REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te dusur ifadesini içeren 154 kelime bulundu...

asib-resan

  • Zarar veren, musibete atan, belâya düşüren, felâkete sevkeden. (Farsça)

bühüt

  • (Tekili: Behût) İşitenleri hayrete düşürecek kadar olan iftira ve yalanlar.

cehiz

  • Karnından çocuk düşüren.

cifir

  • Harflere verilen sayı kıymetiyle ibarelerden geçmişe veya geleceğe ait işâretler çıkarmak, tarih düşürmek.

cünu'

  • Yüzü üstüne düşürmek.

cüzaze

  • (Çoğulu: Cüzâzât) Pâre pâre etmek, ayırmak, kesmek. Ağaçtan yemiş düşürmek.

damm

  • Yapıştırmak.
  • Düşürmek.

desr

  • (Çoğulu: Dusur) Bürünmek, örtünmek.
  • Çok olan mal.

devalüasyon

  • Paranın değerinin düşürülmesi. (Fransızca)

disar

  • (Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
  • Yatak çarşafı.
  • Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
  • (Çoğulu: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar.

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Arapça harflerin sayı değerlerine göre tarih düşürme işlemi.
  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

efgen

  • (Figen) Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı. (Farsça)

efgende

  • Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş. (Farsça)
  • Biçare, zavallı, düşkün. (Farsça)

fersa

  • Mahveden, yoran, aşındıran manasına kelimelere bitişir. Meselâ: Tahammül-fersa : Tahammül bırakmayan. Tâkat-fersa : Tâkatsız düşüren, tâkat bırakmayan. (Farsça)

figen

  • Yıkıcı, düşürücü, atıcı. (Farsça)

fitne

  • Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.

fügen

  • Yıkıcı, atıcı, düşürücü. (Farsça)

galuta

  • (Çoğulu: Gulutât) Kişiyi zora düşüren meseleler.

göz boyamak

  • Mc: Aldatmak, hileye düşürmek. (Türkçe)

gurre

  • Düşürülen bir cenine (ana rahmindeki çocuğa) karşılık verilmesi gereken mâlî tazmînât.

guşane

  • Düşürülmüş hurma.
  • Hurma ağacı altına düşüp toplanan hurma.

hadise-i müthişe / hâdise-i müthişe

  • İnsanı hayrete ve dehşete düşüren olay.

hafud

  • Karnındaki yavrusunu âzası belirmeden düşüren deve.

hasret-fiken

  • Hasret düşüren, hasret döken. (Farsça)

hat'et

  • Vurmak, darb.
  • Düşürmek.
  • Cima etmek.

hati / hatî

  • Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.

hayret-bahşa / hayret-bahşâ

  • Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren. (Farsça)

hayret-efza

  • Hayrete düşüren.

hazf

  • Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme.
  • Selâm ve tahiyyatı uzatmayıp kısa kesmek.
  • Mahvetmek.
  • Vurmak.
  • Atmak.

i'cab

  • Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
  • Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.

i'caz / i'câz

  • Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
  • Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
  • Mu'cizelik olan şey.
  • Aciz bırakma.
  • Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme.
  • Aciz bırakma.
  • Âciz bırakma, benzerini ortaya koymada herkesi acze düşürme.

i'caz-ı azime / i'câz-ı azîme

  • Azîm, büyük mu'cize; başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma.

i'cazkar / i'cazkâr

  • Mu'cizeli olmak. Başkalarını acze düşürecek derecede olmak. (Farsça)

i'zab

  • Suyu temizleme.
  • Vazgeçme.
  • Azaba düşürme veya düşürülme.

ic'af

  • Yere düşürme, yıkma.

icas

  • Gönlüne korku düşürmek.

ifkar'

  • Fakir düşürme, fakirleştirme.
  • Hayvanı kirâya verme.

iftan

  • Fitneye düşürme.
  • Ayartma.

iğfal

  • Gaflete düşürerek kandırma, aldatma.

iğfal eden

  • Gaflete düşürerek kandıran, aldatan.

igsas

  • Sıkıştırma, tazyik etme.
  • Bir yer ahalisini sıkıntıya düşürme.

iham / îhâm

  • Vehme düşürmek, vehimlendirmek.
  • Edb: İki mânaya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânayı bilerek kullanmak.
  • Vehme düşürme.

ihanet / ihânet

  • Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek.
  • İsyân etmek, karşı gelmek.
  • Küçük düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak.

ihaşe

  • Avı, tuzağa düşürebilmek için sürüp götürme.

ihta'

  • Yanılma veya yanıltma.
  • Hatâya düşürme veya düşürülme.

ika / îka

  • Düşürme.

ika'

  • (Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.

iksad

  • (Kesad. dan) Kesada düşürme, kesatlandırma.

ina

  • Geciktirme, alıkoyma, zayıf düşürme.

inhisaf / inhisâf

  • Ay tutulması
  • Söner gibi olma, parlaklığın gitmesi.
  • gözden düşürme, perdeleme.

irabe

  • Şüphelendirme, şüpheye düşürme.

irat

  • Tehlikeye, vartaya düşürmek.

irda'

  • Helâk etme, aşağı düşürme.

ıskat

  • Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
  • Silmek.
  • Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
  • Düşürme, ortadan kaldırma.
  • Düşürme.

iskat / iskât

  • Düşürme, aşağı alma.
  • Hükümsüz bırakma, iptal etme.
  • Düşürme.
  • Susturma.

ıskat / ıskât / اسقاط

  • Düşürme. (Arapça)

iskat / اسقاط

  • Düşürme. (Arapça)

ıskat-ı cenin

  • Kadının çocuk düşürmesi.

iskat-ı cenin

  • Çocuk düşürme.

istidlal

  • (Dalâl. den) İman ve İslâmiyet yolundan çıkarmağa, dalâlete düşürmeğe çalışmak.

istihkar etmek

  • Küçümsemek, küçük düşürme.

istihza

  • Alay etmek, birisi ile eğlenmek.
  • Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek.

istinkas

  • Bir şeyin fiatını düşürmeye çalışma, ucuzlatmağa uğraşma.

istiz'af / istiz'âf / استضعاف

  • Zayıf düşürme, zayıf görme. (Arapça)

itbal

  • Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme.

iyase

  • Ye'se düşürme.

ız'af / ız'âf / اضعاف

  • Zayıf düşürme, zayıflatma. (Arapça)

izare

  • Bir kimseyi kuşkulandırıp vesveseye düşürme.

kaşağı

  • Hayvanları kaşıyıp tozlarını düşürmeğe mahsus âlet.
  • İhtiyar kimselerin, sırtlarını kaşımak için kullandıkları, ağaçtan uzun saplı ve bir ucundaki levhası dişli bir âlet.

kebkebe

  • Yüz üstüne düşürme.
  • Çukur bir yere döne döne düşme.

kecbin

  • Şaşı. (Farsça)
  • Eğri gören. (Farsça)
  • Yanlış ve ters düşüren. (Farsça)

kesr-i nefis

  • Nefsi kırma, nefsi düşürme.

kur'an'ın i'cazı / kur'ân'ın i'câzı

  • Kur'ân'ın mu'cizeliği, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olması.

lağım

  • Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
  • Kazurat ve çirkef sularının akmasın

lemeat-ı i'caziye

  • İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.

mahbun

  • Kıtlık için saklanan şey.
  • Edb: İkinci harfi düşürülmüş vezin.

mahkür

  • Aşağılanan, küçük düşürülen.

mahzuf

  • Silinmiş.
  • Yerinden düşürülmüş. Kaldırılmış. Hazfolunmuş.
  • Edb: Noktasız harflerle yazılmış olan.

meyus etmek

  • Ümitsizliğe düşürmek.

miskata

  • Düşürtücü ilâç veya sebep.

mu'cib

  • (Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.

mu'ciz

  • İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan.

mubtıl

  • İptal eden, bozup yanlışa düşüren, batıl ve boş şey ortaya çıkaran.

mucib / mûcib

  • Hayrete düşüren.

mudıll

  • Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.

müfettin

  • (Fitne. den) Meftun ve hayran eden. Şaşkın bir hâle getiren.
  • Fitneye düşüren.

mugve

  • (Çoğulu: Mugveyât) Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp ağzını örttükleri kuyu.

muhareşe

  • Kışkırtma, halkı birbirine düşürme.

muhti / muhtî

  • Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı.
  • Hatâya düşürten. Yanıltan.

murahham

  • Kısaltma.
  • Son harfleri veya heceleri düşürülmüş.

müsakata

  • Düşürme. Peyderpey düşürme.

müşekkek

  • (şekk. den) şüpheli olan, şüpheli, kuşkulu. şekke düşürülmüş.

muskıt

  • (Çoğulu: Muskıtât) (Sukut. dan) Düşüren, ıskat eden.

muskıtat

  • (Tekili: Muskıt) (Sukut. dan) Düşürenler, ıskat edenler.

muvayese

  • Yeise, kedere düşürme.

müverrih

  • Tarihçi, tarih yazan.
  • Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse.
  • Tarihçi, tarih yazan.
  • Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.

muzill

  • Zelil kılan. Zillete düşüren.
  • Adileştiren.

müzill

  • İndiren, alçaltan, zillete düşüren, Allah.

nafe-riz

  • Koku saçan. (Farsça)
  • Göbek düşüren. (Farsça)

nazardan düşürme

  • Birşeyin insanların gözündeki değerini düşürme.

nefuz

  • Çocuk düşüren kadın.

nekba

  • Esince adamı eğip düşüren rüzgâr. Fırtına.

nesi'

  • (Çoğulu: Ensâ) Yolcuların ve misafirlerin konakladıkları menzilde düşürdükleri esvap.
  • Unutkan.
  • Unutulan. Unutulmuş olmak.

netice-i müthiş

  • Müthiş ve insanı dehşete düşüren sonuç.

nevmid / nevmîd / نوميد

  • Umutsuz. (Farsça)
  • Nevmîd etmek: Umutsuzluğa düşürmek. (Farsça)
  • Nevmîd olmak: Umutsuzluğa kapılmak. (Farsça)

nez'

  • Halkı birbirine düşürmek, ifsâd, bozmak.

reşk-aver / reşk-âver

  • Hasede düşüren, kıskanmayı uyandıran. (Farsça)

saye-fiken

  • Gölge düşüren.

selub

  • (Çoğulu: Süleb) Müddeti tamam olmadan yavrusunu düşüren deve.

sırm

  • (Çoğulu: Esrâm-Esârım) Ağaçtan yemiş düşürmek.
  • Ekin biçmek.
  • Cem'olmuş beytler.

sukut ettirmek

  • Düşürmek, alçaltmak.

sukut-ı musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış. İktidardan düşürmek için hakkında karar alınmış.

sukut-u musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış, iktidardan düşürülmesine kesin karar alınmış.

sünuh

  • (Çoğulu: Sünuhat) Çok düşünmeden akla ve kalbe gelen mânâ.
  • Zuhur etmek. Vaki olmak.
  • Sözü kinâye ve târiz ile söylemek.
  • Kolay olmak.
  • Birini güçlüğe düşürmek.

ta'cib

  • Hayrete düşürme, şaşırtma.

ta'miye

  • (Amâ. dan) Körletme. Kör etme.
  • Kapalı şekilde anlatmak.
  • Edb: Ebced hesabiyle düşürülen bir tarihin, hesabı doldurmak için çıkartılacak veya eklenecek sayılarını işaret etme.

tağlit-i ezhan

  • Zihinleri yanıltma, zihinleri yanılgıya düşürme.

tagrir

  • (Çoğulu: Tagrirât) (Gurur. dan) Müşteriyi aldatma. Gurur verip aldatma.
  • Tehlikeli yerlere düşürmek.

tahkirane

  • Küçük düşürürek, alçaltarak.

