Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ekli
ifadesini içeren
1165
kelime bulundu...
a'raz / a'râz
Varlıkta kalabilmesi için başka bir şeye muhtâc olan hâssalar (özellikler), sıfatlar. Araz'ın çokluk şeklidir.
a'rem
Alacalı, benekli (şey).
abadile / abâdile
Abdullahlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler. Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı arasında Abdullah isimli üç yüz kadar sahâbi bulunmaktaydı.
abese irca
Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah'ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah'ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, "Abese irca" yolu ile isbat
abid / âbid
İbâdet eden. Farzları ve vâcibleri yerine getirdikten sonra çeşitli nâfile ve yapılması sevab olan işlere de devam eden. Çokluk şekli, ubbâd'dır.
abraş
Alaca benekli at.
Klorofil azlığından dolayı açık renkte lekeleri olan bitki yaprağı.
açalya
yun. Fundagillerden, güzel çiçekli bir bitki ve çiçeği.
adalet-i mahza-yı kur'aniye / adalet-i mahzâ-yı kur'âniye
Kur'ân'da emredilen ve bütün yönleriyle hak ve hukuku esas alan adalet; 'Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz' şeklinde ifade edilen, ferdin ve masumun hakkını hiçbir gerekçeyle çiğnenmesine izin vermeyen adalet.
ade / âde
Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ: Harikulâde, alelâde, fevkalâde.
adem-i salabet / adem-i salâbet
Dinin emirlerini korumada ve uygulamadaki ciddiyetsizlik, gevşeklik.
adeten
Görenek şekliyle, âdet olarak.
afak / âfâk
İnsanın dışı ve dışındaki şeyler. Ufk'un çokluk şeklidir.
aft
Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik.
agleb
Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ("Ağleben - Ağlebâ" şeklinde de kullanılır.)
ahbar / ahbâr
Haberler. Haberin çokluk şekli.
Bir kavim, kabîle, şahıs, ülke, bölge, şehir veya bir hâdise hakkında nakledilen bilgiler.
Allahü teâlânın, Kur'ân-ı kerîmde, geçmişte olanlara, gelecekte ve âhirette olacaklara dâir bildirdiği şeyler.
ahen-can / ahen-cân
Demir canlı.
(Farsça)
Katı yürekli.
(Farsça)
Sabırlı, tahammüllü.
(Farsça)
ahen-dil
Demir yürekli, kahraman.
(Farsça)
Merhametsiz, acımasız kimse.
(Farsça)
ahenindil / âhenîndil / آهنين دل
Katı yürekli.
(Farsça)
Yiğit.
(Farsça)
ahestegi / ahestegî
Yavaşlık, acele etmemeklik.
(Farsça)
ahkam / ahkâm
Hükümler. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları. Hükm'ün çokluk şeklidir.
ahlak / ahlâk
İnsanda yerleşmiş huylar. Hulkun çokluk şeklidir.
ahsen-i takvim sureti / ahsen-i takvim sûreti
Yaratılışın tam kıvamı ve en güzel şekli.
ahu-dil
Ceylan yürekli.
(Farsça)
Mc: Korkak.
(Farsça)
ahval / ahvâl
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.
ahyed
Hz. Peygamberin (A.S.M.) Tevrattaki bir ismidir. (Bazı metinlerde Uheyd, Uhidu, Uheydu, Uhyidu şeklinde yazılıdır.)
ajanda
Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.
akd
Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.
akis
(Aks) Bir şeyin zıddı, simetriği, tersi.
Hareketli bir cismin hareketinin tersine dönmesi.
Bir şeyin evvelinin âhirine, âhirinin evveline dönmesi.
Çarpışma, çarpıp geri dönme.
Mantıkta: Bir düşünme ve akıl yürütme şekli; bir iddianın konusunu yüklem, yüklemini
akrebe
Dişi akrep.
Çevik ve zeki cariye.
Ayakkabı bağcığı.
Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.
aktab / aktâb
Kutublar. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşmış mübârek, kıymetli zâtlar Kutb'un çokluk şeklidir.
ala
Yükseklik. Büyüklük. şeref. şan.
alam-ı ebediye / âlâm-ı ebediye
Sürekli acılar, sonsuza kadar sürecek elemler.
alaye
Yüksek yer, yükseklik.
aleddevam / على الدوام
Devamlı, sürekli.
Sürekli.
(Arapça)
alelinfirad
Teklikle, bir olarak.
alelistimrar / alelistimrâr / على الاستمرار
Sürekli, aralıksız.
(Arapça)
alem-i bakiye / âlem-i bâkiye
Sürekli ve kalıcı dünya.
aleyh
(Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine.
algı
(İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, n
alize
Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı.
(Fransızca)
alya
Yüksek yer, yükseklik.
Gökyüzü.
amentü billahi'l-vahidi'l-ehad / âmentü billâhi'l-vâhidi'l-ehad
Allah'ın birliğine ve tekliğine iman ettim.
amin-i daimi / âmin-i daimî
Sürekli tekrarlanan "Allahım kabul eyle!" duası.
an be an
Her an, sürekli.
an'aneli sened
Hadîs aktarımında Peygamber Efendimize (a.s.m.) varıncaya kadar "filandan, o da filandan" şeklinde oluşan isim listesi.
anasır-ı hisabiyye / anâsır-ı hisabiyye
Mat : Bir hesabı yapmak için gerekli olan mâlûmatlar.
antropomorfizm
Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestl
aristokrasi
yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.
arnavut
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
arras
Gürleyen, şimşek çakan.
şimşekli.
ars
Şimşekli ve yıldırımlı bulut.
arzu-dar / arzu-dâr
Hevesli, talebli, istekli, arzulu.
(Farsça)
arzu-mend
İstekli.
arzukeş
Arzulu, istekli.
asliyet
Asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik.
ateş-har / ateş-hâr
Keklik.
(Farsça)
Merhametsiz, şefkatsiz ve zalim adam.
(Farsça)
atmosfer
Dünyanın çevresini kuşatan 100 km. kalınlığında, çeşitli gazlardan meydana gelen gaz tabakası. Başka gök cisimlerini kuşatan gaz tabakalarına da atmosfer denir.
Bir yerdeki mânevi hava.
Basınç birimi. 0 derecede 76 cm. yükseklikteki bir civa sütununun 1 cm. karelik alan üzeri
ayan / âyan
Parlamentonun aldığı kararları düzeltmek için üyelerinin bir kısmı devlete mensup, bir kısmı da halktan seçilmiş olan meclis ve bu meclis üyelerinin her biri ("âyan meclisi", "âyandan falan zat" şeklinde kullanılır).
ayat-ı vücub / âyât-ı vücub
Varlığı vacip ve mutlaka gerekli olan Allah'ın âyetleri, delilleri.
ayine-i mevcudat / âyine-i mevcudat
Bir ayna şeklinde olan varlıklar.
ayn-ı mün'akis
Aynaya vurup oradan ziyası, resmi, şekli gelen veya görünen şeyin kendisi.
baharistan
İlkbaharın hüküm sürdüğü zaman.
(Farsça)
Yeşil ve çiçekli yer.
(Farsça)
Molla Câmi'nin eseri.
(Farsça)
bahşiş-i şairane / bahşiş-i şairâne
Şair tarafından şiir şeklinde sunulan bahşiş ve hediye.
baki / bâkî
Sürekli, kalıcı.
baki kalma / bâki kalma
Sürekli var olma.
baki-i layezal / bâkî-i lâyezâl
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah.
baki-i sermedi / bâkî-i sermedî
Varlığı sonsuz ve sürekli olan Allah.
bakteri
Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş
(Fransızca)
balon
Isıtılmış hava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan ve bununla havada uçabilen balon şeklindeki araç.
barik
Şimşek. Işık. Şimşekli bulut. Yıldırım parıltısı.
barograf
yun. Hava basıncını ölçen bir alet. (Bu alet vasıtasıyla bir yerin yüksekliği de ölçülür.)
başid dağı / bâşid dağı
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, kayıtlarda "Başet Dağı" olarak anılır.
basir
Kararmış.
Ekşi yüzlü ve katı yürekli kimse.
basiret-kari / basiret-kârî
Basiretlilik, önceden görmeklik.
başit
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, günümüzde "Başet Dağı" olarak anılır.
basite
Yükseklik ölçen yayvan güneş saati.
Döşeme minder.
Düz yer.
batt
Kaz.
Kaz şeklinde yapılmış olan sürahi, su kabı.
bayeste
Lüzumlu, gerekli, zaruri.
(Farsça)
bayiste / bâyiste
Zaruri, lâzım, gerekli.
(Farsça)
bayrak
Devletin belirli alâmetlerini hâvi ve belirli renklerde kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmış olan bez. Sancak, alem.
behur
Tütsü. (Dilimizde buhur şeklinde kullanılır)
behv
(Behve) Misafir odası.
Yer altında hayvan ağılı. (Bu iki mananın cem'i Ebhâ-Bühüvv şeklindedir)
Geniş meydan, yer.
Göğüsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık.
Rahim ile mahrecinin arası.
beka
Devamlılık, sürekli ve devamlı olma.
bekà
Devamlılık, süreklilik.
bekà-i ilahi / bekà-i ilâhî
Allah'ın varlığının sürekli ve kalıcı olması.
beka-i vücud / bekâ-i vücud
Varlık özelliğinin sürekli olması.
bekre
Kuyu ve benzerlerinde kullanılan makara, çıkrık, çark.
Mafsallarda bulunan makara şeklindeki kemik.
berdevam / berdevâm / بردوام
Sürekli, devam eden.
(Farsça - Arapça)
berekat / berekât
Bereketler, hayırlar, iyilikler, bolluklar. Bereket'in çokluk şekli.
berem
Asma ve kabak çardağı.
(Farsça)
Üzüm çubuklarının altına konulan çatal şeklindeki ağaç. Herek.
(Farsça)
berr
(Çoğulu: Ebrâr) Va'dinde sâdık. Sözünde duran. Muhsin. Keremkâr.
Nimetleri herkese, umuma ihsan eden.
Gerçeklik, sıdk.
Susuz, kuru yerler.
Toprak. Yeryüzü, yer.
bervech
Şeklinde, biçiminde.
berze
İpekli kumaş
(Farsça)
Yakışıklı, nâzik.
(Farsça)
Ekin, zirâat.
(Farsça)
Dal, budak.
(Farsça)
Letâfet, zerâfet.
(Farsça)
besalet
Yiğitlik, bahadırlık, sağlam yüreklilik.
besatin-i daime / besâtîn-i daime
Daimi ve sürekli bahçeler.
besin
Zihayat varlıkların yaşama, gelişme ve çalışmaları için gerekli olan çeşitli gıda maddeleri.
(Türkçe)
bevaşe
Çiftçilerin harman savurmakda kullandıkları çatal şeklindeki tahta kürek, yaba.
bezm-i ezel-i elestü
Cenâb-ı Hak ezelde ruhları yarattığında, "Ben Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya bütün ruhların, "Evet Sen Rabbimizsin" diye söz vermeleri ânı; "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" şeklinde de ifade edilir.
bi'at / bî'at
Sözleşme, söz verme, teslimiyet.
Devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idâreciliğini kabûl ettim, iyi ve faydalı her sözüne itâat edeceğim, şeklinde söz vermek, bağlılığını bildirmek.
bil'iltizam
Gerekli görerek.
bilvücub
Gerekli olarak.
bini / binî
Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.)
(Farsça)
Dağ tepesi.
(Farsça)
Zirve, uç nokta.
(Farsça)
Yayın ele alınan kısmının ucu.
(Farsça)
Görürlük, görmeklik.
(Farsça)
bişkel
Elem, keder, gam, tasa, kasavet.
(Farsça)
Orak şeklinde ağaç anahtar.
(Farsça)
Kıvırcık saç.
(Farsça)
bitevi / bitevî
(Biteviye) t. Sürekli, durmadan.
Bütün yekpare.
bobin
Tel veya iplik sarılmaya mahsus silindir şeklinde makara.
(Fransızca)
Bolşevik
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
borç
Bir kimsenin başka birine bir şey yapmasını veya vermesini gerekli kılan yükümlülük.
bostan-ı bekà
Devamlı, sürekli bahçe.
büdela / büdelâ
Bedeller. Ricâlü'l-Gayb denilen Allahü teâlânın insanlardan gizlediği evliyâ zâtlar. Bedîl'in çokluk şeklidir. Ebdâl de denir.
buğat / buğât
Bâğîler, âsîler. Haksız olarak devlete isyan eden, karşı gelenler. Bâğî'nin çokluk şeklidir.
buhar
Suyun buğu haline gelmiş şekli.
Seyyal, lâtif cisim.
bülendi / bülendî
Yükseklik, yücelik.
(Farsça)
burak
Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.
burc
Kale, yüksek bina.
Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi.
Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.
burs
Devlet veya bazı müessese yahut şahıslarca tahsil veya ilmî tetkik için gerekli masraflara kullanmak üzere verilen para.
(Fransızca)
büruc
(Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
çark
(Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek.
(Farsça)
Vapur, değirmen ve dolap çarkı.
(Farsça)
Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine.
(Farsça)
Dönerek işleyen âlet.
(Farsça)
Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, efl
(Farsça)
çarmıh
(Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı.
(Farsça)
Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.
(Farsça)
(Dörtçivi) Suçluyu cezalandırmak için kurulmuş haç şeklinde darağacı.
Suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç.
çarmih / çârmîh
Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.
çarşaf
Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü.
Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. Kadınların örtünmesi farzdır. Bu maksatla çarşaf ucuz, pratik, hafif olması ve zengin fakir herkesin kolayca sağlıyabilmesi bakımından yaygın olarak kulanı
çartak / çârtâk / چارطاق
Çardak.
(Farsça)
Kare şeklinde çadır.
(Farsça)
casus
(Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.
cebanet
Korkaklık, ürkeklik. Korkulmayacak şeylerden bile korkmak.
Korkaklık, ürkeklik.
cebri nefy
"İnsan iradesizdir. Yaptığı işlerde mecburdur. Kendi seçme gücü yoktur" şeklindeki iddiayı reddetme; iradesizliği reddetme.
ceharet
Sesin yüksek olması. Ses yüksekliği.
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
celil-i layezal / celîl-i lâyezâl
Varlığı sürekli, haşmet ve yüceliği sonsuz olan Allah.
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cem-i mükesser
Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.
cem-i müzekker
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.
cem-i sahih
Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes.
Mat: Toplama.
cemal-i sermedi / cemâl-i sermedî
Sürekli devam eden güzellik.
cemil-i lemyezel / cemîl-i lemyezel
Varlığı sürekli, güzelliği sonsuz olan Allah.
cenab-ı hallak-ı alem / cenâb-ı hallâk-ı âlem
Âlemin yaratıcısı olan, çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
cesaret / cesâret
Yüreklilik, korkusuzluk.
çeşm-dar
Bekliyen, gözliyen.
(Farsça)
cesurane / cesurâne / cesûrâne
Yiğitçesine, cesaretli olarak, yüreklice, cesaretle.
(Farsça)
Cesaretli olarak, yüreklice.
cevher-dar / cevher-dâr
Elmaslı.
(Farsça)
Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi.
(Farsça)
Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi.
(Farsça)
Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç.
(Farsça)
cevval / cevvâl
Sürekli hareket hâlinde olan.
çiçekdanlık
Çiçeklik.
çiçekdar / çiçekdâr
Çiçekli.
çiçektar
Çiçekli.
ciğer-dar / ciğer-dâr
Yürekli, ciğerli, cesâretli.
(Farsça)
cihat-ı selase / cihât-ı selase
Üç uzunluk: En, boy, yükseklik.
cihaz
Çeyiz ve avadanlık.
Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
cihet-i nazım ve intizam
Tertip ve düzen şekli.
cilbend
Büyük cüzdan. Evrak koymaya mahsus birçok gözlere ayrılmış cüzdan şeklinde çanta ki, koltuk altına alınır.
çille
Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir.
cilve-i hayat-ı sermedi / cilve-i hayat-ı sermedî
Sürekli ve sonsuz olan bir hayatın görüntüsü, aksi.
cinayet ve ictinadan himayet etmek
Kesilme ve mevyelerin toplanma teklikesine karşı korumak.
çirag
Fitil, kandil, mum, lâmba.
(Farsça)
Çırak.
(Farsça)
Talebe, öğrenci, şakird.
(Farsça)
Tekaüd, emekli, emekliye ayrılmış olan kişi.
(Farsça)
çiredest / çîredest / چيره دست
Yetenekli, becerikli.
(Farsça)
cism-i sanevberi / cism-i sanevberî
Çam kozalağı şeklinde olan cisim; kalb.
cism-i vücud
Vücut cismi, şekli.
cübn
(Cübün) Ürkeklik. Korkaklık. Korkak olmak.
Peynir.
cumhuriyet
Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç ta
dahi / dâhî
Üstün yetenekli.
dahiye
Üstün yetenekli kimse.
daim / دائم / dâim
Devam eden. (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir.)
Sürekli.
Sürekli, devamlı.
(Arapça)
daima
Devamlı, sürekli.
daimane / dâimâne
Sürekli olarak.
daime
Sürekli; fertlerde her zaman gerçekleşiyor olma.
daimi / daimî / dâimî / دائمى
(Devam. dan) Sürekli, devamlı.
Devamlı, sürekli.
Devamlı, sürekli.
Sürekli, devamlı.
(Arapça)
daimi huzur / dâimî huzur
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilincinde olma.
daimü't-tecelli / dâimü't-tecellî
Tecellîsi daimî, sürekli olan.
dairevari / dâirevâri
Daire şeklinde.
dairevi / dairevî / dâirevî
Daire şeklinde.
Daire şeklinde. Daire gibi.
Daire şeklinde.
dall-bi'l-iktiza / dâll-bi'l-iktizâ
İktiza ile delalet etme, sözün gereklilik yolu ile delâlet etmesi.
dameni / damenî
Eteklik.
(Farsça)
Kadın başörtüsü.
(Farsça)
dar-ı teklif / dâr-ı teklif
Dünya. Allah'ın teklif ve emirleri ile vazifeli olduğumuz yer olan dünya.
daraka
(Çoğulu: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan.
Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı.
de'b-i edeb
Edebî usul, kaide. Edeb kaidesi. Edebiyat âdeti, şekli, tarzı.
debabic
(Tekili: Dibâc) Dallı, çiçekli ipek kumaşlar.
delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha
Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).
demokrasi
Yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli.
yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan
deneycilik
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş
derecat
(Tekili: Derece) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler.
derece-i hakkaniyet
Gerçeklik, doğruluk derecesi.
derece-i lüzum
Gereklilik seviyesi.
derece-i melekiye
Yüksek olan meleklik mertebesi, derecesi.
derece-i ulviyet
Yücelik, yükseklik derecesi.
dereke-i kelbiyet
Köpeklik derecesi, seviyesi.
dervah
Şaşkın, şaşırmış olan, hayran.
(Farsça)
Başaşağı asılmış.
(Farsça)
Lâzım, zaruri, lüzumu olan, gerekli.
(Farsça)
desen
Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi.
(Fransızca)
Bir kumaşı süsleyen şekiller.
(Fransızca)
deşne-i subh
Tan yeri. (Bu tabir, tan yerinin ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak denmiştir.)
devam / devâm / دوام
Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik.
Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme.
Sebat.
Süreklilik.
(Arapça)
Kalıcılık.
(Arapça)
Devam.
(Arapça)
deveran-ı dünya / deverân-ı dünya
Dünyanın sürekli dönmesiyle meydana gelen büyük gelişmeler.
devle
"Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)
deysem
Köpekten olmuş kurt eniği.
Sultan böreği denilen kırmızı çiçekli bir ot.
diba / dîbâ / دیبا
İpekli kumaş.
(Farsça)
dıhye
Çok yakışıklı Medineli bir Sahabî; Hz. Cebrâil Peygamberimize birkaç defa onun şeklinde gelmiştir.
dil-aver / dil-âver
Yiğit. Cesaretli. Yürekli.
(Farsça)
Gönül alıcı.
(Farsça)
dil-averan / dil-âverân
(Tekili: Dil-aver) Dilaverler, yürekliler, yiğitler.
dil-teşne
Kalbi susamış. Gönlü çok istekli, çok özlemiş.
(Farsça)
dilaver / dilâver / دلاور
Yürekli, yiğit.
(Farsça)
dilir / dilîr / دلير
(Çoğulu: Dilirân ) Bahadır, cesur, cesaretli, yiğit, yürekli.
Yürekli, yiğit.
(Farsça)
diliran / dilirân
(Tekili: Dilir) Bahadırlar, cesurlar, cesaretliler, yiğitler, yürekliler.
diliri / dilirî
Mertlik, yiğitlik, yüreklilik.
(Farsça)
din
Ceza, ivaz.
İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İns
dirak
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.
direktuvar
Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.
(Fransızca)
diyanat / diyânât
Allahü teâlâ ile kul arasında olan işler, ibâdetler. Teklik şekli, diyânettir.
domaniç
Kambur. Tümsekli, fırlak.
dua-yı fiili / dua-yı fiilî
Fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme.
dur-bini / dur-binî
İlerisini görürlük, uzağı görmeklik.
(Farsça)
düstur-u hakikat
Gerçeklik prensibi.
eb'ad-ı selase / eb'âd-ı selâse
Üç uzaklık ki bunlar : En, boy, yükseklik (derinlik).
ebrar / ebrâr
İyi kimseler. Îmânlarında sâdık (doğru), Allahü teâlânın yasak kıldığı şeylerden sakınıp, emirlerine uyan, bozuk inanışlardan, kötü ahlâktan ve çirkin işlerden uzak duranlar. Teklik şekli berr'dir.
ebreş
Alaca benekli at.
Kırmızı ve beyazdan meydana gelen alaca renk.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.
ehadis / ehâdîs
Hadîs-i şerîfler. Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de bir şey demedikleri, mâni olmadıkları şeyler. Hadîs'in çokluk şeklidir.
ehadiyyet / احديت
Teklik.
ehille
(Tekili: Hilâl) Hilâller. Yeni hilâl şeklinde olanlar.
ehl-i iştiyak
Çok istekli kimseler.
ehl-i veber ve badiye / ehl-i veber ve bâdiye
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
ehl-i veber ve badiyet / ehl-i veber ve bâdiyet
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
ehl-i zahir / ehl-i zâhir
Âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm veren âlimler.
ehl-i zikir
Allah'ı sürekli olarak zikredenler, ananlar.
ehl-i zikir ve münacat / ehl-i zikir ve münâcât
Sürekli olarak Allah'ı zikredip ananlar ve Allah'a yalvarıp zikredenler.
ehram
Mısır'da Firavunların piramit şeklindeki mezarları.
Mısır'daki Firavunların piramit şeklindeki mezarları.
ekvator
Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi.
(Fransızca)
Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember.
(Fransızca)
el-aks-ül müstevi / el-aks-ül müstevî
Man: Mevzuu mahmul ve mahmulü de mevzu kılmak. "İnsan hayvandır" kaziyesinde her iki kelimenin yerlerini değiştirerek "Bazı hayvan insandır" dediğimiz şeklindeki kaziyenin adıdır.
elastikiyyet
Esneklik. Elâstiklik.
(Fransızca)
elbette
(Te'kid edâtı) Kat'i veya kat'iye yakın hükümlerde kullanılır. Yazılı sözlerde daha çok "elbet" şeklinde geçer.
elhan / elhân
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp yükselterek, çeneyi oynatarak okumak. Lahn'in çokluk şeklidir.
elzem / الزم
Daha gerekli.
Çok gerekli.
(Arapça)
elzemiyet
Daha gereklilik.
Çok lüzumlu ve gerekli oluş.
elzemiyyet
Pek lüzumlu ve gerekli olan bir şeyin hâli. Son derecede lüzum, gereklilik.
emaneten
Emanet yoluyla, emanet olarak.
Bir resmî daire tarafından bizzat, ihale şeklinde ve iltizam suretiyle olmayarak.
embriyoloji
yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne
entimem
yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen
ergavan
Bir kırmızı çiçek. Ercüvân denilen kırmızı çiçekli ağaç.
ergen
(Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre
esas-ı lazım ve metin / esas-ı lâzım ve metin
Gerekli ve sarsılmaz esas, temel kural.
esbab-ı mucibe / esbâb-ı mûcibe / اَسْبَابِ مُوجِبَه
Gerekli kılan sebebler.
esma-i mütecelliye-i ilahiye / esmâ-i mütecelliye-i ilâhiye
Allah'ın sürekli tecellî edici isimleri.
esuf / esûf
Fazlaca eseflenen, pek üzülen, çok kederlenen, çok fazla acıyan, yufka yürekli.
eşya-yı seyyale / eşya-yı seyyâle
Akıp giden ve sürekli değişen şeyler.
evc-i rif'at
Yüksekliğin son noktası, zirvesi, tepesi.
evceb
Çok vacib. Çok gerekli. Çok lüzumlu.
evrad-ı kudsiye-i şah-ı nakşibendi / evrâd-ı kudsiye-i şah-ı nakşibendî
Şah-ı Nakşibendî'nin sürekli olarak okuduğu kutsal virdler, zikirler.
evrad-ı muntazama
Düzenli ve sürekli tekrarlanan zikirler.
eydi
(Tekili: Yed) Eller.
Mc: Kuvvetler. (Daha çok Eyâdi şeklinde kullanılır.)
faaliyet-i daime
Sürekli faaliyet, iş.
fahamet
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
fayton
Tek körüklü, dört tekerlekli, atlı binek arabası.
feha
Horultulu uyku.
Şişman kadın.
Ayaklarda olan gevşeklik.
fehale
Erkeklik, aygırlık.
felke
Ayın dolunay şekli.
fenn-i maani / fenn-i maânî
Mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim.
ferahe
Zeyreklik. Çok akıllılık. Davarın gayretli olması.
feraiz / ferâiz
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
ferdaniyet / ferdâniyet
Yalnızlık, teklik. Ferdlik. Yektâlık.
Teklik, birlik, benzersizlik.
Birlik ve teklik.
ferdiyet
Birlik, teklik, eşsiz ve benzersiz oluş.
Teklik, birlik.
ferhundegi / ferhundegî
Mes'utluk, mutluluk, mübareklik, kutluluk. Uğurluluk.
(Farsça)
ferruh-fal / ferruh-fâl
Bahtı açık, şanslı, talihli, uğurlu.Ferruhî : f. Mübareklik, uğurluluk, meymenet.
(Farsça)
fetanet / fetânet
Fatinlik, zihin açıklığı, zihnin yaratılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak hususundaki istidadı, zeyreklik.
feyz
(Çoğulu: Füyuz) Bolluk, bereket.
İlim, irfan. Mübareklik.
Şan, şöhret.
İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak.
Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.
Bir haberi fâş etmek.
İçindeki düşüncesini izhar etmek.
feyz ü rif'at
İlerleme, bolluk ve yükseklik.
fihristevari / fihristevâri
Özet şeklinde, başlıklar halinde.
fıkra
Yazıda bir bahis.
Parağraf.
Kanun maddelerinden her bir kısım.
Kısa haber.
Küçük hikâye.
Omurga kemiklerinin her biri.
Bend.
Kıssa.
Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.
firavun
Eski Mısır krallarının lâkabı; katı yürekli, inatçı ve zâlim kimseler için kullanılan bir tabir.
firazi / firazî
Yukarılık, yükseklik.
(Farsça)
fisal
(Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
Yavrunun sütten kesilmesi.
Kısa duvar.
İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)
fıtnat
Cibillî ve fıtrî ve âni anlamak ve idrak etmek.
Hikmet.
Zekâvet, basiret, tedbir, fatânet, zeyreklik. Fıtnet diye de okunur. (Zıddı: Gabâvet'tir.)
fonoğraf
Gromofonun ilk şekli, ses cihazı.
Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet.
(Fransızca)
fukaha / fukahâ
Fıkıh âlimleri. Fakîhin çokluk şekli.
füru' / fürû'
Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.
fütur / fütûr / فتور
Yeis. Ümidsizlik. Usanç.
Zaaf.
Keder, gam.
Gevşeklik.
Usanç, gevşeklik.
Bezginlik, gevşeklik.
Usanç, gevşeklik.
Zayıflık, gevşeklik, bezginlik, endişe.
Gevşeklik.
(Arapça)
Bıkkınlık.
(Arapça)
fütur vermek
Usanç, gevşeklik vermek.
gabari
Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü.
(Fransızca)
gasl
Yıkama. Gusül. Şartlarına uygun şeklide boy abdesti almak.
Birisini döğüp vücudunu acıtmak.
gayr-ı memnun
Devamlı. Kesiksiz.
Minnetsiz, sürekli.
ger
Türkçedeki "eğer" kelimesinin kısaltılmış şekli. Eğer, şayet mânasındadır.
(Farsça)
gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik
Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.
gül
Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır.
(Farsça)
gulampare
Dost, sevgili, mahbup. (Halk ağzında kulampara şeklinde kullanılır.)
gulet
İki direkli ve yan yelkenli gemi.
(Fransızca)
güşad
Açılış, açılma, açma.
(Farsça)
Bir cins ok atma şekli.
(Farsça)
gusl
Boy abdesti; dinin gerekli gördüğü hallerde maddî, mânevî temizlik için şartları dahilinde yıkanma.
gutme
Pelteklik, kekemelik.
hac
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir mikt âr durması ve bâzı vazîfeleri yerine getirmesi.
hacb
İslâm mîrâs hukûkunda bir vârisi (hisse sâhibini) diğer bir vârisin bulunmasından dolayı kısmen veya tamâmen mîrastan menetmek. Bir vârisi mîrâstan kısmen (payının azalması şekliyle) mahrûm etmeğe hacb-i noksan, mîrastan hiç alamamak şeklinde mahrûm etmeğe hacb-i hirman denir.
hacel
Keklik kuşu.
hacele
(Çoğulu: Hacel-Hacelân-Haclâ) Dişi keklik.
Çeşitli elbiselerle süslü gelin evi.
hacer-ül esved
(El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir. (İslâm Ansiklopedisi'ne göre: Kâbe'nin şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiş, üç büyük ve bir kaç tane de küçük parçadan müteşekkil ve gümüş bir h
hacer-ül-esved
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
hacerü'l-esved
Kabe'nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş.
hacet / hâcet
İhtiyaç, gereklilik.
Def-i hâcet:
Abdest bozma.
Arz-ı hâcet:
Eksiğini, isteğini bildirme.
hadaka
Elmas.
Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın.
hadd-i büluğ
Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.
hadd-i i'caz
Edb: Fasahatın mu'cize şeklinde olanı.
hadim / hâdim
(Hidmet. den) (Çoğulu: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan.
İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan.
Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunla
hadim ağası
Erkekliği yok edilmiş olan. Böyle kimselere "Tavaşi" de denilirdi. Bu gibiler, yabancı erkekler için mahrem sayılan harem dairesine girip çıktıkları ve muhafaza ile beraber harem hizmetini de gördükleri için kendilerine "Hâdim Ağası" adı verilirdi.
hahan / hâhân / خواهان
İstekli, arzulu, tâlib.
(Farsça)
İsteyen, istekli.
(Farsça)
hahişger / hâhişger / خواهشگر
Arzulu, istekli.
Arzulayan. İsteyen. İstekli.
(Farsça)
İstekli.
(Farsça)
hahişgeran / hâhişgeran
Hâhişgerler, istekliler, tâlibler.
(Farsça)
hahişkar / hâhişkâr / خواهشكار
İsteyen, istekli.
İstekli.
(Farsça)
hahişkerde / hâhişkerde / خواهش كرده
İstekli.
(Farsça)
hakikat-ı hariciye / hakikat-ı hâriciye
Birşeyin zihin dışındaki gerçekliği, dış gerçeklik.
hakikat-i remziye
İnce işaret şeklinde ifade edilen mânânın gerçeği.
hakikat-i vahy
Vahyin gerçekliği.
hakikat-i vakıa
Olayın gerçekliği.
hakikatli
Gerçekliğe sahip.
hakim-i ezeli / hâkim-i ezelî
Varlığının başlangıcı olmayıp sürekli var olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah.
hakkaniyet
Gerçeklik ve doğruluk.
hal-dar
Benli, benekli.
(Farsça)
hald
Devamlılık. Süreklilik. Dâimi. Bâki.
halevar
Ay şeklinde olan, hilâl gibi olan.
(Farsça)
halhale
Esneklik, elâstikiyet.
halka
Ortası boş yuvarlak şekil.
Dâire şeklinde olan şey.
halka-i zikir
Tasavvufta, zikir esnasında daire şeklinde oturmak.
halkavi / halkavî
Halka şeklinde.
hallak / hallâk
Çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
hallak-ı azim / hallâk-ı azîm
Çoklukla ve sürekli olarak yaratan büyük, yüce Allah.
hallak-ı baki / hallâk-ı bâkî
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.
hallak-ı kerim / hallâk-ı kerîm
Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan; çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
hallak-ı lemyezel / hallâk-ı lemyezel
Varlığı asla son bulmayan ve herşeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.
hallakıyet-i daime / hallâkıyet-i daime
Sürekli yaratıcılık.
hami / hamî
Gevşeklik, hamlık.
(Farsça)
haminne
Hanım nine sözünün bozulmuş şekli, büyük anne.
hamse
Mesnevi şekliyle yazılmış beş kitabdan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara "Hamsenüvîs", yâhut "Hamseci" denilir. XII. yüzyıla kadar hamse-nüvîslik mutâd değildi. 1195'de vefat etmiş olan Genceli Şeyh Nizamî, manzum olarak beş kitab yazmış ve hepsine birden "penc genç"
hancer
Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere benzetirlerdi.
handa hand
Devamlı gülme, sürekli olarak gülme.
(Farsça)
Devamlı gülen, sürekli gülen.
(Farsça)
hanis / hanîs
Zayıflık, gevşeklik.
hararetli
Çok istekli.
harbcu
Kavga çıkarmaya istekli olan, savaş arzu eden.
harekat-ı muttaride / harekât-ı muttaride
Sürekli ve düzenli hareketler.
hareke
Arapça harflerin u, e, i şeklinde okunacağını gösteren işaretler. (Zamme "ötre" fetha "üstün" kesre "esre" (gibi)
Hareket lafzının Arapça terkibde aldığı şekil.
hareket-i muttaride
Sürekli ve düzenli hareket.
hareket-i vaz'iye
Hareket şekli, hareket konumu ve pozisyonu.
hareket-i zaile-i hadise / hareket-i zaile-i hâdise
Var olma ve yok olma şeklinde görülen hareket.
harf-i mezid
Arabçada masdar olan kelimeye harf ilâvesi ile başka masdar yapılır. Bu ilâve edilen harflere "Harf-i mezid" denir. Meselâ: kelimesinde harf-i aslî üçtür. (mükâtebe) dendiği zaman, "Müfâale masdarı şekline göre, mim ve elif harfleri, harf-i meziddendir" denir.
harhar
Devamlı arzu, sürekli istek.
(Farsça)
Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı.
(Farsça)
Devamlı kaşıntı.
(Farsça)
harif
(Hırfet. den) Meslekdaş, san'at arkadaşı. Teklifsiz dost.
Herif, âdi insan.
harik / harîk
Erkekliği olmayan adam.
harika-i şecaat
Yiğitlik ve yüreklilikte benzersiz olma.
hariri / harîrî / حریری
İpekli.
(Arapça)
haris / harîs
Hırslı, bir şeye çok düşen, istekli.
harpüşte
Balıksırtı şeklinde olan, harpuşta.
(Farsça)
hasba
Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
hasek
Kin, adavet, hased.
Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh.
hasenat / hasenât
Allahü teâlânın beğendiği işler, iyilikler. Hasenenin çokluk şekli.
haslet-i hamra / haslet-i hamrâ
Güçlü haslet; hamiyet, gayret ve mahçubiyetten kaynaklanan ve yüz kızarması şeklinde kendini gösteren haslet.
hassa-i lazime-i zaruriye / hassa-i lâzime-i zaruriye
Bir şeyde bulunması mutlaka gerekli olan özellik, nitelik.
hatai
Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.
hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret
Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü
hatim / hatîm
Kâbe'nin şimâl (kuzey) duvarı hizâsında yarım dâire şeklindeki duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yer.
havaic
(Havâyic) İhtiyaçlar. Hâcetler. Gerekli ve lüzumlu şeyler.
havaic-i zaruriye / havâic-i zaruriye
Gerekli ihtiyaçlar, giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar; yeme içme, ev ve binek gibi temel ihtiyaçlar.
havale / havâle
Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde râzı olması. Ciro etme.
havale-i müeccele
Huk: Havale edilen şeyin vadesi geldiğinde ödenmesi şeklinde yapılan havale.
havzan
Sarı çiçekli, güzel kokulu bir çiçek. Nilüfer çiçeği.
Tarhun otu.
hayat-ı daime
Sürekli hayat.
hayat-ı maneviye ve bakiye / hayat-ı mâneviye ve bâkiye
Mânevî ve kalıcı ve sürekli olan hayat.
hayat-ı sermediye
Devamlı, sürekli hayat.
hayat-ı vacibe / hayat-ı vâcibe
Varlığı gerekli olan hayat.
hayt-ul ebyaz
Fecir zuhurunda ufukta ip şeklinde görülen beyazlık.
hayti / haytî
Tel şeklinde olan.
haytü'l-ebyaz
Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.
hayvani ruh / hayvânî rûh
İnsanda istekli hareketleri yaptıran kuvvet.
hayy-ı baki / hayy-ı bâkî
Sürekli var olan ve sonsuz hayat sahibi olan Allah.
hazari / hazarî
Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli.
Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı.
hazık / hâzık / حاذق
Usta, yetenekli, ehil.
(Arapça)
helezon
Saat zenbereği gibi gittikçe daralan daire şekli. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan.
helezoni / helezonî
Helezon şeklinde olan. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan, gittikçe darlaşır daire biçiminde olan.
hendese
Geo: şekil bilgisi.
Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.
hendesi / hendesî
Muntazam şekli ile alâkalı ve hendeseye dâir. Geometrik şekle dâir.
Geometri ile alâkalı ve müteallik.
herem
Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
Geo: Mahrutî şekil, piramit.
heşaşet
Şâdlık, hafiflik, irtiyah.
Gevreklik.
hetlan
Sürekli yağan hafif yağmur.
hevadar / hevâdâr / هوادار
İstekli, taraftar.
(Arapça - Farsça)
heveskar / heveskâr / هوسكار
Hevesli, istekli.
Hevesli istekli, arzulu. Meyli ve arzusu olan, heves eden.
(Farsça)
Hevesli, istekli.
(Arapça - Farsça)
heveskaran / heveskârân
(Tekili: Heveskâr) İstekliler, hevesliler.
hevesnak / hevesnâk
Hevesli, heves edici, istekli.
(Farsça)
heykel
Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli.
Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide.
Mc: Soğuk ve duygusuz kimse.
Güzel ve yakışıklı kişi.
hıfzıssıhha
(Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
hilafet-i arziye / hilâfet-i arziye
Yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev.
hilafet-i ru-yi zemin / hilâfet-i rû-yi zemin
Yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hilal / hilâl
Ay; yay şeklinde görülen ay.
Yeni ay şekli. Yeni ay.
Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.
hilali / hilalî
Yeni ay şeklinde olan.
Bir yazı stili.
hilye-i seadet / hilye-i seâdet
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem görünüşü veya O'nun görünen bütün uzuvlarının şeklini, sıfatlarını, isimlerini ve güzel huylarını anlatan yazılar. Süslü levhalar üzerine yazılan bu yazılara Hilye-i şerîf de denir.
hınas
(Tekili: Hünsâ) Kendisinde hem erkeklik ve hem de dişilik özelliği taşıyanlar.
hinas
(Tekili: Hünsâ) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler.
hınzır
Domuz
Pis ve katı yürekli kimse.
hıristiyanlık
Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli.
hırt
Erkek keklik.
Hastalıktan dolayı, kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt.
hışt
Küçük mızrak şeklinde, ortasında ipten örtülü bir halka olan ve orta parmağa geçirilerek atılan eski bir savaş âleti.
Kerpiç.
Tuğla.
hitab-ı teşrifiye / hitab-ı teşrifîye
Şereflendiren hitap; Allah'ın "ebedî kalmak üzere Cennete girin" şeklinde şereflendiren hitabı.
hitl
Yorgun deve.
Yağmurun aralıksız olarak yağması.
Sürekli olarak gözyaşı akmak.
hizber
(Hizebr) (Çoğulu: Hezâbir) Aslan, gazanfer.
(Farsça)
Mc: Cesur, yiğit, kahraman, yürekli adam.
(Farsça)
hızk
Zeyreklik, akıllılık.
Ustalık, mahâret.
hubb-u lafz / hubb-u lâfz
Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.
hukuk-u tabiiyye
İnsanın fıtratında bilkuvve mevcut olup, hak ile bâtılı, iyi ve fenayı bildiren ve insanların toplu bir şeklide yaşamalarını mümkün kılan hükümler.
hüllas
İnsana ârız olan gevşeklik.
hulud / hulûd
Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.
Yevm-i hulûd:
Kıyamet günü.
hunsa
Hem erkek, hem de dişi olan.
Erkeklik ve dişilik alâmetlerini birlikte taşıyan bitki.
hünsa / hünsâ
Erkek veya kadın olduğu belirsiz olan.
Aynı çiçekte dişi veya erkeklik uzvunun bulunması.
Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse.
Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
Erkek ve kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse.
hünsaiyyet
Aynı kimsede ve aynı zamanda hem erkeklik hem dişilik.
hurma
Bir sıcak iklim meyvesi.
(Farsça)
Hurma şeklinde yapılan hamur tatlısı.
(Farsça)
husa
(Tekili: Husye) Erkeklik bezleri, hayalar.
husr
Tıb: Peklik, kabızlık, inkıbaz.
İdrar tutulması.
husye
Erkeklik bezi. Haya. Erkeğin yumurtalığı.
husyetan
Hayalar, çift haya. Erkeklik bezlerinin her ikisi.
(Farsça)
hütul
Sürekli yağmur yağma.
hütun
Sürekli yağmur yağma.
huzur-u daimi / huzur-u dâimî
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma.
huzurkarane / huzurkârâne
Kişinin kendisini Allah'ın huzurunda hissetmesi şeklinde.
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
ibcal
Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)
ibkà
Bâkîleştirme, sürekli ve kalıcı hale getirme.
ibka / ibkâ
Sürekli ve kalıcı hale getirme.
Sürekli kılma, bakileştirme.
ibkà etmek
Sürekli ve kalıcı hâle getirmek.
ibtizal
Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak.
Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak.
Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)
iç cebehane
Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
(Türkçe)
icab / îcâb
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
İhtiyaç.
Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz.
icabat / îcâbât / ایجابات
Gereklilikler, gerekler.
(Arapça)
icabi / icabî / icâbî
Müsbet. İcaba âit, icaba dair.
Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
İcapla ilgili, gerekli.
icap
Gerekli olan, gerekli görülen.
icaplar
Gerekler, gerekli kılınanlar.
icaz-ı i'cazi / îcâz-ı i'câzî
Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren vecizliği, özlü söz şeklindeki ifade tarzı.
icşam
Teklif etmek.
idare-i maişet
Yaşayış için gerekli olan ihtiyaçlar.
ifadat-ı lazime / ifadat-ı lâzime
Gerekli ifadeler.
ifraz
Yükseklik. Rif'at. İrtifa'.
(Farsça)
iğdiş
Burulmuş, enenmiş hayvan. Erkeklik bezleri (hayaları) çıkarılmış at. Melez.
(Farsça)
ihale
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
Zayıf addetmek.
Muhal söz söylemek.
ihlas-mendane
Temiz yürekli kimseye yakışır şekilde, ihlaslı kişiye uygun tarzda.
(Farsça)
ihlas-perverane
Temiz yürekli, ihlas sahibi bir kimseye yakışacak surette.
(Farsça)
ihlas-perveri / ihlas-perverî
Temiz yürekli, ihlas sâhibi olma.
(Farsça)
ihsa'
Yalnız bir ilim ve san'at dalıyla meşgul olup, o hususda ihtisas yapıp terakki etme. Husyelerini çıkarma, iğdiş etme, eneme, erkekliğini giderme.
ikaf
(Vakf. dan) Vakfetme, malını vakıf şekline koyma.
Bir işten vaz geçme, durdurma.
ikdamat
(Tekili: İkdam) İlerlemeler. Sürekli çalışmalar.
ikiçifte
Dört kürekli kayık.
(Türkçe)
ikindi divanı
Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işl
(Türkçe)
iktisaren
Kısa ve özet şeklinde.
iktiza
Gerekme, gereklik.
iktiza-i nass / iktizâ-i nass
Âyet ve hadîslerin gerektirdiği şey; nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) hükmünün anlaşılabilmesi ve istenilen mânânın ortaya çıkması için sözün tamâmına bakılarak gerekli hükmün taktir edilmesi.
ila'
Çok istekli ve tâlib kılma, haris etme.
ilahe
Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.
ilaveten / ilâveten
İlâve olarak, ekliyerek, katarak, arttırarak.
ilca
Gereklilik, zorlama.
ilcaat / ilcaât
Gereklilikler, zorlamalar.
ilhamen / ilhâmen
İlham olarak, Allah'ın kalbe yerleştirmesi şeklinde.
ilhani / ilhanî
İlhanlık. İlhanla alâkalı. İlhanın idare ettiği devlet şekli, imparatorluk. Bu idareye bağlı memleketler. İlhan olma hâli.
illet-i tamme / illet-i tâmme
Herhangi birşeyin var olması için gerekli sebeplerin tamamı.
ilmihal / ilmihâl
"Hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim.
ilmin ulüvv-ü kadri
İlmin değer ve kıymetinin yüksekliği.
iltizam / التزام / iltizâm
Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.
Kendisi için gerekli sayma.
Bilerek, isteyerek taraf tutma.
Kayırma, taraf tutma, gerekli bulma.
Kabul,gerekli bulma.
Gerekli görme.
(Arapça)
Taraf tutma.
(Arapça)
iltizam etme
Gerekli görme.
iltizamkarane / iltizamkârâne
Gerekli görerek.
imai / îmâî
İma şeklinde.
imkan ve cünub / imkân ve cünûb
Mümkün ve gereklilik.
inayet-i sermediye / inâyet-i sermediye
Allah'ın sürekli olan nizamı, devamlı olan düzeni.
infirad
Teklik, benzersizlik.
inhina / inhinâ / انحنا
Eğri, yay.
(Arapça)
Kıvrılma, bükülme, yay şeklini alma.
(Arapça)
inkıbaz / inkıbâz
Büzülüp toplanma, çekilme.
Kasvet, keder, sıkıntı.
Kabızlık, peklik.
inşad
Şiir şeklinde okuma.
inşibak
Şebeke şeklinde olma.
Balık ağı gibi birbirine geçme.
intikas
Eksilme.
İstibrâ için erkeklik organına su serpme.
intizam-ı muttarid
Sürekli düzenlilik.
ırk
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.
irtifa / irtifâ / ارتفاع
Yükseklik.
Yükseklik.
Yükseklik.
(Arapça)
irtifa almak
Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek.
Yükselmek.
irtifa' / irtifâ'
Yükseklik.
Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki.
Yükseklik, yükselme.
irtifaen
Yükseklikçe, yükseklik bakımından.
işa-i evvel / işâ-i evvel
Yatsının ilk vakti. Batıdaki mer'î (görünen) ufuk hattı üzerinde, kırmızılığın kaybolması ile başlayan vakit. Güneşin üst kenarının ufk-ı mer'î altında, on yedi derece yüksekliğe indiği vakit.
işa-i sani / işâ-i sânî
Batıdaki mer'î ufuk hattı üzerinde beyazlığın kaybolması ile başlayan vakit; güneşin üst kenarının ufk-ı mer'î altında on dokuz derece yüksekliğe indiği ve şafağın kaybolduğu tam karanlık vakit.
işaret-i aliye / işaret-i âliye
Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı.
Sadaret makamından çıkan emirler.
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
isfirar-ı şems vakti / isfirâr-ı şems vakti
Güneşin sararması vakti. Tozsuz, dumansız, berrak bir havada güneş ışığının geldiği yerlerin veya kendisinin bakacak kadar sararmaya başlamasından (güneşin alt kenarının görünen ufuktan bir mızrak boyu yükseklikte olduğu vakitten) güneş batıncaya kadar geçen zaman. İslâm astronomi âlimleri, bir mızr
iskona
İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı.
ıskuna
ing. İki direkli bir nevi yelkenli gemi.
ısr
Ahd. Sözleşme. Yemin.
Kulakta küpe deliği.
Şiddetli ahkâm ve teklifler.
Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.
istiare-i bedia / istiâre-i bedia
Güzel istiâre; istiârenin en mükemmel şekli, eşsiz, benzersiz olanı.
iştibak-ün-nücum / iştibâk-ün-nücûm
Güneş battıktan sonra, yıldızların çoğunun görünmesi, yâni güneşin arka kenârının, şer'î ufuk altına on derece irtifâ'a (yüksekliğe) inmesi.
istidad vermek
Yetenekli kılmak, filiz verecek tohumlar hâline getirmek,.
istidad-ı habis
Kötü yetenekli, ruhsal özelliği bozuk.
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî
Bir şeyin öyle olmayacağını soru sorma şekliyle ifade etme; "Hiç böyle olur mu?".
Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.
istignam
Ganimet araştırmak, ganimet isteklisi olmak.
iştiha
Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu.
Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.
istihale
Bir şeyin terkib ve asıl şeklinin başka hâle değişmesi. Başkalaşmak.
Mümkün olmayış, imkânsızlık.
iştihalı
Fazla arzulu ve istekli.
istikraen / istikrâen
Eldeki verilerden hareketle genel bir hüküm verme şeklinde.
istiksam
Yemin teklif etme.
Bölüşme, taksim etme, paylaşma.
istimrar / istimrâr / استمرار / اِسْتِمْرَارْ
Devam etme, süreklilik.
Süreklilik.
(Arapça)
Sürekli olma.
istinas
Alışmak. Ünsiyetli olmak. Vahşiliğin gitmesi. Ürkekliğin kalkması.
istitabe
Tövbe ettirme. Tövbe teklif etme.
istitradiyat
(Tekili: İstitrad) İstitrad şeklinde söylenen sözler.
iştiyak-engiz
Çok arzulu ve istekli.
iştiyakaver / iştiyakâver
Pek istekli.
ıtlak / ıtlâk
Kayıtsız, sınırsız, mutlak olma; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
ıtlakat / ıtlâkât
Mutlak bırakmalar; işaret ettiği fertlerden teklik, çokluk gibi belli bir mânâ ile kayıtlamama, serbest bırakma.
izale
Halsiz bırakma.
Uzun etekli elbise.
Kadın yaşmağını açma.
Sarığın ucunu uzatma.
izz-üd-din
Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir.
jaji / jajî
Tereyağı ile karışık peynirin tuluma konan şekli.
(Farsça)
kabce
(Çoğulu: Kubec-Kibâc) Keklik kuşu.
kabil / kâbil / قابل
Mümkün.
(Arapça)
Yetenekli.
(Arapça)
kabul / kabûl
Almak, râzı olmak. Alış-veriş, kirâlama, nikâh gibi sözleşmelerde yapılan teklife rızâ göstermek.
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kabz
El ile tutma, avuç içine alma, kavrama.
Bir malı teslim alma.
Peklik, kabız.
kadib / kadîb
(Çoğulu: Kıdbân) İnce ve düz fidan, dal veya çubuk.
Erkeklik âleti.
kadim-i baki / kadîm-i bâkî
Varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah.
kahinane / kâhinane
Kâhin gibi ve ona benzer şeklide haberler veren. Bir nevi zan ile gaibden haber verir gibi.
(Farsça)
kaide-i istidlal / kâide-i istidlâl
Bir konu hakkında ispat için uyulması gerekli delil sunma kaidesi; çıkarımda bulunma kaidesi.
kal u kil / kal u kîl / kâl u kîl
"Dedi denildi" şeklindeki nakiller.
"Dedi, denildi" şeklindeki nakiller.
kale-kile / kale-kîle
"Dedi-denildi" şeklinde yapılan aktarımlar.
Dedi-denildi şeklindeki nakiller.
kalyon
Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan yelkenli ve kürekli harp gemilerinden biri.
kamkari / kâmkârî
Mutluluk, saâdet, bahtiyarlık. Murada ermeklik.
(Farsça)
kanun-u tevafuki / kanun-u tevafukî
Tevafuk ve denklik şeklinde oluşan kanun.
kar-nüma / kâr-nüma
Menfaat gösteren.
(Farsça)
Usta çıkacak olan çırakların, ustalıklarını göstermek için yaptıkları örneklik iş.
(Farsça)
karantina
İtl. Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden gelen kişileri, gemileri veya malları geçici olarak tecrit etme şeklinde alınan tedbir.
Hastahanede yatması gereken hastaların kayıt ve kabul işlerinin yapıldığı yer.
Bir bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek üzere hast
kartak
(Çoğulu: Karâtit) Kadife.
Terlik.
Etekli kaftan.
kaside
(Çoğulu: Kasâid) Onbeş beyitten az olmamak üzere, her beyit kafiyeli olarak, büyük kimseleri veya herhangi bir şeyi medh ü senâ eden, öven manzume şekli. Büyük zatları ve daha çok Cenâb-ı Hakk'ı veya Peygamberi (A.S.M.) medheden manzume.
kasti hüküm / kastî hüküm
Bir şeyin bizzat kendisi hakkında "bu doğrudur veya yalandır" şeklinde verilen hüküm; bilerek, birinci derecede karar konusu.
kat'iyyü'd-delalet / kat'iyyü'd-delâlet
Metnin mânâya olan işareti kesin olması, "Acaba metinden bu mânâ mı kastediliyor?" şeklinde bir şüphenin bulunmaması.
katane
Az yemeklik.
kavkal
Bağırtlak kuşunun erkeği.
Keklik.
Turaç kuşu.
kayyum-u sermedi / kayyûm-u sermedî
Varlığı sürekli olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah.
kebg
Keklik.
(Farsça)
kede
"Mahal, ev, yer" anlamına gelir ve birleşik isimler şeklinde kullanılır. Meselâ: Ateşkede, bütkede, meykede... gibi.
(Farsça)
keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn
Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.
kelbiyet
Köpeklik.
kelime-i zikriye
Sürekli anılan ve tekrar edilen cümle.
kemal-i hakkaniyet / kemâl-i hakkaniyet
Tam ve mükemmel bir hakkaniyet, gerçeklik.
kemal-i hararet / kemâl-i hararet
Tam istekli olma.
kemal-i sermedi / kemâl-i sermedî
Sürekli devam eden mükemmellik.
kemal-i sermediyet / kemâl-i sermediyet
Tam ve kusursuz süreklilik.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
keramat-ı gaybiye / kerâmât-ı gaybiye
Allah'ın bir ikramı olarak gaybla ilgili verilen haberlerin doğru çıkması şeklinde gerçekleşen kerametler.
keramet-i gaybiye-i gavsiye
Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin geleceğe dair keramet şeklinde haber vermesi ve bu haberin gerçekleşmesi.
kerbele
Ayaklarda olan gevşeklik. Yürüdüğünde balçık içinde yürür gibi yürümek.
Buğday ve arpa gibi hububatın kalburlanması.
kerubiyan / kerûbiyân
Azâb meleklerinin büyükleri. Kerûb kelimesinin Farsça çoğul şeklidir. Arabî çoğul şekli ise Kerûbiyyûn'dur.
kesalet / kesâlet / كسالت
Tembellik, gevşeklik.
(Arapça)
keşef
Alın saçının ve kâkülün dâire şeklinde yukarı doğru devrik olması.
kesel
Tembellik, gevşeklik, uyuşukluk.
ketumiyyet
Ketumluk. Ağız sıkılığı. Sır vermemeklik.
keyfiyet-i teşekkül
Oluşumun niteliği, şekli.
keyfiyet-i vaziyet
Duruş şekli.
kıbab
(Tekili: Kubbe) Kubbeler. Tepesi yarım küre şeklinde olan binâ damları.
kilyevi / kilyevî
Böbrek şeklinde olan. Böbrekle ilgili.
kıraat-ı seb'a
Kur'ân'ın yedi türlü okunuş şekli.
kıraet / kırâet
Okuma, ibare sökme, düzgün ve sürekli okuma. Kur'ân okuma.
kıraet-i şazze / kırâet-i şâzze
Arabî gramer şartlarına uyan ve mânâyı değiştirmeyen, fakat bâzı kelimeleri hazret-i Osman'ın çoğalttığı nüshaya benzemeyen Kur'ân-ı kerîm kırâeti (okunuş şekli).
kıyamet-i mükerrere-i nev'iye / kıyâmet-i mükerrere-i nev'iye
Her bir varlık türünde sürekli olarak tekrarlanan ve kıyameti andıran var olma ve yok olma hadiseleri.
kıyas-ı hafi-yi hadsiye / kıyas-ı hafî-yi hadsiye
Zihnin birşey hakkında, sezgi ve âni kavramayla yaptığı gizli kıyas. Meselâ "Eğer Ayın ışığı Güneşten gelmeseydi, durumu değiştikçe ışık yapısı değişmezdi" şeklinde zihne doğan gizli bir kıyasla aklın "O halde Ay ışığını Güneşten alır" şeklinde hükmetmesi.
kiyaset
Zeki.
Uyanıklık. Zekâ. Ferâset. Zeyreklik.
kotra
ing. Tek direkli, yelkenli, narin küçük gemi.
kubbe
Yarım küre şeklinde yapılan bina damı.
Yarım küre şeklinde bina damı.
kubeb
(Tekili: Kubbe) Kubbeler, kemerler. Tepesi yuvarlak, yarım küre şeklinde yapılan binâ damları.
kuddus
Kusur ve noksanlıklardan müberrâ olan, en mukaddes. Hiç eksiği olmayan, pâk, temiz. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındandır.
Mübarekliğin hadsiz derecesini ifâde eder. "En mukaddes" gibi.
kuds
Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
kuhciğer
Dağ yürekli, kahraman, bahâdır, yiğit.
(Farsça)
külah
Takke. Kalpak. Baş örtüsü.
Kazıkların toprağa girmesini kolaylaştırmak için uçlarına geçirilen huni şeklindeki demir gömlek.
külçe
Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden.
Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.
kulleteyn
Eni boyu ve derinliği altmışar santimetre veya çapı 48, derinliği 96 santimetre olan bir küp veya silindir şeklindeki havuz veya 500 rıtl yâni 220 kg su.
kültür
Bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.
künud
Nankörlük. Nimeti inkâr etmeklik.
küre
(Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim.
Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.
kürevi / kürevî
Yuvarlak. Küre şeklinde.
Yuvarlak, küre şeklinde.
küreviyet
Yuvarlaklık, küre şeklinde olma.
küreyvat-ı beyza
Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl
kurs / قُرْصْ
Kelepçe.
Çevrik nesne.
Yuvarlak. Tekerlek şeklinde olan.
Daire şeklinde olan herşey.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
küvm
Bir yere toplanmış olan bir miktar deve.
Yükseklik, yücelik.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
la ilahe illallah zikri / lâ ilâhe illâllah zikri
"Allah'tan başka ilâh yoktur" mânâsına gelen kelime-i tevhidin sürekli olarak tekrarlanması.
labüd / lâbüd / لابد
Lâzım, gerekli.
Çok gerekli, mutlaka,
Ayrılık yok.
Gerekli, lazım.
(Arapça)
labüdd
Çok lâzım. Elzem. Gerekli.
Her halde. Mutlaka. Muhakkak.
Ayrılık yok.
lafızperest / lâfızperest
Kelimenin mânâsından çok, sözlerine önem veren ve kelimenin dış şekliyle çok meşgul olan kimse.
lafzi mu'cize / lâfzî mu'cize
Kur'ân'ın lâfzına ait mu'cize; Kur'ân'ın yazı ve hat san'atıyla yazılırken farkında olmayarak "Allah" lâfızlarının alt alta gelmesi şeklinde görünen Kur'ân mu'cizesi.
lahlahaniye
Pelteklik, kekemelik.
lando
Üstü önden ve arkadan açılıp kapanır, körüklü, geniş araba nevilerinden biridir. Halk arasında "Landon" şeklinde telâffuz edilen bu araba, fayton ve kupalara nazaran daha ağır ve gösterişli idi.
(Fransızca)
layenkatı / lâyenkatı / لاینقطع
Kesintisiz, sürekli.
(Arapça)
lazım / lâzım / لازم
Lüzumlu, gerekli.
Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey.
Gr: Müteaddi olmayan.
Gerekli.
Gerekli.
(Arapça)
Geçişsiz.
(Arapça)
lazım gelen / lâzım gelen
Gerekli olmak.
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
lazım-ı gayr-ı müfarık / lâzım-ı gayr-ı müfarık
Ayrılması mümkün olmayan, terki câiz olmayan, ziyade gerekli, çok lüzumlu.
lazıme / lâzıme
Gereklilik.
Gerekli olan.
lazime / lâzime
Gereklilik, zorunlu olarak ayrılmaz nitelik.
lazıme / lâzıme / لازمه
Gerekli.
(Arapça)
lazıme-i zaruriye / lâzıme-i zaruriye
Varlığı zorunlu ve mutlaka gerekli olan zorunlu ve gerekli özellik.
lazime-i zaruriye-i beyyine / lâzime-i zaruriye-i beyyine
Apaçık zorunlu bir gereklilik şeklinde; bir şeyin apaçık zorunlu niteliği.
lazime-i zaruriye-i zatiye / lâzime-i zaruriye-i zâtiye
Zâtının ayrılmaz ve zorunlu gerekliliği.
lazımü'l-arz / lâzımü'l-arz
Arz edilmesi gerekli olan.
lazımü't-tashih / lâzımü't-tashih
Düzeltmesi gerekli.
lebabet
Akıllılık, zeyreklik. Akıl sahibi olma.
lefef
Pelteklik, kekemelik.
Yorgunluk.
Besililik, semizlik.
leffen
Ekli, bitişik.
Ekli, bitişik.
lehce
Bir beldenin konuşma şekli, dil. Konuşma tarzı.
lehviyyat
(Tekili: Lehv) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
(Farsça)
levazım / levâzım / لوازم
Gerekli şeyler; bir bütünden ayrılmayan, bir işte beraber bulunması gereken şeyler.
Gerekli olanlar.
Gereçler, gerekli şeyler.
(Arapça)
levazım-ı beşeriyet / levâzım-ı beşeriyet
İnsan için gerekli olan şeyler.
levazım-ı beytiye
Ev için gerekli ihtiyaçlar, gereçler.
levazım-ı taayyüş
Yaşamı sürdürebilmek için gerekli olan şeyler.
levazımat / levâzımât
Gerekli olan şeyler.
Gerekli şeyler.
levazımat-ı beytiye / levâzımât-ı beytiye
Ev için gerekli olan şeyler, ihtiyaçlar.
levazımat-ı hayat
Hayat için gerekli olan şeyler.
levazımat-ı hayat-ı insaniye / levâzımât-ı hayat-ı insaniye
İnsan hayatına gerekli olan şeyler.
levazımat-ı hayatiye / levâzımât-ı hayatiye
Hayat için gerekli şeyler.
levazımat-ı insaniye / levâzımât-ı insaniye
İnsanlar için gerekli şeyler.
levvame / levvâme
Sürekli kendini kötüleyen nefis.
leylak
Salkım şeklinde mor ve beyaz renkli çiçekleri olan bir nebat adı.
lezam
Lâzım ve gerekli olma.
Hiç ayrılmama.
lüknet
Pelteklik, dil tutukluğu, kekeleme.
lüknunet
Kekeleme, pelteklik, dildeki tutukluk.
lükunet
Dildeki tutukluk, pelteklik, kekeleme.
lüzum / لزوم
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
Gereklilik.
Gereklilik.
Gereklilik, lazım olma.
(Arapça)
Lüzum görmek:
Gerekli bulmak.
(Arapça)
lüzum-u beyyin
İspata ihtiyacı olmayan şey, apaçık gereklilik. Meselâ körlük görmemenin, cahillik ilimsizliğin lüzûm-u beyyinidir.
lüzum-u kat'i / lüzum-u kat'î
Kesin gereklilik.
lüzumi / lüzumî
Gereklilik, lüzumluluk.
ma'ruş
Üstü çardak şeklinde yapılı bina.
maal
Yükseklik. İlerilik. Şereflilik.
maali / maalî / maâlî
şerefler. Yükseklikler.
Yüksek fikirler.
şerefli vazifeler.
Şerefler, yükseklikler.
maaşat
(Tekili: Maâş) Maaşlar. Memur, emekli, dul, yetim vs. gibi kimselere verilen aylıklar.
maayiş
(Tekili: Maişet) Geçinmek için gerekli şeyler.
mafsal
Tıb: Vücuddaki kemiklerin ekli olan oynak yerleri. Eklem.
maharetli
Becerikli, yetenekli.
mahbub-u layezali / mahbub-u lâyezâlî
Sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.
mahbub-u sermedi / mahbub-u sermedî
Varlığı sürekli olan sevgili, Allah.
mahlukat-ı seyyare / mahlûkat-ı seyyâre
Sürekli hareket eden varlıklar.
mahrut-u nakıs / mahrût-u nâkıs
Kesik koni şeklinde.
mahruti / mahrutî
Koni şeklinde.
Mahrut şeklinde olan. Altı daire ve üstü sivrilerek bir noktada birleşen, huni şeklinde olan. Konik.
mahzurat
Haram sayılan ve sakınılması gerekli iş ve davranışlar.
mail / mâil / مائل
Eğik. Bir tarafa eğilmiş. Eğri.
Meyilli. Hevesli. İstekli.
Düşkün.
Benzer.
Eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge.
Eğilimli, istekli.
(Arapça)
Eğimli, meyilli.
(Arapça)
Çalan.
(Arapça)
Mâil olmak:
Eğilim göstermek.
(Arapça)
maksur
(Kasr. dan) Kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış, alıkonulmuş.
Mahbus.
Kasrolunmuş nesne.
Gelinin üzerine tutulan duvak.
Gr: Bir kısım arapça kelimelerin sonunda yâ şeklinde yazılan, fakat elif gibi okunan harf. ( : Dâ'vâ) kelimesinde olduğu gibi. Buna, "Elif-i
malezim
(Mâlezime) Lüzumlu ve gerekli şey. Malzeme.
malzeme-i cihadiye-i vahdaniye / malzeme-i cihadiye-i vahdâniye
Allah'ın birliği yolunda mücadele için gerekli malzeme, donanım.
manevra
Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli.
(Fransızca)
Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir biçimde düzenlenmesini te'min eden bütün hareketler.
(Fransızca)
Barış zamanında kıt'alara ve kurmay hey'etle
(Fransızca)
manken
Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli.
(Fransızca)
masdar
Bir şeyin sudur ettiği (çıktığı) menba.
Gr: Fiilin şahsa ve zamana bağlı olmayan şekli, fiil kökü. Okumak, yazmak, kitabet, kıraat, ahz, almak... gibi. Masdar kelimesi.; ism-i mekândır, sudur etmek mânasına gelir. Fiilin mâna ve lâfız ciheti ile mebde' ve me'hazidir.
maşuk-u layezali / mâşuk-u lâyezâlî
Varlıklar tarafından çokça sevilen ve sürekli var olan Allah.
materyal
Gerekli olan bilgi, malzeme.
maun / mâun
Malın zekatı.
Kendisinden faydalanılacak şey, eve gerekli olan şeyler.
maye-i bekà / mâye-i bekà
Bekà mayası; bekàyı ve süreklilği sağlayan maya.
maye-i hayat / mâye-i hayat
Hayatın mayası, hayat için gerekli olan.
mazbata
Bir toplantıda konuşulanların neticesinin yazılı şekli. Kararnâme.
mearif / meârif
Kalb bilgileri. Çokluk şekli ma'rifet'tir.
mebde-i teayyün
İlâhî kemâllerin, yüksekliklerin ilm-i ilâhîde başlangıcı ve ilk kaynağı.
mecleb
Beyaz çiçekli bir otun adı. (Adam boyu uzar ve yaprağı zerdaliye benzer.)
medyun
Verecekli.
Borçlu, verecekli.
megesvar
Sinek gibi. Sinek şeklinde.
(Farsça)
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
mehul
Benli, benekli.
meksur
(Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş.
Gr: "İ" şeklinde kesreli okunan harf.
mele'
(Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
Hırs, tama'.
Zan.
Güzellik.
Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
Dolu mekân.
Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
melek
Allahü teâlânın nûrdan yarattığı gözle görülmeyen mâsum (kötülüklerden korunmuş) varlıklar. Çokluk şekli, melâike'dir.
melekiyet / مَلَكِيَتْ
Meleklik.
Meleklik.
Meleklik.
melfufen
Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey.
mels
Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek.
memdude
Balçıklı ve kesekli yer.
men
(İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. "O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki" gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi okunabilir. Akıl sahibleri hakkında kullanılır. Mevsule, şartiye, nekre-i tâmme, nekre-i mevsule olur.
menakıb / menâkıb
Menkıbeler. Velîlerin, Allahü teâlânın sevgili kullarının güzel iş, hareket, söz ve kerâmetlerini konu edinen hikâye ve hâtıralar, bu hususta yazılmış kitapları. Menkabenin çokluk şeklidir.
menazır-ı sermediye / menâzır-ı sermediye
Devamlı, sürekli manzaralar.
menfi siyaset
Olumsuz siyaset; aşırı taraftarlık veya rakipleri yok etmek şeklinde uygulanan siyaset.
menzilet
Derece, pâye, rütbe, mertebe. Yükseklik derecesi.
Konak yeri, inecek yer. Hane, ev.
merbut
Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik.
merbutan
Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak.
merbutat / merbutât
(Tekili: Merbut) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler.
merbutiyyet
Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
merdanegi / merdanegî
Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik.
(Farsça)
merdi / merdî
Erlik, erkeklik.
(Farsça)
Merdlik, cesurluk, yiğitlik.
(Farsça)
İnsanlık, hamiyet.
(Farsça)
merfu'
Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
Hükümsüz bırakılmış.
Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.
merhun / مرهون
Rehinli, ipotekli.
(Arapça)
Zamana bağlı, bir şeye bağlı.
(Arapça)
mesalih-i beden / mesâlih-i beden
Bedene gerekli ve faydalı işler.
mesh / مَسْخْ
Şeklini değiştirerek çirkin bir hale koyma.
Şeklini değiştirip çirkin bir hâle sokma.
meşkuk
Şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen.
mesnevi / mesnevî
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) yirmi altı bin beytten meydana gelen ve altı defter olan meşhûr eseri.
Edebiyâtta bir nazım şekli olup, iki mısrânın bir biri ile kâfiyeli hâli. Bu sebeple her beyti kâfiyeli olan eserlere mesnevî denir.
meşrutiyet
Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.
meşrutiyet-i meşrua / meşrutiyet-i meşrûâ
Dine uygun olan meşrutiyet, yönetim şekli.
mest
Ayakkabı.
Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.
meşum
Vücudu benekli adam.
metanet
Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. (Mukabili zaaf'dır) (Hak, iman ve İslâmiyet uğrunda metanet göstermek, çok kıymetli bir seciyyedir.)
mevakıf
Üzerinde durulması gerekli noktalar; belli konuların işlendiği başlıklar.
mevcud-u lemyezel
Varlığı zevâl bulmayan, sürekli var olan Allah.
mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice
Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.
mevsukiyet
Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl.
meyyal / meyyâl
Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün.
Meyilli, istekli.
meyyal-i i'tila / meyyal-i i'tilâ
Yükselmeğe çok meyilli ve istekli.
mezahir / mezâhir
Çiçekli yerler.
Görünme yerleri, çiçekli yerler.
mezbub
Sinekli.
mezebbe
Sinekli yer.
Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı.
mezher
Çiçeklik.
Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi.
Çiçeklik.
mezhere
Çiçeklik.
Çiçeklik, çiçek bahçesi.
micmer
İçinde tütsü yakılan bakır yahut bronzdan küçük şamdan şeklindeki aletin adıdır. "Buhurdan" da denilir.
migferi / migferî
Miğfer şeklinde olan, miğfer biçiminde olan.
Miğferle ilgili.
mihi / mîhî
Çivi şeklinde. Çiviye âit.
(Farsça)
mik / mîk
Çabuk ağlayan, yufka yürekli olan.
mikyasvari / mikyasvâri
Ölçü şeklinde.
minkale
Geo: Yarım dâire şeklinde dereceli geometri âleti. İletki.
monarşi
Hâkimiyetin kaynağı birtek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen devlet şeklidir. Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; meşruti monarşi; olmazsa; mutlak monarşi ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli
(Fransızca)
mu'cizat / mu'cizât
Mûcizeler. Allahü teâlânın peygamberlerine, peygamberliklerini isbât etmeleri için ihsân etmiş olduğu hârikulâde yâni âdet dışı (olağan üstü) hâller. Mûcize kelimesinin çokluk şeklidir.
mu'cize-i gaybiye
Gerçekleri önceden bildirme şeklindeki mu'cize.
muan'an
An'aneli; bir haberin veya hadisin ilk kaynağına ulaşıncaya kadar "filandan, o da filandan" şeklinde isim listesiyle birlikte nakledilmesi.
muarrifan / muarrifân
(Tesniye şeklindedir) İki tarif edici.
(Farsça)
Tarif ediciler. Muarrifler.
(Farsça)
mübarekiyet / mübârekiyet
Mübareklik.
mücehhiz
(Cihâz. dan) Gerekli cihazları hazırlayan. Techiz eden, donatan.
mücessem
Cismi olan. Dış duygularımızla bilinip varlığından haberdar olduğumuz şey. Varlığı görünen. Cisimlenmiş olan. Bir şekli gösteren. Uzunluğu, genişliği ve kalınlığı olan cisim. Şekillenmiş.
mücip / mücîp
İstenileni yapan, teklifi kabul eden.
müctenih
(Cenah. dan) Meyillenen, bir tarafa eğilen.
Secdede usulüne göre ellerini yere koyup dirseklerini açarak kollarını kanat şeklinde tutan.
müdahene / müdâhene
Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek. Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak.
müdam
Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan.
Mübtelâ olan. (Her nefeste Allah adın de müdamAllah adı ile olur her iş temamSüleyman Çelebi)
muhaddeb
Kamburlu, tümsekli, üstü yumru olan. Dürbin camı gibi yumru olan.
muhalled
(Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan.
Sürekli.
Sürekli.
muhalledin / muhalledîn
(Tekili: Muhalled) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.
muhallid
(Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan.
muhannes
İşlerini, sözlerini, hareketlerini ve şeklini kadınlara benzeten erkek.
muhteris
Hırslı, aşırı istekli, hırsı tutku haline gelmiş.
mukantar
(Kantara. dan) Kemer şeklinde olan köprü.
Birbiri üstüne yığılmış çok şey.
Muhkem.
mukantarat
(Tekili: Mukantara) Köprüler. Kemer şeklinde olan yapılar.
mukarnes
Kubbe biçiminde olan.
İşlemeli, nakışlı ve rengarenk olan.
Merdiven şeklinde dereceleri olan kubbe.
mukavves / مُقَوَّسْ
Yay şeklinde.
Bükülen, kavis şekline gelen.
mükellif
Teklif eden.
Vazife veren. İş veren.
Zorluğa sevkeden.
muktezi / muktezî / مُقْتَض۪ي
(Muktazî) Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış.
İktiza eden. Gerekli. Lâzım.
Gerekli kılan.
mukteziyat / mukteziyât
Bir şeyi gerekli kılan sebepler.
Allah'ın güzel isimlerinin gerektirdiği durumlar.
mukteziyyat
İktiza eden şeyler. Gerekli olan ve icab eden şeyler.
mukzi / mukzî
Gerekli görülmüş.
Hüküm ve kazâ olunmuş.
Tamamlanmış.
mülazeme
Lüzumlu. Gerekli. Ayrılmaz. Lâzım.
mülazım / mülâzım
Gerekli, lüzumlu, teğmen.
mülızz
Lüzumlu, gerekli.
Cür'et ve ısrar eden kişi.
mümted
Uzayan. Sürekli, devamlı. Uzanmış, çekilmiş, imtidâd etmiş.
münkir-i küreviyet
Dünyanın küre şeklinde olduğunu inkar eden, inanmayan.
muntazaman
İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda.
Devamlı ve sürekli olarak. Dâima.
muntazıran
Bekliyerek, intizâr ederek.
muntazırane / muntazırâne
Bekliyerek, muntazıran, intizâr ederek.
(Farsça)
muntazırin / muntazırîn
(Tekili: Muntazır) Bekliyenler, gözliyenler. İntizar edenler.
murabbauşşekl / مربع الشكل
Dörtgen şeklinde, kare şeklinde.
(Arapça)
mürdedil
Gönlü ölmüş, katı yürekli, ham, hissiz, duygusuz insan.
mürettibhane
Matbaalarda yazıların dizilip sahife şeklinde tertib edildiği yer.
mürgdil
Kuş yürekli. Korkak.
(Farsça)
murtabit
Bağlı. İrtibatlı. Birbirine bitişik. Ekli.
mürtehen / مرتهن
Rehinli, ipotekli.
(Arapça)
müsaberet
Sürekli olarak uğraşma.
Bir şey yapmağa hemen girişme.
müsahele
İşi sıkı tutmayıp gevşeklik göstermek. Kolaylaştırarak, kıymet vermiyerek tutmak.
müsahil
Müsâhele eden. İşi sıkı tutmayıp gevşeklik gösteren.
müşakil
Diğerine uygun olan, şeklini benzeten, şekilce benzeyen.
müsavat ve muvazenet-i etvar / müsâvat ve muvazenet-i etvar
Tavır ve davranışlarda sürekli denge ve aynı seviyede olma.
musavvire
Tasvir edilmiş. Suretlenmiş. Şekli çizilmiş.
Kuvve-i hayâliye.
müşekkel
(Şekl. den) Kalıbı, şekli, biçimi, kıyafeti gösterişli ve yerinde.
Şekil verilmiş, şekillendirilmiş.
müselleme
Herkes tarafından kabul edilen; doğruluğu, gerçekliği herkesçe kabul edilmiş olan.
müsellesüşşekl / مثلث الشكل
Üçgen şeklinde.
(Arapça)
müsemma-i vahid-i ehad / müsemmâ-i vâhid-i ehad
Zât ve sıfatlarıyla bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli eden şeklinde isimlendirilen Cenâb-ı Hak.
müsennem
Kabartma. Kabartmalı olarak hakkedilmiş olan.
Ev çatısı veya dam şeklinde olan.
müşevvek
(şevk. den) Dikenli. Diken şeklinde sivri olan.
müstagni
(Gani. den) Kimseden bir menfaat beklemeyen, bir şey istemeyen, istiğna eden, kimseye ihtiyacı olmayan. Gönlü tok, tok gözlü. Çekingen, nazlı.
Gerekli ve lüzumlu bulmayan.
müstağni / müstağnî
Doygun, yönlü, tek.
Çekingen, nazlı davranan.
Gerekli bulmayan.
müstaid / مستعد
Yetenekli, uygun.
Yetenekli.
(Arapça)
müstait
Kabiliyetli, yetenekli.
müştak
İştiyaklı, çok istekli.
(şevk. den) Arzu ve iştiyak gösteren, fazla istekli.
müştak olan
Arzulu, istekli, düşkün.
müştakane / müştâkane
Çok arzulu ve istekli bir şekilde.
müstedam
(Devam. dan) Sürekli, devamlı. Sürüp giden.
Devâmı istenilen.
müstedim / müstedîm
(Devam. dan) Devamlı, daimî, sürekli.
Devamını isteyen, istidame eden.
müstedir / müstedîr
Daire şeklinde olan.
Daire şeklinde olan, deyirmi.
Yuvarlak, daire şeklinde.
müstehill
Hilâl şeklinde görünen.
Yeni doğmuş.
müstemiddane / müstemiddâne
Yardım isteyerek, istimdad ederek, meded bekliyerek.
(Farsça)
müstemir
Devamlı, sürekli.
müstemirr
(Mürur. dan) Devam eden, sürekli, arasız.
Sağlam, muhkem, kavi, metin.
müstemirren
Sürekli, devamlı olarak.
müstemit
Harpte ölmekten yılmayan yürekli kimse.
müşteri
Malı parayla alan. Satılan malı alan.
Bir yıldız ismidir. Jüpiter.
İstekli, arzulu.
mutavaat / mutâvaat
İstekli olma, boyun eğme.
mütecessid
Cesed şekline giren, tecessüd eden, vücud bulan.
mütedahilen müteselsil / mütedâhilen müteselsil
İç içe girmiş daireler şeklinde zincirleme devam eden; küçükten büyüğe iç içe sıralanmış daireler.
mütegannim
Bir şeyi ganimet bilen.
Koyun şeklinde görünme.
Koyun şeklinde görünen, ganimetçi.
mütehattim
(Hatm. dan) Lüzumlu, gerekli.
mütehavvil
Değişken, sürekli değişen.
mütekaid / متقاعد
Tekaüd olan. Emekli.
Emekli.
Emekli.
Emekli.
(Arapça)
mütekaidin / mütekaidîn
(Tekili: Mütekaid) Emekliler, emekliye ayrılmış olanlar.
mütekait
Emekli.
mütekavvis
(Kavs. dan) Yay gibi eğri. Yay şekline giren, kavislenen. Eğrilmiş, bükülmüş.
müteleyyis
Arslan yürekli, arslan yürüyüşlü.
mütemadi / mütemâdi / متمادی / mütemâdî / مُتَمَاد۪ي
Devamlı, kesiksiz, sürekli, daima.
Devamlı, sürekli.
Sürekli.
(Arapça)
Sürekli olan.
mütemadiyen / mütemâdiyen / متمادیا / مُتَمَادِيًا
Devamlı, sürekli.
Sürekli olarak.
Sürekli olarak.
(Arapça)
Sürekli olarak.
müterasıf
Saf şeklinde birbirine yanaşıp sıkışmış olan.
müterassıdin / müterassıdîn
(Tekili: Müterassıd) Dikkatle gözetenler, rasad edenler, kollıyanlar, bekliyenler.
müteşakil
Şekli birbirine benzeyenlerden herbiri, bir şekilde olan.
Bir aruz vezninin ismi.
müteşecciane / müteşecciâne
Yiğit gibi, yürekli olana benzer surette.
(Farsça)
müteşevvik
Şevkli, çok istekli olan.
müteşevvikane
Çok istekli olan bir kimseye yakışır şekil ve surette. Şevkli bir tarzda.
(Farsça)
müteşevvikin / müteşevvikîn
(Tekili: Müteşevvik) şevkliler, çok istekli olan kimseler.
mütevaliyen / متواليا
Sürekli olarak.
(Arapça)
mütezehhir
Çiçekli, çiçeklenen.
Parıldayan.
mutlak
Kayıtsız, sınırsız; teklik, çokluk veya nitelik gibi şeylere bakılmaksızın kullanıldığı mânâya delâlet eden lâfız; kitap kelimesi gibi.
Kayıtsız, şartsız. Teklik, çokluk