LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te emet ifadesini içeren 63 kelime bulundu...

adgas / adgâs

  • (Tekili: Dags) Desteler, demetler.
  • Karışık rüyalar.
  • Karışık söylentiler.

ahadi hadis / ahadî hadis

  • Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)

alak

  • Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
  • Yapışkan veya ilişken nesne.
  • Hayvanat.
  • Bir işe mülâzemet eylemek.
  • Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
  • Bir şeye ilişip tutulmak.
  • Yapışkan, ba

amed

  • Sütunlar.
  • Birşeye devam üzere olma.
  • Mülâzemet etme.

baka / bâka

  • Tutam, demet, deste.
  • Tere ve sebzevat destesi.

benuh / benûh

  • Yığın, küme, demet. (Farsça)

besek

  • (Besdek) Esneme. (Farsça)
  • Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar. (Farsça)

buket

  • Çiçek demeti. (Fransızca)

çelenk

  • Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.) (Farsça)

cesm

  • Devam etmek, mülâzemet.

çile / چله

  • Kırk günlük ibadet. (Farsça)
  • Sıkıntı, azap. (Farsça)
  • İplik demeti. (Farsça)

deste / دسته

  • Tutam, bağ, demet, kabza. (Farsça)
  • Muin, mededkâr. (Farsça)
  • Süpürge. (Farsça)
  • Küstah. (Farsça)
  • Demet, tutam.
  • Grup. (Farsça)
  • Demet. (Farsça)
  • Kulp. (Farsça)

güldeste / گلدسته

  • Çok güzel şeylerden bir tutam.
  • Gül demeti.
  • Müzikte makam adı.
  • Gül demeti, seçme.
  • Çiçek demeti. (Farsça)

habş

  • Cemetmek, toplamak.

hacc-ı temettu' / hacc-ı temettû'

  • Hac mevsiminde evvelâ umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra; aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülmeden tekrar ihrama girilerek usulü dairesinde yapılan hacdır. Bunu yapan kimseye "mütemetti" denir.
  • Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac yapmak. Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.

hadis-i müftera / hadîs-i müfterâ

  • Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.

hame

  • Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin.
  • Havası bozuk hastalıklı yer.

huzem

  • (Tekili: Huzme) Demetler, desteler, huzmeler.

huzme / حزمه

  • Işık demeti.
  • Demet. Deste. Bir kucak şey.
  • Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
  • Işık demeti.
  • Demet. (Arapça)

iltizam

  • Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
  • Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
  • Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.

irfak

  • Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak.

istimta'

  • (Temettü. den) Faydalanma, menfaati olma.

kamara

  • Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar.
  • Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar.
  • Buğday ve arpa gibi mahsul demetlerinden harman yerinde yapılan küme.
  • Avrupa devletlerinde millet meclisi.

kar / kâr

  • İş. Güç. Amel. Fiil. Temettü'. (Farsça)
  • Kazanç. (Farsça)

kaziye-i şartiyye

  • Man: İki cümleden ibâret, fakat bunlardan birinde olan hüküm diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan, yâni; aralarında mülâzemet ve irtibat bulunan kaziyedir.

ken'

  • (Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yakın olmak.
  • Mülâyemet.
  • Alçaklık yapmak.
  • Firar, kaçmak.

kilte

  • Deste, demet.

külale

  • Çiçek demeti. (Farsça)
  • Kıvrım kıvrım olan saç. Kıvırcık saç. Bukle. (Farsça)

liyan

  • (Mülâyene) Mülayemetle, yumuşaklıkla muamele etmek.

lütuf

  • Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi.
  • Güzellik, hoşluk.
  • İyilik, iyi muâmele.

maraton

  • yun. Kırk kilometreden uzun bir yolda mukavemet için yapılan hız koşusu.

meşad

  • Mukavemet ve galebe yeri.

müftera hadis / müfterâ hadîs

  • Peygamberlik iddiâsında bulunan Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbi ile inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.

mukavemet / مقاومت

  • Karşı koyma, direnme. (Arapça)
  • Mukavemet etmek: Karşı koymak, direnmek. (Arapça)

mukavemet-şiken

  • Mukavemeti kıran. (Farsça)

mukavemet-suz

  • Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran. (Farsça)

mukavemetsuz / mukavemetsûz

  • Mukavemeti yok eden, dayanılmaz hâle getiren.

mukavim

  • Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran.

mülahafe

  • Mülâzemet, devamlı bir işle meşguliyet. Bir işe bağlılık.
  • İsrar etmek.

mülayeme

  • (Bak: MÜLAYEMET)

mülazemet

  • Mülazemet etmek:
  • Devam etmek.
  • Staj yapmak.
  • Bir işle ilgilenmek.

murabata

  • Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip sebatla nöbet beklemek.
  • Mülâzemet etmek.
  • Bağlamak.

müsafene

  • Mülazemet edişmek, devamlı meşgul olmak.

müsaleme

  • (Bak: MÜSALEMET)

müseyleme

  • (Adı: Müseylemet-ül-kezzâb olan) Yalancı Müseyleme, Arabistan'da Asr-ı Saadette Yemame'li bir yalancı, peygamberlik iddia ederek maskara olmuş, Hicri onbirinci yılda öldürülmüştür.

müstemti'

  • Temettü' eden, faydalanan, menfaatlenen.

mütamettia

  • Kâr eden, kazanan, kârlı. (Doğrusu: Mütemettia)

müvademe

  • Mülâzemet, uygunluk, muvâfakat.

muvazat

  • (Veyz. den) Mukavemet, dayanma.
  • Paralel olma. Muvâzi.

pa / pâ

  • Ayak. (Farsça)
  • Takat, mukavemet. (Farsça)
  • İz. (Farsça)

radyasyon

  • (Radiation) Bir enerjinin ışık demeti halinde yayılması. (Fransızca)

sahh

  • şiddetinden kulaklar tutulan çığlık.
  • Sağlam bir şeyle vurmak.
  • Cemetmek, toplamak.

secahat

  • Mülâyemet, rıfk. Cemalin tenasüp içindeki kemali.

şekimet

  • (Çoğulu: Şekâim) Mukavemet, dayanma. Sebat.
  • Dizgin, gem.
  • Kazan ve çömlek kulpu.

tafk

  • (Tafak) Bir işe başlamak, mülâzemet etmek, başlayıp devamda sebat etmek.

teemmi

  • (Emet. den) Cariye edinme.
  • Dadı satın almak.

temettu'

  • (Çoğulu: Temettuât) Kazanma, kâr etme.
  • Kâr, fayda, menfaat.
  • Toplamak, cem'etmek.
  • Mühlet vermek.
  • Yoldaş olmak.

temettu' hac

  • Hac günlerinden önce umre için ihrâma girip ve bu umre yapıldıktan sonra memleketine dönmeden, tekrar ihrâma girerek yapılan hac. Hacc-ı Temettû'.

temettuat / temettuât

  • (Tekili: Temettu') Kârlar, kazançlar, faydalar.

tesahül

  • Yumuşak davranma. Rıfk ve mülâyemetle tatlı muamele etme.
  • Gaflet ve ihmal etme.

timlak

  • Mülayemet etmek, yumuşaklık göstermek.
  • Tereddüt etmek, karar verememek.

tura

  • (Aslı: Tuğra) t. Topuz gibi yapılmış mendil, kuşak gibi oyun âleti. Kös, davul, trampet gibi şeylere vurmaya mahsus ip veya çomak.
  • Kamçı, örme kırbaç.
  • Demet, bağ, paket.

vezim

  • Sebzevat demeti.
  • Kurumuş ot.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın