REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te effa ifadesini içeren 55 kelime bulundu...

alem-i kesif ve süfli / âlem-i kesîf ve süflî / عَالَمِ كَثِيفْ وَ سُفْلِي

  • Şeffaf olmayan, yoğun ve aşağı âlem.

alem-i latif / âlem-i lâtif / alem-i latîf / عَالَمِ لَطِيفْ

  • Nurlu ve şeffaf olan âhiret âlemi.
  • Şeffaf, nurlu olan âlem (âhiret).

billur

  • Şeffaf, parlak taş, elmas gibi kıymetli. Cam gibi parlayan.

cilve-i misaliye / cilve-i misâliye

  • Şeffaf şeyler üzerinde yansıyan görüntüler.

ecsam-ı şeffafe

  • Şeffaf cisimler, saydam maddeler.

elmas

  • Çok kıymetli, beyaz, şeffaf mâden. Cevher. Kıymetli taş. (En saf karbondur.)

entimem

  • yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen

esdaf

  • Sadefler, inci kabukları.
  • Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.

eşeff / اَشَفّْ

  • Çok parlak. Daha şeffaf. Işığı daha iyi geçiren.
  • Suyu kendine çok fazla çeken.
  • Çok parlak, çok şeffaf.
  • Daha şeffaf.

eşya-yı şeffafe / eşya-yı şeffâfe

  • Şeffaf şeyler.

fağfur

  • Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı.
  • Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.

hedy

  • Cenab-ı Hakk'ın rızası için veya ihramda iken yapılması yasak olan herhangi bir fiili işlemekten dolayı kusurunu affettirmek ricasiyle, keffaret olarak Harem-i Şerif'e götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurban.

istişfaf

  • (Şeffaf. dan) Şeffaf ve saydam olma.

jelatin

  • Tıbda ve fotoğrafçılıkta kullanılan şeffaf, renksiz ve kokusuz bir cisim. Hayvanların kemik ve kıkırdak gibi kısımlarından elde edilir. (Fransızca)
  • Bir cins kâğıt. (Fransızca)

kafur / kâfur

  • Beyaz ve yarı şeffaf, kolaylıkla parçalanan bir madde. Sert, güzel kokulu, katı ve yağlı bir madde.
  • Cennette bir kaynak ismi.

kefaret

  • (Bak: Keffaret)

keffaret / keffâret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.
  • Örtmek. Allahü teâlânın bâzı hususlarda kullarının kusur ve günahlarını affetmek ve örtmek için vesîle yaptığı şeylerden her biri. Çoğulu keffârâttır. Keffâretler, bir bakımdan ibâdet, bir bakımdan cezâ durumundadır. Keffâret, katl (insan öldürme), zıhar, yemîn, oruç ve hac keffâreti olmak üzere beş

keffaret-i katl

  • Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.

keffaret-i salat / keffâret-i salât

  • Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret.

keffaret-i yemin

  • Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol

keffaret-i zıhar

  • Zıhar keffareti.Keffâret-i zıharın vâcib olmasının şartı kudrettir. Muktedir olan, köle azad eder; değilse iki ay oruç tutar, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek verir.

keffaret-üz zünub

  • Günahların keffareti. Mü'min insanların çeşitli hastalık ve musibetlerine denir. Çünkü günahlarından afvına vesile olabilir. (Huk. İslâmiye ve Ist. Fık. K.)

keffaretü'z-zünub / keffaretü'z-zünûb

  • Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
  • Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.

keffaretüzzünub / keffâretüzzünub

  • Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.

kehreba

  • Bir şeffaf zamk ismi.

kesafet / كَثَافَتْ / kesâfet

  • Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak.
  • Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
  • Şeffaf olmama, yoğunluk ve katılık.
  • Şeffaf olmama, yoğunluk ve katılık.

kesif / kesîf / كَث۪يفْ

  • Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.
  • Şeffaf olmayan, yoğun.

maddiyat-ı kesife

  • Kesif, şeffaf olmayan maddeler.

mearre

  • Keffaret, diyet.
  • Elem, meşakkat, dert, günah.

mezy

  • Dokunma, bakma ve düşünme gibi sebeplerle erkekten gelen beyaz şeffâf sıvı.

müleffaka

  • (Bak: MÜLEFFAK)

neffasat / neffasât

  • (Tekili: Neffâse) Neffâseler, büyücü kadınlar.

neffase

  • (Çoğulu: Neffâsât) Büyücü kadın.

nim-şeffaf

  • Yarı şeffaf.

sadef

  • Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
  • Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.

şefafet

  • Şeffaflık, saydamlık, şeffaf olma.

şeffafat / şeffâfât

  • Şeffaf ve saydam şeyler.

şeffafe / şeffâfe

  • Şeffat, berrak, açık, saydam.

şeffafiyet / şeffâfiyet

  • Şeffaflık, saydamlık.

semavat-ı latife / semâvât-ı lâtife

  • Lâtif, şeffaf gökler.

seyyalat-ı latife / seyyâlât-ı lâtife

  • Çok şeffaf ve akıcı olan şeyler.

sihirbaz / sihirbâz

  • Büyü yapan, büyücü. Sâhir, neffase.

tahaf

  • İnce ve şeffaf bulut.

tahılle

  • Gerçek yere yemin etmek.
  • Yeminden kurtulmak için verilen keffaret.

tahıllet-ül kasem

  • Yemin keffareti.

tedlis

  • Yumuşatmak. Bir şeyi mülâyim ve kaygan yapmak.
  • İnciyi şeffaf etmek.

tekfir

  • Birisine "kâfir" deme, kâfirliğine hükmetme.
  • Ortadan kaldırma, yok etme.
  • Setretme, örtme.
  • Keffaret verme.
  • Elini göğsüne koyup tevazu yapma.

tekfir-i yemin

  • Yeminin keffaretini vermek. Yemin bozan bir kimsenin ceza olarak ödediği para, tuttuğu oruç.

tentene

  • Tül gibi, ince ve şeffaf.

tenteneli

  • Tül gibi, ince ve şeffaf.

unsur-u kesif / unsur-u kesîf / عُنْصُرُ كَثِيفْ

  • Şeffaf olmayan, katı, yoğun madde.

vallahi / vallâhî

  • Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.

yemin keffareti / yemîn keffâreti

  • Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret, cezâ.

yemin-i lağv / yemîn-i lağv

  • Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yemîn etmek. Bunda günah ve keffâret yoktur.

zerre-i şeffafe / zerre-i şeffâfe

  • Şeffaf ve saydam zerre, ayna gibi yansıtma özelliği olan küçük maddeler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın