REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te dünyayı ifadesini içeren 70 kelime bulundu...

a'ver

  • Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm. (Âhirzamanda gelecek Süfyan adındaki bir zâlimden "Aver" diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir.)

akl-ı dünyevi / عَقْلِ دُنْيَوِي

  • Sadece dünyayı gören akıl.

alem-tab / âlem-tab

  • Dünyayı aydınlatan, cihanı parlatan. (Farsça)

alemara / âlemârâ / عالم آرا

  • Dünyayı, âlemi süsleyen. (Farsça)
  • Dünyayı süsleyen. (Arapça - Farsça)

alemefruz / âlemefrûz / عالم افروز

  • Dünyayı parlatan. (Arapça - Farsça)

alemgir / âlemgir / âlemgîr / عالمگير

  • Bütün âleme yayılan, cihanı kaplayan, dünyayı zapteden. (Farsça)
  • Dünyayı fetheden. (Arapça - Farsça)
  • Dünyaya yayılan. (Arapça - Farsça)

alemnüma / âlemnüma

  • Dünyayı gösteren. (Farsça)

alemşümul / âlemşümul / âlemşümûl / علم شمول

  • Bütün dünyayı alâkadar eden, dünyayı kaplayan ve her yerde tanınmış olan.
  • Dünyayı kaplayan. (Arapça)

alemtab / âlemtâb / عالمتاب

  • Dünyayı aydınlatan. (Arapça - Farsça)

algı

  • (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, n

allah

  • İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemiyen bütün varlıkların yaratıcısı. Allah ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur, çünki yaratılmamıştır ve varlığı devamlıdır, sonsuzdur. Hiç bir şey yokken o yine vardı. Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ve diğer sıfatları da sonsuzdur. O herşeyi ve

ankebut suresi

  • Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)

arz ve semavat san'atkarı / arz ve semâvât san'atkârı

  • Dünyayı ve gökleri mükemmel bir san'atla yaratan Allah.

avra

  • Şaşı. Kör kadın. Tek gözlü.
  • Mc: Kör fikir.
  • Çirkin ve kabih söz.
  • Sâdece dünyayı düşünüp âhireti unutan.

cihan-ara / cihan-ârâ

  • Cihanı süsliyen, dünyayı bezeyen. (Farsça)

cihan-bin

  • Dünyayı, cihanı gören. Allah. (Farsça)
  • Göz. (Farsça)

cihan-efruz

  • Cihanı, dünyayı aydınlatan. (Farsça)

cihan-gerd

  • Dünyayı dolaşan, cihanı gezen. (Farsça)

cihan-nevred

  • Cihanı gezen, dünyayı dolaşan. (Farsça)

cihan-nüma

  • Dünyayı gösteren harita veya coğrafya. (Farsça)
  • Çatının üzerinde her tarafa nezareti olan açık taraça. (Farsça)
  • Meşhur Türk Âlimi Kâtib Çelebi'nin 1654 (Hicri: 1065) tarihinde çizdiği Asya Kıt'asının haritası. (Farsça)

cihan-şümul / cihan-şümûl

  • Cihan vüs'atinde, dünya çapında, cihanı alâkadar eden. Dünyayı kaplayan. (Farsça)

cihanaferin / cihânâferîn / جهان آفرین

  • Dünyayı yaratan, Tanrı. (Farsça)

cihangir / cihangîr / جِهَانْگ۪ير

  • Dünyayı elinde tutan.

cihangüşa / cihângüşâ / جهانگشا

  • Dünyayı feth eden, fatih hükümdar. (Farsça)

deneycilik

  • (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş

devr-i alem / devr-i âlem

  • Dünya seyahati, dünya gezisi, dünyayı gezmek.

dünyaperest / dünyâperest / دُنْيَاپَرَسْتْ

  • Dünyayı çok seven.

effak

  • Ticaret için bütün dünyayı dolaşıp gezen tüccar adam.

ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak

  • Tarikat ve tasavvuf ehlinden olup zikir ve ibadetle kendinden geçip dünyayı unutanlar.

ehl-i dünya / اَهْلِ دُنْيَا

  • Dünyayı âhirete tercîh edenler.

ekvator

  • Hatt-ı istivâ. Dünyayı kuzey ve güney diye müsavi iki yarım küreye ayırarak, ikisinin arasından geçtiği farzedilen çember şeklindeki büyük çizgi. (Fransızca)
  • Yer yuvarlağının tam ortasında farzedilen ve dünyayı iki müsavi kısma ayıran (ve kırk bin kilometre olan) çember. (Fransızca)
  • Dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi.

fenafillah / fenâfillâh

  • Dünyayı kalben terkedip tamamen Allaha yönelmek.

giti-füruz / gîtî-fürûz

  • Dünyayı aydınlatan.

giti-neverd / gîtî-neverd

  • Dünyayı gezen, dünyayı dolaşan. (Farsça)

giti-nüma / gîtî-nüma

  • Dünyayı gösteren, cihanı gösteren. (Farsça)

giti-sitan / gîtî-sitan

  • Dünyayı zapteden, cihangir. (Farsça)

gülhane hatt-ı hümayunu

  • Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa

halet-i istiğrakiye / hâlet-i istiğrakiye

  • Kendinden geçip dünyayı unutma hâli.

hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ

  • Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. (Farsça)
  • Ekvator. (Farsça)
  • Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi. (Farsça)

hava

  • (Hevâ) Hava. Dünyayı çeviren atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası.
  • Hafif yel.
  • Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı.
  • Bir yerin hâli ve sıhhat bakımından durumu.
  • Müzikte ezgili ses, sadâ.

hiss-i zahiri / hiss-i zahirî

  • Dış dünyayı gören, algılayan his, duyu; göz gibi.

inbisat-ı alat / inbisat-ı âlât

  • Âletlerin genişlemesi; dış dünyayı algılayıp idrak edebebilmek için ruhun kullandığı âletlerin, yani duyular, duygular ve sairelerin gelişip genişlemesi.

istigrak

  • Gark olmak, dalmak.
  • Dalgınlık.
  • Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek.
  • Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek.
  • Gr: "El" harf-i ta'rifinin, isimleri umu

ittihad-ı münevver-i islam / ittihad-ı münevver-i islâm

  • İslâmın nurlu birliği; tüm dünyayı aydınlatan İslâm birliği.

kalender

  • Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse. (Farsça)
  • Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse. (Farsça)
  • Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof. (Farsça)

küre-i hava

  • Dünyayı kaplayan hava tabakası. Atmosfer.

mesih-üd deccal

  • Deccal'a da bu isim verilmesinin bir sırrı şudur ki: Bir gözü silik, yani kör ve ayıplı olmasındandır. Sadece bu dünyayı görüp, âhireti görecek gözünün kör olmasındandır.

müdara / müdârâ

  • Dîni ve dünyâyı zarardan kurtarmak için, dünyâ menfaatinden vermek veya belâyı dünyâ menfaati ile savmak.

pir-i fani / pir-i fanî / pîr-i fânî

  • Pek yaşlı, zayıf adam. Dünyayı terketmiş ihtiyar.
  • Pek yaşlı ve zayıf adam, dünyayı terk etmiş ihtiyar.

racife

  • Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.

rind / رند

  • Dünyayı umursamayan. (Farsça)

ruhbaniyet / ruhbâniyet / رُهْبَانِيَتْ

  • Hristiyanlıkta dünyayı terk eden bir din adamı olarak evlenmeyerek yaşama.

seciye-i uvera / seciye-i uverâ

  • Tek gözlülerin -yâni sadece bu dünyayı düşünenlerin, âhireti görmeyenlerin- seciyesi.

tab

  • "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab : Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran. (Farsça)

talib-i dünya / tâlib-i dünya

  • Dünyayı isteyen, ona bağlanan.

tarik-ı dünya / târik-ı dünya

  • Dünyayı terk etmiş, bırakmış.

tarik-i dünya / târik-i dünya

  • Dünyayı terk eden.

tarikü'd-dünya / târikü'd-dünya

  • Dünyayı terk eden.

tariküddünya / târiküddünya

  • Dünyayı terkeden.

terk-i dünya / terk-i dünyâ

  • Dünyayı terk etme.
  • Dünyâyı terk etmek.
  • Mübah (dinde izin verilen) şeylerin hepsini terk edip, yalnız, yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî, lâzım olan mübahları kullanmak, yâni mübahların zarûret miktârından fazlasını terk etmek. Böyle terk-i dünyâ çok kıymetli ve faydalı ise de çok güçtür.
  • Haram

terk-i hükmi / terk-i hükmî

  • Dünyâyı hükmen terk etmek, (terk etmiş sayılmak) yâni her işte İslâmiyet'e uymak. Meselâ zekâtı İslâmiyet'in gösterdiği yere seve seve vermek, komşu, akrabâ, fakir ve ödünç istiyenin hakkını gözetmek ve başkalarının hakkına tecâvüz etmemek (saldırmam ak) ve malı zevk ve sefâya, eğlenceye vermemek.

tevehhüm-i ebediyet

  • Ebedî yaşayacağını zannedip Allah'ın emirlerinden ve âhiret için hazırlanmaktan gaflet etmek. Hiç ölmeyecekmiş gibi evhâm ile sâdece bu dünyayı ve dünya menfaatlerini düşünmek.

ulema-üs su' / ulema-üs sû'

  • Kötü âlimler. Dünya için âhiretini unutan âlimler. Dünyayı dine tercih eden âlimler. Menfaat için hakikatı örten âlimler.

ulemaü's-su

  • Kötü âlimler, dünya için âhiretini unutan, dünyayı dine tercih eden âlimler.

ulemaü's-su'

  • Kötü âlimler, dünya için âhiretini unutan, dünyayı dine tercih eden âlimler.

ülemaü's-su'

  • Kötü âlimler, dünya için âhiretini unutan âlimler, dünyayı dine tercih eden âlimler.

umumi harpler / umumî harpler

  • Bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları.

zahid / zâhid

  • Din için dünyayı önemsemeyen.

zahidane / zâhidâne

  • Din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi.

zelzele-i zeval-i dünya / zelzele-i zevâl-i dünya

  • Dünyayı yok eden sarsıntı.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın