REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te eniz ifadesini içeren 320 kelime bulundu...

ab / âb / آب

  • Su. (Farsça)
  • Deniz. (Farsça)
  • Irmak (Farsça)
  • Tükürük (Farsça)
  • Özsuyu (Farsça)
  • Ter (Farsça)
  • Döl suyu (Farsça)
  • Sidik (Farsça)
  • Parlaklık (Farsça)
  • Yüzsuyu. (Farsça)
  • Letafet, hava. (Farsça)

abis

  • Denizlerdeki dokuzbin metreyi geçen derinlikler.

abluka

  • İtl. Etrafını sarıp hâriçle alâkasını kesme. Bahren muhasara, denizden kuşatma.

aborda

  • İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye yanlamasına yanaşması.

acizleri / âcizleri

  • Bendeniz, ben. (Arapça - Türkçe)

adan

  • Deniz kenarı.

addar

  • Denizci, gemici taifesi.

ahtapot

  • Çok ayaklı, kafadan bacaklı bir nevi deniz hayvanıdır ve yakaladığı canlı hayvanı kıstırıp kanını emer. (Fransızca)
  • Canlı yengece benzeyen bir çıban. (Fransızca)

akabe

  • (Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
  • Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
  • Muhatara, tehlike.
  • Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
  • Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da

akıntı

  • Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış.
  • Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı.
  • Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.

alamat

  • Uzun ince bir cins balık. (Hint denizinde çok olur ve yılana benzer.)

alarga

  • İtl. Açık deniz, engin.

albora

  • İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması.
  • Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması.
  • Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması.

alize

  • Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı. (Fransızca)

amik / amîk

  • Derin.
  • Bahr-i amîk: Derin deniz.
  • Fikr-i amîk: Derin düşünce.

amiral

  • Emir-ül bahr, Emir-ül-mâ. Bahriye kumandanı, kaptan. Deniz generali.

anafor

  • Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.

anasır-ı tabayi / anâsır-ı tabâyi

  • Tabiattaki unsurlar; dağ, taş, deniz vs. gibi.

ariza-i aciziye / arîza-i âciziye

  • "Bu aciz talebenizin bazı meselelerini sunduğu dilekçe" anlamına gelen ifade.

asakir-i bahriyye / asâkir-i bahriyye

  • Bahriyeliler. Deniz askerleri.

asb

  • Bağlamak.
  • Sağlam olarak dürmek.
  • İmâme, sarık.
  • Yemen'de yapılır bir nevi kumaş.
  • Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi.
  • Kurumak.
  • Kızarmak.
  • Sarmaşık.
  • Sargı, bağ.
  • Mendil.

asfer / اصفر

  • Sarı, uçuk benizli. Soluk.
  • Kızıl.
  • Islık çalan.
  • Bomboş şey.
  • Sarı. (Arapça)
  • Soluk benizli. (Arapça)

asgün

  • Hazar Denizi'ne verilen bir isim.

ateş-i rumi / ateş-i rumî

  • Eskiden kullanılan bir silâh çeşitidir. Kara ve deniz muharebelerinde yangın çıkartmak için kullanılırdı.

ayka

  • Deniz kenarı.
  • Ev ortası.

aziyy

  • (Çoğulu: Ezavî) Deniz dalgası.

bab-ul mendeb / bâb-ul mendeb

  • Kızıldeniz'de Hint Denizi yakınlarında bulunan bir boğazın adı.

badi'

  • Deniz içinde olan ada.
  • Et.
  • Deri.

badiyet-üş-şam / bâdiyet-üş-şam

  • Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşip denize döküldükleri yerden, batıya doğru uzanan çöl.

bahhar

  • (Bahr. den) Gemici, denizci.

bahir / بَحِرْ

  • Deniz, derya.
  • Deniz.

bahirden bahre

  • Denizden denize.

bahr / بحر

  • (Çoğulu: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz.
  • Âlim. Çok bilen.
  • Büyük göl veya nehir.
  • Yarmak, yırtmak.
  • Çok yürüyen at.
  • İyi kimse.
  • Deve hastalığı.
  • Aruzda aslî bir vezinle ondan tevellüd eden vezinler mecmuası.
  • Deniz.
  • Deniz.
  • Deniz.
  • Deniz. (Arapça)

bahr ü berr

  • Deniz ve kara.

bahr-i ahmer / بحر احمر / بَحْرِ اَحْمَرْ

  • Kızıl deniz, Şap Denizi.
  • Kızıldeniz.
  • Kızıl deniz.

bahr-i belağat / bahr-i belâğat

  • Belâğat denizi.

bahr-i bikeran / bahr-i bîkerân

  • Okyanus misâli uçsuz bucaksız olan deniz.
  • Hudutsuz, sınırsız deniz.

bahr-ı bikeran-i zaman / bahr-ı bîkeran-i zaman

  • Uçsuz bucaksız olan zaman denizi.

bahr-i bipayan / bahr-i bîpayan

  • Çok büyük sonsuz deniz.

bahr-i ebyaz

  • "Beyaz Deniz" İskandinavya Yarımadasının doğusunda Kanin Yarımadasına kadar olan deniz.

bahr-i furkan

  • Hak ile bâtılı ayıran Kur'ân'ın denizi.

bahr-i hakaik / bahr-i hakâik

  • Hakikatler, gerçekler denizi.

bahr-i hakikat / bahr-i hakîkat / بَحْرِ حَق۪يقَتْ

  • Hakikat denizi.
  • Hakîkat denizi.

bahr-i hazer / بحر خزر

  • Hazer Denizi.
  • Hazar Denizi.

bahr-i ilm

  • İlim denizi.

bahr-i kulzum / بحر قلزم

  • Kızıldeniz.

bahr-i lut / bahr-i lût

  • Filistinde seviyesi denizden aşağıda olan şaplı bir göl.

bahr-i mu'cizat / bahr-i mu'cizât

  • Mu'cizeler denizi.

bahr-ı muhit / bahr-ı muhît

  • Heryeri kaplayan deniz; okyanus.

bahr-i muhit-i havai / bahr-i muhit-i havaî / bahr-i muhit-i havâî / bahr-i muhît-i havaî / بَحْرِ مُح۪يطِ هَوَائ۪ي

  • Yıldızların, seyyarelerin içinde dolaştığı feza. Büyük feza denizi.
  • Hava okyanusu; yıldızların, gezegenlerin içinde dolaştığı geniş feza denizi.
  • Gök denizi.

bahr-i muhit-i hindi / bahr-i muhit-i hindî

  • (Bahr-i Muhit-i Şarkî) Hindistan Yarımadasının doğusunda kalan deniz.

bahr-i muhit-i kur'ani / bahr-i muhit-i kur'ânî

  • Büyük Kur'ân denizi.

bahr-i muhit-i nur / bahr-i muhît-i nur

  • Aydınlığı her yeri kaplayan nur denizi.

bahr-i muhit-i şimali / bahr-i muhit-i şimalî

  • İskandinavya Yarımadasının batısından İngiliz Adalarına kadar uzanan deniz.

bahr-i muhit-i umman / bahr-i muhît-i umman

  • Çok büyük deniz; okyanus.

bahr-i müncemid-i cenubi / bahr-i müncemid-i cenubî

  • Güney kutbunu çeviren deniz. Güney Buz Denizi.

bahr-i müncemid-i şimali / bahr-i müncemid-i şimalî

  • Kuzey kutbunu çeviren deniz. Kuzey Buz Denizi.

bahr-i münir

  • Aydınlatan deniz.

bahr-i müsebbih

  • Allah'ı tesbih eden deniz.

bahr-i mutavassıt / بحر متوسط

  • Akdeniz.
  • Akdeniz.

bahr-i rahmet

  • İlâhî şefkat ve merhamet denizi.

bahr-i rububiyet

  • Rablık denizi.

bahr-i rum

  • (Bahr-i Sefid) Akdeniz.

bahr-i sema

  • Gökyüzü denizi.

bahr-i siyah / bahr-i siyâh / بحر سياه

  • Karadeniz.
  • Karadeniz.

bahr-i sükun / bahr-i sükûn

  • (Lût Denizi) Sularının kesif ve dalgasızlığından dolayı bu isim verilmiştir.

bahr-i tevhid

  • Tevhid denizi.

bahr-i ubudiyet / bahr-i ubûdiyet

  • Kulluk denizi.

bahr-i umman

  • Arabistan ve İran'ın güneyinde kalan deniz.

bahren

  • Denizden. Deniz yolu ile.

bahreyn

  • İki deniz. (Basra Körfezi ile Hind Denizi veya Karadenizle Akdeniz. Yahut da Akdenizle Hind Denizi)
  • Basra Körfezi'nde bulunan bir devlettir. 1971 yılında İngilterenin körfezden çekilmesi üzerine istiklâliyetini ilân etmiştir. Bahreyn, Manama ve Muharrak Adalarından müteşekkildir. Hal

bahri / bahrî / بَحْرِي

  • Denize ait.
  • Denize âit, denize mensup, denizle alâkalı.
  • Denizle ilgili.
  • Denize ait.

bahriye

  • Denizci.
  • Donanma ile ilgili işler. Devletin donanma ve deniz askerleri.
  • Denize ait, denizle ilgili.

bahriyyun

  • Gemiciler ve kaptanlar gibi deniz işlerini bilen kimseler.

balimez

  • 16. ve 17. yy. larda Osmanlılar tarafından kara ve deniz savaşlarında kullanılan uzun menzilli top.

balina

  • Denizde yaşıyan ve yaklaşık olarak 20 ilâ 35 metre kadar uzunlukta olan memeli hayvan.

bankiz

  • Kutub bölgelerinde deniz suyunun donmasıyla meydana gelen buzların tamamı. Bunlar ençok Kuzey Buz Denizinde görülürler.

barbaros

  • Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir

batıl satış / bâtıl satış

  • Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.

ber ve bahr

  • Kara ve deniz.

berestuk / berestûk

  • Kırlangıç denilen deniz balığı.

bet

  • Çehre rengi, beniz.

bihar / bihâr / بحار

  • (Tekili: Bahr) Denizler. Deryalar.
  • Mc: İlmi çok olan âlimler.
  • Denizler.
  • Denizler. (Arapça)

bini / binî

  • Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.) (Farsça)
  • Dağ tepesi. (Farsça)
  • Zirve, uç nokta. (Farsça)
  • Yayın ele alınan kısmının ucu. (Farsça)
  • Görürlük, görmeklik. (Farsça)

bühar

  • Deniz balıklarından bir beyaz balık.

buhayre

  • Göl. Küçük deniz.

buhur / buhûr

  • (Tekili: Bahr) Denizler.
  • Bahirler, denizler.

cencene

  • Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak.

cezair-i isna aşer / cezâir-i isnâ aşer

  • Ege Denizindeki oniki adalar.

cezr

  • Kök, asıl, temel. Bünyâd.
  • Kesmek.
  • Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur.
  • Derya, deniz.
  • Arı kovanından bal almak.
  • Ay ve güneşin câzibesi te'siri ile deniz

cide

  • Batı Karadeniz bölgesinde Kastamonu vilâyetine bağlı bir ilçe.

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

dağıstan

  • Dağlık yer. (Farsça)
  • Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi. (Farsça)

dalgakıran

  • Bir limandaki tekneleri dalgaların te'sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set. (Türkçe)

dalgıç

  • Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam. (Türkçe)

dama

  • Deniz, bahr.

delta

  • yun. Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım.

deniz-misal

  • Deniz gibi.

denizli ehl-i vukufu

  • Denizli mahkemesi bilirkişi heyeti.

denizli zabıtası

  • Denizli polisi.

derya / deryâ / دریا / دَرْيَا

  • Deniz, bahr. (Farsça)
  • Deniz.
  • Deniz.
  • Deniz. (Farsça)
  • Deniz.

derya-i rahmet

  • Rahmet denizi.

derya-misal

  • Deniz gibi çok olan, denizi andıran.

derya-neverd

  • Denizde dolaşan, denizde gezen. (Farsça)

derya-yı ahdar

  • Yeşil deniz.
  • Mc: Sema, gök.

derya-yı azim / derya-yı azîm

  • Büyük deniz.

derya-yı ebyaz

  • Akdeniz.

derya-yı esved

  • Karadeniz.

derya-yı hakaik

  • Hakikatler, gerçekler denizi.

derya-yı hakikat

  • Hakikat denizi.

derya-yı iman

  • İman deryası, denizi.

derya-yı maarif

  • Bilgiler, bilimler denizi.

derya-yı maneviyat / deryâ-yı mâneviyat

  • Mâneviyat deryası, denizi.

derya-yı nurani / derya-yı nurânî

  • Nurlu deniz.

derya-yı umman

  • Açık deniz. Umman Denizi. Okyanus.

deryaçe

  • Göl, küçük deniz. (Farsça)

deryaneverd / deryâneverd / دریانورد

  • Denizci. (Farsça)

devir dairesi

  • Denizde geminin çeşitli hızla ve muhtelif dümen açısı ile çizdiği dâire.

dil

  • t. Lisan, zeban.
  • Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu.
  • İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat.
  • Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları.
  • Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası.
  • Mc:

dil-i derya

  • Denizin ortası.

dominyon

  • ing. Büyük Britanya İmparatorluğu'nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim.

donanma

  • Kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.

dücce-i lücce

  • Denizin engin karanlığı.

duhas

  • Denizlerde çok olan büyük bir canavar. (Arkasıyla, boğulan kimselere yardım edip kurtarır, "dülfin" de derler.)

dülfin

  • Denize düşenlere yardım edip, onları kurtaran bir balık.

ebhar / ebhâr / ابحار

  • (Tekili: Bahr) Bahirler, deryalar, denizler.
  • Denizler. (Arapça)

ebhar-ı vasia / ebhâr-ı vâsia

  • Geniş denizler.

ebhur

  • (Tekili: Ebhar) (Bahr) Denizler, bahrlar.

ehl-i sevahil / ehl-i sevâhil

  • Sahilde, deniz veya göl kenarında yaşayanlar. (Farsça)
  • Sahillerde yaşayanlar; geçimlerini denizcilik ve balıkçılıkla temin edenler.

emir-ül ma'

  • Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.

emvac-ül bihar / emvâc-ül bihâr

  • Denizlerin dalgaları.

emyal-i bahriyye

  • Deniz milleri. 6080 kadem, yani 1852 metreden ibaret olan deniz mesafesi.

envar-ı bahr-i muhit / envâr-ı bahr-i muhît

  • Nur okyanusu, denizi.

esdaf

  • Sadefler, inci kabukları.
  • Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.

esfar-ı bahriyye

  • Deniz yolculukları. Deniz seferleri.

fakir / fakîr / فقير

  • Yoksul. (Arapça)
  • Bendeniz. (Arapça)
  • Dilenci. (Arapça)
  • Derviş. (Arapça)

fakirhane / fakirhâne / فقيرخانه

  • Bendenizin evi. (Arapça - Farsça)

felehdem

  • Büyük deniz.
  • Hafif nesne.

fersah

  • Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m.
  • İki şey arasındaki açıklık.
  • Sükun ve hareket arasındaki vakit.
  • Zaman. Saat.
  • Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.

fırtına

  • Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
  • Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

fürza

  • Irmak kenarından başka yere su gitmesi için açılan gedik. Deniz kenarında gemilerin durmasına mahsus yer. Liman.

gamr

  • Derinlik, suyun derinliği. Çok su, büyük deniz.
  • Uzun, geniş libas.
  • Cehalet, gaflet.
  • Şiddet.

gedikli

  • t. Tar: Yeniçeri efradı arasında eskilikleri dolayısıyla imtiyazlı olanlar. Bunlar diğer yeniçerilerden ayrılmak için bellerine seraser denilen kumaştan kuşak sararlardı.
  • Yıkık, çentikli ve düşük yeri olan.
  • Mülk olduğu halde vakfa ait bir tarafı olan.
  • Deniz assubayı k

gımar

  • (Tekili: Gamr) Gaflet. Cehalet. Şiddetler. Çok su. Büyük denizler.
  • (Gımr) Çok susuzluk.
  • Kin tutma.

gırajova ateşi

  • Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlene

golfstrim

  • ing. Atlas Okyanusunda, Meksika Körfezinden başlayarak Norveç kıyılarından Avrupa Rusyası'nın kuzey kıyılarına kadar gelen ılık bir deniz akıntısı.

gülhane

  • İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu isim verilmiştir.

gunne

  • Genizden söylemek, sesi burnundan çıkarır gibi okumak. Burundan gelen ses. (Tecvidde harfin vasıflarındandır)

habb

  • Aldatıcı, kurnaz, hileci, hilekâr.
  • Denizin kabarması, denizde dalga olması.

habeş

  • Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan.
  • Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam.

hadd

  • Gürültülü bir sesle çağıran.
  • Denizden gelen gürültülü dalga sesi.
  • Gürültü ile yıkılan.

hafat

  • (Tekili: Hâfe) Sahiller, deniz kenarları, kıyılar.

hafe / hâfe

  • (Çoğulu: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı.
  • İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.

hakir / hakîr / حقير

  • Değersiz. (Arapça)
  • Küçük. (Arapça)
  • Bendeniz, ben. (Arapça)

halic / halîc

  • Liman. Boğaz. Kanal. Körfez. Koy. Denizin kara içine nehir gibi uzanmış kısmı.
  • Irmak.
  • Büyük çanak.
  • İp.
  • Deve ağzı.

hamhama

  • Hımhımlık, sözü genizden söyleyerek konuşma.

haşr

  • Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasâ

hatt

  • Sınır. Çizgi. Hudud.
  • Yazı. El yazısı.
  • Nâme. Mektup.
  • Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal.
  • Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol.
  • Deniz yalısı.
  • Gemilerin hareketteki istikameti.
  • Parmağın onikide biri olan bir ölçü.
  • Ferman, buyruk

haver

  • Zayıf olmak.
  • Yumuşak, çukur yer.
  • Denize suyun akıp döküldüğü yer.

havza

  • Coğ: Açık ve düz deniz kıyısı. Kenar.
  • Memleket.
  • Taraf.
  • Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan.

hayşum

  • Geniz (burun) kovuğu. Nunlu sesler, gunne buradan çıkar. (Tecvidde bahsedilmiştir.)

hayşumi / hayşumî

  • Genizden gelen.

hayvanat-ı bahriye / hayvânât-ı bahriye

  • Denizde yaşayan hayvanlar.

hayvanat-ı bahriyye

  • Deniz hayvanları, denizde yaşayan hayvanlar.

hazz

  • (Çoğulu: Huzuz) Deniz koyunu. (denizde olur)
  • "Vurmak" mânâsına masdar.
  • Duvar üstüne direk koymak.

heft-derya

  • Yedi deniz. Pasifik okyanusu, Atlas okyanusu, Karadeniz, Akdeniz, Taberiye, Aral ve Hazer.

hibek

  • (Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b

hıdr-ı bahreyn-i velayet / hıdr-ı bahreyn-i velâyet

  • İki denize (âleme) bakan Hızır'ın veliliği.

hizab

  • Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga. (Farsça)

homa

  • Denizli'nin Çivril ilçesine bağlı ve şimdiki ismi Gümüşsu olan bir kasaba.

hüdam

  • Deniz tutması.

hudare

  • Deniz.

huz

  • Tuz ağacı dedikleri nesnedir ve denize yakın yerlerde posası denize düşüp rüzgârla dalga döve döve kehribar olur.

i'tikal / i'tikâl

  • (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme.
  • Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması.
  • Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.

ibhar

  • (Bahr. dan) Deniz yolculuğu.

ictisar

  • Cür'et ve cesâret göstermek.
  • Çölü aşıp gitmek.
  • Denizde geminin geçip gitmesi.

igbirar

  • Kırılmak. Gücenmek.
  • Toz ile paslanmak.
  • Boz benizli olmak.

ihata-i ummani / ihata-i ummânî

  • Deniz gibi geniş bir şekilde kuşatma.

ihfa / ihfâ

  • Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak.

ilm ü marifet bahri / ilm ü mârifet bahri

  • Mârifet ve ilim denizi.

iplikhane

  • Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır.
  • Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.

irbiyan

  • Teke, istakoz gibi deniz hayvanları.

ırmak

  • Büyük akarsu, doğrudan doğruya denize dökülen nehir.

irticac-ı derya / irticac-ı deryâ

  • Denizin kabarması, dalgalanması.

iskandil

  • ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
  • Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.

iskele

  • Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
  • Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
  • Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
  • Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima

işmam

  • Hafif olarak duyurmak, koklatmak. Hissettirmek.
  • Kibirden dolayı başı dik yürümek.
  • Tecvidde: Bir harfe zamme veya kesre vermek ve bunu hafifçe hissettirmek. Harfin sesini genizden hissettirmek, biraz duyurmak, harfi çıtlatmak.

ısparmaca

  • Deniz içinde birkaç zincirin birbirine karışması.

istiare-i mekniye

  • (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k

istibhar

  • Çok geniş bilgiye sahib olma.
  • Deniz gibi büyük ve geniş olma.

kaaret-i derya / kaaret-i deryâ

  • Denizin derinliği.

kaba'ser

  • (Çoğulu: Kabâis) Büyük, kuvvetli, sağlam. Zayıf deve yavrusu.
  • Deniz canavarlarından bir canavar.

kaburga

  • Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
  • Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.

kalb-i bendeleri / kalb-i bendelerî

  • Size bağlı kalbim, sizin köleniz olan kalbim.

kalehzem

  • Yeyni, hafif.
  • Suyu çok olan büyük deniz.

kalizem

  • Kuyu.
  • Suyu çok olan deniz.

kamkam

  • (Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
  • İyi, keskin kılıç.
  • Büyük deniz.
  • Çok adet.
  • Saç dibine düşen yavşak.
  • Küçük kene.

kamkame

  • (Çoğulu: Kamkâm) Büyük, derin deniz.

kamus

  • Deniz. Derya.
  • Denizin ortası, derin yeri.
  • Büyük Lügat Kitabı.

kaptan-ı derya

  • Vaktiyle bahriye nâzırı. Deniz kuvvetleri komutanı.

karem

  • Et arzu etmek.
  • Deniz içinde biten çınar ağacına benzer bir ağaç.

kasif / kasîf

  • Kuru ince ağaç.
  • Gök gürültüsü.
  • Deniz sesi, dalga sesi.

katar

  • Arabistan yarımadasında müstakil bir devlettir. İstiklâlini 1/1/1971 de ilân etmiştir. Hükümet merkezi Doha şehridir. Üç yanı denizle çevrilidir. Halkı müslümandır. Resmi lisanı Arapçadır.

kazib

  • Karada ve denizde ticarete hırslı olan kimse.

kenar

  • Çevre, kıyı, Sâhil, deniz kıyısı. (Farsça)
  • Köşe, uç. (Farsça)
  • Son, nihâyet. (Farsça)
  • Çember. (Farsça)
  • Etrâfı çevrilen şey. (Farsça)
  • Kucaklama. Kucağa alma. (Farsça)

kerempe

  • Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı.
  • Dağın en yüksek yeri, tepesi.
  • Geminin baş tarafı.

kerempe burnu

  • Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.

korsan

  • itl. Deniz haydutu. Deniz eşkiyası.
  • Başkaların haklarını zor kullanarak yiyen kimse.
  • Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.

korsan gemisi

  • Deniz hırsızlığı ve korsanlık yapan gemiler. Düşman gemilerini basarak mallarını alan bir devletin donanma gemilerine de aynı ad verilirdi.

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

kruvazör

  • Daha ziyade toplarla mücehhez açık denizlerde emniyeti te'min etmek ve konvoyları korumakla vazifeli süratli harp gemisi. (Fransızca)

kulkul

  • Şen, çevik, atik.
  • Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses.
  • Büyük, derin deniz.
  • Hızlı giden at.

kulzüm

  • Deniz, bahr.
  • Kızıldeniz.

laz

  • Doğu Karadeniz bölgesinde, bilhassa Rize dolaylarında yaşayan bir kavim.
  • Bu kavimden olan kimse.

leb-i derya / لب دریا

  • Denizin dudağı. Deniz kenarı, kıyı, sâhil.
  • Sahil, deniz kenarı. (Farsça)

lenger

  • Gemiyi yerinde sâbit kılmak için denize atılan zincir ucundaki büyük demir çapa. (Farsça)
  • Bakırdan yayvan ve kenarları genişçe sahan veya tepsi. (Farsça)

levend / لوند

  • (Levent) Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir isim. Asker. (Farsça)
  • Mc: Boylu boslu, yakışıklı, çevik kimse. (Farsça)
  • Osmanlı deniz eri. (Farsça)
  • Ayyaş. (Farsça)
  • Zampara. (Farsça)
  • Kabadayı. (Farsça)

levent

  • Denizci asker, yakışıklı.

lücce / لجه

  • Kalabalık. (Arapça)
  • Gümüş. (Arapça)
  • Deniz, engin su. (Arapça)

lücci / lüccî

  • Büyük deniz.

lücec

  • (Tekili: Lücce) Engin denizler.
  • Kalabalık topluluklar, cemaatler.

ma-i mutlak / mâ-i mutlak

  • Yaratıldığı vasıf üzere duran su. (Yağmur, kar, deniz, göl, ırmak, pınar, kuyu sularıdır).

ma-ül bahr / mâ-ül bahr

  • Deniz suyu.

maic

  • Dalgalı deniz.

mal-i mütekavvim

  • Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir. Diğeri, mâl-i mührez demektir. Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur. İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir. Şirâ ile intifa' mübah oldu

malikü'l-bihar / mâlikü'l-bihar

  • Denizlerin sahibi olan Allah.

mançurya

  • (Mançu memleketi) Asya'nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı'na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibir

mayın

  • ing. Karada ve denizde, daha çok gizlendirilerek konulan ve temas edilince patlayan bomba.

med ve cezir

  • Denizlerdeki gel-git olayı.

medd ü cezir

  • Coğ: Deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi.

mektub-u samedani / mektub-u samedanî

  • Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.

melek-ül bihar

  • Denizlere nezaret eden melek.

melekü'l-bihar

  • Denizlerden sorumlu melek.

mellah

  • (Çoğulu: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci.

mellahan

  • (Tekili: Mellâh) Kaptanlar, denizciler, gemiciler.

mellahin / mellahîn

  • (Tekili: Mellâh) Denizciler, gemiciler, kaptanlar.

meltem

  • Yaz mevsiminde karadan denize doğru esen rüzgâr.

merakib-i bahriye

  • Vapur, gemi, tekne, kayık vs. gibi deniz nakil vâsıtaları.

mercan

  • Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
  • Denizden elde edilen bir süs maddesi.

meşamm

  • (şemm. den) Koku alacak yer. Burun. Geniz.

mescur

  • Sulu süt.
  • Dizilmiş salkım olmuş inci.
  • Yanmış.
  • Kızdırılmış.
  • Doldurulmuş. Taşkın su.
  • Alevli ateş, kızgın fırın.
  • Deniz.
  • Boş.
  • Muhtelit.
  • Mc: Firavun'un battığı deniz.

meseke

  • (Çoğulu: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.

mevahir

  • Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi)

mevc

  • Dalga. Denizin dalgası.
  • Titreşim.
  • Mc: Devir, devre.

mevc-zen

  • Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran. (Farsça)

meymum

  • Denize atılmış olan.

mil-i bahri / mil-i bahrî

  • İngiliz deniz mili. (1852 metre)

miltat

  • Dimağa ermiş olan baş yarası.
  • Deniz kenarı.

mola

  • İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak.
  • Denizcilike: Gevşetme, koyverme manâsındadır.

muhit

  • İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren.
  • Etraf. Çevre.
  • Büyük deniz. Okyanus.
  • Mc: Büyük âlim.

muhit-i maarif

  • İlim okyanusu, bilgi denizi, ilim ansiklopedisi.

mühre

  • Cilâ için kullanılan küçük yuvarlak cisim. Deniz böceği kabuğu. (Farsça)
  • Her nevi yuvarlak cisim. (Farsça)
  • Billurdan yapılı küçük kap. (Farsça)
  • Çekiç. (Farsça)
  • Cam boncuk. (Farsça)
  • Omurga kemiği. (Farsça)

munsabb

  • (Bir denize veya nehire) dökülen, karışan.

müridd

  • Cima hırsı ve iştihası galip kişi.
  • Suyu çok olan deniz.

müstebhir

  • (Bahr. den) Deniz gibi geniş olan (kimse).

mütebahhir / مُتَبَحِّرْ

  • (Bahir. den) İlmi deniz gibi derin olan, büyük âlim olan. Allâme. Herhangi bir ilme çok dalan.
  • İlmi deniz gibi derin ve geniş olan.

mütebahhirin / mütebahhirîn

  • Bilgileri pek çok olanlar, deniz gibi derin bilgili olanlar. Allâmeler.

muvazene-i bahriye / muvâzene-i bahriye

  • Denizin dengesi.

nahif

  • Sümkürdüğünde genizden gelen ses.

nef'i / nef'î

  • Menfaat ile alâkalı, faydacı.
  • Sihâm-ı Kaza nâmındaki hicivli şiirleri ile meşhur Erzurum - Hasankale'li olup İstanbul'da yaşamış bir şâirin adıdır. 1634'de 4. Murad devrinde bir hicviyesinden dolayı boğdurulup denize atılmıştır.

nevfel

  • Deniz, derya, bahr.
  • Atâsı çok olan kişi. Çok bahşiş dağıtan.

nutfe

  • Duru ve sâfi su.
  • Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi.
  • Taşmış, dökülmüş su.
  • Deniz.

nüzul-i sefine

  • Geminin denize inişi.

okyanus / okyânus

  • Büyük deniz. Bahr-ı muhit.
  • Arapça büyük lügat kitabı.
  • Büyük deniz.

ordu

  • t. Bir devletin dinini, namusunu, vatan ve istiklâlini her çeşit yabancı taarruz ve tecavüzüne karşı koruyan askerî en büyük üç kuvvetten biri. Hava Ordusu, Deniz Ordusu, Kara Ordusu gibi.
  • En büyük askerî birlik.
  • Aynı iman ve düşünce sahiplerinin faaliyette olanlarının hepsi.

payzen

  • .f Ayağına pranga vurulmuş. Forsa, deniz esiri.
  • Suçlu.
  • Esir.
  • Hizmetçi, uşak.

rabbu'l-berri ve'l-bahr

  • Karaların ve denizlerin Rabbi olan Allah.

rakım / râkım / راقم

  • Bir yerin deniz seviyesinden yükseklik derecesi. Kod.
  • Rakam yazan. Çizen. Tahrir eden, yazan.
  • Kod, denizden yükseklik.
  • Yazan. (Arapça)
  • Deniz seviyesinden yükseklik. (Arapça)

rampacı

  • Eski deniz muharebelerinde yakından dövüşerek zabtedilmek istenilen bir düşman gemisine hücumla borda bordaya gelindiği sırada düşman gemisindeki askerlerin vuku bulacak hücumunu menetmek için güverteye yayılan silâhendazlar.

ramuz

  • Deniz.

rasif

  • Dayanıklı, sağlam, muhkem.
  • Taş temel, rıhtım.
  • Denizin yüzüne çıkmış kayalar.

remes

  • (Çoğulu: Ermâs) Denizde üzerine binilen sal.
  • Kalan süt artığı.

romörk

  • Denizde veya karada başka bir vasıta tarafından çekilen motorsuz taşıt. (Fransızca)

ruy-i derya

  • Denizin yüzü.

sadef

  • Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
  • Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.

sahil

  • Deniz, göl veya akarsu kenarı. Kıyı, yalı.

sahilsaray

  • Deniz kenarındaki kâşâne, büyük yalı.

sath-ı derya

  • Denizin yüzü.

şecc

  • Baş yarma ve yarılma.
  • Geminin, denizi yararak yol alması.

şekl

  • Şekil, biçim, benzer, taslak.
  • Tür, çeşit.
  • Beniz, çehre.

semahic

  • Deniz içinde bir alanın adı.

semt-i bahir

  • Deniz tarafı.

sevahil

  • (Tekili: Sahil) Sahiller, yalılar. Deniz veya ırmak kenarları.

sidr

  • Tenbel kimse.
  • Bir deniz adı.
  • (Tekili: Sidre) Arabistan kirazları.

sif

  • (Çoğulu: Esyâf) Deniz sahili.
  • Hurma lifi.

sima

  • Yüz, çehre. Beniz.
  • Eser, alâmet.
  • Beniz, çehre.

siper-i saika / siper-i sâika

  • Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs

sufret

  • Sarı renk, sarılık.
  • Beniz solukluğu.

süveyş

  • Akdeniz'le Kızıl Deniz'i birbirine bağlayan büyük kanal.

taht-el bahir

  • Denizaltı. Denizaltı gemisi.

tahte'l-bahir / تَحْتَ الْبَحِرْ

  • Denizaltı.

tahtelbahir / تحت البحر

  • Denizaltı.
  • Denizaltı.
  • Denizaltı. (Arapça)

tayyar

  • Deniz dalgası.

telatum

  • Birbiri ile çarpışmak, vuruşmak. (Deniz dalgaları gibi)
  • Birbirine şamar vurmak.

teleccüc

  • Geminin denizin derin yerine varması.

temkin zamanı / temkîn zamânı

  • Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta

teneffüs

  • (Nefes. den) Nefes, soluk alma. Dinlenme.
  • Tan yeri ağarma.
  • Deniz suyunun sahile vurması.
  • Üfürmek.
  • Okullarda ders araları verilen dinlenme.

tensib-i fazılane / tensib-i fâzılâne

  • Sizin uygun görmeniz, münâsip bulmanız.

tescir

  • Tennur yakmak.
  • Denizi kurutmak.
  • Boşaltmak ve doldurmak.
  • Ağlayarak çağırmak.

tesekkün-i derya

  • Denizin sâkinleşmesi.

tezehhur

  • Denizin köpürüp taşması.

tım

  • Deniz.
  • Deve kuşunun erkeği.
  • Çok mal.

tur-i sina / tûr-i sînâ

  • Tûr dağı. Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâmı peygamberlikle müjdelediği ve sonra Tevrât'ı indirdiği, Kızıldeniz'in kuzeyinde, Asya ve Afrika kıtalarının arasındaki Sinâ yarımadasının güney kısmında yer alan dağ.

uffe

  • Bir deniz hayvanı.
  • Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi.

umk

  • Derinlik. Dibi derin.
  • Kuyu veya denizin derinliği.

umman / ummân

  • Büyük deniz. Okyanus.
  • Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz.
  • Derya, deniz.

umman-ı feyiz

  • Mânevî bereket, bolluk denizi.

umman-ı hikmet

  • Hikmet ve ilim deryası, denizi.

umman-ı vahdet

  • Allah'ın birlik denizi, okyanusu.

üstümm

  • (Çoğulu: Esâtim) Deniz suyunun toplandığı yer.

yafes

  • Hz. Nuh'un (A.S.) üçüncü oğlu. Tufandan sonra Hazar Denizinin kuzeyinde yerleşmiştir.

yahud

  • İsterseniz, veyâ. İyisi. (Farsça)

yemm

  • Deniz, bahir, derya, umman.
  • Güvercin kuşu.

yengeç

  • Çok ayaklı ve yan yan yürüyen, başının iki tarafında iki kıskacı olan deniz veya durgun sularda yaşayan bir küçük hayvan. (Türkçe)

yümum

  • (Tekili: Yemm) Denizler.

yunus

  • Benî İsrail peygamberlerinden ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçenlerdendir. Elyesa (A.S.) dan sonra Ninova şehrine gönderildi. Şehir ahalisi kendisine itaat etmediği için müteessir olarak bir gemiye binmiş ve oradan denize atılmış. Cenab-ı Haktan emir almadan şehri terk ettiğinden bu hâl başına gelmişt

zahir

  • Engin denizler.
  • Taşkın, coşkun.
  • Semiz, tavlı ve bol olan.

zebl

  • İnce belli olmak.
  • Çiçeğin solması.
  • Deniz kaplumbağasının sırt kemiği.

zemzeme

  • Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek.
  • Cemaat.

zevahir

  • Dolu, taşkın, coşkun denizler.
  • Mc: Yüksek şan ve şerefler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın