri olmayan. Sözünü tutmayan.
(Farsça)
bejendi / bejendî
Geçim darlığı. Maişet derdi.
(Farsça)
bekà-i şahsi / bekà-i şahsî
Ferdin devamlılığı.
bela / belâ
Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.
benna-guş / benna-gûş
Kulağın aşağı sarkan yumuşak kısmı ki, küpe asılan yerdir.
(Farsça)
berekat-ı kelamullah / berekât-ı kelâmullah
Allah kelâmının verdiği feyizler, bolluklar, uğurlar.
bezm-i elest
Elest Meclisi; Allah'ın ruhları yarattığında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" anlamındaki sorusuna, ruhların, "Evet, Rabbimizsin" diye cevap verdikleri an.
bezmielest
Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.
bi'at-ı rıdvan / bî'at-ı rıdvân
Hudeybiye'de Semûre ismindeki ağacın altında 400 Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimize, emirlerini kayıtsız şartsız yerine getireceklerine dâir verdikleri söz.
bi-
Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.
bir gözü kör deha
Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet, dâhîlik.
bisinoz
yun. Pamuk işçilerinde görünen, pamuk tozlarının sebebiyet verdiği bir akciğer hastalığı.
burak
Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.
bürnüs
(Çoğulu: Berânis) Bir uzun takke. (İbtidâ-i İslâm'da ruhbanlar giyerlerdi.)
cadde-i kur'aniye / cadde-i kur'âniye
Kur'ân'ın gösterdiği, çizdiği yol; Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi, ehli sünnet yolu, Kur'ân yolu.
cahşe
Eşek sıpasının dişisi.
Çobanın eline dolayıp eğerdiği ip.
çalgı
Müzik âleti. Müzik, çalgı. (İslâm âlimleri insanda maddi, hayvâni hisler ve hevesler uyandıran müziğin haram olduğunu bildirmişlerdir.)
came-i hassa
Tar: Osmanlı padişahlarının verdikleri elbiselik kumaşlar.
ceffe
Kalabalık, kütle.
Kalabalığın verdiği uğultu.
celaleddin-i harzemşah
(Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala
cem'ü'l-cevami' / cem'ü'l-cevâmi'
Tacüddin es-Subkî'nin (ö.1370) yazdığı fıkhın esaslarına dair bir eserdir.
cem-i kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet
Manevî âlemlerde en yüksek seviyeler olan kutupluk, gavslık ve ferdiyet özelliklerini üzerinde toplama; bu makamlara sahip olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî hazretleri.
cemal-i hak / cemâl-i hak
Allah'ın güzelliği ki, müminler cennette onu temaşa edeceklerdir.
cemü'l-cevami / cemü'l-cevâmi
Tacüddin es-Subkî'nin (ö.1370) yazdığı fıkhın esaslarına dair bir eserdir.
cercis
(A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine dev
cezbe-i rahman / cezbe-i rahmân
Allah'ın hayır ve rahmet için verdiği ve duygulara yerleştirdiği mânâ ve coşku hâli.
cilve-i cüz'i / cilve-i cüz'î
Ferdî bir yansıma, görünme.
cülusiyye
Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir.
Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
cümmah
Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)
cüz'i / cüz'î
Ferdî, küçük.
cüz'i hadise-i şer'iye / cüz'î hâdise-i şer'iye
Şeriatın ferdî, bireysel meselesi, olayı.
cüz'iye
Ferdî.
cüz'iyet / cüz'îyet
Ferdîlik, bireysellik.
cüz-ü cüz'i / cüz-ü cüz'î
Ferdî, bireysel bir parça.
cüzi / cüzî
Küçük, az, ferdî.
Pek az, ferdi.
dad / dâd / داد
Verme.
(Farsça)
Verdi.
(Farsça)
Vergi.
(Farsça)
daire-i izni haricinde
İzin verdiği daire dışında.
dal
Ağacın ilk verdiği kol.
Kur'ân hattiyle yazılan () harfinin okunuşu (Ebcedi değeri dörttür.) Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir.
delail-i enfüsiye
Kişinin kendi nefsinde olan deliller. Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir.
delalet-i nass / delâlet-i nass
Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir.
delaletçe / delâletçe
İşaret olarak, gösterdiği mânâ olarak.
derd-i elem
Elem derdi.
derd-i maişet / derd-i maîşet / دَرْدِ مَع۪يشَتْ
Geçim derdi.
Geçinmek derdi ve zorluğu. Maişet derdi.
Geçim derdi.
derd-i ser
Sıkıntı, baş derdi, başağrısı.
derdmend
Derdi olan.
derece-i süllem
Merdiven basamağı.
dereke-i mirkat
Merdivenin en alt basamağı.
derrace
Eskiden kullanılan bir çeşit harb âletidir ki, üstü sığır derisi ile örtülü olup, tekerlekleri içinde dönerdi.
Bisiklet.
derrar
Yün eğerdikleri iğ.
desatir-i rabbaniye / desâtir-i rabbaniye
Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah'ın düsturları, prensipleri.
dest-i istibdad
İstibdadın verdiği azap, istibdadın eli.
düldül
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Ali'ye verdiği beyaz at.
dürece
Süllem, merdiven.
Bağırtlak kuşu. (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş.)
ecr
İyilik, mükâfât, ücret, karşılık. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği işleri yapanlara verdiği sevâb.
edeb-i islamiye / edeb-i islâmiye
İslâmî terbiye; İslâmın verdiği terbiye, eğitim.
edebü'd-din ve'd-dünya
İmam Maverdi'nin eseri.
ehl-i kanaat
Allah'ın verdiği rızka razı olup onunla yetinenler.
ehl-i kitab
Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan.
(Farsça)
Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olan. (Hakiki Hristiyanlık veya Yahudilikten çıkmamış bulunan.)
(Farsça)
ehl-i kitap
Kitap ehli; Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler.
Allah'ın gönderdiği kitaplara inananlar. Terim olarak yahudiler ve hıristiyanlar.
ehl-i suffe
Suffe ehli ki bunlar, Medine'deki Mescid-i Nebevî'nin sofasında kalırlar ve burada Hz. Peygamber'den dni öğrenirlerdi.
ehl-i vahdetü'ş-şuhud
Görünen herşeyin Allah'ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler.
ehval-i haşir
Haşir meydanının verdiği korkular, korkulu hâller.
eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
ekerat
Ziraat ve imar için, sahiblerinin rençberlere verdikleri arazi.
ekremü'l-ekremin / ekremü'l-ekremîn
Cömert olanların en cömerdi olan Allah.
Cömertlerin en cömerdi. Çok kerim, çok cömert olan Allah.
ekseriyet
(Ekseriyyet) En büyük kısım, çokluk.
Bir topluluk ve hey'etin yarısından fazlası.
Bir mecliste üyelerin verdikleri rey'lerin büyük kısmı ve bunların üstünlüğü.
el-alaü lillahi şehidetün / el-âlâü lillâhi şehîdetün
"Allah'ın verdiği nimetler" Allah için şâhiddir ("şehîdetün" kelimesi dişilik kipidir).
elips
Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
(Fransızca)
emin / emîn
Kendisine güvenilen.
Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve; "Muhammed-ül-emîn" derlerdi.
Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullan
emr-i cüz'i / emr-i cüz'î
Bireysel, ferdî iş; küçük ve basit bir iş.
emr-i kün
"Kün" emri. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği "Ol" mânasına gelen "Kün" emri. Allah (C.C.) bir şeye "Ol" diye emretse, (Yani, "Kün" dese) o şey derhal olur. (Yâni, "Fe Yekun")
emr-i teklifi / emr-i teklîfî
Allahü teâlânın insanlara yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirler. Buna Emr-i teşrîî de denir.
en'amte
Sen nimet verdin, in'âm ettin (meâlinde).
enfal / enfâl
Devlet reîsinin, herkesin elde ettiği kendisinin diyerek, harbe teşvik için gâzilere (İslâm askerlerine) ganîmet hisselerinden fazla olarak verdiği mallar. Tekîli nefeldir. Gâzileri böyle teşvik etmeye tenfîl denir.
enfüsi / enfüsî
Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
errahim
En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)
eshab-ı fil / eshâb-ı fîl
Peygamber efendimizin doğmasına yaklaşık iki ay kala Kâbe'yi yıkmak için Mekke yakınlarına kadar gelen, fakat Allahü teâlânın gönderdiği Ebâbîl kuşlarının üzerlerine bıraktıkları mercimek büyüklüğündeki taşlarla perişân olan Ebrehe ve içinde bir çok fillerin de bulunduğu ordu.
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
esham-ı umumiye
Tanzimat devrinde devletin, halka borç karşılığı olarak verdiği hisse bedelleri.
eşhuru'l-hac
Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi.
esma-i mevsule / esmâ-i mevsule
Mânâsı kendisinden sonra gelen cümle içinde açıklanan ve bu cümleyi kendinden sonra gelen cümleye bağlayan kelimelerdir.
esma-i züruf
Gr: Zarf olan isimler. Bir şeyin bir zamanda veya mekânda veya diğer bir şey ile beraber veya ondan evvel veya sonra vuku' bulduğunu ifade eden kelimelerdir. Bunlar Arapçada (maa, kabl, ba'd, ind) gibi kelimelerdir.
etnoloji
yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı
evsat-ı mufassal / evsât-ı mufassal
Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.
evvelbaba
İlk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi.
ezvak-ı i'caziye / ezvâk-ı i'câziye
Mu'cize hâlinin verdiği zevkler.
ezvak-ı imaniye / ezvâk-ı imaniye
İmanın verdiği zevk ve mânevî lezzetler.
ezvak-ı letaif-i ulya / ezvâk-ı letâif-i ulyâ
Çok yüce ve yüksek olan güzelliklerin verdiği zevkler.
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö
fatımi / fatımî
(Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.
felekmeşreb
Mc: Sözünde durmaz, verdiği sözü tutmaz.
Kimine yâr olur, kimine olmaz.
fera'
Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)
ferd-i ferid / ferd-i ferîd / فَرْدِ فَر۪يدْ
En büyük velilerin üstünde Ferdiyet makamına mazhar en büyük veli.
ferd-i ferid-i deveran / ferd-i ferîd-i deveran
Bütün zamanların benzeri olmayan tek ferdi.
ferdi / ferdî
(Ferdiye) Tek şey, bir tek.
Fertle ilgisi olan.
ferdiyet
Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan
ferman-dih
Hükmü geçen, verdiği emri dinlenen.
(Farsça)
fetva / fetvâ / فتوی
Kadının verdiği şer'î karar.
(Arapça)
feyz-i kur'an / feyz-i kur'ân
Kur'ân'ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu.
feyz-i kur'ani / feyz-i kur'ânî
Kur'ân'ın feyzi, Kur'ân'ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu.
fidye
Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.
fikr-i ta'kib
Sona erdirme, peşini bırakmama.
firkateyn
Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
firuz abadi / firuz abadî
(Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri
füyuzat-ı ilmiye / füyuzât-ı ilmiye
İlmin verdiği feyizler, bereketler.
gadr
Verdiği sözde durmamak.
Zulüm, haksızlık.
gamm-ı firkat
Uzaklık gamı, ayrılık derdi.
grev
İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da mill
(Fransızca)
gülabdan
İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.
gurur-u ilmi / gurur-u ilmî
İlmin verdiği gurur ve enaniyet.
haber-i vahid / haber-i vâhid
Bir kişinin ettiği rivâyet, verdiği haber, hep bir kimse tarafınan fakat Peygamber efendimize kadar, rivâyet edenlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler. Buna, haber-i âhad da denir.
hadd-i evsat
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
hadis-i cibril / hadîs-i cibrîl
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
hadis-i mevsul / hadîs-i mevsûl
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.
hadis-i mütevatir / hadîs-i mütevâtir
Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler.
hadisat-ı cüz'iye / hâdisât-ı cüz'iye
Ferdî hâdiseler, bireysel olaylar.
hafa
Berdi denilen otun beyaz ve yaş olan kökü.
hakim-i ilahi / hakîm-i ilahî / حَكِيمِ اِلَهِي
Allah'ın kendisine hikmet verdiği zat.
hamza
Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid
hancer
Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere benzetirlerdi.
haramilik
Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
harazet
Hastalığın uzaması, derdin müzminleşmesi.
harem
Mekke-i mükerreme şehrinden biraz daha geniş olup, hudûdunu İbrâhim aleyhisselâmın diktiği taşların gösterdiği yer, alan. Bu sâha içine gayr-i müslimlerin girmesi yasak ve ihrâmlı iken bâzı işleri yapmak harâm olduğu için Harem denilmiştir.
Müslümanların evlerinde, saray, konak ve be
has kardeş
Özel kardeş; Üstadın çok değer verdiği, ilk saftaki talebelerinden biri.
has kardeşler
Özel kardeşler; Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.
has şakirt
Üstadın çok değer verdiği ilk sıradaki talebesi.
has şakirtler
Özel talebeler; Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.
hasan-ı basri
(Hi: 21-110) En ileri Tâbiînden olup hadis ve fıkıhta büyük âlimlerdendir. Basra'da medfundur. Mezheb sahibi bir müçtehiddir. Sahabe-i Kiram'dan 130 zat ile görüşmüş, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mace kendisinden hadis nakletmişlerdir.
haslar
Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki talebeler.
hatemat
(Tekili: Hatme) Hatim etmeler. Sona erdirmeler.
hateme
"Allah, sona erdirsin." meâlinde bir dua.
hatim / hâtim
Hitâma erdiren. Bitiren.
Mühür basan.
Mühürleyen, mühürleyici.
Bitiren, sona erdiren.
hatime / hâtime / خَاتِمَه
Sona erdiren.
hatime-keş
Son veren, hâtime çeken, bitiren, sona erdiren.
(Farsça)
hatm
Hitâma erdirmek, bitirmek. Kur'an-ı Kerim'i veya herhangi bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek.
Mühürleme. Mühürlenme.
havariyyun
Hz. İsa'nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 kişinin hepsine birden verilen isim. Bunlar: İsa'nın (A.S.) Petrus adını verdiği Yunus'un oğlu Simun, kardeşi Andreas, Yakub, Zebedi'nin oğlu Yuhanna, Filipus ve Bartholomaeus, Matta ve Tomas, Alte'nin oğlu Küçük Yakub, Gayur Simdeu, Yakub'un oğlu Ya
haymana
Başıboş hayvanları haylayıp salıverdikleri çayırlık yer.
Ankara'nın bir kazası.
hazkil aleyhisselam / hazkîl aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.
helal / helâl
Dinin izin verdiği şey.
heterojen
yun. Kim: Cinsi ayrı olan. Türlü özellikteki taneciklerden yapılan maddelerdir.
hey'et-i mecmua
Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
hidayet / hidâyet
Doğru yola erdirme.
hidayet etmek
Doğru yola erdirmek.
hidayet-i ilahiye / hidayet-i ilâhiye
Allah'ın doğru yola erdirmesi.
hidayet-i ilahiyye / hidayet-i ilâhiyye
İlâhî hidayet, Allah'ın doğru yola erdirmesi.
hidayet-i kur'an / hidayet-i kur'ân
Kur'ân'ın hak ve doğru yola erdirmesi.
hıdiv / hıdîv
Vezir, âsaf.
(Farsça)
Kral nâibi.
(Farsça)
Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan
(Farsça)
hırbak
Sahabeden bir kimsenin adı ki, ona "Zülyedeyn" de derlerdi.
Def'etmek, kovmak.
Yellenmek.
hisarlı
Hisarla çevrili yer.
Hisarda oturan, kalede mukim.
Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit
hitam / hitâm / ختام
Son.
(Arapça)
Son bulma.
(Arapça)
Hitam bulmak:
Son bulmak, bitmek.
(Arapça)
Hitâma erdirmek:
Bitirmek, sona erdirmek.
(Arapça)
Hitâma ermek:
Sona ermek.
(Arapça)
hitam buldurmak
Bitirmek, sona erdirmek.
homogen
Bütün elemanları aynı yapıda veya aynı keyfiyette olan.
(Fransızca)
Kim: Aynı cinsten olan. Çeşitli elementlerin birleşmesiyle meydana gelmelerine rağmen, bütün kütlelerinde aynı özellikleri gösteren maddelerdir.
(Fransızca)
huccet
Senet, vesîka, delîl, burhân.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
hüda-yı kur'ani / hüdâ-yı kur'ânî
Kur'ân'ın gösterdiği hak ve hidayet yolu.
hudadad / hudâdâd / خداداد
Allah verdi.
(Farsça)
Allah vergisi.
(Farsça)
hükm-ü fetva / hükm-ü fetvâ
Fetvanın verdiği hüküm, yargı.
hükm-ü zihni / hükm-ü zihnî
Zihnin verdiği hüküm.
hukuk
Haklar.
Hakikatler.
Kanunların verdiği hak.
hulf
Verdiği sözü tutmama, yemininde durmama.
hulf-ül va'd
Ahdinden dönmek. Verdiği sözü yerine getirmemek.
hulfü'l-vaad
Verdiği sözden dönme.
hulfü'l-vaid / hulfü'l-vaîd
Söz verdiği halde azap ve cezayı yerine getirmeme.
humar / humâr
Sarhoşluğun verdiği sersemlik, başağrısı.
hümeyra / hümeyrâ
Peygamber efendimizin, hazret-i Âişe vâlidemize verdiği lakab.
hürriyet-i vicdan
Amme hukuku ile ferdî hukuka tecavüz etmemek şartıyla herhangi bir kimsenin her hangi bir fikir veya dini kabul etmekte veya kabul etmemekte serbest olması. Ancak, İslâmiyeti kabul etmiş olan bir kimse, İslâmın esaslarını kısmen de olsa, inkâr ve reddetmekte serbest değildir; İslâm hukukunda mürted
hutbe-i şamiye / hutbe-i şâmiye
İçinde Üstadın Şam'da verdiği hutbe bulunan kitap.
huzur-u iman
İmanın verdiği huzur.
i'caz-ı ahmediye / i'câz-ı ahmediye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu'cize.
icab ve kabul-ü şer'i / icab ve kabul-ü şer'î
Şeriata göre "verdim" ve "aldım" ifadesi, ilkeleri.
icazet / icâzet
İzin, diploma, şehâdetnâme. Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine, yetiştiğine dâir verdiği belge, diploma.
icazet-i kavliye
Bir kimsenin bir şey hakkında "izin verdim" demesi.
icazet-i külli / icazet-i küllî
Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi
icazet-i mutlaka / icâzet-i mutlaka
Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verdiği izin veya bu izni ifâde eden belge, diploma.
idrak
Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.
idrak-i maali / idrak-i maâlî
Büyük mes'eleleri ve sırları kavramak, akıl erdirmek.
ifa
Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
ifaze
(Fevz. den) Maksada erdirmek. Merama kavuşmak. Zaferyâb eylemek.
ihaze
Kalkanın elle tutulacak olan yeri.
Timar. Hükümdarın verdiği arazi.
ihbar-ı aleviye
Hz. Ali'nin (r.a.) verdiği haber; On Sekizinci Lem'a, Sekizinci Şuâ, Yirmi Sekizinci Lem'a'nın Birinci Nüktesi.
ihbar-ı faruki / ihbar-ı fârukî
Hicri ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbânî Ahmed el-Fârukî es-Sirhindî'nin (k.s.) bildirdiği, haber verdiği kişi.
ihbarat-ı gavsiye
Şeyh-i Geylanî'nin geleceğe dair verdiği haberler.
ihtiyat hazinesi
Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.
iktiza-yi hal
Halin ve durumun gösterdiği lüzum.
ila
Son, nihâyet, dek, değin,...ye,...ye kadar (mânâlarına gelir, harf-i cerdir.)
ilahi / ilâhî
"Ey Allah'ım" mânâsına hitâb.
Allahü teâlâ ile alâkalı, O'na âit, O'ndan gelen, O'nun gönderdiği, indirdiği.
ilham-ı hüda / ilham-ı hüdâ
Allah'ın verdiği ilham.
ilham-ı ilahi / ilhâm-ı ilâhî
Allah'ın kalbe gönderdiği ilham.
ilm-i alet / ilm-i âlet
Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o
ilmiye kıyafeti
İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin
ilmiye ricali
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
imma
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
in'amat-ı ilahiye / in'âmât-ı ilâhiye
Allah'ın verdiği nimetler.
inca'
Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma.
incaz-i va'd
Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
incil / incîl
Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab.
intac
Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
intan
Pis kokma. Fenâ kokma.
Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık.
irade-i seniyye
Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır.
Çok yüksek ve m
irsad
Gözetlemek.
Hâzır ve âmâde eylemek.
Mükâfat vermek.
Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)
irşad / irşâd / ارشاد
Hidayete erdirme, doğru yolu gösterme.
(Arapça)
İrşâd etmek:
Hidayete erdirmek, doğru yolu göstermek.
(Arapça)
işarat-ı gavsiye / işârât-ı gavsiye
Abdulkadir-i Geylânî'nin verdiği haber.
işari mana / işârî mânâ
Bir ifâdenin bir şey hakkında açıkça değil, işâret ederek gösterdiği mânâ.
ıskalara
Gemi arması merdiveni.
Harp gemilerinin sol taraflarındaki merasim merdiveni.
ıskalariya
Geminin üst kısmına çıkabilmek için iskele, yani merdiven teşkil etmek üzere çarmıhlara aykırı ve kazık bağı ile bağlanmış ince halatlar.
islamiyyet / islâmiyyet
Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.
ism-i adl ve hakem
Allah'ın haklıyı haksızdan ayırıp her hakkı yerine getirdiğini ve herbir şey hakkında adaletle küllî hüküm verdiğini bildiren isimleri.
ism-i hayy
Allah'ın gerçek hayat sahibi olduğunu ve her canlıya hayat verdiğini bildiren ismi.
ism-i mevsule
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
ism-i muhyi / ism-i muhyî
Allah'ın bütün canlılara hayat verdiğini ifade eden ismi.
ism-i rahim ve rezzak / ism-i rahîm ve rezzâk
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu ve bütün canlıların rızıklarını verdiğini ifade eden Rahîm ve Rezzak isimleri.
ismail
Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.
ismam
Sona erdirme, bitirme, tamamlama.
istidrac / istidrâc
İnkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özellikler.
Derece derece yükselmeyi istemek.
Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika.
istidraç
İnkârcı veya günahkâr kimselere Cenâb-ı Hakkın verdiği olağanüstü özellikler.
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istikmal
Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.
istinaf
Baştan başlamak. Yeniden başlamak.
Gr: Sözün başlangıcı.
Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim.
istişfaen
Derdine derman aramak gayesiyle. Şifa istemek suretiyle.
istitbab
(Tıbb. dan) Doktora başvurma, kendini hekime gösterme.
İlâç arama.
Çare isteme, derdine devâ arama.
ıtlak etmek
Belli bir sınır getirmeden genelleme yapma; Allah'ın kitap gönderdiği bir peygambere ve dine inanan insanları, yani Hıristiyan ve Yahudileri de hükmün kapsamı altına almak.
izale
Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek.
izhaf
Yalan söyleme.
Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama.
Hayrette bırakma, şaşırtma.
izhar
Açığa vurma. Meydana çıkarma.
Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek.
Yalandan gösteriş.
Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
izhar-ı rububiyet
Rablığını gösterme; Allah'ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri verdiğini, onları terbiye ve idare ettiğini ve herşeyi egemenliği altında tuttuğunu göstermesi.
iznen
Şeriatın müsaade ettiği, izin verdiği ölçüde.
kabadayı
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
kabale
Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet.
Toptan, götürü ile yapılan satış.
Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.
kabid / kâbid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölürken rûhları bedenlerden alan, verdikleri sadakaları zenginlerden kabûl eden.
kabin
Güveğinin geline verdiği ağırlık, eşya, para.
(Farsça)
kademe
Derece, sıra.
Merdiven basamağı.
kadi naibi / kadî naibi
Kadıların (hâkimlerin), gitmedikleri yerlere gönderdikleri vekiller.
kahin / kâhin
Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı.
Âlim.
kalu bela / kalû belâ
Cenab-ı Hak ruhları yaratıp, onlara Rabbiniz değil miyim, meâlinde: "Elestü Bi-Rabbiküm" buyurduğunda, ruhlar: "Evet Rabbimizsin" meâlindeki Kalu Belâ diye cevap verdiklerini bildiren Kur'andaki bir tâbirdir.
Ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet" cevabı.
kàlu bela / kàlû belâ
Ruhların yaratıldıktan sonra Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna verdikleri "Evet, Rabbimizsin" cevabı.
kalubela / kâlûbelâ
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.
kambin / kâmbin
Merâmına erdiren. İsteğine kavuşturan.
(Farsça)
kandil geceleri
İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek geceler.
kanun-u mübin-i rabbani / kanun-u mübîn-i rabbânî
Besleyen, yetiştiren, verdiği nimetlerle varlıkları terbiye eden, idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın apaçık kanunu.
karine-i hal
Durumun gösterdiği alâmet, belirti.
kasfe
(Çoğulu: Kasf-Kasefât) Deve sesi.
Merdiven ayağı.
Bir parça kum yığını.
kasme
Merdiven ayağı.
kat'
Kesme, biçme.
Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme.
kat'iyyü'd-delalet olmak / kat'iyyü'd-delâlet olmak
Sözün hangi mânâyı gösterdiği kat'î ve şüphesiz olmak.
katolik
Hıristiyanlıktaki mezheblerden biri. Roma kilisesinin kendine verdiği ad. Katolik kilisesine mensup kimse. Merkezi Roma'da (Vatikan'da) olup, rûhânî lideri papadır.
kazim
(Çoğulu: Kazmân-Kazam) Gümüş.
Yazı yazmada kullanılan beyaz deri.
Davara verdikleri arpa.
kaziye-i ma'dule
Man: Selb, ya mevzuundan ya mahmülünden ikisinden cüz' olan, yâni kendinde hem isbat ve hem de nefiy kaziyyelerdir. "Nefs-i nâtıka gayr-i mürekkebdir" gibi.
kefalet / kefâlet
Kefillik. Kefîl olmak. Bir kimsenin, borcunu ödememesi, taahhüdünü (verdiği sözü) yerine getirmemesi hâlinde onun yerine borcu ödemeği, sözü yerine getirme mes'ûliyetini (sorumluluğunu) alacaklıya karşı üzerine almak.
kemend-i mahbub-i ilahi / kemend-i mahbûb-i ilâhî
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
keramet / kerâmet / كرامت
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
Bağış, kerem.
İkram, ağırlama.
Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.
Cömertlik, kerem.
(Arapça)
Velîlerin gösterdikleri olağandışı hal.
(Arapça)
keramet-i acibe-i gaybiye
Gayba ait acayip keramet; Allah'ın bir ikramı olarak gelecekle ilgili verdiği acayip haber.
keramet-i aleviye / kerâmet-i aleviye
"Ali'nin kerâmeti", yani Hz. Ali'nin (r.a.) Allah'ın lütfuyla geleceğe dair verdiği haberler (On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem'â bu kerametlerden bahseder).
kerim / kerîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudreti (gücü) var iken affeden, vâd ettiğini yapan, vermesi ve ihsânı (lütfu) bol olan, ümîd edilenin üstünde olan, ne kadar verdiğini ve kime verdiğini hesâb etmeyen, kendisine sığınanı ko ruyan ve isteyeni zenginleştiren.
Mu
kevser
Allahü teâlânın Kevser sûresinde Peygamber efendimize verdiğini bildirdiği büyük ihsân. Âhirette Cennet'te Peygamber efendimize âit meşhûr nehir veyâ kıyâmet (hesâb) günü Cehennem üzerindeki Sırat köprüsü geçilmeden önce Peygamber efendimizin ve ümme tinin başına geldikleri meşhûr havuz.
kısar-ı mufassal
Kur'an-ı Kerim'de 99. sure olan Zilzal suresinden 114. olan Nas suresine kadar olan surelerdir.
kıyamet alametleri / kıyâmet alâmetleri
Kıyâmetin kopmasının yaklaştığına dâir Resûlullah efendimizin haber verdiği büyük ve küçük alâmetler, işâretler.
kıyas-ı mukassim
Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")
küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet
Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kütüb-ü semaviye / kütüb-ü semâviye
Allah'ın gönderdiği kutsal kitaplar; vahiy ile gelen Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerim.
ledün
İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kel
lezzet-i hürriyet
Hür olmanın verdiği lezzet.
lezzet-i sohbet
Sohbetin verdiği lezzet.
liberal
Ferdî hürriyet lehinde, hürriyete elverişli. Ferdî teşebbüs ve hürriyet haklarını korumak için en iyi vasıta, devletin salâhiyyetlerini mümkün olduğu kadar tahdid etmek fikri. Rusya'daki dinsiz sosyalistliğin zıddı.
(Fransızca)
lümme-i şeytani / lümme-i şeytanî
Şeytanın verdiği kalpteki kuruntu, vesvese yeri.
lümme-i şeytaniye / lümme-i şeytâniye
Kalpte şeytanın vesvese verdiği yer.
Şeytanın vesvesesi. Şeytanın verdiği kuruntu.
lut
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve
lütf-u irşad
İyilik ve bağışla doğru yola erdirme.
ma'rec
Çıkacak yer, merdiven.
ma'ric
Merdiven, yükseliş yeri.
maa
(Beraber) mânasında bir kelime olup, iki türlü kullanılır:1- İzafetle (tamlama hâlinde):a) Zarf olarak: (Celestü maa zeydin: Zeyd ile beraber oturdum)b) Sıla (cümlecik) olarak: (Musaddıkan lima maaküm: Sizdekini tasdik ederek)c) Haber olarak: (Vehüve maahüm: O, onlarla beraberdir.)2- İzafetsiz: Bu t
maaric / maarîc
(Tekili: Mi'rac) Merdivenler.
maarif-i muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdikleri, öğrettikleri.
mahluk-u cüz'i / mahlûk-u cüz'î
Ferdî, bireysel mahlûk; mahlûkların her bir bireyi.
mahmud şevket paşa
31 Mart Hâdisesi patlak verdiği sırada Selânik'te bulunan Redif Tümeninin kumandanı.
mahmur
(Hamr. dan) Sarhoşluğun verdiği sersemlik.
Uyku basmış ağırlaşmış göz. Baygın göz.
makasıd-ı cüz'iye
Ferdî, bireysel gayeler.
mana-yı ismi / mânâ-yı ismî
İsme dair mânâ. Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. A
mavera-ün nehr
Ceyhun ırmağının doğusunda kalan ülkelere müslüman coğrafyacıların verdiği ad. Türklerin yaşadıkları bu ülkeler, Ceyhun ve Seyhun ırmaklarının havzalarını ihtiva ediyordu.
Dicle ile Fırat arası.
mearic / meâric / معارج
(Tekili: Mi'rac) Mi'raclar. Merdivenler. Çıkılacak yerler.
Merdivenler.
(Arapça)
medar-ı nazar bir ferd / medâr-ı nazar bir ferd
Âyetin baktığı, gösterdiği bir ferd, bir birey.
medaric / medâric / مدارج
(Tekili: Medrec ve Medrece) Merdivenler.
Meslekler, yollar.
Merdivenler.
(Arapça)
medlul / medlûl
Delîlin (alâmet ve işâretin) delâlet ettiği, gösterdiği şey.
medrec
(Çoğulu: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven.
Meslek.
Tarikat.
Dar yol. Dağ yolu.
mehr
Mehir, erkeğin kadına verdiği evlenme bedeli.
mektubat / mektûbât
Din büyüklerinin yakınlarına ve sevdiklerine gönderdiği, nasihat mektublarından meydana gelen kitap.
menaşir
(Tekili: Minşâr) Testereler.
(Menşur) Tar: Padişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları.
Mat: Prizmalar.
meraki / merakî
Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse.
(Tekili: Mirkat) Merdivenler, basamaklar.
merci'
Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer.
Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
merdiven / نردبان
Merdiven.
(Farsça)
merdiven-i terakki
İlerleme merdiveni; bir merdivenin basamakları gibi yükselme.
merhem
Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç.
Mc: Acıyı teskin eden şey.
Kederi, derdi gideren.
mes'ad
Merdiven. İp merdiven.
mesag-i şer'i / mesag-i şer'î
Şeriatın verdiği izin.
mesağ-ı şer'i / mesağ-ı şer'î
Şer'î izin; şeriatın verdiği müsaade.
mesaj
Sözle veya yazı ile gönderilen haber.
(Fransızca)
Bir devlet adamının veya makam sahibi şahsiyetin, diğer bir şahsiyete veya cemaate gönderdiği yazılı haber.
(Fransızca)
mevahib-i kudret
Cenab-ı Hakkın verdiği nimetler.
meyasir
Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.)
mezc-i ittihad
İttihadın verdiği imtizac. Kuvvetli birlik ve beraberlik.
mi'rac / mi'râc
Merdiven, süllem.
Yükselecek yer.
En yüksek makam.
Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.
Merdiven.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.
mi'raç / mi'râç / مِعْرَاجْ
Merdiven.
mifrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın ortası (saçın bölük olduğu yerdir.)
migfer
Ateşli silâhların icadından evvel, muharebede kılıç, mızrak ve ok gibi harp âletlerinden korunmak için başa giyilen bir nevi başlık idi. Miğfer, zırh ile beraber bir bütün teşkil ederdi. Osmanlı miğferleri çeşitli şekillerde olmakla beraber genel olarak iki kısma ayrılırdı. Bir kısmı ince bakırdan,
millet
Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.
minber
Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.
minber-i şerif
Resul-i Ekrem Efendimizin (a.s.m.) hutbe verdiği şerefli minber.
mirac / mîrac / mîrâc
Merdiven.
Göğe çıkma.
Merdiven.
mirac-ı iman / mirâc-ı iman
İman merdiveni.
mirac-ı marifet / mirac-ı mârifet
Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanıyıp bilme gibi yüce bir makama çıkmaya vasıta olan mânevî merdiven.
mirac-ı suud
Yükselme merdiveni.
mirkat
Merdiven. Basamak. Derece.
Derece, basamak, merdiven; 11. Lem'a.
mirkat-ı cennet
Cenneti kazanmaya ve yükselmeye vesile olan anlamında Cennet merdiveni.
mirkat-ı iman
İman derecesi, merdiveni.
mirkatü'l-fütuh / mirkatü'l-fütûh
Mânevî fetihlere ulaştıran merdiven, yöntem.
mirkatü's-sünne
Sünnetin merdiveni; sünnetin dereceleri.
mıs'ad
Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör.
mu'cizat mecmuası / mu'cizât mecmuası
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu'cizelerin anlatıldığı kitap; On Dokuzuncu Mektup ve Kur'ân'ın mu'cize olduğunu ispat eden Yirmi Beşinci Söz.
mu'cizat-ı ahmediye / mu'cizât-ı ahmediye
Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu'cizeleri anlatan, Mektubat'ta yer alan On Dokuzuncu Mektup.
mu'cizat-ı enbiya / mu'cizât-ı enbiya
Peygamberlerin gösterdikleri mu'cizeler.
mu'cizat-ı hissiye
Duygu ile bilinen, duyu ve duygulara hitap eden mu'cizeler; su, ağaç, taş, hayvan gibi varlıklar üzerinde Peygamber'in (a.s.m.) gösterdiği mu'cizeler.
mu'cizat-ı mahsusa
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hergangi bir şeyle ilgili gösterdiği mu'cizeler, kendisine mahsus mu'cizeler.
mu'cize-i muhammedi / mu'cize-i muhammedî
Allah'ın izniyle Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği mu'cize.
mu'cize-i muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği mu'cize.
mü'minin / mü'minîn
İman edenler; Allah'a ve Onun peygamberlerle gönderdiği şeylere inananlar.
muavvezetan / muavvezetân
(Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)
mübarek geceler / mübârek geceler
İslâm dîninin kıymet verdiği geceler. Kadir, Arefe, Fıtr ve Kurban bayramı ile Mevlid, Berât, Mi'râc, Regâib, Muharrem, Aşûre geceleri.
mucizat-ı ahmediye / mucizât-ı ahmediye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdiği mu'cizeler On Dokuzuncu Mektup.
mücun
(Çoğulu: Meccân) Kim olursa olsun kayırmamak.
İnsanların sözünden hazer etmeyip derdi olmamak.
muhammed aleyhisselam / muhammed aleyhisselâm
Allahü teâlânın insanlara gönderdiği son peygamber.
muhassir
(Çoğulu: Muhassirîn) (Hasar. dan) Zarara uğratan. Hasar ve ziyan verdiren.
muhassirin / muhassirîn
(Tekili: Muhassir) Zarar ve ziyan verdirenler. Hasara uğratanlar.
muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. Diğer Peygamberlere de denebilir. Çünkü hepsi sâdık, sağlam, doğru haberleri insanlara ulaştırmışlar, kendilerine bildirilenleri aynen bildirmişler, insanları doğruluğa, felâha, hakka, hakikata, imana dâvet etmişlerdir.
muhnis
Birine verdiği sözü geri alan.
muhtetim
Sona erdiren. Hitâma vardıran.
mukaddes kitablar
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla peygamberlerine gönderdiği kitâblar.
mukarnes
Kubbe biçiminde olan.
İşlemeli, nakışlı ve rengarenk olan.
Merdiven şeklinde dereceleri olan kubbe.
mükemmel
Tamam. Olgun. Noksansız. Eksiksiz. Kemal bulmuş. Kemale erdirilmiş. Çok iyi.
mümit / mümît
Ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah.
münciz
Verdiği sözü yerine getiren. Ahdini yapan. İncâz eden.
müneccim
Yıldızların hareketlerini gözetleyerek geleceğe dâir haber verdiğini iddiâ eden, yıldız falına bakan kimse. Astrolog.
İlm-i nücûm yâni astronomi ilmiyle uğraşan kimse. Astronom.
müneffis
Nefes verdiren, rahat ettiren.
murdar
Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan.
(Farsça)
İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan.
(Farsça)
müsaade-i şer'iye
Şeriatın müsaadesi, İslâmiyetin izin verdiği iş ve davranış.
müsellim
(Selm. den) Teslim eden, veren.
Tar: Eyalet valileriyle sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memuR edilen kimseler. Vali ve mutasarrıflardan uhdesine tevcih olunan iki yerden mühim olanında kendisi oturur, diğerini gönderdiği adam idare ederdi. Yine bunlar
musevilik / mûsevîlik
Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâm vâsıtasıyla İsrâiloğullarına gönderdiği din. Mukaddes (ilâhî) kitabı Tevrâttır. Îsâ aleyhisselâma kadar olan peygamberler bu dîni insanlara tebliğ ettiler. Îsâ aleyhisselâmın gelmesiyle Mûsevîlik dîninin hükmü kaldır ıldı.
müslim
Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müsliman
Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
müstehlik evliya / müstehlik evliyâ
Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ. Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar.
müstezad
(Ziyade. den) Artmış, çoğalmış.
Edb: Aruz kalıplarından " Bahr-i recez" denilen vezin ile yazılmış manzume. (Mef'ulü mefâîlü mefâîlü faûlün) gibi. Veya (Mef'ûlü faûlün) veznine denk parça ilâvesi ile yapılır. Ziyadeli mısralı manzumelerdir.
mute harbi
Mute, Şam'a bağlı, Kudüs'e iki konak mesafede bir yerdi. Mute harbi müslümanlarla Rumlar arasında vuku bulan muharebelerin başlangıcıdır. Sebebi de Peygamber'in elçisinin öldürülmesidir. Resul-ü Ekrem Busrâ emiri Şürahbil bin Amr'e, ashâbından Hâris bin Umeyr ile bir mektub göndererek İslâma dâvet e
müteşekkirane / müteşekkirâne
Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a şükrederek.
mütevatir / mütevâtir
Çok kimselerin naklettikleri haber. Yaygın haber. Herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri kat'i, şüphesiz, sağlam haber. Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatın bir hâdise hakkında verdikleri haber.
Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun bir olay hakkında verdikleri kesin haber.
mütevatir hadis / mütevâtir hadîs
Birçok sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitaba yazılıncaya kadar, böyle hep, çok kimselerin haber verdiği hadîs-i şerîfler.
mutlak
Kayıtsız, şartsız. Teklik, çokluk veya herhangi bir vasıf ile kayıtlı olmayan, delâlet ettiği (gösterdiği) fertlerden (şeylerden) her hangi birini ifâde eden lafız (söz).
müvalat / müvâlât
Abdest alırken her uzvu ara vermeden birbiri ardınca yıkamak.
Dostluk, karşılıklı sevgi.Tebrik ile terdif ederim arz-ı hulûsu, Kalbimdeki sıdk u müvâlât senindir.
nakıl / nâkıl
Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.
nasib / نصيب
Pay.
(Arapça)
Tanrı'nın kula verdiği.
(Arapça)
necm
(Necim) Yıldız, ahter, kevkeb. Ülker yıldızına da denir. Ülker, onbir yıldızdır. Altısı görünür, gözü kuvvetli olan yedinciyi de görebilir.
Belirli olan vakit. (Araplar, vakti yıldızlarla tahdit ederlerdi)
Kabak ve hıyar gibi yayvan nebat.
Belirli vakitte yapılan vazi
nefsi, nefsi / nefsî, nefsî
"Nefsim, nefsim" mânâsına gelen ve herkesin kendi derdine düşüp başkalarıyla meşgul olamadığını ifade eden bir cümle.
nekir
Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan.
Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
nerbdan
Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm yerine hafifletilmişi olan nerdbân denilmiştir.)
(Farsça)
nesh
Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.
nevl
Yolcuların verdiği vapur parası. Gemi kirâsı.
Bahşiş, atiyye.
nezir
(Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır)
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
ni'met-i ilahiye / ni'met-i ilâhiye
Allah'ın nimeti. Allah'ın verdiği nimet.
nimetlenmek
Allah'ın rızık olarak verdiklerinden faydalanmak.
ok
Yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. Ok, silâhın icadından evvel insanlar tarafından kullanılmış ise de, en büyük mahareti Türkler, Araplar göstermişlerdir.
orta yol
Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol.
paşib
Basamak, merdiven.
(Farsça)
paye
Rütbe, derece.
(Farsça)
Merdiven ayağı.
(Farsça)
İlim sahibi olanların bir derecesi.
(Farsça)
payin
Aşağı. Aşağı taraf.
(Farsça)
Merdivenin ilk basamağı.
(Farsça)
pelle
Derece.
(Farsça)
Merdiven.
(Farsça)
peygamber
Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar.
piş-müzd
Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para.
(Farsça)
radd-üs selam / râdd-üs selâm
Başkasının verdiği selamı alan.
rahmet-i hassa / rahmet-i hâssa
Allah'ın yarattığı varlıklara karşı gösterdiği özel şefkati.
ravh
Rahatlık. Rahmet ve kolaylık.
Serin serin esen rüzgârın vücuda dokunmasiyle verdiği serinlik ve sefa.
Koklamak.
ravhullah
Allah'ın verdiği rahatlık.
resülullah
Allah'ın (C.C.) gönderdiği Peygamber. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.
revgan
Yağ.
(Farsça)
Hafif hafif esen rüzgârın verdiği serinlik, rahatlık.
(Farsça)
Üstü yağ gibi kayan parlak nesne.
(Farsça)
Parlak deri.
(Farsça)
revh
İç açıklığı. Rahat.
Rahmet.
Hafif esen rüzgârın verdiği tatlılık, canlılık.
riyazet-i şer'iye
Şeriatın izin verdiği ölçüde açlık ile nefsi kırarak yaşamak.
rubbe
Gr: Harf-i cerdir, nekre ile beraber olur. Çokluk veya azlığa işaret eder. "Öylesi var ki" mânâsındadır.
ruhsat-ı şer'iye
Dinin verdiği izin.
rümis
Sözüne güvenilmeyen kimse. Verdiği söze itimad edilmeyen kişi.
rütbe
Basamak, derece.
Memuriyet derecesi.
Sıra. Mertebe, menzile.
Efkârın sonu.
Merdiven ayağı.
sabiiler / sâbiîler
Aya ve yıldızlara tapan kimseler. El-Cezîre (Cizre) ve Harran civârında yaşayan bu kimseler, yahûdîlik, hıristiyanlık ve mecûsîlik gibi çeşitli dinlerden bâzı inanışları alarak bir din meydana getirmişlerdir.
sadık-ul va'd
Va'dinde duran, söz verdiği şeyi yerine getiren, ahdine sâdık olan. Cenab-ı Hak.
sahaif-i nukuş-u sübhaniye / sahâif-i nukuş-u sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın nakışlarını gösterdiği sahifeler.
şahıs zamiri
İsim yerine kullanılan ve insanlara işaret eden kelimeler. Farsçada: (Men: ben), (Tu: sen), (U: o), (Mâ: biz), (Şümâ: siz), (İşân: onlar). Bunlar gayr-ı muttasıl (bitişik olmayan) zamirlerdir.Arapçada; gayr-ı muttasıl zamirler: (Ene: ben), (Ente-sen), (Entümâ: ikiniz), (Hu: O), (Entüm: siz), (Entünn
şahs-ı insani / şahs-ı insânî
İnsan şahsı, ferdi.
şahsi hayat / şahsî hayat
Kişisel hayat, ferdin hayatı, yaşamı.
şeair
(Tekili: Şiâr) Âdetler, İslâm işaretleri. İslâmlara ait kaideler. Allah'ı anmak, hamdetmek, ezan okumak, İslâmî kıyafet gibi. Bunlara Şeair-i İslâmiye denir. Bütün müslümanlarla alâkalı mes'eleler ve alâmetler, umumun hissedar olduğu işlerdir.
sebükbar / sebükbâr
Yükü hafif. Ağırlıksız, eşyası az olan.
(Farsça)
Derdi, düşüncesi olmayan.
(Farsça)
şefa'at / şefâ'at
Kıyâmet günü, Allahü teâlânın izni ile, başta Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem olmak üzere, diğer peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler (iyi kimseler) ve küçük yaşta ölen müslüman çocuklar ve Allahü teâlânın izin verdiklerinin; gün ahkâr olan mü'minlerin günahlarının affedilip Ceh
şehd-i şehadet
İmanın, şehadetin verdiği saadet, tatlılık ve huzur. Şehadet balı.
selalim
(Tekili: Süllem) Merdivenler.
setl
(Çoğulu: Estâl) Pınarlarda su içmeye mahsus susak.
Hamam tası.
Bakıcıların hayvanlara su verdikleri kap.
sevad-ı a'zam
Büyük şehir.
Mekke-i Mükerreme.
İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha
şevk-i ilim
İlmin verdiği şevk, moral.
şevk-i tenzili / şevk-i tenzilî
Kur'ân'ın verdiği şevk, arzu.
Kur'an-ı Kerim'in ilk önceki mânâsıyla Sahabelere verdiği sevgi ve iştiyak. Kur'an-ı Kerim'in tenzil mertebesindeki mânâsının verdiği şevk. İlâhî bir makamdan inmenin verdiği şevk.
sıddika / sıddîka
Doğruluk ve samimiyette çok sâdık olan kadın.
Allah yolunda çok sâdık olan Hazret-i Aişe (R.A.) vâlidemiz ve Hazret-i Meryemin vasıf ve isimlerdir.
şikayet / şikâyet
Yakınma, derdini söyleme.
sırat-ı müstekim / sırât-ı müstekîm
İslâmiyet'in gösterdiği doğru yol.
sofra-ı rahman / sofra-ı rahmân
Allah'ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra.
şuayb
Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k
sübjektif
Bilen akıl ile alâkalı.
(Fransızca)
Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan.
(Fransızca)
Objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan.
sühreverdiyye
Evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs Ömer bin Muhammed Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
şükr
Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.
şükran-ı nimet / şükrân-ı nimet
Allah'ın verdiği nîmetlere şükürle mukàbele etme.
şükreyleme
Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a teşekkürlerini sunma.
süllem / سلم
Merdiven, basamak.
Derece.
Tıb: Kulağın içindeki içiçe daireler şeklinde olan boşluğun adı.
Merdiven.
(Arapça)
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
süraka
(Ebu Süfyan Sürâka b. Mâlik) Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hz. Ebu Bekir ile beraber hicret için Mekke'den çıktıklarında, Kureyş Rüesasının mühim bir mal mukabilinde onları öldürmek için gönderdikleri cesur bir adam olup, Hz. Peygamber'in mu'cizesiyle atının ayakları kuma saplanmış ve bu üç
sure / sûre
Kur'ân-ı kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri. Çokluk şekli süverdir. Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır. Bekara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha'ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesâ
surre
Para kesesi, cüzdan. Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medîne) halkına ve buralarda geçici olarak bulunan müslümanlara, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölge sindeki diğer idârecilere gönderdikleri para ve d
sürü
Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.
taahhüdname / taahhüdnâme
Söz verdiğine ve taahhüd ettiğine dair yazılan vesika.
(Farsça)
taakkul / تعقل
Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme.
Akıl erdirme.
Akıl erdirme.
(Arapça)
Akıl etme.
(Arapça)
Taakkul etmek:
(Arapça)
Akıl erdirmek.
(Arapça)
Akıl etmek.
(Arapça)
tafattun
(Fatanet. den) Anlama, farkına varma, akıl erdirme.
taftin
(Fatanet. den) Anlatma, akıl erdirtme.
taha
("Serdi" manasında fiil.) Yaymak, döşeyip düzgün sermek.
Arzın hayata münasip şekilde döşenmesi. Düzgün arz.
tahdis-i nimet / tahdîs-i nimet
Şükür maksadıyla Cenab-ı Hakkın verdiği nimetleri anlatma, sevincini ve şükrünü bildirme.
talak / talâk
Nikâh bağını çözmek; nikâh akdini (sözleşmesini), belli sözlerle derhal veya geleceğe bağlı olarak sona erdirmek. Şer'î (dînî) nikâhta, boşama hakkı olanın, nikâhlı olduğu kişiyi boşaması.
talak-ı bain / talâk-ı bâin
Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya
talak-ı bayin / talâk-ı bâyin
Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz.
talha bin ubeydullah
(R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber'i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.)
tarik-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği velîlik yolu.
tarik-i müstakim / tarîk-i müstakim
Doğru ve istikametli yol; İslâmiyetin gösterdiği yol.
tarikat-ı muhammediye / tarîkat-ı muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği yol olan sünnet yolu.
tayy-ı zaman
Zamanı ortadan kaldırmak. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamak. Meselâ: Kur'an-ı Kerimde beyan edilen "Ashab-ı Kehf" mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün veya bir gün kadar kaldıklarını söylemişlerdir.
tazmin
Kefil olmak.
Zarar verdiği kimsenin zarar ve ziyanını ödemek.
Edb: Başkasına ait bir mısra veya beyti intihâl ve tevârüd olmaksızın kendi şiirine alma san'atı.
Bir şeyi bir şeye dâhil etmek.
Zararı ödetmek.
tebuk
Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmalık ve bir de çeşme var olduğu rivayet edilir.
tekmil
Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek.
Tam, bütün, eksiksiz.
tekmil makamı / tekmîl makâmı
Olgunlaştırmak, tamamlamak, kemâle erdirmek makâmı. Tasavvufta başkalarını yetiştirebilmek derecesine ulaşma.
telfik-i mezahib
Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb y
temellül
(Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme.
Bir dine bağlı olma.
(Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma.
temsil-i cüz'i / temsil-i cüz'î
Bireysel, ferdî bir temsil.
temsilat-ı kur'aniye / temsilât-ı kur'âniye
Kur'ân'ın verdiği temsiller, misaller.
tenciz
Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme.
Sözünü yerine getirme.
terbiye-i furkaniye
Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur'ân'ın verdiği eğitim.
terbiye-i medeniye
Medeniyetin verdiği eğitim.
terbiye-i medeniye-i diniye
Dinin verdiği medenî terbiye.
terdif / terdîf / تردیف
(Çoğulu: Terdifât) (Redf. den) Peşinden ardı sıra yürütme.
Ekleme, iliştirme.
(Arapça)
Terkiye alma.
(Arapça)
Terdîf eylemek:
Eklemek.
(Arapça)
terfih
Ferahlandırma. Refaha erdirme. Rahat ve bollukla yaşamasına sebeb olma.
tergib
Şevklendirme, ümidlendirme. Rağbet verdirme. İsteklendirme.
terk-i hükmi / terk-i hükmî
Dünyâyı hükmen terk etmek, (terk etmiş sayılmak) yâni her işte İslâmiyet'e uymak. Meselâ zekâtı İslâmiyet'in gösterdiği yere seve seve vermek, komşu, akrabâ, fakir ve ödünç istiyenin hakkını gözetmek ve başkalarının hakkına tecâvüz etmemek (saldırmam ak) ve malı zevk ve sefâya, eğlenceye vermemek.
terkib
Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
Birbirine karıştırılmış maddeler.
Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin
teşahhusat-ı cüz'iye
Ferdî şahıslanma, bireysel kimlik ve yapı kazanma.
teslim
Diş diş etme. Merdiven haline getirme, ayak ayak düzme.
teşrii masuniyyet / teşriî masuniyyet
(Masuniyyet-i teşriiye) Milletvekillerinin Meclis'te izhar ettikleri fikir ve verdikleri reylerden, mes'uliyete tâbi olmamaları.
tevatür / tevâtür
Kuvvetli haber.
Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.
Yalan söylemez kimselerin ittifakla verdikleri kuvvetli haber.
tevfikat-ı sübhaniye / tevfikat-ı sübhâniye
Bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh ve uzak olan Allah'ın verdiği yardım ve başarılar.
tezkiye-i nefs
Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek.
Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi. Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek
ültimatom
(Oltimatom) Kat'i ve dönülmez söz. Son söz.
(Fransızca)
Bir devletin başka bir devlete verdiği ihtar.
(Fransızca)
ülü'l-emr
Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.
urbun
Müşterinin bâyie verdiği pey.
vaad-i ilahi / vaad-i ilâhî
Allah'ın verdiği söz.
vakıa-i cüz'iye
Küçük ve ferdî bir olay.
vatan-ı asli / vatan-ı aslî
Bir insanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip, başka yere gitmek istemediği yerdir. Yalnız en az 15 gün kalmak istediği yer de kendisi için vatan-ı ikamettir.
Cennet.
vatan-ı sükna / vatan-ı süknâ
Bir misafirin içinde 15 günden az oturmak istediği yerdir. Bu kimse de fıkıhta misafir sayılır.
vesvese-i şeyatin / vesvese-i şeyâtîn
Şeytanların verdiği şüphe ve kuruntular.
vücud-i vehmi / vücûd-i vehmî
Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim.
yahya
Zekeriya'nın (A.S.) oğludur. Benî İsrail Peygamberlerinden ve İsa Aleyhisselâm'ın şeriatı ile amel edenlerden olmuştu. Hz. İsa'dan (A.S.) önce Tevrat'a göre hareket ederdi. Kudüs'ün o zamanki reisi, Hz. Yahya'nın, Hz. Musa şeriatı üzere amel etmediğini ileri sürdüklerinden şehid ettiler.
yed-i beyda / yed-i beydâ
Parlak el. Mûsâ aleyhisselâmın mûcize olarak gösterdiği ve koynundan çıkardığında gözleri kamaştıran ve güneş ziyâsı saçan eli.
yed-i beyza / yed-i beyzâ
Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
yek-çeşm deha / yek-çeşm dehâ
Tek gözlü olağanüstü zekâ ve akıl; Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet ve akıl.
yemin / yemîn
Kuvvet. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı (sözü); vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmek.
yezid bin ebi süfyan
Ebu Süfyan'ın oğlu. Hz. Muaviye'nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme'nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh'ın Şam'a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vef
yümn-ü iman ve emanet
İman etmenin ve emanete riayet etmenin verdiği bereket ve güven.
yusuf
Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar
yusuf aleyhisselam / yûsuf aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.
za'f-ı fakr
Fakirliğin verdiği zayıflık.
zamir-i fiili / zamir-i fiilî
Gr: Geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -Di, -dik, -diniz, -diler... gibi eklerdir.
zamir-i izafi / zamir-i izafî
Gr: Muzâfların sonuna gelen -im, -in, -i, -imiz, -iniz, -leri gibi eklerdir.
zamir-i nisbi / zamir-i nisbî
Gr: İsimlerin sonuna gelen, -im, -sin, -dir, -iz, -siniz, -dirler gibi eklerdir.
zevk-i tevhidi / zevk-i tevhidî
Allah'ı bilmenin ve Ona inanmanın verdiği mânevî zevk, lezzet.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ihtiyac
müstekar
emr-i vehmi
akd
eamiz
maksum
safe
Suhut
cins-i latif
DİDAR
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
erdi
kabar
kutlamak
Verecek
maharet
dünya zevki
Neşd
Bakan
açı orta
Karşılık