tahtie / tahtîe

  • Hatâya düşürme; "Benim yolum doğrudur, hatâ ihtimali var. Başkalarının yolu hatâdır, doğru olma ihtimali var." görüşünde olmak.

tahtiye

  • Hatâya düşürmek, yanıltmak.

tahvifat / tahvifât

  • (Tekili: Tahvif) Korkutmalar. Korkuya düşürmeler.

takattur

  • Damla. Damlama. Damla damla akma.
  • Ud ağacı ile buhurlanma.
  • Vuruşmağa hazırlanma.
  • Bir kimse kendini bir yerden atma.
  • Ağacın dalı kopup düşme.
  • Bir adamı yanı üzere düşürmek. (Kamus'dan)

takri'

  • (Çoğulu: Takriât) Tevbih. Azarlama.
  • Birini telâşa düşürme.
  • Te'nif. Başa kakma.

tarih-i mu'cem

  • Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih.
  • Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.

taz'if / taz'îf / تضعيف

  • Zayıf düşürme. (Arapça)
  • İki kat yapma. (Arapça)

te'ris

  • Kandırma.
  • Ateş yakma.
  • Fitne düşürme.

te'yis

  • (Ye's. den) Me'yus etme, ye'se düşürme. Umutsuzlaştırma.

tedhiş / tedhîş / تدهيش

  • Korkutma. Dehşete düşürme. Ürkütme.
  • Dehşet salma, dehşete düşürme. (Arapça)

teessür-bahş

  • Hüzün veren, keder veren, tasaya düşüren. (Farsça)

tefkih

  • Hayrete düşürme.
  • Hoşlandırma.
  • Yemiş yedirme.

teftin

  • (Fitne. den) Fitneye düşürme.
  • Meftun verme. Ayartma.

tehafüt

  • Düşürmek, düşmek.
  • Birbirinin üstüne atılmak. Birbirinin ardınca olmak.

tehlik

  • Öldürme. Helâkete düşürme.

tekvis

  • Yüz üstüne düşürmek.

tenkis / tenkîs

  • Noksan gösterme, değerini düşürme.

tenzil etme

  • İndirme, düşürme.

tenzilat / tenzîlât / تنزیلات

  • İndirim. (Arapça)
  • Tenzîlât yapmak: Fiyat düşürmek, indirim yapmak. (Arapça)

tesakut

  • Birbiri ardınca düşmek. Birbirini düşürmek. Düşüşmek.

tesakutan / tesâkutan

  • Ardı ardına düşerek. Karşılıklı düşürmek suretiyle.
  • Her biri diğerinin hükmünü düşürür, birbirini yok eder olarak.

teşkikat / teşkikât

  • Şüpheye düşürme.

tevfik

  • Uygun düşürme.
  • Uydurma. Muvafık kılma.
  • Cenab-ı Hakkın kuluna yardım etmesi.

tevhim

  • (Çoğulu: Tevhimât) (Vehm. den) Vehme düşürme. Vehimlendirme.

tevrit

  • Tehlikeye düşürme, vartaya düşürme.

tezellül etme

  • Alçalma, kendisini küçük düşürme.

tezlil

  • Zillete düşürme, aşağılama.

tezyif / tezyîf / تَزْي۪يفْ

  • Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak.
  • Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek.
  • Tahkir etmek.
  • Çürütme, küçük düşürme.
  • Küçük düşürme, aşağılama.

tezyif etme

  • Hakaret etme, küçük düşürme.

tezyifat / tezyifât

  • Alay etmeler, küçük düşürmeler.
  • Çürütmeler, küçük düşürmeler.

tezyifkarane / tezyifkârâne

  • Küçük düşürürcesine.
  • Alay ederek, küçük düşürerek.

turur

  • Düşürmek.

vak'a

  • Hâdise. Olup geçen şey. Mes'ele.
  • Birini bir defada yere düşürmek.
  • Muharebe.
  • Vuku bulan.

vesvese-i şeytan

  • Şeytanın kalbe düşürdüğü şüphe, asılsız kuruntu.

zelil etme

  • Değerini düşürme.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın