Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
elil
ifadesini içeren
783
kelime bulundu...
adem-i delil
Delilsizlik, birşeyi ispata yönelik delilin olmaması.
adem-i delil-i sübut
Kesin bir delilin bulunmaması.
adem-i medlul / adem-i medlûl
Delilin gösterdiği hüküm ve iddianın olmaması.
adem-i vüsuk
Sağlam olmama, delilsizlik.
adet / âdet
Bir şehir ve memleketteki insanların, yapageldikleri usûller, gelenekler, alışılmış şeyler. An'ane, örf.
Kitab, sünnet, icma' ve kıyasdan sonra ikinci derecedeki dînî delillerden biri. Dînin ve aklın beğendiği şeyler.
ahmed-i bedevi / ahmed-i bedevî
(Seyyid) (Hi. 596-675) Mısır'ın en büyük velilerindendir. Hz. Ali neslinden gelir. Bir çok lâkabı vardır. Ona Afrika bedevileri tarzında (yüzü örten peçe) taşıdığından dolayı (el-Bedevi) deniyordu. 626 yılına doğru onda deruni bir tahavvül vukua geldi. Yedi kıraat üzere Kur'an okudu ve Şafii fıkhı t
akli burhan / aklî burhan
Güçlü ve sarsılmaz, akla ve mantığa uygun kesin delil.
aktab / aktâb
Kutuplar, büyük velilerden zamanının en büyük mürşidi olan kimseler.
aktab-ı al-i beyt-i muhammediye / aktâb-ı âl-i beyt-i muhammediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) neslinden gelen ve bulunduğu yerde veya memleketteki evliyanın başı hükmünde olan büyük veliler.
aktab-ı erbaa
Ehl-i sünnet âlimleri ve mütebahhir ve maneviyatta çok ileri zatlar tarafından şimdiye kadar dört büyük kutup olarak bilinen veliler. (Seyyid Abdulkadir-i Geylâni, Seyyid Ahmed-i Bedevi, Seyyid Ahmed-i Rufâi, Seyyid İbrahim Desuki.)
aktab-ı evliya / aktâb-ı evliya
Velilerin büyükleri.
aktab-ı mehdiyyin / aktâb-ı mehdiyyîn
Büyük Mehdînin bazı vasıflarını taşıyan büyük velîler.
alaim
İzler. İşaretler, deliller.
alem-i zati / alem-i zâtî
Zata âit isim, zatına âit işâret, zâtına mahsus alâmet, delil.
ali / âli
Büyük, yüksek, şerif, celil, aziz olan.
alim-i muhakkik / âlim-i muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim.
arş ve süllem
Delil-i Arşî ve Delil-i Süllemî'den kinâyedir..
arşi / arşî
Arşa dair, mantıkta bir delil.
arşi ve süllemi / arşî ve süllemî
Devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil.
asakir-i bahriyye / asâkir-i bahriyye
Bahriyeliler. Deniz askerleri.
asar-ı azamet / âsâr-ı azamet
Allah'ın büyüklüğünü, haşmet ve yüceliğini gösteren eserler, deliller.
asar-ı gadab-ı ilahi / âsâr-ı gadab-ı ilâhî
Allah'ın gazabının eserleri, delilleri.
asar-ı kat'iye / âsâr-ı kat'iye
Kesin delil ve eserler; Peygamber Efendimizden (a.s.m.) geldiğinde şüphe bulunmayan doğru haberler.
asfiya-i muhakkikin / asfiya-i muhakkikîn
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
Hakikatı tam araştıran, delillerle isbat eden, ilim ve fazilette terakki etmiş olan büyük İslâm âlimleri.
asfiya-yı müdakkikin / asfiya-yı müdakkikîn
Hz. Peygambere (a.s.m.) vâris olup onun yolundan giden takvâ sahibi ve gerçekleri tam olarak araştıran, delilleriyle isbat eden büyük velîler.
ashab-ı tahkik
Gerçeği delilleriyle araştıran kimseler.
avarız-ı semaviye
Delilik, küçüklük, bunaklık, ölüm gibi kesbî ve ihtiyarî olmaksızın insana ârız olan şeyler.
avend
Sicim, ip.
(Farsça)
Senet, delil.
(Farsça)
Kapkacak.
(Farsça)
Taht, yüksek mertebe.
(Farsça)
Satranç oyunu.
(Farsça)
Evvel, önce, ilk.
(Farsça)
ayat / âyât
(Tekili: Âyet) Âyetler.
Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar.
Menziller. Mekânlar.
ayat-ı acibe / âyât-ı acibe
Hayret verici deliller.
ayat-ı azam / âyât-ı âzam
Büyük âyetler, deliller.
ayat-ı bahire / âyât-ı bâhire
Açık âyetler, deliller.
ayat-ı binihaye / âyât-ı bînihâye
Nihayetsiz âyetler, sonsuz deliller.
ayat-ı ekber / âyât-ı ekber
En büyük âyetler, deliller.
ayat-ı kàtıa / âyât-ı kàtıa
Kesin âyetler, deliller.
ayat-ı kemal / âyât-ı kemâl
Mükemmelliğin delilleri.
ayat-ı kevniye / âyât-ı kevniye
Kâinatta yaratılan varlıkların Cenâb-ı Hakkın varlık ve birliğine olan işaretleri, delil oluşları.
ayat-ı kibriya / âyât-ı kibriyâ
Allah'ın büyüklüğüne işaret eden âyetler, deliller.
Allah'ın kibriyasını ve büyüklüğünü gösteren âyetler, deliller ve eserler.
ayat-ı kudret / âyât-ı kudret
Kudret âlemi olan kâinat belgeleri, delilleri.
ayat-ı rabbaniye / âyât-ı rabbâniye
Rabbânî âyetler; Allah'ı gösteren ve tanıtan deliller.
ayat-ı rububiyet / âyât-ı rububiyet
Rububiyet delilleri.
ayat-ı tekviniye / âyât-ı tekvîniye
Kâinatta Allah'ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar.
ayat-ı tevhid / âyât-ı tevhid
Tevhid delilleri; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu bildiren deliller.
ayat-ı uzma / âyât-ı uzmâ
En büyük âyet, en büyük delil.
ayat-ı vücub / âyât-ı vücub / âyât-ı vücûb
Varlığı vacip ve mutlaka gerekli olan Allah'ın âyetleri, delilleri.
Varlığının vacip ve zorunlu olduğunu gösteren âyetler, deliller.
ayet / âyet / آيَتْ
Eser.
Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret.
Menzil, mekân.
Kur'ân-ı Kerim'deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. (Kur'ân-ı Kerim'de 6666 âyet vardır.)
Kurândaki her bir cümle, delil, bellik.
Delil.
ayet-i kübra / âyet-i kübrâ
En büyük delil.
ayet-i rabbaniye / âyet-i rabbâniye
Her şeyin rabbi olan Allah'ın âyeti, delili.
ayet-i rahmet / âyet-i rahmet
Rahmet âyeti, delili.
ayet-i tevhidiye-i katıa / âyet-i tevhidiye-i katıa
Allah'ın birliğini gösteren kesin âyet, delil.
ayetü'l-kübra-yı tevhid / âyetü'l-kübra-yı tevhid
Allah'ın birliğinin büyük delili.
azam-ı aktab / âzam-ı aktâb
Kutupların, Allah'ın sevgili kulları velilerin ileri gelenlerinin en büyükleri.
azv-i cinnet
Delilik isnadı.
azze vecelle
Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.
balapervazane
Yüksekten uçar gibi.
Çok yüksek rütbelilere yakışır şekilde.
basair
(Tekili: Basiret) Basiretler. İbretli görüşler. Deliller. İbretler. Hüccet ve bürhanlar. Gözler.
Kalb duyguları.
bedahat
(Tekili: Bedihî) Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde âşikâr olan şeyler.
bedahet
Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr.
Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme.
Atın yürümesi.
Her şeyin evveli, öncesi.
bedihi / bedihî / bedîhî
Aşikâr, belli ve açık olma.
Ansızın zuhur eden.
Delil ve isbata muhtaç olmayacak derecede açıklık.
Delilsiz bilinen şey, apaçık.
bedihiyat / bedîhiyât
Delil ve ispatı gerektirmeyecek ölçüde apaçık şeyler.
bedihiyyat / bedîhiyyât
(Tekili: Bedihî) Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler.
Delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler.
bedraka
Delil. Kılavuz. Mürşid.
(Farsça)
Allah yolu.
(Farsça)
beraet-i zimmet / berâet-i zimmet
Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe şahsın suçsuz ve borçsuz olması.
berahin / berâhin / berâhîn / berahîn / براهين
(Tekili: Bürhan) Deliller. Şâhidler. Bürhanlar.
Bürhanlar, kuvvetli deliller.
Kesin deliller, güçlü kanıtlar.
Deliller.
Deliller, kanıtlar.
(Arapça)
berahin-i akliye / berâhin-i akliye
Aklî deliller.
berahin-i akliye-i kat'iye / berâhin-i akliye-i kat'iye
Kesin aklî deliller.
berahin-i aleniyye
Meydanda ve açık olan deliller.
berahin-i haşriye
Haşre ait deliller.
berahin-i kat'iye / berâhîn-i kat'iye
Kesin burhanlar, kuvvetli deliller.
berahin-i katıa
Şeksiz ve şüphesiz olan kat'i deliller, bürhanlar.
berahin-i kàtıa
Kesin deliller.
berahin-i katıa / berâhin-i katıa
Kat'î burhanlar; güçlü ve sarsılmaz kesin deliller.
berahin-i kaviyye
Sağlam deliller, kuvvetli bürhanlar.
berahin-i latife / berâhîn-i lâtife
İnce ve güçlü deliller.
berahin-i latife-i akliye / berâhin-i lâtife-i akliye
Akla dayalı ince, güzel deliller.
berahin-i mabudiyet / berâhîn-i mâbûdiyet
İbadet edilmeye lâyık olmanın delilleri.
berahin-i nübüvvet / berâhin-i nübüvvet
Peygamberlik delilleri.
berahin-i sani / berahin-i sâni
Herşeyi mükemmel ve san'atlı bir şekilde yaratan Allah'ın varlığının delilleri.
berahin-i tevhid / berâhin-i tevhid
Tevhid delilleri.
berahin-i tevhidiye / berâhin-i tevhidiye
Allah'ın birliğini gösteren kesin deliller.
berahin-i uzma / berâhin-i uzmâ
Büyük deliller.
berahin-i vahdaniyet / berâhin-i vahdâniyet
Allah'ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisinin delilleri.
berahin-i vahdet / berâhin-i vahdet
Birlik delilleri.
beyan-ı ifhamiye / beyan-ı ifhâmiye
Delillerle susturma anlatımı.
beyyin
Aşikâr. Açıklanmış. Gün gibi vâzih delil.
Müteaddit noktaları beyan eden ve açıklayan.
Şâhid. İsbat vasıtası. Kavi bürhan.
Apaçık, kesin delil.
beyyinat / beyyinât
Mu'cizeli açık âyetler, deliller.
beyyine
Apaçık, kesin delil.
Açık delîl.
Kur'ân-ı kerîm.
Mûcize.
Delil, şâhid.
Âdil olan iki erkek veya bir erkek ile iki kadın şâhid.
Peygamber efendimizin isimlerinden.
Delil, şahit.
Kur'ân'ın 97. sûresi.
beyzat-ül beled
Devekuşu yumurtası.
Mc: Aciz, zelil kimse.
biilmelyakin / biilmelyakîn
İlmî delillerle elde edilen kesinlikle.
burhan / burhân
Delil, kanıt.
Bir dâvâyı isbat eden kesin delîl.
Mantık ilminde mukaddime denilen ve kesin netîceye ulaştıran iki cümle (söz).
bürhan / bürhân
Delil, hüccet, isbat vasıtası.
Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.
Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
Kesin delil, hüccet.
Kuvvetli delil.
Güçlü delil, sarsılmaz kanıt.
burhan / برهان / burhân / بُرْهَانْ
Delil.
Kanıt, delil.
(Arapça)
Delil.
burhan-ı a'zam / بُرْهَانِ اَعْظَمْ
En büyük delil.
burhan-ı akli / burhan-ı aklî
Akla dayalı delil.
burhan-ı akliye / burhan-ı aklîye
Akla uygun delil.
burhan-ı azam / burhan-ı âzam
Çok büyük ve kesin delil.
burhan-ı azim / burhan-ı azîm
Büyük, güçlü delil.
burhan-ı bahir / burhan-ı bâhir
Ap açık delil.
bürhan-ı bahir / bürhan-ı bâhir
Çok açık delil.
burhan-ı bahir / burhân-ı bâhir / بُرْهَانِ بَاهِرْ
Apaçık delil.
burhan-ı bahir-i vahdaniyet / burhan-ı bâhir-i vahdâniyet
Allah'ın birliğini gösteren açık ve kesin delil.
burhan-ı bahire / burhan-ı bâhire
Çok açık olan kesin delil, sarsılmaz kanıt.
burhan-ı ehadiyet
Allah'ın herbir varlıkta görünen birlik delili.
burhan-ı enfüsi / burhan-ı enfüsî
Dar dairede, nefis ve beden dairesinde olan delil.
burhan-ı fasih
Çok açık ve düzgün anlaşılan delil.
burhan-ı hak
Hakkın delili.
burhan-ı hakikat
Hakikat delili.
burhan-ı haşriye
Haşrin delili; yeniden dirilişin ispatı.
burhan-ı ilahi / burhan-ı ilâhî
İlâhî delil, Kur'ân.
burhan-ı inayet
Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.
burhan-ı inni / burhan-ı innî / burhân-ı innî
Tümdengelim; eserden eseri yapana, olaylardan kanuna ulaştıran delil.
İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san'attan san'atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.
bürhan-ı inni / bürhan-ı innî
Hâdiselerden kanunlarına, neticelerden sebeblerine ve eserden müessire olan delil. Dumanın ateşe delil olması gibi.
Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.
burhan-ı kat'i / burhan-ı kat'î
Kesin delil.
burhan-ı kat'i-yi mantıki / burhan-ı kat'î-yi mantıkî
Mantık kurallarına uygun kesin delil.
burhan-ı katı
Sağlam delil.
burhan-ı kàtı
Kesin delil.
burhan-ı kàtı'
Kesin delil.
bürhan-ı katı'
Kat'î, en sağlam ve şeksiz delil.
Farsça bir lügat kitabının ismi.
burhan-ı kudsi / burhan-ı kudsî
Kutsal, mukaddes delil, Kur'ân.
burhan-ı külli / burhan-ı küllî / burhân-ı küllî / بُرْهَانِ كُلِّي
Çok büyük ve kapsamlı delil.
Umûmî delil.
burhan-ı kur'an / burhan-ı kur'ân
Kur'ân delili.
burhan-ı limmi / burhan-ı limmî / burhân-ı limmî
Tümevarım; kanunlardan hâdiselere, sebeplerden neticelere, müessirden esere gitme usûl ve delili.
Limeli (niçinli) delîl. İlletten sebebden ma'lûle (illetin bulunduğu şeye), müessirden (eseri yapandan) esere, san'atkârdan san'ata, sebebden netîceye götüren delîl. Görülen ateşten dumanın varlığına hükmetmek böyledir.
bürhan-ı limmi / bürhan-ı limmî
Kanunlardan hâdiselerine, sebeblerden neticelerine ve müessirden esere olan istidlâl. Yani eseri meydana getirenden esere olan delil. Kablî delil. Ateşin dumana delil olması gibi.
burhan-ı maddi / burhan-ı maddî / burhân-ı mâddî / بُرْهَانِ مَادِّي
Maddî delil.
Maddi delil.
burhan-ı mantıki / burhan-ı mantıkî
Mantık kaidelerine uygun delil.
burhan-ı muazzam
Çok büyük kanıt, delil.
bürhan-ı muazzam
Büyük delil.
burhan-ı münevver
Nurlanmış güçlü delil.
burhan-ı natık / burhan-ı nâtık
Konuşan delil; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
burhan-ı natık-ı sadık / burhan-ı nâtık-ı sâdık
Doğru konuşan delil.
bürhan-ı nazari / bürhân-ı nazarî
Teorik delil.
burhan-ı neyyir / burhân-ı neyyir / بُرْهَانِ نَيِّرْ
Parlak delil.
Nurlu delil.
burhan-ı nübüvvet
Peygamberlik delili.
bürhan-ı nübüvvet
Peygamberliğin hak olduğunu isbat eden bürhan ve delil. (Bürhan-ı risalet de aynı mânâdadır.)
burhan-ı nur-efşan / burhân-ı nûr-efşân / بُرْهَانِ نُورْ اَفْشَانْ
Nur saçan delil.
burhan-ı nurefşan / burhan-ı nurefşân
Nur saçan delil.
burhan-ı rububiyet
Rablığın delili; Allah'ın varlıklar üzerindeki egemenliği, terbiye ve idare etmesinin delili.
burhan-ı sani / burhan-ı sâni
Allah'ın herşeyi mükemmel bir şekilde ve san'atla yaratmasının delili.
bürhan-ı satı' / bürhan-ı sâtı'
Aşikâr, şeksiz ve şüphesiz, parlak delil.
burhan-ı sātı' / burhân-ı sātı' / بُرْهَانِ سَاطِعْ
Parlak delil.
burhan-ı şeriat
Şeriatın delili.
burhan-ı tatbik / burhân-ı tatbîk
Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve kadîm (ezelî), olduğunu (başlangıcının olmadığını) isbâtta kullanılan delîllerden biri.
burhan-ı temanü / burhân-ı temânü
Kelâm ilminde Allahü teâlânın varlığını ve birliğini isbâtta kullanılan delîl.
burhan-ı tevhid
Tevhidin sarsılmaz delili; herşeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren güçlü ve sarsılmaz delil.
burhan-ı vahdaniyet / burhan-ı vahdâniyet / burhân-ı vahdâniyet / بُرْهَانِ وَحْدَانِيَتْ
Allah'ın birliğine ait delil.
Allahın birliğinin delili.
burhan-ı vahdet
Birlik delili.
burhan-ı vahidiyet / burhan-ı vâhidiyet
Allah'ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili.
burhan-ı vücub-u vücud
Allah'ın varlığının zorunlu oluşunun ve var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasının delili.
burhan-ı yakini / burhan-ı yakînî / burhân-ı yakînî / بُرْهَانِ يَقِينِي
Şüphelerden uzak, güçlü ve sarsılmaz kesin delil.
Sağlam ve kesin bilgi ile elde edilen delil.
burhan-ı zat / burhan-ı zât
Cenab-ı Allah'ın varlığının delili.
burhan-ı zati / burhan-ı zâtî
Zatına ait delil.
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
burhani / burhânî
Delillere dayalı ispat yöntemini kullanan.
bürhani / bürhanî
Delil cinsinden.
burhanü't-temanü / burhanü't-temânü
Kâinatta iki ilâh kabul edildiği takdirde, bunların birbirlerine engel olacakları ve dolayısıyla düzenin bozulacağından hareketle tevhide dair elde edilen delil.
bürt
Nebat şekeri. Zelil, aşağılık kimse.
Balta.
celail
(Tekili: Celile) Celiller, büyük olanlar, yüceler.
celal
(Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr
cell
(Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
Gemi yelkeni.
Yaşlı olmak.
Kadr ve mertebesi büyük olmak.
Celil, büyük, ulu.
celle
"Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.
cibayet
Vergilerin, devlet gelirlerinin tahsili.
Büyük vakıfların ayrı vazifeliler tarafından idare edilen kısımları.
cinnet
Delilik.
Delilik hâli.
Delilik, aklın baştan gitmesi.
Delilik, çılgınlık.
Delilik.
cinnet-i müstevliye
İstilâ eden, ortalığı kaplayan delilik.
cinnet-i muvakkata / جِنَّتِ مُوَقَّتَه
Geçici delilik.
cirsam
Divanelik, delilik.
Öldürücü zehir.
Zatülcenb.
cism-i velayet / cism-i velâyet
Velîlik bedeni, cismi.
cülal
(Celil) Ulu, büyük nesne, azim.
cüneyd-i bağdadi / cüneyd-i bağdadî
(Hicri: 207-298) Şafii Hz.lerinin talebesinden ders almıştır. Zamanın kutbu sayılmıştır. 30 defa yaya olarak hacca gitmiştir. Büyük velilerdendir. (K.S.)
cünun / cünûn
Delilik, cinnet. Delirmek.
Çok olmak.
Otun uzaması.
Delilik.
Delilik.
Delilik.
da'at
Horluk, zelillik.
da'daa
Yakmak. Yıkmak.
Hor ve zelil etmek.
Perâkende etmek.
da'vet
Çağırma. Ziyafet. Duâ.
Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek.
daire-i velayet / daire-i velâyet
Velilik dairesi.
dall / dâll
Delil olan, delâlet eden. Yol gösterici.
Bildiren.
Delil olan, yol gösteren.
dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
dalliyet / dâlliyet
Delil oluş. İsbata vâsıta olmak.
Delâlet ediş, delil oluş.
Delil olma, yol gösterme.
damga-i vahdet
Birlik damgası. Cenab-ı Hakkın birliğini gösteren delil.
(Farsça)
dani'
Hor, zelil.
dara'
Zayıf. Zelil, hakir.
Muti, itâat eden, boyun eğen.
daraa
Tevazu etmek, alçak gönüllü olmak.
Emre uymak, muti olmak.
Zayıf ve zelil olmak.
dava-yı mücerret / dâvâ-yı mücerret
Delilsiz iddia, sadece bir iddia.
dekk
(Çoğulu: Dekeke) Vurmak.
Dökmek.
Parça parça etmek. Delil.
delail / delâil / دلائل
(Tekili: Delil) Deliller. Bürhanlar. İsbât vasıtaları.
Deliller, işaretler.
Deliller, kanıtlar.
Deliller.
Kanıtlar, deliller.
(Arapça)
delail ve emarat-ı haşriye / delâil ve emârât-ı haşriye
Haşre ait deliller ve işaretler.
delail-i afakiye / delail-i âfâkiye / delâil-i âfâkiye
Afaka âit deliller. Kâinattaki deliller.
İnsanın kendi dışındaki deliller, kâinattaki deliller.
delail-i akliye / delâil-i akliye
Aklı ile bulunan deliller. Akla âid deliller.
Aklî deliller; akla ve mantığa uygun deliller.
delail-i akliye ve mantıkiye / delâil-i akliye ve mantıkiye
Aklî ve mantıkî deliller; akıl ve mantığa uygun deliller.
delail-i enfüsiye / delâil-i enfüsiye
Kişinin kendi nefsinde olan deliller. Yani vücudun gerek maddi ve gerek (vicdan ve hisler gibi) mânevi yapısında olan ve imana ait hükümleri isbat eden delillerdir.
Dahili deliller; kalb, vicdan, his ve lâtifeler gibi insanın iç âlemine konan donanımlarından hareketle Allah'ın varlığına ait deliller.
delail-i fıtriye / delâil-i fıtriye
Yaratılıştaki deliller.
delail-i haşriye / delâil-i haşriye
Haşre ait deliller.
delail-i i'caz / delâil-i i'câz
Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren deliller (Kur'ân'ın mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır.).
delail-i icmali / delâil-i icmâlî
Özet halinde sunulan deliller.
delail-i ispat / delâil-i ispat
İspat delilleri.
delail-i kalbiye
Kalbe âid deliller. Kalb ile bilinen deliller.
delail-i kalbiye ve vicdaniye / delâil-i kalbiye ve vicdaniye
Kalbe ve vicdana ait deliller.
delail-i kat'iye / delâil-i kat'iye
Kesin deliller.
delail-i katıa / delâil-i katıa
Kesin ve şüphesiz deliller.
delail-i mantıkıye ve müsbete / delâil-i mantıkıye ve müsbete
Mantığa ve ispata dayalı deliller.
delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha
Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).
delail-i nakliye / delâil-i nakliye
Nakil yolu ile gelen deliller.
Âyet ve hadis gibi nakle dayanan deliller.
delail-i nübüvvet / delâil-i nübüvvet
Peygamberliğin hak olduğuna dair olan deliller.
Peygamberlik delilleri.
delail-i nübüvvet-i ahmediye / delâil-i nübüvvet-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinin delilleri.
delail-i sani / delâil-i sâni
Yaratıcının varlığına ait deliller.
delail-i şer'iye / delâil-i şer'iye
Şeriata ait deliller; Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve Kıyas delilleri gibi.
delail-i sıdk / delâil-i sıdk
Doğrulayıcı deliller.
delail-i tevhid / delâil-i tevhid
Allah'ın birliğinin delilleri.
delail-i vahdaniyet / delâil-i vahdâniyet
Allah'ın birliğinin delilleri.
delail-i vücub / delâil-i vücub
Allah'ın varlığının delilleri.
delail-i vücud / delâil-i vücud
Varlık delilleri.
delail-i vücudu / delâil-i vücudu
Varlığının delilleri.
delail-i zahiriye / delail-i zâhiriye / delâil-i zâhiriye
Açık olarak zâhirde görünen deliller. Maddi deliller.
Açıkta olan, görünen deliller.
delalat / delâlat / delâlât
Delâletler, delil olmalar.
Deliller, işaretler.
delalet / delâlet / دلالت / دَلَالَتْ
Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. Doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.
İşaret.
Delil olma, gösterme.
Delil olma, yol gösterme.
Delil olma.
Delillik, yol gösterme.
(Arapça)
Delâlet etmek:
(Arapça)
Yol göstermek.
(Arapça)
Anlamına gelmek.
(Arapça)
Delil olma.
delalet eden / delâlet eden
Delil olan, işaret eden.
delalet etme / delâlet etme
Delil olma, işaret etme.
delalet-i hal / delâlet-i hal
Hâl ve hareketlerin işareti, delil olması.
delalet-i kelam / delâlet-i kelâm / دَلَالَتِ كَلاَمْ
Sözün delil olması.
delalet-i zatiye / delâlet-i zâtiye
Kendi zatıyla, bizzat kendisini eserleriyle göstererek delil olması, şahitlik etmesi.
delalet-i zımniye / delâlet-i zımniye / دَلَالَتِ ضِمْنِيَه
Gizli olarak, içten içe delil olma.
delaleten / delâleten
Delil olarak, yol göstererek.
delaletiyle / delâletiyle
İşaretiyle, deliliyle.
delil-i adalet
Adalet delili.
delil-i adem
Birşeyin yokluğunun delili.
delil-i adli / delil-i adlî
Adaletle ilgili delil.
delil-i akli / delil-i aklî
Aklî delil.
Akıl yolu ile bulunan delil. Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil.
delil-i aleni / delil-i alenî
Apaçık delil.
delil-i arşi ve süllemi / delil-i arşî ve süllemî
Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir.
delil-i asli / delîl-i aslî
Din bilgilerinin kaynakları olan Kitâb, sünnet, icmâ ve kıyâstan her biri. Aslî delîl.
delil-i azhar / delîl-i azhar / دَلِيلِ اَظْهَرْ
En açık delil.
delil-i ehadiyet
Allah'ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin delili.
delil-i fer'i / delîl-i fer'î
Aslî delîllere bağlı ve onlardan elde edilen ikinci derecede delîller. İstihsân, İstishâb, İstislâh, Örf ve âdet, Sahâbî (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kavli (sözü), fer'î delîllerden bâzısıdır.
delil-i ihtira / delil-i ihtirâ
Allah'ın hiç yoktan yaratması delili.
delil-i ihtira'
Cenab-ı Hakk'ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delil.
delil-i iknaiye / delil-i iknâiye
İkna edici, inandırıcı delil.
delil-i iman
İmanın delili.
delil-i imkani / delil-i imkâni / delil-i imkânî
İmkâna âit olan delil.
İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.
delil-i inayet
Bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzen delili.
Allah'ın inâyetinin tecellisinden gelen ve kâinatta görülen hikmet ve maslahatlara uygun en mükemmel nizam ve tam esaslı san'at; ve kâinattaki eşyaların menfaat ve faydalarını bildiren âyetler, bu inâyet delilini gösteriyorlar.
delil-i inni / delil-i innî
Olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi.
delil-i kat'i / delil-i kat'î / delîl-i kat'î
Kesin delil.
Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.
delil-i katı
Kesin delil.
delil-i kàtı'
Kesin delil.
delil-i kur'ani / delil-i kur'ânî
Kur'ânî delil.
delil-i mu'ciz
Mu'cizeli delil.
delil-i nakli / delil-i naklî
Kur'ân ve hadîs gibi nakle dayanan delil.
Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
Kur'an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil.
delil-i nübüvvet
Peygamberlik delili.
delil-i sadık / delil-i sâdık
Doğru delil.
delil-i sani / delil-i sâni
Herşeyi mükemmel bir san'atla yaratan Allah'ın delili.
delil-i satı / delil-i sâtı
Parlak delil.
delil-i şer'i / delîl-i şer'î
Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak.
delil-i sıdk
Sıdkın, doğruluğun delili.
delil-i süllemi / delil-i süllemî
(Bak: Delil-i arşî, Arş ve süllem)
delil-i şuudi / delîl-i şuûdî
Görgüye dayanan delil.
delil-i vahdaniyet / delil-i vahdâniyet
Allah'ın birliğini ilan eden delil.
delil-i vazıh / delil-i vâzıh
Açık delil, anlaşılır delil.
delil-i yakini / delil-i yakînî
Şüphe edilmeyecek derecede kesin olan delil.
delil-i zahir
Görünen, belli olan delil.
delil-i zihayat / delil-i zîhayat
Canlı delil.
delilün / delîlün
"Delildir" anlamına gelen kelime.
den'
Horluk, zelillik.
deni'
Hor, zelil.
derece-i velayet / derece-i velâyet
Velilik derecesi.
dest-res olma
Yetişme, ulaşma; br konuda delil vs. gelme, olma.
devir ve teselsül
Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması.
div-bad
Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına.
(Farsça)
Divanelik, delilik, cinnet.
(Farsça)
divane-gi / divane-gî
Delilik, divânelik.
(Farsça)
divanegi / dîvânegî / دیوانگى
Delilik, çılgınlık.
(Farsça)
divanelik / dîvânelik
Delilik.
dua ordusu / duâ ordusu
Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, velîler.
duga'
Kedi miyavlaması.
Tilki sesi.
Zelil, hakaret görmüş kimsenin sesi.
duhur
Zillet, zelillik, hakirlik, aşağılık. Adilik.
eazım-ı müçtehidin / eâzım-ı müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri.
eazım-ı muhakkikin / eâzım-ı muhakkikîn
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen büyük âlimler.
ebu cehl
"Cehalet babası" demek olan bu kelime, Hazret-i Resul-i Ekrem (A.S.M.) zamanında, mu'cizeleri ve çok delilleri ve Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı gördüğü halde iman etmeyen din düşmanı puta tapan gururlu bir müşrikin lâkabıdır. Bedir Gazasında öldürüldü.
ecell
(Celil. den.) Çok güzel. çok büyük. En üstün. Çok celil.
ecille
(Tekili: Celil) Fazilet, ilim ve rütbe itibariyle daha yüksek olanlar. Büyükler.
edille / ادله
Deliller.
Deliller.
(Tekili: Delil) Deliller, işaretler. Alâmetler. Rehberler. İsbat vasıtaları.
Deliller, kanıtlar.
Deliller.
(Arapça)
Rehberler.
(Arapça)
edille-i akliye
Akıl ile bulunan isbat vâsıtaları, akli deliler.
edille-i akliyye
Aklî deliller.
edille-i erbaa
(Edille-i şer'iye) Fık: Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller: Kitab (yani Kur'an-ı Kerim'deki deliller), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha. (Usul-ü erbaa ve edille-i asliye tabirleri de aynı mânada kullanılır.)
edille-i hakk
Hak deliller, gerçek deliller.
edille-i katı'a
İtiraz edilmeyecek derecede kat'î ve sağlam deliller.
edille-i katıa / edille-i kâtıa
Kesin deliller.
edille-i kaviyye
Sağlam deliller.
edille-i şer'iyye
Şer'î deliller; Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret dört delil.
Din bilgilerinin elde edilmesine esâs olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.
edille-i taliye / edille-i tâliye
Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.
edille-ii ilmiyye
İlmî deliler.
ehl-i keşf
Perdeli olan ve zâhir hislerle bilinmeyen hakikatları, Cenab-ı Hak'kın lütf u ihsanı ile bilen veliler.
(Farsça)
ehl-i keşif ve keramet
Allah'ın bir ikramı olarak, olağanüstü hal ve hareketlerin kendilerinde görüldüğü velî zâtlar ve mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i keşif ve velayet / ehl-i keşif ve velâyet
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler.
ehl-i şuhud
Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli.
(Farsça)
Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar.
(Farsça)
ehl-i sünnet
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir.
(Farsça)
ehl-i tahkik
Gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
Hakikatleri delilleri ile bilen âlimler.
Tahkik ehli.
ehl-i tahkik ve tetkik
Gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet
Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.
ehl-i velayet / ehl-i velâyet
Veliler, Allah dostları.
ehl-i velayet ve şuhud / ehl-i velâyet ve şuhud
Mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini Allah'ın lütuf ve ihsanıyla gözleme yeteneğine sahip insanlar, velîler.
ehl-i velayet ve tahkik / ehl-i velâyet ve tahkik
Maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini delilleriyle bilen Allah dostu âlim kimseler.
ehlivelayet / ehlivelâyet
Velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler.
el-ayetü'l-kübra / el-âyetü'l-kübrâ
En büyük delil; Şuâlar'da yer alan Yedinci Şuâ.
el-celil / el-celîl
(Bak. CELÎL)
el-hüccetü'z-zehra / el-hüccetü'z-zehrâ
Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.
emarat-ı müteferrika
Birbirinden farklı emareler, ince deliller.
ervah-ı enbiya ve evliya / ervâh-ı enbiya ve evliya
Peygamberlerin ve velilerin ruhları.
ervah-ı evliya / ervâh-ı evliya
Velîlerin ruhları.
esas-ı velayet / esas-ı velâyet
Veliliğin esası, temeli.
esbab-ı sübutiye
İsbata yarıyan sebepler. Sübut delilleri.
eser-i mu'cize
Mu'cize eseri, delili.
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
evlak
Delilik, cünun.
evliya / evliyâ / اوليا
(Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
Velîler, Allah'ın sevgili kulları.
Kalbi nurlu müminler, erenler, velîler.
Veliler.
Velîler.
(Arapça)
Önderler.
(Arapça)
Yetkililer.
(Arapça)
evliya-i abdaliye
Bir anda birkaç yerde görülebilen veliler.
evliya-ı azime / evliya-ı azîme
Büyük veliler.
evliya-i azime / evliyâ-i azîme
Büyük veliler.
evliya-yı azime / evliya-yı azîme
Büyük velîler.
evliya-yı ümmet
İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar.
evliyaullah / evliyâullah
Allahın velîleri, sevgili kulları.
ezeliyye
Ezele mensub, ezel ile ilgili, ezelîlik
ezell
Çok zelil. Çok alçak ve rüsvay olan.
ezille
Zeliller, alçaklar.
fariza / farîza
Namaz, oruç, zekât gibi kesin delil (mânâsı açık olan âyet-i kerîme) ile bildirilen emirler.
Miktârı bildirilen vârislerden her birine düşen hisse. Mîrâs payı.
farz-ı zanni / farz-ı zannî
Müçtehidlerce kat'i bir delile yakın derecede kuvvetli görülen, zanni bir delil ile sâbit olan vazifedir ki, amel hususunda farz-ı kat'î kuvvetinde bulunur. Buna farz-ı amelî de denir. Meselâ: Abdestte mutlaka başı meshetmek bir farz-ı kat'îdir. Başın dörtte birini meshetmek bir farz-ı amelîdir.
fasid daire / fâsid daire
Man: A yı B ile, B yi A ile ispat etmek. Bir düşünceyi isbat etmek için isbat edilmemiş başka bir düşünceyi delil olarak kullanmak ve bunu da isbat için isbatı istenen ilk düşünceyi doğru sayıp buna delil diye kullanmak. Yani isbat edilen ile isbat edeni birbirine delil saymak olup isabetsizdir.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö
fell
(Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
Yaralamak.
Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
Kılınç yüzündeki açılan gedik.
Susuz kır yer.
Güruh, cemaat.
Muvakkat delilik.
fenh
Kahretmek. Zelil kepaze etmek.
fenn-i münazara
İleri sürülen delilleri ve fikirleri tetkik ederek fikirlerin münasebet ve adem-i münasebetini göstererek cevap vermek san'atı.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd / فَرْدِ فَر۪يدْ
En büyük velilerin üstünde Ferdiyet makamına mazhar en büyük veli.
ferdiyet
Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan
ferdiyet zamanı
Bireysellik dönemi; büyük velîlerin çıktığı zaman.
fernud
Hüccet, delil, bürhan.
(Farsça)
fesad-ı dimağ
Akıl bozukluğu, delilik.
fıkıh
(Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin
fitne
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
garaz
(Çoğulu: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin.
Ok atılan nişan.
Izdırab. Acı.
Zelillik.
gavs-ı ferid
Eşsiz, eşi olmayan gavs; velilerin başında bulunan en büyük veli.
gavsiyet
Evliyaların başı olma, velilik mertebelerinde yüksek bir makamda olma; en büyük yardım etme makamı.
gayr-ı müekkede
Tekrarlanmamış ve takviye edilmemiş.
Zannî ve kat'î delil ile sâbit olmayıp, Peygamberimizin (A.S.M.) bazan devam buyurdukları iş veya amel.
güllabici
Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoliyle güllâbici denilirdi.
güva
Şahit, delil.
(Farsça)
hacc
Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak.
Bir yere çok tereddütle varıp gelme.
Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh.
Bir şeyden feragat etmek.
Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şer
haccac
Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı.
Delil ile galip olan.
hadi / hâdî
Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete, doğruluğa eriştiren. Önde giden.
hads
Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür'at-i intikal. Ani ve doğru idrâk. Delilden neticeye çabuk varmak.
hakaik-i müberhene ve ilmiye
İlmî ve delillerle ispatlanan hakikatler, gerçekler.
halk-ı ef'al / halk-ı ef'âl
Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)
harafe
Aklın bozulması. Delilik.
hatem-i velayet / hâtem-i velâyet
Velilik mührü.
havai / havâî
Boş; delilsiz.
havta'
Tavşan yavrusu.
Bir nevi sinek.
Delil.
hazret-i kahhar / hazret-i kahhâr
Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir hâkimiyet sahibi, düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan eden ve kudretinin karşısında her şeyi âciz bırakan Allah.
hevadi / hevadî
(Tekili: Hâdî) Rehberler, deliller, kılavuzlar.
Hidayet edenler, istikametli ve selâmetli yolu gösterenler.
hevan
Hakaret, zillet, alçaklık, zelillik, aşağılık, horluk.
hevn
Kolaylık, sühulet.
Vakar. Teenni.
Sükunet. Sekine. Rıfk.
Ufak şey. Hor ve zelil olmak.
hicac
Hüccet, delil, senet göstererek muaraza ve mübahase eylemek.
Tıb: Göz çukuru ve kaş kemiği.
hıdr-ı bahreyn-i velayet / hıdr-ı bahreyn-i velâyet
İki denize (âleme) bakan Hızır'ın veliliği.
hinne
Cinnet, cünun, delilik.
hırrit
(Çoğulu: Harârit) Delil.
Hâzık.
Mâhir, maharetli.
hiss-i sadis / hiss-i sâdis
Altıncı hiss, altıncı duygu. (Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
hizlan
(Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak.
Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet.
hizmet-i imaniye
İmana ait hizmet. İman ve Kur'an hakikatlarının mukni ve ilmi delillerle anlaşılmasına hizmet etmek; neşrinde, tebliğinde çalışmak.
hızy
Hor ve zelil olmak.
Rüsvay olmak.
huccet
Senet, vesîka, delîl, burhân.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
hüccet
Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika.
Şâhid.
Delil.
Vesika, delil.
Seçkin âlimlere verilen ünvan.
Senet, belge, delil.
huccet / حجت
Delil, kanıt.
(Arapça)
hüccet / حجت
Delil.
Delil, belge.
(Arapça)
huccet / حُجَّتْ
Delil.
huccet-hüccet
Vesika, delil, senet.
Tanınmış bilginlere verilen ünvan.
huccet-i a'zam / حُجَّتِ اَعْظَمْ
En büyük delil.
hüccet-i azam / hüccet-i âzam
En büyük delil.
hüccet-i bahire / hüccet-i bâhire
Ap açık kesin delil.
huccet-i bahire / huccet-i bâhire / حُجَّتِ بَاهِرَه
Apaçık delil.
hüccet-i haşriye
Haşrin delili.
huccet-i haşriye / حُجَّتِ حَشْرِيَه
Ölüleri dirilterek toplamanın delili.
hüccet-i iman
Güçlü ve sarsılmaz iman delili.
hüccet-i imaniye / hüccet-i imâniye
İman delili.
hüccet-i kàtı'
Kesin, şüphesiz delil.
hüccet-i katıa
Kesin delil.
Kat'i delil. Bir şeyin doğruluğunu şeksiz, şüphesiz isbata vesile olan.
(Farsça)
hüccet-i kàtıa
Kesin delil.
hüccet-i kübra / hüccet-i kübrâ
Büyük delil.
hüccet-i külliye
Kapsamlı geniş delil.
hüccet-i kur'aniye / hüccet-i kur'âniye
Kur'ân'ın ortaya koyduğu kesin delil.
hüccet-i müsbite
Bir şeyin isbatında delil olan hüccet.
hüccet-i müteaddiye
Taraflara münhasır olmayıp başkalarını da alâkalandıran delil.
hüccet-i natıka / hüccet-i nâtıka
Konuşan delil.
hüccet-i rahmet-i alem / hüccet-i rahmet-i âlem
Kâinatı kuşatan İlâhî rahmeti gösteren kesin ve güçlü delil.
huccet-i rahmet-i alem / huccet-i rahmet-i âlem / حُجَّتِ رَحْمَتِ عَالَمْ
Âleme rahmet olan zatın delili.
hüccet-i risalet
Peygamberlik delili.
hüccet-i rububiyet ve vahdet
Allah'ın Rablık ve birlik delili.
hüccet-i sermediyet
Devamlı var olma delili.
hüccet-i tevhid
Allah'ın birliğinin delili.
hüccet-i vahdaniyet / hüccet-i vahdâniyet
Allah'ın birliğinin delili.
hüccet-ül islam / hüccet-ül islâm
İslâmın delili, hücceti.
hüccetü'l-islam imam-ı gazali / hüccetü'l-islâm imam-ı gazâlî
İslâmiyet'in delili İmam-ı Gazâlî.
hüccetü'l-kübra / hüccetü'l-kübrâ
Büyük delil.
hüccetü'l-kur'an ala hizbi'ş-şeytan / hüccetü'l-kur'ân alâ hizbi'ş-şeytan
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın kesin delili.
hüccetü'l-kur'an ale'ş-şeytan ve hizbihi / hüccetü'l-kur'ân ale'ş-şeytan ve hizbihî
Şeytan ve onun taraftarlarına karşı Kur'ân'ın delili.
hüccetü'z-zehra
Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.
hüccetülislam
"İslâmın delili" mânâsında Gazalînin namı.
hüccetullah
Allah'ın hücceti, delili.
hücciyet
İhticaca salih olma. Delil sayılabilme, sağlam delil kabul edilir olma.
hücec / حجج
(Tekili: Hüccet) Deliller, senedler, vesikalar.
Deliller, belgeler.
(Arapça)
hücec-i hattiye
Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)
hudud-u cünun
Delilik sınırı.
hun
Hor ve zelil olmak.
hunu'
Horluk, zelillik, alçaklık.
hurafet
Delile dayanmayan saçma inanış.
huyut-u berahin
Delil ipleri.
icma' / icmâ'
Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı
idad
Saymak. Sayı. Hesab etmek.
Ölüm vakti.
Fark. Vergi.
Bahşiş.
Küfüv. Denk, hemtâ.
Delilik emâresi.
Parmakla hesab etmek.
iddiai / iddiaî
İddia ile alâkalı. Şahitsiz, delilsiz ve boş söz.
idla'
Delil gösterme.
Kovayı suya sarkıtmak.
ifham
İkna edip sükût ettirmek. Delil göstermekle ve isbat etmekle galip gelmek.
ihticac / ihticâc
(Çoğulu: İhticacat) Delil, vesika, şahit göstermek. Münâzaa ve mürâfaada hüccet ve delil göstermek. Bir mes'elenin şüphesizliğini delillerle isbat etmek.
Hüccet, delil göstermek.
Delil gösterme.
ihticacat
(Tekili: İhticac) Delil, şahit göstermeler.
ihticacen
Delil, şahit ve vesika gösterme yoluyla.
ikan / îkan
Delil ve ispat üzerine inanma.
ikaniyye / ikâniyye
Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
iknaiyyat-ı hitabiyye
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
ıkta'
(Kat.'dan) Delil göstererek susturma.
Mülkiyeti devlete ait olan bir arazinin menfaatinin hazinede istihkakı bulunan kimseye padişah tarafından verilmesi.
Maktuan ihâle.
ilm-i usul / ilm-i usûl / عِلْمِ اُصُولْ
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
Delillerden hüküm çıkarmayı öğreten ilim.
ilm-i yakin / ilm-i yakîn
İlmî delillere dayanan kesin bilgi.
ilmelyakin / ilmelyakîn
İlmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilme.
ilzam / ilzâm / اِلْزَامْ
Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.
Delil göstererek muhalifi susturmak.
Delille cevab veremez hâle getirme.
ilzam eden
Delil getirerek karşısındakini susturan.
ilzam etme
Delillerle muhatabı susturma.
ilzam-ı hüccet
Delili kabul ettirme.
imam
Bir ilimde sözü delil kabul edilebilecek derecede derin ve geniş bilgi sahibi olan âlim.
Öne geçmek.
Önde ve ileride olan. Delil ve rehber.
Cemaate namaz kıldıran.
İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan.
Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden.
Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim.
imam-ı muhammed bakır / imam-ı muhammed bâkır
(Hi: 75-117) Hz. İmam Zeynelâbidin'in oğlu, Hz. İmam-ı Hüseyin'in torundur. Hz. İmam-ı Ca'fer-i Sadık'ın babasıdır. On iki imamın beşincisidir. Büyük bir âlim ve en meşhur velilerdendir (K.S)
imtihan
Hor ve zelil kılmak.
inayet delili
Alah'ın kâinata koyduğu nizam, intizam delili.
(Bak: Delil-i inayet)
inni / innî
Eserlerden eser sahibine götüren delil.
ipucu
Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika.
irhasat
Hayırlı işlerle uğraşmak.
Sağlam şey.
Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.
isbat / isbât
Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek.
Sabit ve muhkem kılmak.
Bâki ve pâyidar eylemek.
Delil. Bürhan. Şâhit.
Sağlamlaştırma, dayanıklı hâle getirme. Delil ve şâhit göstererek bir sözün ve fikrin doğruluğunu ortaya koyma.
Tasavvuf yolunda ilerlerken Lâ ilâhe dedikten sonra illallah demek.
Delil göstererek hakikatı ortaya koyma.
işhad
Delil getirme, delil olarak gösterme. Şehadet ettirme, şâhid gösterme.
Şehid olma.
ism-i zahir / ism-i zâhir
Allah'ın varlığının eserleriyle ve delilleriyle âşikâr ve görünür olduğunu ifade eden ismi.
istidad-ı tahkik ve terakki
Delilleriyle inceleme ve ilerleme istidadı, yeteneği.
istidlal / istidlâl / استدلال / اِسْتِدْلَالْ
Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.
Delil getirme, hüküm için çıkarımda bulunma.
Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.
Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
Delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.
Delil ile hüküm çıkarma, akıl yürütme, delillerin ışığında yargıda bulunma.
(Arapça)
Delil getirme.
istidlalat / istidlâlât
Delil getirme, akıl yürütme, çıkarımda bulunma.
istidlalen / istidlâlen
İstidlal suretiyle, delil ile.
Delil getirerek, akıl yürüterek.
istidlaliyat / istidlâliyat
Bir konu ve iddia hakkında delil arama işlemleri.
istihraç
Delillerden hareketle hüküm çıkarma.
istihraci / istihracî
Eldeki delillerden hüküm çıkarır tarzda.
istihsan
Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek.
Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.
Güzel bulma, güzel görme.
Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö
istinad
Dayanma. Güvenme.
Sened veya delil söylemek, göstermek.
istinbat
Eldeki delillerden yeni hükümler çıkarma.
istişhad / istişhâd
Birisinin şâhidliğini istemek. Şâhid göstermek. Delil olarak ileri sürmek.
Şehid olmak.
Şahit gösterme, şahit tutma, delil olarak gösterme.
Şahid gösterme. Delil getirme, belge.
Şehid olma.
istişhad etme
Şahit gösterme, şahit tutma, delil getirme.
istişhadat
(Tekili: İstişhad) Şâhid göstermeler, delil olarak misâl göstermeler.
Şehid olmalar.
istizlal
(Zill. den) Aşağılık ve zelil görme.
Bayağı ve âdi görülme.
itkan
Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
ittifak ve tahkik
Bir gerçek üzerinde birleşme ve delillere dayanarak ispat etme.
ittizah-ı delil
Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması.
Delilin açıklığı.
ityan
Delil getirmek.
Gelmek.
Vermek.
Vüsul, vasıl.
Vârid olmak.
Zikir ve isbat ve takrir eylemek.
iz'an-ı yakin / iz'ân-ı yakîn
Kesin delile dayalı olan sağlam inanç.
izafiyyet / izâfiyyet / اضافيت
Görecelilik.
(Arapça)
ızra'
Zelil etmek, hor hakir etmek, alçaltmak.
izzet
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
Bulunmaz derecede az olan şey.
kahhar / kahhâr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı, nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmâ nlı ölen mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağı
kahraman-ı velayet / kahraman-ı velâyet
Velîlik alanında kahraman.
kaide-i istidlal / kâide-i istidlâl
Bir konu hakkında ispat için uyulması gerekli delil sunma kaidesi; çıkarımda bulunma kaidesi.
kam'
Kahretmek. Zelil etmek.
Zabtetmek. Ezmek. Kırmak.
Hasta etmek.
Başına vurmak.
Bir sese kulak verip dinlemek.
Ağzı dar olan bir şeyin içine huni ile akıcı maddeyi koymak.
Huni.
kamıh
Kam' eden, ezip kıran, mahveden, perişan eden. Kahreden, yok eden. Alçaltan, zelil eden.
kanıt
(Bak: Delil)
karine / karîne
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ip ucu. Anlaşılması zor olan hususun hak ve hakikatına dâir cüz'i delil olan şey. İşaret.
Emâre, alâmet. Bir şeyin hakîkatine delil olan şey.
karine-i taayyün
Belli edici ve tayine yardım eden iz, işaret, delil.
Belli edici ve tâyine yardım eden iz, işâret, delil.
kases
Hidayet edici delil.
kat'
Kesme, ayırma.
Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
Delil ve bürhan ile ilzam etmek.
Edb: Sözün te'sirini arttırmak ve dinleyenin anlayışına bırakmak için söz bitmeden kesivermek."İmtihan geliyor. Çalışın, yoksa..."Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz Size rehberl
kat'i delalet / kat'î delalet
Şüphesiz, kat'i delil.
kat'i delil / kat'î delil / kat'î delîl
Kesin, şüphesiz delil.
Kesin delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.
kat'i senet / kat'î senet
Kesin delil.
kat'iyy-üd delale
Bir ibârenin ifâde ettiği mânaya veya hükme delâletinin kat'i ve şeksiz olması. Delilin kat'i, şüphesiz oluşu.
kat'iyyü'l-metin olduğu gibi / kat'iyyü'l-metîn olduğu gibi
(Delil olan) Söz kat'î ve şüphesiz olduğu gibi (sözün, âyet veya hadis olduğu kesin ve şüphesiz olduğu gibi).
kavl-i mücerred
Delilsiz söz.
kayyum-i alem / kayyûm-i âlem
Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.
kaziye-i bedihiyye
Man: Delil ile isbata muhtaç olmaksızın, aklın cezmen hüküm ve tasdik eylediği hüküm. Bu iki kısma ayrılır:1- Kaziye-i bedihiyye-i akliyye: Aklın hârice danışmayarak ve havassın (hislerin) tavassut ve yardımına muhtaç olmayarak tasdik eylediği kaziyeye denilir ki; akıl mücerret mevzu ve mahmulünü ta
kaziye-i nazariyye
Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.
kaziye-i tasdiki / kaziye-i tasdikî
Delillerle tasdik edilip onaylanan hüküm, önerme.
kebb
Hor ve zelil etmek, yüzü üstüne bırakmak, helâk etmek.
kebt
Zelil etmek, hor hakir etmek.
Sarfetmek, harcamak.
kelam / kelâm
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.
kelile
(Bak: KELİL)
kemalat / kemalât
(Tekili: Kemal) Faziletler, iyilikler, mükemmellikler. Ahlâk ve huy güzellikleri. Terbiyelilik, edeblilik.
kemalat-ı velayet / kemâlât-ı velâyet
Velilik vasıfları.
kerahet-i tahrimiyye / kerâhet-i tahrîmiyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.
kerahet-i tenzihiyye / kerâhet-i tenzîhiyye
Yasak olmasına kuvvetli ve açık bir delil bulunmayan ancak yapılması iyi olmayan şeyler. Helâle yakın mekrûh.
keramat
Kerametler, velilerin olağanüstü işleri.
keramet / kerâmet / كرامت
İkrâm, üstünlük.Hangi peygamberin ümmetinden olursa olsun, velîlerden âdet dışı, yâni fizik, kimyâ ve fizyoloji kânunları dışında meydana gelen şeyler, hâdiseler.
Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.
Cömertlik, kerem.
(Arapça)
Velîlerin gösterdikleri olağandışı hal.
(Arapça)
kerküz
Delil, işâret, alâmet.
(Farsça)
keşf-i evliya
Velilerin mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmesi.
kibar
(Tekili: Kebir) İnce ve nârin yapılı. Terbiyeli ve nezaket sahibi. Hassas.
Kebirler. Büyük rütbeliler. Büyükler.
kitab-ı ilzam ve iskat / kitab-ı ilzam ve iskât
Karşısındakini delillerle mağlup edip susturan kitap.
kuddise sirruhu / kuddise sirruhû
İlâhî hikmetten öğrendiği sırlar mübarek ve pak olsun anlamında, büyük veliler için kullanılan bir hürmet ifadesi.
kuddise sırruhu'l-ali / kuddise sırruhu'l-âlî
Yüce sırrı mübarek ve temiz olsun; büyük veliler için kullanılır.
küfr-i mutlak
Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.
kulub-u nuraniye aktabı / kulûb-u nuraniye aktâbı
Nuranî kalp sahiplerinin kutupları, en önde gelenleri—velilerin ileri gelenleri gibi.
kur'an-ı azimü'l-burhan / kur'ân-ı azîmü'l-burhân
Delilleri apaçık ve yüce olan Kur'ân.
kur'an-ı bahirü'l-burhan / kur'ân-ı bâhirü'l-burhan
Kesin, güçlü ve apaçık delillere sahip olan Kur'ân.
kutbiyet / قُطْبِيَتْ
Velilikte yüksek bir makam.
kutu'
Zelil olmak. Hakarete uğramak.
kütüb-ü muhakkikin / kütüb-ü muhakkikîn
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimlerin kitapları, eserleri.
kuvve-i velayet / kuvve-i velâyet
Velîlik kuvveti.
kuvvet-i velayet / kuvvet-i velâyet
Velîlik kuvveti.
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
lak
Hakir, zelil, aşağı.
(Farsça)
Tahta kadeh.
(Farsça)
laki / lakî
(Lâkıy) İtibarsız ve değersiz, zelil kimse.
Önemsiz ve kıymetsiz şey.
lale
Lâle denen meşhur çiçek.
Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka.
İncir koparmak için ucu çatallı değnek.
laş
Hakir ve aşağılık kimse. Adi, zelil, itibarsız ve alçak kişi.
(Farsça)
Çapul, yağma.
(Farsça)
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bir mesele hakkında hiçbir delil ve işarete ihtiyaç olmadan, o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey (insan denilince ilim kabiliyetinin akla gelmesi gibi).
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
leim
Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri.
Mayası bozuk ve kötü.
leiman
(Tekili: Leim) Alçak, zelil ve aşağılık kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
leimane
Alçakça. Zelilane bir tarzda.
lemem
Günaha yakın olmak.
Küçük günahlar.
Delilik, cünun.
Musibete yakın olmak.
leşker-i dua / leşker-i duâ
Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu.
liam
(Tekili: Leim) Alçak, aşağılık ve zelil kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
limmi / limmî
Eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi.
lümmi / lümmî
Toplanmaya dâir.
Nazarî ve aklî delil.
lüzum-u beyyin
İsbata ihtiyacı olmayan şey. Cehil, ilimsizliğe lüzum olması gibi. Ve yine meselâ: Kör olmak, görmemezliğe delildir. (Lüzum-u beyyin'in zıddı: "Lüzum-u gayr-ı beyyin"dir. İsbata ihtiyacı olan şey demektir.)
ma'na-yı harfi / ma'nâ-yı harfî / مَعْنَايِ حَرْف۪ي
Başkasını gösteren ve başkasına delil olan ma'na.
ma'na-yı ismi / ma'nâ-yı ismi / مَعْنَايِ اِسْمِي / ma'nâ-yı ismî / مَعْنَايِ اِسْم۪ي
Kendisini gösteren ve kendisine delil olan ma'na.
Kendisini gösteren ve kendisine delil olan ma'na.
maddiyunluk
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.
mahcuc
Kasdolunmuş olan.
Çok gidilip gelinen.
Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan.
Mekke-i Mükerreme'nin bir adı.
Kendi yerine hacca gidilmiş olan.
mahcur / mahcûr
Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse.
mahruyan
Güzeller, ay yüzlüler.
(Farsça)
Mc: Veliler. Allah'a itaatten ayrılmayan manevî güzellik sâhibi kimseler.
(Farsça)
makam-ı hitabi / makam-ı hitabî
Zanni delil ile iktifa edilen makam.
makam-ı ifham
Delille susturma makamı.
makam-ı istidlal / makam-ı istidlâl
Delil getirme makamı, delil getirme mevkii.
makamat-ı evliya / makamât-ı evliya
Velilerin manevî makamları.
makamat-ı velayet / makamât-ı velâyet
Velîlik makamları.
manevi tefsir / mânevî tefsir
Kur'ân-ı Kerimin işaret ettiği hakikatleri asrın ilmî gelişmeleri ışığında ortaya koyarak, iman hakikatlerini güçlü ve sarsılmaz delillerle açıklayan, yorumlayan eser.
mantık
Söz.
Mantık ilmi, vasıta ve delil arasında tutarlılık.
mecanin
Mecnunlar. Deliler.
mecenne
Kalkan, siper.
Delilik, mecnunluk, divanelik.
mecnunane
Delice, divanece. Mecnunlara ve delilere yakışır surette.
(Farsça)
mecnuniyet
Delilik. Mecnunluk.
mecnunluk
Delilik, akılsızlık.
meczubin / meczubîn
(Tekili: Meczub) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar.
medarlar
Yirmi Dokuzuncu Söz'de bulunan bölümler; haşir ile ilgili deliller.
medlul / medlûl / مَدْلُولْ
Delâlet olunan. Gösterilen.
Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan.
Delil getirilmiş şey.
Delalet olunan, gösterilen.
Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
Delîlin (alâmet ve işâretin) delâlet ettiği, gösterdiği şey.
Kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan.
Delil getirilen.
medlul-ü mecazi / medlûl-ü mecâzî / مَدْلُولُ مَجَاز۪ي
Mecazî olarak delil getirilen.
medlul-ü zihni / medlûl-ü zihnî / مَدْلُولُ ذِهْنِي
Zihindeki delillendirilmiş ma'na.
medluliyet / medlûliyet
Kendisine delil getirilme.
medluliyyet / medlûliyyet
İşâret ve delil olma hâli.
Kendisine delil getirilme.
mefhum-ı muhalif / mefhûm-ı muhâlif
Lafızda zikredilmeyen mânânın, bizzat zikredilen mânâya, hükümde zıt olan mânâ. Mefhûm-ı muhâlif; Şâfiîlere göre, hüküm için sahîh, mûteber bir delîl olduğu hâlde, Hanefîlere göre böyle değildir.
mehanet
Küçültme. Küçük görülme.
Hor ve zelil olmak. Zayıf ve zebun olmak.
Tedbiri azca olmak.
mekruh / mekrûh
İğrenç, nahoş görülen şey.
Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
Mihnet. Şiddet.
Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl
melile
(Bak: MELÎL)
menakıb / menâkıb
Menkıbeler. Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları. Menkabenin çokluk şeklidir.
mensus / mensûs
Âyet ve hadîs gibi kesin delillerle tesbit edilmiş olan.
meratib-i delalat / merâtib-i delâlât
Delillerin, işaretlerin mertebeleri.
meratib-i velayet / merâtib-i velâyet
Evliyalık, velîlik mertebeleri, dereceleri.
mertebe-i velayet / mertebe-i velâyet / مَرْتَبَۀِ وَلَايَتْ
Velilik mertebesi, derecesi.
Velilik mertebesi.
mes'elede müctehid
Mezheb reîsinin bildirmediği mes'eleler için, mezhebin usûl ve kâidelerine bağlı kalarak, dînî delillerden hüküm çıkaran âlimler.
meşarib-i evliya / meşârib-i evliya
Velîlerin meşrepleri, tasavvuf yolunda ortaya koydukları ve takip ettikleri yöntemler.
meşayıh / meşâyıh
Şeyhler, velîler, evliyâ. Şeyh kelimesinin çoğuludur.
meşayıh-ı kiram / meşâyıh-ı kirâm
Büyük velîler, büyük zâtlar.
mesel
Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye.
Dokunaklı ve mânalı söz.
Benzer. Misil.
Delil. Hüccet.
Örnek, benzer, nümune.
Dokunaklı ve mânâlı söz.
Yararlı hikâye.
Delil, hüccet.
meşkukiyet
Şüphelilik. Şüpheli oluş.
mevlana halid
(Hi: 1192-1242) Yüzyıl evvelinin müceddidi olduğu milyonlarca irşad ettiği kimselerin şehadetiyle sabit olmuştur. Şam'da vefat etmiştir. Hz. Osman bin Affan (R.A.) soyundandır. İlim ve takvada ve her çeşit makbul vasıflarda, devrindeki en ileri âlimlerin ve velilerin fevkinde idi. Bütün ömrünü zühd
mevrid-i nass
Nass ile gelen mes'ele. Nass olan yer. Kat'i delil olan husus.
Hakkında kesin delil olan husus.
mevsuk
Güvenilir, delilli, vesikalı.
Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan.
Sağlam.
Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
mevsukan
Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde.
mezellet
Alçaklık. Zelillik.
Aşağılık, zelillik.
mezheb
Gitmek, tâkib etmek, gidilen yol. Mutlak müctehîd denilen dinde söz sâhibi âlimlerin, müslümanların yapmaları gereken hususlarla ilgili olarak dînî delîllerden (Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve İcmâ'dan) hüküm çıkarma usûlleri ve çıkarıp bildirdik leri hükümlerin hepsi.
mezhebde müctehid
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delîllerden (kaynaklardan) yeni hükümler çıkarabilen İslâm âlimi. Buna müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de denir.
mezhebsiz
Müctehid (dînî delîllerden hüküm çıkarabilen büyük âlim) olmadığı hâlde, dört hak mezhebden birine tâbi olmayan, mezhebleri kabûl etmeyen ve dînî delillerden kendi anlayışına göre hüküm çıkarıp, buna göre amel eden veya böyle birine uyan kimse.
mirac-ı keramet
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) veliliğinin kerâmeti olan mirca.
mısdak / mısdâk
Doğrulayıcı delil, ölçüt, kriter.
misdak / misdâk
Onaylayıcı delil.
mu'cize
Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
mu'sırat
Sıkım zamanı gelmiş üsâreliler. (Üzüm gibi)
Bora ve kasırgalar.
Yetişkin kızlar.
mü'te
Cinnet, delilik.
Sar'aya benzer baygınlık.
mu'tezile
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
müberhen
Hakkında kesin deliller gösterilen.
Delilli ve bürhanlı. İsbatlı. Delillerle sâbit olmuş.
Delilli, ispatlı.
müberhene
Delillerle ispatlanmış.
müctehed-ün-fih
Hakkında kat'i delil bulunmayan mesele.
müctehid
İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.
İçtihâd eden, âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimi.
müçtehid
Âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan.
müctehid fil-mezheb
Mezhebde müctehid; mezheb reisinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dört delîlden (Kitâb, yâni Kur'ân-ı kerîm, sünnet, icmâ', kıyâs,hüküm çıkaran İslâm âlimi. Buna, müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de den ir.
müctehid-i mukayyed
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, delîllerden yeni hükümler çıkaran İslâm âlimi. Mukayyed müctehid.
müctehid-i müntesib
Mezheb reîsinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, edille-i şer'iyyeden (dört ana delîlden) hüküm çıkaran İslâm âlimi. Buna, müctehid fil-mezheb (mezhebde müctehid) de denir.
müctehid-i mutlak
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve diğer dînî delillerden (kaynaklardan) istinbât ederken, çıkarırken kendine mahsûs kâide ve usûl koyan müctehid. Buna, müctehid fiş-şer' ve müctehid-i müstekıl de denir.
müdafaat-ı ilmiye
Delil ve bilime dayanan müdafaalar, savunmalar.
müdellel / مُدَلَّلْ
Delilli ve isbatlı olan. İsbat ve tasdikine delil gösterilmiş olan. İsbatlı.
Delilli, ispatlı.
Delilli, ispatlı.
Delille isbatlanmış, delilli.
müdellelen
Delil gösterecek ve şahid ile isbat edilerek.
müdli / müdlî
Şâhid ve delil gösteren.
müfhim
İfham eden. Delil ile susturan. Ağız açtırmayan.
muhacce
(Hüccet. den) İddiâ edip münakaşa ederek deliller ve hüccetler gösterme. İsbatlar gösterme.
muhakeme etmek
Hüküm vermek için delilleri incelemek; yargılamak.
muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen.
muhakkikane
Gerçekleri delilleriyle araştırarak.
muhakkıkin / muhakkıkîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin / muhakkikîn
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf erbabı âlimler.
Hakikatı bulup meydana çıkaranlar.
İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
muhakkıkin-i asfiya / muhakkıkîn-i asfiyâ
Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ve hakikatleri delilleriyle bilen ilim ve takvâ sahibi büyük zatlar.
muhakkıkin-i ehl-i tarikat / muhakkıkîn-i ehl-i tarikat
Tarikata mensup olanlardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkıkin-i eimme / muhakkıkîn-i eimme
Gerçekleri derinlemesine araştıran ve delilleriyle bilen imamlar.
muhakkıkin-i evliya / muhakkıkîn-i evliya
Evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkıkin-i islam / muhakkıkîn-i islâm
İslâm'ın hakikatlerini araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin-i islam / muhakkikîn-i islâm
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen İslâm âlimleri.
muhakkıkin-i islamiye / muhakkıkîn-i islâmiye
Hakikatleri araştırıp delilleriyle bilen büyük İslâm âlimleri.
muhakkikin-i kelamiye / muhakkikîn-i kelâmiye
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen kelam âlimleri.
muhakkikin-i nev-i beşer / muhakkikîn-i nev-i beşer
İnsan türünün gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen fertleri.
muhakkıkin-i sofiye / muhakkıkîn-i sofiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkikin-i sofiye / muhakkikîn-i sofiye
Meseleleri delilleriyle araştırıp bilen tasavvuf erbabı kimseler.
muhakkıkin-i sufiye / muhakkıkîn-i sufiye
Gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen tasavvuf ehilleri.
muhakkikin-i sufiye / muhakkikîn-i sufiye
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen tasavvuf âlimleri.
muhakkıkin-i ulema / muhakkıkîn-i ulema
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikin-i ulema / muhakkikîn-i ulema
Gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
muhakkikler
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle ortaya koyan ilim adamları.
muhakkir
Hakir gören, zelil ve hor gören.
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
mukallid
Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.
mukayyed müctehid
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delillerden (kaynaklardan) yeni hüküm çıkaran İslâm âlimi. Müctehid fil mezheb de denir.
mükellefin / mükellefîn
Vazifeliler. Mükellefler. Bir şeyi ödemek zorunda bulunanlar.
mükibb
(Kebb. den) Bir şeyin üzerine çok düşen. Gayretle çalışan.
Çok lüzumlu olan.
Yüzü üstüne sürünen, zelil olan.
murdar / murdâr
Kendiliğinden ölmüş veya kasten besmelesiz kesilmiş olan hayvan, leş ve domuz eti gibi kendileri kat'î yâni kesin ve açık delîl ile haram olan şey.
müsbet
İsbât olunan. Delilli. Açık ve sabit olan.
Menfinin zıddı. Pozitif, olumlu.
Yazılıp kaydedilmiş. Tesbit edilmiş olan.
müstedell
(Delâlet. ten) İstidlâl olunmuş. Bir delil ile isbat edilmiş. (Müstedlel, yanlıştır.)
müstedill
(Delâlet. den) Delil ve hüccet gösterilerek isbat edilen.
müstedlel
Bir delil ile ispat edilmiş, delilli.
Delillendirilmiş, kanıtlı.
müstenid
Bir şeye dayanan. Bir şeyin üzerine koyulmuş.
İstinad eden, dayanan, güvenen.
Bir delili, şâhidi olan.
müsteniden
İstinad ederek, dayanarak, güvenerek.
Bir delil ve şâhid göstererek.
müstezill
(Zelil. den) Birini hor ve hakir gören. Bir kimseyi zelil gören.
mütekellimin / mütekellimîn
Kelâm âlimleri. İslâm dîninin îmân bilgilerini, naklî (dînî) ve aklî delillerle îzâh eden, açıklayıp isbatlayan büyük âlimler.
mütemessik
Temessük eden. Sıkı sıkı yapışıp tutan.
Bir delil ve şahide dayanan, delile istinad eden.
mütenassıs
Tedkik edilip incelendikten sonra karar verilen.
Delil ve hüccet ile sabit olan.
müteva'ir
Hakir, zelil. Nefret edip kimse yanına gelmeyen.
müteyyim
Aşk ve muhabbetin hor ve zelili olan kimse.
mütezellil
Tezellül eden. Alçalan, zillete katlanan. Kendini zelil gösteren.
mütezellilane / mütezellilâne
Zelil olarak, alçalarak, zilletini bilip göstererek.
Zelil olarak, alçaklara yakışır surette, alçakçasına. Kendi hiçliğini bilir surette, kusur ve aczini anlamakla.
(Farsça)
muvazenet / muvâzenet
Dengelilik, eşitlik.
müzellil
Zelil eden, zelil kılan, alçaltıcı, hakirleştiren.
muzill
Zelil kılan. Zillete düşüren.
Adileştiren.
müzill
Zelil kılan, hakir eyleyen.
Bâzı kullarını aşağı ve zelîl eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
na-kes
Hasis olan.
(Farsça)
Zelil, insaniyetsiz, alçak, deni.
(Farsça)
nakli delil / naklî delil
Kur'ân ve hadis gibi nakle, haberlere dayanan delil.
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
naşi
Neş'et eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş.
Delil, dolayı, ötürü, sebebiyle.
Geceleyin meydana gelip zâhir olan şey.
Yetişmiş oğlan veya kız.
naşie
Delil. Zuhur.
Gündüz veya gecenin evvelki saati.
Uykudan sonra kalkmak hali ve uyanık olduğumuz hal.
nass
Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle
nass-ı hadis
Hadisin açık, gerçek ifadesi. Muhtemeli olmayan sağlam mânaya delâlet eden lâfız. Delil mânâsına olan "Nass-ül fukaha" bundan alınmıştır.
nass-ı kat'i / nass-ı kat'î
Kesin delil ve senet; Kur'ân ve sahih hadis gibi.
nass-ı katı'
Mânâsı açık olan Kur'an âyetlerinden delil olarak gösterilen âyet.
nazar-ı velayet / nazar-ı velâyet
Velîlik bakışı, velâyet gözü.
nazm-ı celil
Pek büyük kıymetli nazm edilmiş güzel söz.
Kur'an-ı Kerim'in bir vasfı.
Celil olan Cenab-ı Hakk'ın nazmı.
necaset-i galiza
Pisliği hakkında şer'î bir delil mevcut olup hilâfına başka bir delil bulunmayan necasettir. ( Lâşe gibi)
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
nesh
Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.
netice-i burhan-ı bahir / netice-i burhan-ı bâhir
Açık, parlak, kesin ve sağlam delilin sonucu.
nisvan-ı zelil
Ahlâken ve dinen düşmüş, zelil olmuş kadınlar.
nübüvvet da'va etmek
Peygamber olduğunu bildirip doğruluğunu isbat için deliller göstermek, peygamberliğini ileri sürmek.
nur-u velayet / nur-u velâyet
Velilik ışığı.
pakan
(Tekili: Pâk) Temizler, pâklar.
(Farsça)
Mc: Veliler, evliya.
(Farsça)
payedari / payedârî
İtibarlılık, rütbelilik, pâyedarlık.
(Farsça)
racih
Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan.
Fık: Beyyinatta, bürhan ve delilin tercihinde delili üstün, beyyinesi evlâ ve makbul olan taraf.
racih-i mercuh
Bürhan ve delillerin tercih ve üstünlük esasları.
rasihane / rasihâne
Sağlamca, sağlam delil ve bürhana dayanmak suretiyle.
(Farsça)
re'y
Müctehid İslâm âlimlerinin, açıkça bildirilmeyen bir mes'ele hakkında dînî delillerden yâni Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve icmâ-i ümmetten çıkardıkları hüküm, kıyâs.
rekz
Dikmek, yerleştirmek, delil getirmek.
ribet
(Çoğulu: Riyeb) şüphelilik. şüpheye düşme.
rivayet-i sadıka / rivayet-i sâdıka
Senet ve delillerle sâbit, şüphesiz, doğru rivâyet.
rumuzat-ı neşriye / rumuzât-ı neşriye
Âhiretteki dirilişin ince delilleri.
rüyuh
Zelillik, horluk, hakirlik.
Zayıflık.
sadık-ı şahid
Doğru şahid, delil.
sagar
Zelillik, alçaklık, âdilik.
sagır
Zelil ve aşağılık kimse.
şah-ı evliya / şâh-ı evliya / شَاهِ اَوْلِيَا
Allah'ın sevgili kulu olan velîlerin reisi, lideri.
Bütün velilerin piri (Hz Ali Efendimiz).
şah-ı velayet / şâh-ı velâyet / شَاهِ وَلَايَتْ
Velîlik makamının şâhı, başı.
Bütün velilerin pîri olan Hz. Ali Efendimiz (r.a).
şahid-i kàtı'
Kesin, şüphesiz delil.
şahid-i tevhid
Allah'ın birliğinin şahit ve delili.
şahid-i vahdaniyet / şahid-i vahdâniyet
Allah'ın bir ve tek oluşunu gösteren şahid, delil.
sahife-i ayat-ı tekviniye / sahife-i âyât-ı tekvîniye
Yaratılışa ait delillerin sayfası.
şahitler
Deliller, tanıklar.
şayan-ı ihticac
Delil ve isbatın makbuliyeti.
sebet
Hüccet, delil.
sebr ve taksim
Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
sedd-i zerai'
Şer'an memnu olan bir şeye vesile teşkil eden mübah fiillerin de men edilmesi. "Def-i mefasid, celb-i menafiden evlâdır." Buna binaen insan, şer'an memnu olan herhangi bir şeye sâik olacak şeylerden sakınması icab eder, o şeyler hadd-i zâtında mennu olmasa da. Bu husus Mâlikî Mezhebinde delil kabul
şefaat
Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
şehadet-i kat'iye
Kesin şahitlik, kesin delil.
selef-i müçtehidin / selef-i müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kâbiliyetine sahip olan İslâmın ilk dönemlerinde yaşamış İslâm âlimleri.
semavi ayetler / semavî ayetler
Cenab-ı Hakkın varlığına ve birliğine işaret eden gökyüzündeki deliller.
sened / سَنَدْ
Delîl, dayanak.
Hadîs-i şerîfleri rivâyet edenlerin silsilesine verilen ad.
Bir hakkı tesbit eden yazılı vesîka.
Kuvvetli delil olabilecek söz veya yazı.
sened-i sahih
Sağlam olduğunu gösterir delil.
senedat / senedât
Senetler; kuvvetli deliller.
serrişte
İp ucu. Emâre, delil. Vesile.
(Farsça)
Başa kakmak.
(Farsça)
Maksad.
(Farsça)
sertac-ı evliya
Velîlerin baş tacı.
seyf-i burhan
Burhanın, delilin kılıcı.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Dış âlemdeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.
Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.
seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî
Nefsin iç âlemindeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.
Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü.
sıddikin-i muhakkikin / sıddîkîn-i muhakkikîn
Daima doğruluk üzere ve Allah'a ve peygambere sadakatte en ileride olan, hakikatleri delilleriyle bilen büyük araştırmacı âlimler.
sıddikiyet / sıddîkiyet
Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam.
Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır.
Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.
sifle
Adi, alçak, zelil, terbiyesiz.
sıgar-ı nefs
Zelil ve hakir olma hali. Küçüklük, kıymetsizlik.
silsile-i berahin / silsile-i berâhin
Deliller zinciri.
sırr-ı velayet / sırr-ı velâyet
Velîlik sırrı.
şuaat-ı istişhad / şuâât-ı istişhad
İstişhad ışınları; şahit ve delil gösterme ışığının hüzmeleri, ışınları.
şuayb
Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k
sultan
Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
Allah. (C.C.)
Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
Hüccet ve delil.
Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin
sultan-ı evliya
Velilerin sultanı, reisi.
sultanü'l-evliya
Bütün velilerin sultanı olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
sünnet
Yol, kânun, âdet.
Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadığı şeyler.
Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört temel delîlden biri. Hadîs-i şerîfler.
Şerîat yâni İslâm dîni.
sünusi / sünusî
(Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy
şüpheli şeyler
Helâl ve haram olduğu açıkça bildirilmeyen şeyler; şüpheliler.
ta'bid
Mükerrem etmek.
Katran bulaştırmak.
Hizmet etmek.
Zelil etmek.
Zelil etmek, kepaze yapmak.
tabakat-ı evliya / tabakat-ı evliyâ
Velilerin tabakaları, dereceleri.
tafsili iman / tafsîlî îmân
Îmân edilecek hususlara genişçe, delîlerini bilerek ve ayrı ayrı inanmak.
tagame
(Çoğulu: Tıgâm) Hor ve zelil kimse.
Ufacık kuşlar.
tahacüc
Hüccetleşmek. Birbirinden hüccet talep etmek, delil istemek.
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
tahakkümi / tahakkümî
Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.
Zoraki ve delilsiz olma.
Delilsiz dâvâ.
tahkiki
Araştırarak ve kesin delillere dayanarak.
tahkiki iman / tahkikî iman
Araştırarak ve kesin delillere dayanarak elde edilen iman.
tahlil
Müşkül meseleyi halletmek.
Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
Eritmek.
Bir şeyi helâl kılmak.
Yemine kefaret etmek.
Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
Fiz:
tahmin
(Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
tahrimen mekruh / tahrîmen mekrûh
(Vâcibin zıddı) Harama yakın iş olup, zannî delil ile olan nehiydir.
Kur'ân-ı kerîmdeki ve hadîs-i şerîfteki delîlinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın olan fiil, iş.
tahyis
Zelil etmek, kepaze etmek.
Boyun eğdirmek. Muti etmek.
takallüd
Takınma; kılıç (gibi keskin olan delil silahını) kuşanma.
taklid / taklîd
İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna
taklidi / taklidî
Taklide ait. Sathî.
Delil ve sened istemeden kabul edilen.
takrid
Devenin gövdesinde olan keneyi yolup gidermek.
Hor ve zelil etmek.
takva / takvâ
Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
talim-i iman-ı tahkiki / tâlîm-i imân-ı tahkikî
Delillere dayalı bir şekilde iman dersi verme.
tansis
Tetkikten sonra karar vermek.
Bir mes'eleyi ve hükmü, şer'î delillere isnad etmek.
tansis etmek
İnceden inceye araştırmak ve delille ispat etmek.
tarik-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gösterdiği velîlik yolu.
tarik-i velayet / tarik-i velâyet
Velilik yolu.
tarik-ı velayet serlevhası / tarik-ı velâyet serlevhası
Velilik yolunun başlığı; 29. Mektubun 9. kısmı olan Telvihat-ı Tis'a.
tasvir-i müddea / tasvir-i müddeâ
İddia edilen şeyin delilsiz tasviri, san'atlı bir biçimde anlatımı.
tazannün
(Zann. dan) Sanma, zan ile iş görme, delilsiz hükmetme.
te'vilat / te'vilât
(Tekili: Te'vil) Te'viller. Zâhiren yakın mâna ve delil nakletmek sebebiyle başka mâna vermeler.
tebkit
Tekdir etmek. Azarlamak. Vurmak. Başa kakmak.
Delil ve bürhanla galip gelip susturmak.
Azarlama, ağlatma, delil getirerek susturma.
tedliye
Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
Şaşırma, dehşete düşme.
Delil ve vesika hazırlama.
(Akıl) gitmek.
Ahmak etmek, salaklaştırmak.
tefih
Hakir, zelil.
Lezzeti olmayan.
teftih
Hor ve zelil etmek.
Kahretmek.
teftiş
Kontrol etmek. İşlerin alâkalı vazifeliler tarafından ele alınıp iyi ve tamam yapılmasına çalışmak.
Sormak.
Ayırmak.
tekvini ayat / tekvînî âyât
Yaratmaya, var etmeye dâir âyetler, deliller.
temessük
Tutunma. Sarılma. Sıkıca tutma.
Hüccet ve delil izhar etme.
Borç senedi.
tenzihen mekruh / tenzîhen mekrûh
Nehyine dair şer'î bir delil olmamakla beraber işlenmesi kerih görülen iş. (Helâle yakın iş)
Yasak olmasına kuvvetli, açık bir delil, senet bulunmayıp, yapılması iyi olmayan şeyler.
tercüman-ı ayat / tercüman-ı âyât
Âyetlerin, delillerin tercümanı.
tercüman-ı ayat-ı tekviniye / tercüman-ı âyât-ı tekviniye
Kâinatta Allah'ın varlığının birer delili olan maddî ayetleri insanlara tercüme eden, rehber.
tergim
Yere sürtme.
Zelil etmek, hor ve hakir etmek. Rezil, kepaze etmek.
terkib-i kıyas
Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
teselsül / تَسَلْسُلْ
Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.
İddiâyla delilin birbirine bağlı olmasıyla ihtilâfın sürüp gitmesi.
teshir
Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme.
İtaat ettirme.
Hakir ve zelil etmek.
Büyüleme, sihir yapma, aldatma.
Zaptetme, hakim olma. Zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakîr ve zelil etmek.
tevazün / tevâzün
Dengelilik, tartılılık.
tevhid-i hakiki / tevhîd-i hakîki / tevhîd-i hakîkî / تَوْحِيدِ حَقِيقِي
Araştırarak, delilleriyle Allah'ın birliğini kabul etme.
Delil ve isbata dayalı hakiki ma'nadaAllahı birleme.
tevhid-i zahiri / tevhîd-i zâhirî / تَوْح۪يدِ ظَاهِر۪ي
Delil ve araştırmaya dayanmayan Allah'ı birleme.
tevkim
Zelil etmek.
Katletmek, öldürmek.
Hıfzetmek, korumak.
tevrat
Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
tevziniyet
Dengelilik.
teyettüm
Kulluk etmek.
Aşkın insanı hor ve zelil etmesi.
tezlil / tezlîl / تذليل
Birisini tahkir etme, aşağılatma. Zelil ve hakir bulma.
Aşağılama, zelil etme.
(Arapça)
tezriye
Savurmak.
Koyunun yününü kırkıp arkasında bir miktarını bırakmak.
Zelil etmek, kepâze yapmak.
turuk-u evliya / turuk-u evliyâ / طُرُوقُ اَوْلِيَا
Velîlerin yolları.
Velilerin gittiği yollar, tarikatlar.
turuk-u velayet / turuk-u velâyet
Velîlik yolları.
ubudiyet-i evliya / ubûdiyet-i evliya
Velilerin ibadeti, kulluğu.
ulum-u bedihiyyat / ulum-u bedihiyyât
Delil ve isbatına lüzum görülmeyip kolaylıkla bilinen ilimler.
ünvan-ı velayet / ünvan-ı velâyet
Velîlik ünvanı.
usul
(Tekili: Asıl) Ana, baba. Cedler.
İstinadgâh.
Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol.
Tarz, metod, tertip.
usul-ü fıkıh ilmi
Fıkıh ilmine âit bilgilerin esası ve istinadgâhı olan bir ilimdir. Şer'i hükümlerin mufassal ve muayyen delilleri ve hikmetleri bu sayede bilinir ve bu dini hükümler, bu muayyen ve müşahhas deliller vâsıtası ile istinbat ve isbat olunur. Bu ilme "Hikmet-i teşriiye" de denilmiştir.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
(Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
vahdet-i mesele
Bir mesele hakkında ileri sürülen delillerin biraraya toplanması.
vakm
Reddetmek.
Hor ve zelil etmek.
vekil-i delil
Rehber olarak görünen, ispat delili.
velayat / velâyât
Velâyetler, velîlikler.
Velîlikler.
velayet / velâyet / ولایت / وَلَايَتْ
Veli olan kimsenin hali. Velilik, dervişlik.
Dostluk.
Sadakat.
Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak.
Velîlik.
Velîlik, ermişlik.
Velîlik.
(Arapça)
Dostluk.
(Arapça)
Otorite.
(Arapça)
Velilik.
velayet-i ahmediye / velâyet-i ahmediye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) velâyeti, veliliği.
velayet-i kamile / velâyet-i kâmile
Mükemmel velilik; kulluk noktasında mânevî mertebeleri aşarak Allah'ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme mükemmelliği.
velayet-i kübra / velâyet-i kübrâ / وَلَايَتِ كُبْرَا
Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)
En büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik.
İlim ve amel yoluyla mazhar olunan en büyük velîlik.
velayet-i saire / velâyet-i saire
Diğer velîlik usulleri.
velayet-i suğra / velâyet-i suğrâ
Küçük derecedeki velilik.
velayet-i vusta / velâyet-i vustâ
Orta derecedeki velilik.
vilayet / vilâyet
Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
İl.
Velilik, ermişlik.
Veli olan kimsenin hali.
Başkasına sözünü geçirme.
vısr
Hüccet, delil.
Kadı sicili.
Ahd, söz, yemin.
vuzuh-u delalet / vuzuh-u delâlet
Çok açık bir şekilde delil olma.
vuzuh-u delil
Delilin açıklığı.
yakini burhan / yakînî burhan
Şüphesiz, kesin delil.
zahir / zâhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açı
zahiriyye / zâhiriyye
Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin zâhir, görünen mânâlarından başka hiçbir delîl ve kıyâsı kabûl etmeyen Dâvûd-i Zâhirî'nin kurduğu mezheb.
zat-ı muhakkik / zât-ı muhakkik
Gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim zât.
zelili / zelilî
Hakirlik, horluk, zelillik, alçaklık.
zencir-bend
Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir.
(Farsça)
Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan
(Farsça)
zılliyet / zıllîyet
Gölgelilik.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
şehā
şefre
abd-i aciz
Zâhar
tevcih ettirmek
endamı
şefkat-ı cinsiye
Herave
müzhir-i tam
şeffâf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
elil
Ğudde
Hulul
rûk
şefk
KEDERLİ
Ağır söz
şef
SEVGİLİ
hoca