Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
emre
ifadesini içeren
153
kelime bulundu...
a'mal-i şer'iyye / a'mâl-i şer'iyye
İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler.
abdiyet
Kulluk.
Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve itaatte bulunmak.
adalet
Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.
adalet-i mahza-yı kur'aniye / adalet-i mahzâ-yı kur'âniye
Kur'ân'da emredilen ve bütün yönleriyle hak ve hukuku esas alan adalet; 'Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz' şeklinde ifade edilen, ferdin ve masumun hakkını hiçbir gerekçeyle çiğnenmesine izin vermeyen adalet.
amir / âmir / آمر
Büyük me'mur. Emreden, iş gösteren.
Huk: Bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir filli yapmaya veya yapmamaya zorlayan ve bu tehdidi yapmaya muktedir olan kimse.
Emreden, yöneten, Allah.
Emreden, iş buyuran.
Emreden.
(Arapça)
amir-i mutlak / âmir-i mutlak
Kesin emir sahibi olan, mutlak emredici, Allah.
amir-i vicdani / âmir-i vicdanî
Vicdana emreden, vicdanı çalıştıran.
amirane / âmirane / âmirâne / آمرانه
Emredercesine. Amir imiş gibi.
(Farsça)
Emreden büyük kimseye yakışır şekilde.
(Farsça)
Emrederek.
Emreden âmir gibi.
Emredercesine.
(Arapça - Farsça)
amiriyet / âmiriyet
Âmirlik, emredicilik.
amiriyet-i külliye / âmiriyet-i külliye
Genel âmirlik, emredicilik.
amiriyyet / âmiriyyet
Kumandanlık hâli.
Amir, emredici olmak.
aramram
(Aremrem) Asker çokluğu.
Şiddetli hâl ve iş.
aren
Davar ayağında olan kuru kemre.
Yarık.
Bir nesne yumuşak olmak.
asi / âsî
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
bakara
Sığır, inek.
Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
belarek
İyi su verilmiş kılıç, çelik.
(Farsça)
Ok temreni, ok mahfazası.
(Farsça)
bilek
Çatal temrenli bir nevi ok.
(Farsça)
büyü
Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.
cemerat
(Tekili: Cemre) Cemreler. Şubat ayında azar azar artan sıcaklıklar.
cemre
Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı
cemre-i salise / cemre-i sâlise
Üçüncü cemre ki, toprağa düşer.
cemre-i saniye / cemre-i sâniye
İkinci cemre ki, suya düşer.
cemre-i ula / cemre-i ulâ
Birinci cemre ki, havaya düşer.
cemreviyye
Divân şairleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre sebebiyle, muasır olan büyük makamlı ve rütbeli kişiler için yazılan şiirler.
cimrilik
Dînin ve vicdânın, mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermemek. Vermek kendisine zor gelmek. Bahillik, pintilik.
cirit
Ucu temrenli bir çeşit mızrak.
cömerdlik
Dînin, vicdânın ve mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermek kendisine zor gelmemek.
çuhadar
Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.
cümmah
Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi)
dahdaha
Yorulmak, yorultmak.
Yavaşlamak.
Muti etmek, emre itaat ettirmek.
Hor etmek.
daraa
Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak.
Emre uymak, muti olmak.
Zayıf ve zelil olmak.
eda-i feraiz / eda-i ferâiz
Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.
ehl
(Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz.
Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline v
emarid
(Tekili: Emred) Bıyıkları terlememiş gençler.
emir / emîr
Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin reisi.
Büyük ve meşhur bir soydan gelen.
Hz.Peygamber'in (A.S.M.) soyundan gelen.
Zengin.
Bir kavmin, bir topluluğun başı, beyi, emredeni. Vâli, kumandan, devlet başkanı, melik.
Hazret-i Ali'nin lakabı.
emir ve nehy-i ilahi / emir ve nehy-i ilâhî
Allah'ın emretmesi ve yasaklaması.
emir ve nehy-i kur'ani / emir ve nehy-i kur'ânî
Kur'ân'ın emrettiği ve yasakladığı şeyler.
emirane
Emredene yakışır bir surette. Emir gibi.
(Farsça)
emirber
Emre hazır.
emirber nefer
Emre hazır asker.
emmare / emmâre / اماره
Emreden. Zorlayan. Cebreden.
Kötülüğü emreden.
Emreden, zorlayan.
Emredici.
(Arapça)
emr
Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.
İş.
emr-i bi'l-ma'ruf
İyiliği emretmek.
emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker / emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker
Dinin iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğünden sakındırmak.
emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker
Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi
emr-i bilmaruf / emr-i bilmâruf
İyiliği emretme.
emr-i istihbabi / emr-i istihbâbî
Sevimli bir şeyin yapılmasını emreden buyruk.
emr-i kün
"Kün" emri. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği "Ol" mânasına gelen "Kün" emri. Allah (C.C.) bir şeye "Ol" diye emretse, (Yani, "Kün" dese) o şey derhal olur. (Yâni, "Fe Yekun")
emr-i ma'ruf / emr-i ma'rûf
Dinde emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak.
emr-i maruf / emr-i mâruf
İyiliği emretme.
emri / emrî
(Emriye) Emirle ilgili, emre ait.
evamir
Emirler, emredilenler, vazifeler.
ezmayiş
Tahtadan yapılmış demir temrenli bir cins ok.
feraiz-i diniye / ferâiz-i diniye
Dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler.
feraiz-i şer'iye
Dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler.
ferma
Buyurucu. Emredici. Âmir.
(Farsça)
ferman-berdar
Fermana uyan, emre uyan.
(Farsça)
fermayiş
Emretmek. Buyurmak.
(Farsça)
feth ve teshir ederek
Fethederek ve emre hazır hâle getirerek, boyun eğdirerek.
hadd-i ma'ruf
Şeriatça bilinen, makbul olan had. Emredilen, müsaade edilen hudud.
hakikat-i amiriyet / hakikat-i âmiriyet
Emredicilik gerçeği.
hilaf-ı emir / hilâf-ı emir / خِلَافِ اَمِرْ
Emre aykırı.
Emre zıd.
hissiyat-ı nefsaniye / hissiyât-ı nefsaniye
Kötülükleri emreden nefsin yönlendirdiği duygular.
hizmetkar-ı emirber / hizmetkâr-ı emirber
Emre hazır hizmetçi.
hükmkeş
Emre itaat eden, hükme boyun eğen.
ihlas
(Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
ihtisab / ihtisâb
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmasının, ilim ve ehliyet sâhibi bir devlet me'muru olan muhtesib tarafından sağlanması, emr-i ma'rûf nehy-i münkerin yâni iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak vazîfesinin el ile yapılması vazîfesi.
ikra'
Okutmak. "Oku" diye emretmek.
Selâm göndermek. Yakın gelmek. Ziyafet istemek.
imtisal / imtisâl
Emre uyma, boyun eğme.
imtisal eden
Emre uyan.
imtisal etme
Emre uyma, boyun eğme.
imtisal etmek
Emre uymak, bir emri yerine getirmek.
infaz
Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme.
Aldığı emre göre birisini öldürme.
Öte tarafa geçirme.
insan-ı kamil / insan-ı kâmil
Kemâle ermiş, olgun insan. İslâmiyet'in emrettiği bütün emirleri yapan, yasaklardan sakınan, Peygamber efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanan, hareketleri ve sözleri hep Allahü teâlânın ilhâmı ile olan üstün insan.
ismail
Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.
istinhaz
Bir kimseye bir iş için kımıldamamasını emretme.
isyan
İtaatsizlik. Emre karşı gelmek. Ayaklanmak.
İtaatsizlik, emre uymama.
ita'at / itâ'at
Söz dinleme, boyun eğme, emre göre hareket etme. Sözünden çıkmama.
itaat
Emre uyma.
Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek.
itaat etme
Emre uyma.
itaat etmek
Emre uymak.
itaat ettirme
Emre uydurma, boyun eğdirme.
itaat muhtel
Emir çiğnenmiş, ihlâl edilmiş, emre uyulmamış.
itaat-i askeriye
Askerin emre uyması.
itaatsizlik
Emre uymama, isyan.
kemerbeste-i ubudiyet
Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkıp, kollarını önden bağlar şekilde, emre hazır vaziyette bekleyip, kulluğunu ifâde ve ilân etmek. (Namazdaki gibi)
kıdah
Temrensiz ok.
kıt'
(Çoğulu: Aktâ-Aktu) Deve palası.
Yük üstüne örttükleri palas.
Gecenin bir miktarı.
Yassı ve büyük olan ok temreni.
kıyas-ı mukassim
Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")
kutbe
Nişan okunun temreni.
Erkek ismi.
Nişanlara atılan ufak ok.
lebbeyk
Buyurunuz. Emredersiniz.
Benim muhabbet ve incizâbım dâim sanadır, başkasına değildir, sıdk ve ubudiyyetim dâim sanadır (gibi mânâlar ifâde eder.)
"Buyurun, emredin efendim" mânâsını taşıyan bir ifade.
Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke
Buyurunuz, emrediniz.
lebbeyk-zen
Lebbeyk diye söyleyen. Emre hâzır olan. Râzı olan.
(Farsça)
ma'ruf
Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur.
Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği.
Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele.
ma'rufat
Bilinen şeyler. Şeriatın emrettiği hususlar.
ma'siyyet
İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.
maruf
Bilinen, tanınan, meşhur ünlü.
Şeriatin emrettiği, uygun gördüğü.
me'mur
Emir ile hareket eden. Emir altında olan. Vazifeli. Kendi istediği gibi olmayıp başka emre göre çalışan. Bir emir alan. Bir işe tâyin olunmuş adam.
me'murat / me'mûrât
Yapılması emredilen şeyler.
me'murü'n-bih / me'mûrü'n-bih
Yapılması emredilen şey.
memur-u musahhar
Emre itaat eden memur.
mendub / mendûb
Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab.
İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp ağlanan ölü.
Dinen yapılması emredilmese de, güzel görülen davranış.
Emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş.
mesture
Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)
mina / minâ
Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.
mincab
Zayıf kimse.
Yeleği ve temreni olmayan ok.
minhac-üs sünnet
Sünnet yolu. Sünnet caddesi. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) gittiği, emrettiği şeriat yolu.
mu'bile
(Çoğulu: Meâbil) Yassı, uzun ok temreni.
muavvezetan / muavvezetân
(Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)
muhtesib
Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.
mukaddesat-ı semaviye
İlâhî emre ve vahye dayanan mukaddes şeyler.
mukannit
Yer altından kanalla su akıtan kişi.
Muti kimse, itaat eden, emre boyun eğen kişi.
mümtesil
İmtisal eden, aldığı emre uyan.
münzecir
Yasak edilmiş, men edilmiş, yapılmaması emredilmiş, alıkonulmuş, mâni olunmuş.
murad-ı ilahi / murâd-ı ilâhî
Allahü teâlânın murâdı; irâde buyurduğu, emrettiği.
musahharane / musahharâne
Emre uyarak, boyun eğerek.
müşir
Emreden, işaret eden, bildiren.
Mareşal. En büyük ünvanı taşıyan asker. Silâhlı kuvvetlerde, kaide olarak barış zamanında orgeneral rütbesine kadar terfi etmek mümkündür. Mareşal rütbesi, ancak muharebe sırasında ve bir meydan muharebesi kazanmış olan generallere verilir. Asıl vazife
müteemmir
Âmirlik yapan kişi. Emreden kimse.
muti / mutî
İtaat eden, emre uyan.
muti'
İtaatkâr, emre uyan.
mutia / mutîa
İtaatkâr, emre uyan.
nasal
Temrenci.
necif
(Çoğulu: Nicef) Geniş temrenli olan ok.
nefl
Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile.
Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek.
Yemin etmek.
nefs- i emmare / nefs- i emmâre / نفس اماره
Kötülükleri emreden nefis.
nezafet-i şer'iye
Dinin emrettiği temizlik.
niyyet
Kasd etme, kalbin bir şeye yönelmesi. İbâdetleri, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek.
nüfus-u emmare / nüfus-u emmâre
İnsana daima kötülüğü emreden, yasak zevk ve isteklere teşvik eden nefisler.
nuk
Okun ucu, temren. Kuş gagası.
(Farsça)
Gaga gibi sivri uçlu olan şey.
(Farsça)
nüşab
(Tekili: Nüşabe) Oklar. Temrenli oklar.
nüşabe
(Çoğulu: Nüşab) Ok. Temrenli ok.
nusul
Huruç etmek, çıkmak.
Dühul etmek, girmek. (Ezdaddandır)
(Tekili: Nasl) Mızrakların uçlarındaki sivri demirler. Temrenler.
nüve-i imtisal / nüve-i imtisâl / نُوَۀِ اِمْتِثَالْ
Emre uymayı sağlayan eşyanın mahiyetindeki temel çekirdek, özellik.
Emre itaatin özü.
örf
İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, Allah (C.C.) tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan
peykan / peykân / پيكان
Temren.
(Farsça)
realist
Fls: Hakikatçı. Nefs-ül emre uygun düşünen. Realizm taraftarı.
(Fransızca)
remy-i cimar / remy-i cimâr
Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da denilmektedir.
salat
Namaz. Belirli vakitlerde Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet.
Tebrik, tezkiye.
Dua. Peygamberimize (A.S.M.) yapılan dua.
İstiğfar.
Rahmet.
sirac-ı musahhar / sirâc-ı musahhar
Emre boyun eğen lamba.
sırr-ı imtisal / sırr-ı imtisâl
Emre uyma sırrı.
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
tavaf-ı sadr / tavâf-ı sadr
Hac esnâsında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Mina'dan Mekke'ye inildiğinde yapılan tavâf. Buna Tavâf-ı vedâ da denilir. Hac vazîfeleri bununla sona erer.
te'mir
Emretmek.
telbiye
Lebbeyk (Yâni: Emredersiniz, ben emrinize hazırım) demek. İcabet etmek.
temren
Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı.
temsil-i itaat
Emre uyma benzetmesi.
tesanüd-ü hakikiye ve meşrua / tesanüd-ü hakikîye ve meşrua
Hakikî ve dinin emrettiği dayanışma.
teshir-i sehab
Bulutların emre boyun eğdirilmesi.
teşri'
Yolu açık ve vâzıh kılma.
Şeriata isnad ve nisbet eylemek.
Kanun vaz' ve tenfiz eylemek.
Peygamberimizin (A.S.M.) şeriata dair emretmesi.
Havuza su getirmek.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
vazife-i memure
Yapılması emredilen görev.
vücub / vücûb
Kesin olarak emredilme, farz kılınma.
vücub-u zekat / vücub-u zekât
Zekâtın vacib, şart oluşu.
Verilmesi Allah tarafından emredilmiş olan zekât.
yunus emre
(Vefat Mi: 1320) Porsuk Nehri'nin Sakarya'ya döküldüğü yere yakın Sarıköy'de doğduğu söylenir. Tasavvufî halk edebiyatının veli şâiri olan Yunus Emre, yaşadığı devirde halk tabakasını irşad ve tenvir etmiştir. Bir çok memleketleri ve bu arada Konya, Şam ve Azerbeycan'ı dolaştı. Konya'da Mevlâna ile
zekat-ı şer'i / zekât-ı şer'î
Şeriatın emrettiği zekât.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
tamim
cablusi
Kamran
ru-mal
Teessürat
مَاض۪ي
münazaa
mütenazır
hadisat-ı kevniye
MAHKEME
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
emre
Esmek
Hassaten
Seyma
kabız
TEBERRÜ
Sormak
Haval
Lili
saymaca