REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te enci ifadesini içeren 127 kelime bulundu...

amuzende

  • Talebe, öğrenci. (Farsça)
  • Muallim, öğretmen. Öğreten. (Farsça)

asban

  • Değirmenci. Değirmen sahibi. (Farsça)

asbani / asbanî

  • Değirmencilik. (Farsça)

asiya-ban / asiyâ-bân

  • Değirmenci, değirmen sahibi. (Farsça)

asiya-ger / asiyâ-ger

  • Değirmen yapan, değirmenci. (Farsça)

bab

  • Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat. (Farsça)
  • Gemi halatlarının bağlandığı yer. (Farsça)
  • İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk. (Farsça)
  • Mânevi rehber, şeyh. (Farsça)
  • Bektaşi şeyhi. (Farsça)
  • Hayırhah ve muhterem. (Farsça)
  • Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt (Farsça)

cadi

  • (Çoğulu: Cüdât) Sâil, dilenci.

cerrar

  • Dilenci.

çirag

  • Fitil, kandil, mum, lâmba. (Farsça)
  • Çırak. (Farsça)
  • Talebe, öğrenci, şakird. (Farsça)
  • Tekaüd, emekli, emekliye ayrılmış olan kişi. (Farsça)

cüdat

  • (Tekili: Câdi) Dilenciler, sâiller.

danişamuz / dânişâmûz / دانش آموز

  • Öğrenci. (Farsça)

dek

  • Desise, hile, dolandırıcılık. (Farsça)
  • Sâil, dilenci. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Çatma, tokuşma. (Farsça)

ders-han

  • Ders okuyan, talebe, öğrenci. (Farsça)

dershan / dershân / درسخوان

  • Öğrenci. (Arapça - Farsça)

deryuz

  • Dilencilik. (Farsça)

dest-keş

  • Gözleri görmeyen bir kimseyi ellerinden tutup dolaştıran. (Farsça)
  • Kazanç. Kâr. (Farsça)
  • Yay gibi elde kolaylıkla idare olunabilen şey. (Farsça)
  • Dilenci. (Farsça)
  • Bir işten vazgeçen. (Farsça)

diğergam / diğergâm

  • Başkalarını düşünen, bencil olmayan.

ebcedhan / ebcedhân / ابجدخوان

  • Okula yeni başlamış öğrenci. (Arapça - Farsça)
  • Acemi, deneyimsiz. (Arapça - Farsça)

efrenciyye

  • (Bak: EFRENCÎ)

egoist

  • Bencil, hodpesent, hodbin, kendini beğenmiş, menfaatperest.
  • Kendi menfaatini düşünen bencil, hodbîn, enâniyet sâhibi.

egoizm

  • Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir. (Fransızca)

ehl-i enaniyet / ehl-i enâniyet

  • Bencil kişiler.

ekreh-i mahlukat

  • Mahlukların en kerihi, en iğrenci.

emraz-ı efrenciye

  • Frengi hastalıkları, efrenci marazları.

enaniyet / enâniyet

  • Kendini beğenip büyük görme, bencillik. Egoistlik.

enaniyet-i nefsiye / enâniyet-i nefsiye

  • Nefsin bencilliği, kedini beğenmesi.

enaniyetli / enâniyetli

  • Bencil, gururlu.

encire

  • (Bak: ENCİR)

fakir / fakîr / فقير

  • Yoksul. (Arapça)
  • Bendeniz. (Arapça)
  • Dilenci. (Arapça)
  • Derviş. (Arapça)

fellah

  • Ekinci, çiftçi, ziraatle uğraşan arab.
  • Zenci, siyah arab.

gaşiye

  • Perde. Örtü.
  • Kıyamet.
  • Dilenci ve cerrar.
  • Ziyârete gelen dostlar gurubu.

ged

  • (Gedbe) Yoksul, dilenci, fakir, dilenen. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)

geda / gedâ / گدا / گَدَا

  • Fakir. Kimsesiz. Dilenci. (Farsça)
  • Dilenci. (Farsça)
  • Yoksul. (Farsça)
  • Dilenci.

geda-çeşm

  • Dilenci gözlü, yoksul gözlü. (Farsça)
  • Mc: Aç gözlü, gözü doymaz. (Farsça)

gedayane

  • Dilencilikle. (Farsça)

gedayi / gedayî

  • Dilencilik. (Farsça)

gılman

  • Cennet genci.

hak-nişin / hâk-nişin

  • Dilenci, sâil, fakir. (Farsça)

hak-nişini / hâk-nişinî

  • Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet. (Farsça)

harbiye / حربيه

  • Harp okulu. (Arapça)
  • Harbiyeli: Harp Okulu öğrencisi. (Arapça)
  • Harbiye nezareti: Savunma bakanlığı. (Arapça)

hayal-perestlik

  • Kelâmda hakikatı rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.
  • Sözde, hakikati rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.

helesaya çıkmak

  • Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.

hem-kitab

  • Aynı dersi gören, talebe, öğrenci. (Farsça)
  • Aynı dinde olan, din kardeşi. (Farsça)

heyamola

  • Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
  • Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini

hilasi / hilasî

  • (Hilâsiyye) Zenci ile beyaz melezi.

hodbin / hodbîn / خودبين

  • Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. (Farsça)
  • Bencil, kibirli.
  • Bencil, kendini gören.
  • Bencil. (Farsça)

hodbinane / hodbînâne

  • Hodbince, bencilce.

hodbinlik

  • Kendini görme, kendini düşünme; bencillik.

hodendişlik

  • Kendi için kaygılanma, endişe etme; kendini düşünme; bencillik.

hodfikirlik

  • Sadece kendi düşüncesini beğenme; düşüncelerinde bencil davranma.

hodgam / hodgâm

  • Kendi keyfini düşünen, bencil.
  • Bencil, egoist, kendini beğenmiş.
  • Kendini beğenmiş, bencil.

hodgami / hodgâmî

  • Bencil, kendini düşünen.

hodgamlık / hodgâmlık

  • Bencillik.

hudperest / خودپرست

  • Bencil. (Farsça)

hudperestlik

  • Bencillik, kendini düşünme. (Farsça - Türkçe)

icazet alma / icâzet alma

  • Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.

ilam

  • Elem vermek. Rencide etmek.
  • Düğün yemeği.

ırk-ı esved

  • Siyah derili, zenci.

isfence

  • (İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi.

istikfaf

  • (Kifâf. dan) Kanaat etme, az şeyi yeter bulup râzı olma.
  • Yetişme.
  • Dilenci gibi el uzatma.

itab

  • Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.

kanken / kânken

  • Madenci. Maden kazıcısı. (Farsça)

kase-lis / kâse-lis

  • (Kâselis) Çanak yalayıcı. Çok yiyen, obur. Hırslı. (Farsça)
  • Dalkavukluk. Alçak huylu kimse. (Farsça)
  • Dilenci. (Farsça)

keşkul / keşkûl / كشكول

  • Dilenci çanağı. (Farsça)
  • Keşkül, bir tür tatlı. (Farsça)

küffe

  • (Çoğulu: Küfât) Kaftan nigendesi, kaftan zencifi.

küre

  • Toprak ocak. Mâdenci ocağı. (Farsça)

kürek cezası

  • Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.

leym

  • İnsanlar arasında sulh etmek, barış yapmak.
  • Salâh.
  • Bir nârenciye meyvesi.

lühve

  • (Çoğulu: Lühâ-Lühât) Değirmencinin, eliyle değirmenin ağzına döktüğü tane. (Daha çok hediye, atâ ve hibe mânasına kullanılmıştır.)

madeniyyat / madeniyyât / معدنيات

  • Madencilik bilimi, mineraloji. (Arapça)

mekkar / mekkâr

  • Hileci, düzenci.

mektepli

  • Okullu, öğrenci, talebe.

mencınık

  • (Çoğulu: Mencınıkât) Mancınık.

mübtedi / مبتدی

  • Başlayan. (Arapça)
  • İlkokula başlayan öğrenci. (Arapça)

müteallim / متعلم

  • Öğrenci. (Arapça)

mütesail

  • Dilenci, dilenen.

mütese'il

  • Dilenen, dilenci.

mütese'ilin / mütese'ilîn

  • (Tekili: Mütese'il) Dilenciler, dilenenler.

nancu

  • (Nâncuy) Ekmek arayan. Dilenci. (Farsça)

nanhah

  • Ekmek isteyen. Dilenci.

nanhor

  • Dilenci. (Farsça)

nasal

  • Temrenci.

nekkar

  • Ağaçkakan kuşu.
  • Değirmenci.
  • Çok hayırlı.
  • Çok kokulu.

parse

  • Dilencilik. (Farsça)

pota

  • Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur. (Farsça)

rencide / rencîde / رنج دیده

  • İncinmiş. (Farsça)
  • Rencîde etmek: İncitmek. (Farsça)
  • Rencîde olmak: İncinmek. (Farsça)

saalik

  • Dilenciler.
  • Serseriler.
  • Kalenderler.
  • Dervişler.

şagird / şâgird / شاگرد

  • Öğrenci. (Farsça)
  • Çırak. (Farsça)

şagirdan / şâgirdân / شاگردان

  • Öğrenciler. (Farsça)
  • Çıraklar. (Farsça)

sail / sâil / سائل

  • (Sual. den) Dilenci.
  • Fakir.
  • Soran.
  • İsteyen.
  • Akan, seyelan eden.
  • İsteyen, yoksul, dilenci.
  • Soran, isteyen, dilenen, dilenci.
  • Dilenci. (Arapça)
  • Soran. (Arapça)
  • Akan. (Arapça)

sailiyet

  • Akıcılık.
  • Dilencilik.

şakird / şâkird / شاكرد

  • Talebe, öğrenci.
  • Talebe, öğrenci.
  • Öğrenci. (Farsça)
  • Çırak. (Farsça)

şakirt / şâkirt

  • Talebe, öğrenci.

şakirtlik

  • Talebelik, öğrencilik.

seele

  • (Tekili: Sâil) Dilenciler.
  • Sailler, dilenciler.

seherhiz / seherhîz

  • Sabahları erken kalkan. Erkenci. (Farsça)
  • Sabahleyin esen. (Farsça)

sene-i efrenciye

  • Efrenci (Frenkler, Avrupalılar) takvimine göre yılbaşı Ocak'tan başlayan milâdi sene.

sene-i rumiye

  • Garp Milâdi takvimini yani Efrenci takvimini kabul etmemiş olan Şark Hristiyanları için 14 Ocak tarihinden başlayan ve eskiden 1 Mart tarihinde başlayan Rumi sene.

serdümen

  • Gemilerde baş dümenci, dümen kullanmakla vazifeli tayfa. Eskiden harp gemilerinde çavuştan yüksek bir rütbe.

şirhar

  • Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç (Farsça)

siyah

  • Kara, esved. (Farsça)
  • Zenci. (Farsça)

siyahi / siyahî / siyâhî / سياهى

  • Siyahla alâkalı. (Farsça)
  • Zenci. (Farsça)
  • Siyahlık, karalık. (Farsça)
  • Siyahlık. (Farsça)
  • Zenci. (Farsça)

su'luk

  • (Çoğulu: Saâlik) Fakir.
  • Dilenci.
  • Serseri.

sual

  • İsteme. İstek.
  • Soru. Sorulan şey.
  • Dilencilik.
  • Soru, sorulan. Şey, isteme, istek. Dilencilik.

tahanet

  • Değirmencilik.

tahhan

  • (Tahn. dan) Değirmenci, öğütücü.

tahriş

  • (Çoğulu: Tahrişât) Tırmalama. Yakıp kaşındırma.
  • Azdırma. Rencide etmek.

talebe / طلبه

  • (Tekili: Tâlib) İstekliler.
  • Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.
  • Öğrenci.
  • İsteyen, öğrenci.
  • Öğrenci. (Arapça)
  • İstekliler. (Arapça)

talib / tâlib

  • (Çoğulu: Tulleb-Tullâb-Talebe) İsteyen, istekli.
  • Talebe, öğrenci.
  • İsteyen, istekli, talebe, öğrenci.

taşt-gen

  • Leğenci. (Farsça)
  • Leğen yapan. (Farsça)

tekeffüf

  • (Keff. den) El uzatarak dilencilik etme. Avuç açma. Dilenme.
  • Avuçla tutmak.

telamiz / telâmîz / تلاميذ

  • Öğrenciler. (Arapça)

telemmüz / تلمذ

  • Öğrencilik. (Arapça)
  • Telemmüz etmek: Öğrenci olmak, öğrencilik etmek. (Arapça)

temin / temîn / تأمين

  • Gerçekleştirme, sağlama. (Arapça)
  • Gerçekleştirilme, sağlanma. (Arapça)
  • Emin kılma, güvence verme. (Arapça)
  • Temîn edilmek: (Arapça)
  • Sağlanmak, gerçekleştirilmek. (Arapça)
  • Güvenci verilmek, emin kılınmak. (Arapça)
  • Temîn etmek:(Arapça)

terk-i enaniyet / terk-i enâniyet

  • Bencilliği terk etmek.

tese'ül / تَسَأُّلْ

  • (Sual. den) Dilenme, dilencilik etme.
  • Dilencilik etme.

tilmiz / tilmîz / تلميذ

  • Öğrenci, talebe.
  • Öğrenci.
  • Öğrenci. (Arapça)

tilmiz-i avrupa

  • Avrupa öğrencisi; Batı felsefesinden ders alan, hayata bu gözle bakan öğrenci.

tilmiziyet

  • Talebelik, tilmizlik, öğrencilik.

tullab / tullâb / طلاب

  • Öğrenciler. (Arapça)

vasıta-i cer etme

  • Dilencilik aracı yapma.

yüksek tahsil gençliği

  • Genç üniversite talebeleri, öğrencileri.

yuze

  • El açan, dilenci. (Farsça)

zenci / zencî / زنجى

  • Siyahî, zenci. (Arapça)

zencirbend / zencîrbend / زنجيربند

  • Zincire vurulmuş. (Farsça)
  • Zencîrbend edilmek: Zincire vurulmak. (Farsça)

zeng

  • Zenci.
  • Kir, pas.
  • Zil.

zengi / zengî / زنگى

  • Zenci, siyahî. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın