Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
eş
kelimesini içeren
532
kelime bulundu...
163. madde
Eski Türk Ceza Kanununun 163. maddesi.
a'yan-ı sabite / a'yân-ı sâbite
Eşyanın var olmadan önce Allah'ın ilminde var oluşu.
adem-i müsavat / adem-i müsâvât
Eşitsizlik.
adil / adîl / عدیل
Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.
Eşit, denk.
(Arapça)
adim-ün nazir / adîm-ün nazîr
Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.
adüvv-i kadim
Eski düşman.
afa'
Eşek sıpası.
afiyet / âfiyet / عافيت
Esenlik, sıhhat ve selâmet.
Esenlik.
(Arapça)
Âfiyet bulmak:
Sağlığına kavuşmak.
(Arapça)
ahd-i atik
Eski ahd. Hıristiyanlarca Mûsâ aleyhisselâma inen kitab. Bu ismi ilk olarak hıristiyanlar kullanmışlardır. Hıristiyanların Kitab-ı mukaddes denilen kitabları Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd'den meydana geldiğinden onlar da Ahd-i Atîk'i kutsal kabul etmekt edirler. Yahûdîler, Ahd-i Atîk yerine Tanah demek
akçe / اٰقْچَه
Eskiden para.
Eski bir para birimi.
akderi
Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri.
akmus
Eşek, hımar.
akran / akrân
Eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.
alaturka
Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı.
alaybozan
Eskiden kullanılmış olan bir çeşit fitilli tüfek.
alet-i inkişaf / âlet-i inkişaf
Eşyanın derece ve miktarının ortaya çıkmasına yarayan âlet.
alim-i ilm-i celp / âlim-i ilm-i celp
Eşyayı çekip yanına getirme ilmine sahip âlim.
aliyy-ül murtaza
Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema
alizarin
Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi.
(Fransızca)
allah
Esmâ-i hüsnâdan. Varlığı muhakkak lâzım olan, îmân ve ibâdet edilecek hakîkî mâbûd. Her şeyi yoktan var eden yüce yaratıcı.
allam-ül guyub / allâm-ül guyub
Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.
allame-i biadil / allâme-i bîadîl
Eşşiz, benzersiz büyük âlim.
allamü'l-guyub / allâmü'l-guyûb
Esmâ-i Hüs-nâ'dan biri, bütün gizlileri bilen Allah.
amazon
Eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın.
ambalaj
Eşyayı taşınabilir bir hale koymak için sarma veya sandığa yerleştirme işi.
(Fransızca)
amelika
Eskiden Sîna yarımadasında yaşamış olan bir kavim.
amin alayı
Eskiden çocukların ilk okula başladığı gün yapılan merasim.
amr
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi.
anasır-ı esasiye / anâsır-ı esasiye
Esas unsurlar, temel konular.
antika
Eskiden kalma kıymetli eser.
aristo
Eski bir filozof.
arz-ı tahsin-i eser / arz-ı tahsîn-i eser
Eseri beğendiğini arz etme, söyleme.
asar / âsâr / âsar / آثار / اٰثَارْ
Eserler.
Eserler.
Eserler, yapılanlar.
Eserler.
Eserler.
asar ve a'mal alemi / âsâr ve a'mâl âlemi
Eserler ve ameller âlemi, dünyası.
asar-ı atika / âsâr-ı atika / âsâr-ı atîka
Eski eserler.
Eski eserler.
asıl
Esas.
asitan / âsitan / آستان
Eşik.
(Farsça)
astin
Esvap kolu, yen.
(Farsça)
atebe / عتبه
Eşik.
(Arapça)
ateş-i rumi / ateş-i rumî
Eskiden kullanılan bir silâh çeşitidir. Kara ve deniz muharebelerinde yangın çıkartmak için kullanılırdı.
atıfet-kar / atıfet-kâr
Esirgeyip muhafaza eden, gözetip koruyan.
(Farsça)
atik / عَتِيقْ
Eski.
atikıyyat
Eski eserler. Eski devirlerden kalma eserleri, - daha ziyade tarih ve san'at bakımından- tetkik eden ilim. Arkeoloji.
atk
Esiri serbest bırakmak. Köleyi âzat eylemek.
atles
Eski, yırtık, yıpranmış, aşındırılmış.
azame
Eskiden, büyük görünmesi için kadınların bağladıkları arkalık.
azamet-i asar / azamet-i âsâr
Eserlerin büyüklüğü.
aziz-i mısır / azîz-i mısır / عَز۪يزِ مِصِرْ
Eski mısırda hazineden sorumlu kişi.
bab-ı fetva / bâb-ı fetva
Eskiden şeyhülislamların oturduğu daire. Fetvalar burada verilirdi.
bakiyye-i asar / bakiyye-i âsâr
Eserlere âit geri kalan izler. Eserlerin geri kalanı.
bali
Eski, köhne.
bar-name
Eşya, yük pusulası.
(Farsça)
başmak
Eskiden kullanılan bir çeşit ayakkabı.
batman
Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
bayiiyye / bâyiiyye
Eskiden pazar kurulan yerlere gönderilen mevad ve eşyadan gümrük ihtisab vergisinin haricinde alınan ikinci vergi.
bazirgan / bazirgân
Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.
bedayi / bedâyi
Eşi benzeri olmayan güzellikler.
bedel-i nakdi / bedel-i nakdî
Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.
bedi / bedî
Eşsiz derecede güzel, benzersiz.
bedi' / bedî' / بَد۪يعْ
Eşsiz güzel, benzersiz.
Eşsiz.
bedia / bedîa / بَدِيعَه
Eşsiz, benzersiz güzellik, beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey.
Eşsiz.
bedii / bedîî
Eşsiz güzellikte olan.
bediiyyat / bediiyyât
Eşsiz güzellikler.
bediülcemal / bedîülcemâl
Eşsiz güzellik.
beduh
Eski yazıda mektub zarfları üzerine yazılması ve zarfa basılan mühüre kazdırılması mûtad ve aslı meçhul bir sözdür.
begter
Eskiden kullanılan zırhlı elbise.
(Farsça)
bendene
Esvabın, giyilecek şeylerin bazı yerlerine dikilen düğme, kopça.
(Farsça)
beng / بنگ
Esrar.
(Farsça)
bengi / bengî / بنگى
Esrarkeş.
(Farsça)
ber-sabık
Eskisi gibi.
(Farsça)
beraberi / beraberî
Eşitlik, müsavilik, beraberlik.
(Farsça)
berdegi
Esirlik, esaret, kölelik.
(Farsça)
berhane / berhâne
Eskiyip harap olmuş konak.
(Farsça)
berr-i atik
Eski karalar. Asya, Avrupa ve Afrika.
bersabık / bersâbık / برسابق
Eskiden olduğu gibi.
(Farsça - Arapça)
beşr
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil eden isimlerden biri.
beyt-i atik
Eski ev, Kâbe.
bezane
Esici. Esen rüzgâr.
(Farsça)
bezletme
Esirgemeden bol bol verme.
bezzazistan
Esnaf çarşısı. Bedestan.
(Farsça)
bi-adil / bî-adil
Eşsiz. Eşi olmayan.
bi-bünyad / bî-bünyad
Esassız, temelsiz.
(Farsça)
bi-hemta / bî-hemta
Eşsiz. Dengi olmayan. Benzersiz.
(Farsça)
bi-misal / bî-misal
Eşsiz, benzersiz.
bi-müdani / bî-müdanî
Eşsiz. Denksiz.
bibedel / bîbedel / بى بدل
Eşsiz, benzersiz.
(Farsça - Arapça)
bihemta / bîhemtâ
Eşsiz, benzersiz.
bilad-ı selase / bilâd-ı selâse
Eskiden İstanbul, Edirne ve Bursa'nın üçüne birden verilen isim.
bimanend
Eşsiz, nazirsiz.
bimüdani / bimüdânî
Eşsiz, benzersiz.
binazir / bînazîr
Eşsiz, benzersiz.
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
calinos
Eski bir filozof.
camit
Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.
çar
Eski Rus İmparatorlarının unvanı.
cariye / câriye
Esir kadın.
çarpa
Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar.
(Farsça)
cebeci
Eski Osmanlı İmparatorluğunun ordusunun zırhlı sınıfına mensub nefer.
(Farsça)
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
celvetiye
Eskiden mevcud bir tarikat ismi.
cem-ul cevami'
Eski medreselerde okutulan Dört Hak Mezhebin fıkıh usûlünü içine alan, Usûl-i Fıkh'ın en son kitabı. Müellifi Şâfiî âlimlerinden İbn-üs Sübkî'dir.
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
cilahik
Eskiden kemankere ile ve şimdi de tüfek ile atılan yuvarlak nesne.
cinare
Esterâbâd ile Cürcân arasına derler.
cürde askeri
Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker.
dahi
Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi.
dana-i bi-müdani / dânâ-i bî-müdanî
Eşsiz âlim. Zamanında emsali olmayan âlim.
dana-i bimüdani / dânâ-i bîmüdânî
Eşsiz âlim, ilmi yüksek kişi.
darü's-selam / dârü's-selâm
Esenlik ve güvenlik yeri olan Cennet.
darüsselam / dârüsselâm
Esenlik yurdu, Cennet.
de'b-i kadim / de'b-i kadîm
Eski gelenek, eski usûl, eski âdet.
delil-i arşi ve süllemi / delil-i arşî ve süllemî
Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir.
derecat-ı şemsiye
Eski Kozmoğrafyaya göre; güneşi döndüğü farzedilen dâirenin on iki burca tekabül eden kısımları.
des
Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk.
(Farsça)
devletli
Eskiden vezir ve müşir gibi büyük rütbeli kimselere verilen bir ünvan.
(Farsça)
devletlü re'fetlü
Eskiden seraskerler için kullanılan ünvan.
dinar
Eskiden kullanılan bir para.
dirhem
Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
diriğ / dirîğ / دریغ
Esirgeme.
(Farsça)
Dirîğ etmek:
Esirgemek.
(Farsça)
dirin / dîrîn / دیرین
Eski, kadim.
(Farsça)
Eski.
(Farsça)
dirine / dîrîne / دیرینه
Eski.
(Farsça)
div-came
Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi.
(Farsça)
diyar-ı rum
Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu.
(Farsça)
dost-u kadim
Eski dost.
duka
Eskiden Avrupa'ca pek yüksek bir asalet ünvanı idi.
dürr-i yegane / dürr-i yegâne
Eşi ve benzeri bulunmayan tek inci.
dürr-i yekta-yı mercan / dürr-i yektâ-yı mercan
Eşsiz mercan incisi.
düstur-u esasi / düstûr-u esâsî / دُسْتُورِ اَسَاس۪ي
Esasa âit kāide.
düstur-u esasiye
Esas düstur, temel prensip.
eblad
Eser.
ebniye-i atika
Eski binâlar.
ebu ziyad
Eşek, hımar.
ecza-i unsuriyye / eczâ-i unsuriyye
Esas teşkil eden parçalar.
ecza-yı esasiye / اَجْزَايِ اَسَاسِيَه
Esas parçalar.
edib-i bi-müdani / edib-i bî-müdanî
Eşsiz edebiyatçı.
eflatun / eflâtun
Eski bir filozof
ehad-ül-ahad / ehad-ül-âhâd
Eşsiz, tek, emsalsiz. Teklerin teki, bir tek.
ekselans
Eskiden bakanlar, elçiler ve cumhurbaşkanları için kullanılan bir ünvan.
(Fransızca)
el-mecid
Esmâ-i İlâhiyedendir.
elastik / elâstik
Esnek, toplanıp çekilir, uzayıp kısalan.
(Fransızca)
Esnek.
elastikiyyet
Esneklik. Elâstiklik.
(Fransızca)
endad
Eşler, benzerler.
enfes-i asar / enfes-i âsâr
Eserlerin en nefisi, eserler içinde en değerli olanı.
enva-ı eşya / envâ-ı eşya
Eşyanın türleri, çeşitleri.
erd-şir
Eski İran hükümdarlarından bazılarının adıdır.
(Farsça)
erkan / erkân / اركان
Esaslar, rükünler.
Esaslar.
ermeni
Eskiden batı Asya'nın kuzey kısmında ve Avrupa'nın Asya'ya komşu olan bazı yerlerinde dağınık şekilde yaşayan bir milletti ki, İranlılar ve Romalılar tarafından birçok defa mağlub edilmeleri üzerine çeşitli yerlere dağılmışlardır. Ve bu dağılma sonucunda büyük şehirlere de yerleşerek san'at, kuyumcu
eş'ari / eş'arî
Eş'arî mezhebi veya o mezhepte olan. Asıl adı Eb-ul Hasan-ül-Eş'arî olan İmam-ı Eş'arî, Ehl-i Sünnet itikadını âyetlere, hadislere göre izah ve şerh ederek tesbit etmiştir. Ehl-i Sünnet Mezhebi itikadına tercümanlık ederek İslâmiyet'e büyük hizmet etmiştir. (Hi. 260-324) İtikada dâir meydana koyduğu
esar
Esirlerin ellerini bağladıkları ince kayış.
esaret / esâret / اسارت / اَسَارَتْ
Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.
Esirlik, tutsaklık.
Esirlik, tutsaklık.
Esirlik.
Esirlik.
esareten
Esir olarak.
esasat / esâsât
Esaslar, temeller.
esasi / esasî
Esasla ilgili.
esatir-i evvelin / esatîr-i evvelîn
Eskilerin masalları.
eser-i cedid
Eskiden imâl edilen kâğıt cinslerinden birinin adı idi.
eser-i itkan
Eserdeki mükemmellik, sağlamlık ve kusursuzluk.
esirane / esirâne
Esirce, kölece.
(Farsça)
esiri / esirî
Esirlik, kölelik, kulluk.
Esir ile alâkalı. Uçacak gibi hafif.
eski huruf
Eski harfler; Osmanlıca harfler.
eskişehir müddeiumum
Eskişehir Başsavcısı.
eslaf-ı müfessirin / eslâf-ı müfessirîn
Eski müfessirler, geçmiş müfessirler.
esliha-i atika
Eski silâhlar, eski tip silâhlar.
esrar-engiz
Esrarlı, gizli, ürperti verici.
(Farsça)
esrar-keş
Esrar denen zehiri kullanan kimse. Esrar içen.
(Farsça)
esrarkeş / اسراركش
Esrar çeken.
Esrar içen, esrarcı.
(Arapça - Farsça)
evamir-i sabıka / evâmir-i sâbıka
Eski emirler.
ez-kadim
Eskiden, önceleri.
(Farsça)
ezmine-i kadime / ezmine-i kadîme / ازمنهء قدیمه
Eski zamanlar.
Eski zamanlar, eski çağlar.
ezmine-i mütekaddime / ازمنهء متقدمه
Eski çağlar.
ezvac / ezvâc
Eşler.
faj
Esneme.
(Farsça)
fakid / fakîd / فقيد
Eşi az bulunur.
(Arapça)
fark-ı esasi / fark-ı esasî
Esastaki fark, temeldeki farklılık, ayrılık.
fer' / فَرْعْ
Esasa âit olmayan.
fer'i / fer'î / فَرْع۪ي
Esasa ait olmayan, ayrıntı.
Esasa âit olmayan.
ferd-i ferid / ferd-i ferîd / فَرْدِ فَر۪يدْ
Eşi-benzeri olmayan kişi.
Eşsiz ferd.
ferd-i yekta / ferd-i yektâ
Eşsiz, benzersiz; tek ve rakipsiz.
ferid / ferîd
Eşi ve benzeri bulunmayan, yekta.
fersude-gi / fersude-gî
Eskilik, yıpranış, fersudelik.
(Farsça)
firavun
Eski Mısır krallarının lâkabı; katı yürekli, inatçı ve zâlim kimseler için kullanılan bir tabir.
fıtrat-ı asliye
Esas yaratılış gayesi.
fonograf
Eskiden seslerin kaydedilip dinlendiği cihaz.
fosil
Eski jeolojik devirlerde toprağa gömülerek kalmış bitki, hayvan; bunların parçaları veya izleri.
(Fransızca)
foştına
Eskiden Tuna nehrinden istifade edenlerden alınan su resmi.
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
gavs-ı ferid
Eşsiz, eşi olmayan gavs; velilerin başında bulunan en büyük veli.
giyotin
Eskiden Fransa'da idam cezalarının infazı için kullanılan, kafa kesmeye yarar âlet.
(Fransızca)
gladyatör
Eskiden Roma sirklerinde vahşi hayvanlarla veya birbirleriyle boğuşan kimse.
gubari / gubarî
Eski harflerle yazılan bir çeşit ince yazı. Bu isim Arapça toz demek olan gubardan alınmıştır. Yazı, toz gibi ince yazıldığı için bu adı almıştır. Eski Türk devletlerinde güvercin postalarıyla gönderilen mektuplar bu yazı ile yazılırdı.
gülle
Eskiden demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde, bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
gümnam
Eseri kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.
(Farsça)
güruh-i eşkiya
Eşkiya takımı, haydut güruhu.
hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun
Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb
hacetaş / hâcetaş
Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri.
(Farsça)
hadafil
Eski kaftanlar, eski elbiseler.
hadin-i kadim / hadîn-i kadîm
Eski dost.
hadis-i mevkuf / hadîs-i mevkûf
Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.
hafiz / hafîz
Esirgeyen. Koruyan. Muhafaza eden. Muhafız.
hakàiku'l-eşyai sabitetün / hakàiku'l-eşyâi sâbitetün
Eşyanın ve varlıkların hakikatı, aslı sabittir.
hakan
Eski Türklerde hükümdar mânasınadır.
hakikat ilmi
Eşyanın gerçek ve doğru yüzünü gösteren ilim; Kur'ân ilmi.
halak
Eskimiş ve yıpranmış bez. Paçavra.
halhal
Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklariyle baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altundan veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği.
halhale
Esneklik, elâstikiyet.
halk-ı eşya
Eşyanın, varlıkların yaratılması.
hallak-ı bimisal / hallâk-ı bîmisal
Eşi ve benzeri olmayan yaratıcı, Allah.
hammar
Eşekçi.
hamyaze / hamyâze / خميازه
Esneme.
(Farsça)
han
Eski zaman oteli.
handeris
Eski şarap.
har / خر
Eşek.
(Farsça)
har-ban
Eşekçi.
(Farsça)
har-meniş
Eşek huylu, eşek tabiatlı.
(Farsça)
har-var
Eşek yükü.
(Farsça)
harami / harâmi / حرامى
Eşkıya.
(Arapça)
harem
Eş, zevce.
haremim
Eşim, hanımım.
harifane
Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan.
(Farsça)
harkürre
Eşek yavrusu, sıpa.
(Farsça)
harraka
Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi.
harvar / harvâr / خروار
Eşek yükü.
(Farsça)
haşif
Eskimiş ve yıpranmış elbise.
haşşaş
Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.
hatt-ı kadim / hatt-ı kadîm
Eski yazı.
haydud / حيدود
Eşkiya, haydut, yolkesen.
(Macarca > Arapça)
haydut
Eşkıya.
hazef
Eski yazıda hepsi noktasız harflerden müteşekkil olarak yazılan şiirler ve nesirler. Hüner göstermek için bu şekilde yüz beyitlik kasideler yazan şairler vardı.
hazinedar-ı binazir / hazinedar-ı bînazîr
Eşsiz hazine bekçisi
heduc
Eserken gümleyen rüzgâr.
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
helva sohbetleri
Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana
hem-ayar
Eşit, denk, müsavi.
(Farsça)
hemser / همسر
Eş, karı kocadan her biri.
(Farsça)
hemta / hemtâ / همتا
Eş denk. Benzer.
(Farsça)
Eş, benzer.
Eş, benzer, denk.
(Farsça)
herus
Eski elbise.
heyakil-i kadime / heyâkil-i kadîme
Eski heykeller.
heybe
Eşya koymaya mahsus iki taraflı küçük torba.
heyula / heyûlâ / هَيُولَا
Eski felsefecilere göre, cisimlerin aslı kabûl edilen madde.
Eski feylesoflara göre eşyânın aslı.
hidmel
Eski kaftan, eski elbise.
hikmet-i atika
Eski hikmet.
hikmet-ül eşya
Eşyanın hikmetleri. Fizik, kimya, botanik gibi ilimler.
himar / himâr / حمار
Eşek.
Eşek.
Eşek.
(Arapça)
hişt
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
hitabet beratı
Eskiden vazifeli cami hatiblerine, hatibliğe tayin olduklarına dair verilen vesika. (Osmanlı İmparatorluğu zamanında yan zamanda halife olan padişahı temsil eden, cuma ve bayram hutbelerine çıkan bu hatiblere pek fazla ehemmiyet verilirdi. Hitabet beratı olmayan hatibler, cuma ve bayramlarda hutbe o
hiyeroglif
Eski Mısırlılar'ın yazısı.
(Fransızca)
hübub
Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi.
hükema-i kadime / hükemâ-i kadime
Eski filozoflar.
hünkar mahfili / hünkâr mahfili
Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.
hürre
Esir veya câriye olmayan hür kadın.
i'tak
Esir, köle veya cariyeyi serbest bırakma.
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
ibkaen / ibkâen / ابقاء
Eski yerinde bırakarak.
(Arapça)
ibrani / ibrânî
Eski Yahudi Sülâlesi veya o soydan olan.
Eski yahûdî sülâlesi veya o soydan olan. Yahûdî topluluklarından birine mensûb kimse.
ibrikdar
Eskiden sarayda büyük devlet adamlarının konaklarında su döken ve leğen ibrik işlerine bakan kimse.
ibzal
Esirgemeyip bol sarfetme, bol kullanma.
icazet alma / icâzet alma
Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.
idare fitili
Eskiden geceleyin yatak odalarını aydınlatmak için zeytinyağı konmuş küçük bir tabağın içinde yakılan bir çeşit fitilin adıdır. Küçük petrol lâmbalarına da idâre denildiği için bunların fitillerine de bu ad verilir.
ıflık
Eski çalgılardan birinin adıdır.
ihtinak-ı rahm / ihtinâk-ı rahm
Eskiden, rahmin tıkanmasından dolayı olduğu sanılan ve kadınlarda görülen asabî bir hal ve hastalık.
ihtisab resmi
Eskiden belediye varidatı olarak damga, tartı, ölçü, panayır ve pazar vergisi adı altında alınan vergiler ile, hile yapan esnaftan alınan para cezalarının umumi adı.
iki said
Eski Said ve Yeni Said.
iktidar-ı bedi
Eşsiz, harika güç, harika bir işi yapabilme kudreti.
ilham / ilhâm / الهام
Esin.
(Arapça)
ille-i gaye
Esas gaye, temel amaç.
illet / علت
Esas sebep, maksat.
Esas sebep.
ilm-ül-yakin / ilm-ül-yakîn
Eserden müessire yol bulmak. İşi görüp yapanı tanımak, bilmek. Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir.
iltifatat-ı asar / iltifâtât-ı âsâr
Eserlerin iltifatları.
imamevi
Eskiden kadınlara mahsus hapishane.
(Türkçe)
imaret kemeri
Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
imtiras-ı himar
Eşeğin sürtünüp kaşınması.
imtiyazsızlık
Eşitlik, ayrıcalık yapmamak.
inadiye
Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre.
inadiyye
Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
inni / innî
Eserlerden eser sahibine götüren delil.
irca' / ircâ' / ارجاع
Eski haline döndürme, çevirme.
(Arapça)
İrcâ' etmek:
Döndürmek, çevirmek.
(Arapça)
irsas
Eskitme, yıpratma. Eskitilme, yıpratılma.
islambol
Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
ıspavli
Eskiden gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim.
isti'sar
Esir olma veya esir etme.
ıyal / ıyâl / عيال
Eş, hanım.
(Arapça)
izinname
Eskiden bir nikâhın kıyılabilmesi için kadı tarafından verilen izin kâğıdı.
(Farsça)
kadim / kadîm / قدیم
Eski zaman.
Eski.
(Arapça)
kadimen / kadîmen / قدیما
Eskiden beri. Kadim olarak.
Eskiden.
(Arapça)
kadimi / kadîmî
Eskiden beri var olan. Eski.
kaide / قاعده
Esas.
kaide-i esasiye
Esas kaide, temel kural.
kalavra
Eskimiş meşin eşya veya yamalı ayakkabı.
kalemiyye
Eskiden kalemlerde yazı karşılığı olarak alınan para.
kalgay
Eskiden Kırım Hanlığı'nın veliahtlerine verilen ünvan.
kalh
Eşek anırtısı. Aygır kişnemesi.
kanun-u kadim
Eski âdet.
kanun-u müsavat
Eşitlik kanunu.
kar-ı kadim / kâr-ı kadim / كار قدیم
Eski zaman işi.
Eski el işi.
kartale
Eşek yükünün dengi.
karya
Eski çağlarda Bursa ve Balıkesir bölgesinin adı.
kavaid-i esasiye
Esası teşkil eden temel kaideler.
kavas
Eskiden vezirlerin maiyetlerinde kullandıkları silâhlı adamlar.
kaviş / kâviş
Eşme, kazma.
(Farsça)
kayd-ı esaret
Esaret zinciri, bağı.
kayser
Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı, hükümdar.
Eski Roma ve Bizans İmparatorlarının lâkabı.
kema fi-s-sabık / kemâ fi-s-sâbık
Eskisi gibi.
kema kane / kemâ kâne
Eskiden olduğu gibi, eski tarzda.
kema kane fi-s-sabık / kemâ kâne fi-s-sâbık
Eskisi gibi, eskisindeki gibi.
kemafissabık / kemâfissâbık / كما فى السابق
Eskiden olduğu gibi.
(Arapça)
kemakan / kemâkân / كماكان
Eskiden olduğu gibi.
(Arapça)
keniz
Esir kadın. Hayalık, câriye.
(Farsça)
kerkeç
Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.
keşti-i nuh-u selamet / keşti-i nuh-u selâmet
Esenliğe, güvenliğe ulaştıran Nuh'un gemisi.
key
Eski Acem pâdişahlarının nâmıdır.
kıdem / قدم
Eskilik.
(Arapça)
kımatr
Eşya veya kitab saklanan yer. Kitaplık.
kisra / kisrâ
Eski İran hükümdarlarının lakabı.
Eskiden İran hükümdarlarına verilen isim.
Eski iran hükümdarı.
kisra-yı faris / kisrâ-yı fâris
Eski İran hükümdarı, kralı.
kıtmir / kıtmîr
Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı.
kızılelma
Eski Roma.
köhne / كهنه
Eski.
(Farsça)
kolağası
Eskiden mevcud olan yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe.
(Türkçe)
köle
Esir, alınıp satılan insan.
kudema / kudemâ / قدما
Eskiler.
(Arapça)
küfiyyun
Eski arabça âlimlerinin ayrıldığı iki büyük şubeden biri olup diğerine Basriyyun denirdi.
küfv
Eş, denk. Evlenecek kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ (haramlardan kaçmak), neseb (soy), mevki ve servet bakımından denk olması.
kühen / كهن
Eski, zamanı geçmiş. Demode olmuş. Yıpranmış.
(Farsça)
Eski.
(Farsça)
kürre-i har
Eşek yavrusu. Sıpa.
kurun-i kadime / kurûn-i kadîme / قرون قدیمه
Eski çağlar.
Eski çağlar.
(Farsça)
kurun-u ula / kurun-u ulâ
Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılması zamanına kadar olan eski devir. İlk çağ.
kurun-u vusta / kurun-u vustâ
Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılmasından, İstanbul'un Müslümanlar tarafından zabtedildiği tarihe kadar olan zamandır. Orta asırlar.
kutb
Esas.
kuyudat-ı atika
Eski kayıtlar.
lanazir / lânazîr
Eşsiz, nazirsiz, benzersiz. Eşi ve benzeri olmıyan.
latin
Eski bir kavim.
latince
Eski Roma'da konuşulan ve bugünkü Fransızca, İspanyolca, İtalyanca gibi dilleri doğurmuş olan ana dil ki, Hint-Avrupa dil âilesinin önemli bir kolu olan İtalik grubundandır.
leddam
Eski elbiseleri yamalıyan.
libas-ı fersude
Eskimiş elbise.
lidam
Eski elbiseye yapılan yama.
lifam
Eskiden kadınların burun örtüsü.
lika / lîka
Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham ipek.
limmi / limmî
Eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi.
ma'bed-i fersude
Eskimiş, yıpranmış mâbed.
(Farsça)
madde-i esiriye / madde-i esîriye
Esîr maddesi; bütün kâinatı dolduran ince, lâtif madde.
mahiyet / mâhiyet
Esas, nitelik, içyüz.
makasıd-ı esasiye
Esas maksatlar, asıl gayeler.
maksad-ı esas
Esas maksat, asıl gaye.
maktaa
Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet.
malizme
Eskiden yirmi sayfadan meydana gelen cüz, broşür.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
Eski bir silah, taş atma aleti.
masan
Eşya saklanacak yer.
maya
Esas, temel.
maye / mâye
Esas, temel; maya.
me'sur / me'sûr
Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.
mebde'-i te'lif / mebde'-i te'lîf / مَبْدَأِ تَأْل۪يفْ
Eser yazmanın başlangıcı.
mecmu' asar / mecmu' âsâr
Eserlerin bütünü, yaratılmış varlıkların hepsi.
mecmu-u asar / mecmu-u âsâr
Eserlerin tamamı.
medeniyet-i kadime / medeniyet-i kadîme
Eski medeniyet.
medinet-ün nebi
Eski ismi Yesrib olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammedin (A.S.M.) türbesinin bulunduğu Medine şehri.
mefreş
Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar.
memlukiyyet
Esirlik. Hizmetkârlık. Kulluk. Kölelik.
menafi-i eşya / menâfi-i eşya
Eşyaların, varlıkların faydaları.
menend
Eş, benzer.
Eş, benzer.
menşê
Esas, kök, kaynak.
meraret-i esaret
Esirliğin acılığı.
merkeb
Eşek.
merku'
Eski, yırtılmış elbise.
mesas
Esas, asıl, kök.
meslek-i esas
Esas mesleği.
meydan dayağı
Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin
mikleb
Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın adı.
milka
Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham iplik.
minelkadim / من القدیم
Eskiden beri.
(Arapça)
misil
Eş, benzer.
molla
Eskiden büyük âlimlere verilen isim.
muadelet / muâdelet
Eşitlik, denklik, karşılıklı denge ve uygunluk.
muadil
Eşit, denk, eşdeğer.
mücerredat-ı sırfa
Esas mücerred olan, soyut kavramların ta kendisi.
mücevveze
Eskiden başa giyilen resmi kavuk.
müfadat-ı üsera / müfadat-ı üserâ
Eskiden muhârib iki kavmin karşılıklı olarak esirlerini değişmeleri.
mührdar
Eskiden bir bakanlık veya dairenin resmi mührünü kullanmakla görevli olan kimseye verilen ad. Hususi kalem müdürü.
(Farsça)
muhtesib
Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.
münasebat-ı vaz'iye / münasebât-ı vaz'iye
Eşyaya verilen isimlerin, veriliş münasebetleri, alâkaları.
müradif / mürâdif / مرادف
Eş mânâlı.
Eşanlamlı.
(Arapça)
müşakkare
Eski kale.
müsavat / müsâvât / müsâvat / مساوات / مُسَاوَاتْ
Eşitlik, aynı halde ve derecede olma.
Eşitlik, denge.
Eşitlik, denklik.
Eşitlik, denklik; aynı halde ve derecede olma.
Eşitlik.
(Arapça)
Eşitlik.
müsavatsız
Eşit olmayan, denk gelmeyen.
müsavatsızlık / müsavâtsızlık / müsâvatsızlık
Eşitsizlik.
Eşitsizlik.
(Arapça - Türkçe)
müsavi / müsavî / müsâvi / müsâvî / مُسَاو۪ي
Eşit, denk, aynı halde ve derecede bulunan.
Eşit, dengeli.
Eşit, denk.
Eşit, denk.
Eşit.
müstebdi'
Eşi emsâli benzeri pek az bulunur sanan.
müstebi / müstebî
Esir eden.
müteessif
Esef duyan; üzülen.
müteessifane / müteessifâne
Eseflenerek, üzülerek.
Eseflenerek, kederlenerek.
(Farsça)
mütekadimin-i şuara / mütekadimîn-i şuarâ
Eski şâirler.
müteradif / müterâdif / مترادف
Eş anlamlı.
Eşanlamlı.
(Arapça)
mütesaib
Esneyen, esneyici olan.
mütesavi / mütesâvi / متساوی
Eşit, denk.
Eşit.
(Arapça)
mütesaviyen / mütesâviyen / متساویا
Eşit olarak.
(Arapça)
mutlık-ul üsara / mutlık-ul üsârâ
Esirleri salıveren, esirleri serbest bırakan.
müvakkit
Eskiden İslâm devletlerinde namaz vakitlerini ve bunlarla ilgili âletleri kullanan, tâmirini ve ayarını yapan vazîfeli kimse.
müzmin
Eskimiş. Üzerinden zaman geçmiş. Zamanla yerleşmiş olan (hastalık).
nadir / nâdir
Eşine az rastlanan.
nazir / nazîr
Eş, benzer.
nazire / nazîre
Eşi, benzeri.
nefha
Esme, esinti, üfürük.
nehak
Eşek anırtısı.
nehhas
Esirci.
nehit
Eşek anırtısı. Hımar avazı.
nehk
Eşek bağırışı.
nekba
Esince adamı eğip düşüren rüzgâr. Fırtına.
nesim / nesîm / نَس۪يمْ
Esinti.
nevamis-i bedia / nevâmîs-i bedia
Eşsiz kanunlar.
niam-ı esasiye
Esas nimetler, en lüzumlu maddeler. İman, din gibi en kıymetli İlâhi ihsanlar.
nidd
Eş, misil, aynı.
nizam-ı bedi / nizam-ı bedî
Eşsiz olan harika sistem, düzen.
nizam-ı bedii / nizam-ı bedîi
Eşsiz derecede güzel, benzersiz düzen, kanun.
nühak
Eşek anırtısı.
nükte-i esasiye
Esas nükte, ince ve derin mânâ.
nukuş-u bedayikarane / nukuş-u bedayikârâne
Eşsiz ve benzersiz şekildeki harika nakışlar.
nur-u bedi
Eşsiz nur.
nusayri / nusayrî
Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarından. On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar.
okıyye
Eskiden kullanılan bir ağırlık birimi, dörtyüz dirhem.
okka
Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye.
(Türkçe)
padişah-ı bimisal / pâdişâh-ı bîmisâl
Eşsiz ve benzeriz Padişah Allah.
paleng-i fersude
Eski çarık.
parduz
Eskici, yamacı.
(Farsça)
pare-duz
Eskici, yamacı.
(Farsça)
pasek
Esneme, esneyiş.
(Farsça)
pineduzi / pineduzî
Eskicilik, yamacılık.
(Farsça)
prensip
Esas, ilke.
rabıta-i esas
Esas bağ.
rahim / rahîm
Esirgeyen, acıyan, merhamet eden.
rahmet / رَحْمَتْ
Esirgeme, bağışlama, şefkat etme.
rampacı
Eski deniz muharebelerinde yakından dövüşerek zabtedilmek istenilen bir düşman gemisine hücumla borda bordaya gelindiği sırada düşman gemisindeki askerlerin vuku bulacak hücumunu menetmek için güverteye yayılan silâhendazlar.
rauf / رؤف
Esirgeyici.
(Arapça)
re'fe
Esirgemek, korumak. Acımak. Şefkat etmek.
re'fet / رأفت
Esirgeme.
(Arapça)
re'fetlü
Eskiden kumandanlara, serdarlara mahsus resmi ünvan.
redim
Eski, köhne kaftan.
refakat / refâkat / رفاقت
Eşlik etme, arkadaşlık.
Eşlik.
(Arapça)
Refâkat etmek:
Eşlik etmek.
(Arapça)
Refakatinde:
Eşliğinde, beraberinde.
(Arapça)
refet
Esirgeme, koruma, acıma, şefkat etme.
refika / refîka / رفيقه
Eş, hanım.
Eş, arkadaş.
Eş, zevce, hayat arkadaşı.
(Arapça)
reis-ül küttab
Eskiden Hâriciye Nâzırı, Dışişleri Bakanı.
resaset
Eskilik, köhnelik. Yıpranmış olma.
resd
Eşyaları birbiri üstüne yığmak.
resm-i kadim
Eski usûl.
rizme
Esvap koyulan bohça.
ruhum
Esirgemek, korumak, rahmet.
rükn
Esas, şart.
rükün / ركن / رُكُنْ
Esas, şart.
Esas.
Esas, ileri gelen.
rumi / rûmî
Eskiden Osmanlılarda kullanılan güneş esasına dayalı takvim.
sabıkta / sâbıkta
Eskiden, geçmişte.
sadik-ı kadim
Eski dost.
sadr-ı esbak / صدر اسبق
Eski sadrazam.
şahic
Eşek, hımar.
san'at-ı bedi / san'at-ı bedî
Eşsiz, güzel ve harika san'at.
san'at-ı bedia / san'at-ı bedîa
Eşsiz ve benzersiz san'at.
san'at-ı bedii / san'at-ı bedîi
Eşi benzeri olmayan san'at.
şefeka
Esirgemek, korumak.
şekavet / şekâvet
Eşkiyâlık, kötü yolda olma.
selam ve selamet / selâm ve selâmet
Esenlik, rahatlık.
selamet / selâmet / سلامت
Esenlik, güvenlik.
Esenlik.
(Arapça)
selif
Eski zamanda geçmiş olan.
semel
Eski kaftan, eski elbise.
semher
Eskiden süngü ağacı yapan bir kimsenin adı. (Ona nisbet edip "rumh-i semherî" derler.)
semra / semrâ / سمرا
Esmer güzeli.
Esmer.
(Arapça)
şencar
Eşek marulu adı verilen bir cins ot.
senkendaz
Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.
seray-dar
Eskiden büyük yerlerde yemek ve sofra işlerine bakan kimse.
(Farsça)
şeris
Eski nalin.
seviyyet
Eşitlik, müsavilik, denklik.
siba'
Esir etmek.
simya
Eski kimya.
sırkatibi
Eskiden hükümdarların yanlarında bulundurdukları hususi kâtib.
sırr-ı esas
Esas sır, asıl hakikat.
siyahçerde
Esmer, karayağız olan.
(Farsça)
siyyanen / siyyânen / سيانا
Eşit olarak.
(Arapça)
sokrat
Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu
Eski bir filozof.
süeba'
Esnemek.
sühl
Eşeğin göğsünden çıkan hırıltı.
sülasi mezid / sülasî mezid
Esası, kelime kökü üç harften ibaret olduğu halde, başka harfler ilâvesiyle, başka masdar teşkil edilmiş olur. Aslı üç harfli masdar demektir.
sümret
Esmerlik, karayağızlık.
süryani / süryanî / süryânî
Eski Suriye halkından. Sâmilerin Aramî kolundan ve garb kısmından olan ve bunların dininden olan.
Eski bir kavim.
ta'tik
Eskitmek.
tabaka-i esiriye / tabaka-i esîriye
Esir maddesinden meydana gelen tabaka.
tabayi-i esasiye / tabâyi-i esasiye
Esas unsurların özellikleri.
taht-ı esaret
Esaret altında olma.
Esaret altı.
talam
Esrar otunun tohumu.
tarih-i kadim / tarih-i kadîm / târîh-i kadîm / تَار۪يخِ قَد۪يمْ
Eski zaman tarihi.
Eski zaman tarihi.
Eski zaman tarihi.
tarik-i selamet / tarîk-i selâmet
Esenlik, güven yolu.
tasvir-i bimisali / tasvir-i bîmisali
Eşsiz, emsalsiz tasvir, anlatım.
tavr-ı esasi / tavr-ı esâsi
Esas tavır.
te'lif / تأليف / te'lîf / تَأْل۪يفْ
Eser yazma.
Eser yazma.
teberzin
Eskiden harp âleti olarak kullanılan ve eyere asılan küçük savaş baltası.
(Farsça)
tebliye
Eskitme ve çürütme. köhneleştirme.
tecridhane
Eskiden dervişlerin dünya işlerinden ellerini çekip yalnız başlarına yaşadıkları oda, yalnızlık odası.
teessüf
Eseflenme, üzülme.
tenessuh
Eşsiz, çok güzel ve çok az bulunur olma.
teradüf
Eş anlamlılık.
terbiye-i esasiye
Esas terbiye, temel eğitim.
terek
Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir.
tertib-i eşya
Eşyanın belli bir düzende meydana gelmesi.
teşabüh-ü asar / teşabüh-ü âsâr
Eserlerin birbirine benzemesi; varlıklardaki benzerlik.
teşaün
Eskimek.
tesavi / tesâvî / تساوی
Eşitlik.
(Arapça)
teşrin
Eskiden yılın on ve onbirinci aylarına verilen ortak isim.
tünte
Eşek arısı.
(Farsça)
turan
Eski İranlılar tarafından Türkistan ve Tataristan taraflarına verilen isimdir. Turan, eskidenberi Türklerin oturduğu yerlere denirdi. "Türk" ile "Tur" kelimeleri arasındaki benzerlik de bu iki ismin bir asıldan ibaret olduğunu gösteriyor.
uhud-i atika
Eski anlaşmalar.
ulum-u bedia / ulûm-u bedia
Eşsiz derecede güzel ve benzersiz ilimler.
üsera / üserâ
Esirler.
Esirler.
üsküffe
Eşik tahtası.
üslub-u bedi / üslûb-u bedî
Eşsiz güzellikteki ifade tarzı.
üss
Esas, kök, temel.
üssülesas / üssülesâs
Esasların esası.
usul / اصول
Esaslar.
ut'ut
Eşek sıpası.
vaesefa / vâesefa / vâesefâ
Esefler olsun, yazık!
Esefler olsun.
vahid-i hakiki / vahid-i hakikî
Eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allah.
vaz'-ı kadim / vaz'-ı kadîm / وضع قدیم
Eski konum, eski durum.
vazife-i asliyesi
Esas vazifesi.
vezaif-i eşya / vezâif-i eşya
Eşyanın vazifeleri.
vezan / vezân / وزان
Esen.
(Farsça)
vezani / vezanî
Esinti zamanı.
(Farsça)
vezir / vezîr / وزیر
Eskiden bakanlık görevini üstlenen kişi.
(Arapça)
vikaf / vikâf
Eşek semeri ve palanı.
yağız
Esmer, çevik ve hareketli.
yar-ı kadim / yâr-ı kadîm
Eski dost.
yekdane
Eşi, benzeri olmayan. Tek.
(Farsça)
yörük
Eskiden göçebe olarak yaşayan Türk oymaklarından her birisi.
yunani / yunanî
Eski Yunanlılar döneminde çeşitli varlıklara ve tabiat olaylarına ilâhlık veren bâtıl dinlere mensup olan.
zaman-ı esaret
Esirlik zamanı.
zaten / zâten
Esâsen, aslında, asıl olarak.
Esasen, aslında.
zevc / زوج
Eş (erkek).
zevce / زوجه
Eş, hanım.
Eş (hanım).
zevciyet / زوجيت
Eşlik.
(Arapça)
zeyd
Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
sual-i mukadder
Tîz-Per
ayane
muhaffef
merd
وعو
esrar-ı hakikat
Temaşa
cennetü'l-me'va
İSTİHZA
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
eş
dağ
av
OTURMAK
avala
Çeviri
Esbe
Menfaa
Zikir
görem