REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te dog kelimesini içeren 408 kelime bulundu...

ab-ı adalet / ab-ı adâlet

  • Doğruluğun ve adaletin feyz ve bereketi.

adalet-i hakikiye

  • Doğru ve gerçek adalet.

adem-i tasdik / adem-i tasdîk / عَدَمِ تَصْدِيقْ

  • Doğrulamama.

ahbar-ı sadıka / ahbâr-ı sadıka

  • Doğru haberler.

ahval-i fıtriye / ahvâl-i fıtriye

  • Doğuştan gelen haller.

akide-i hak

  • Doğru, gerçek inanç.

akl-ı selim / akl-ı selîm

  • Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.

akvam-ı şarkiye

  • Doğu milletleri, kavimleri.

alamet-i sadıka / alâmet-i sadıka

  • Doğruluk işareti, belirtisi.

allahu a'lem bissavab

  • Doğruyu en iyi Allah bilir.

amal-i batıla / âmâl-i bâtıla

  • Doğru olmayan, imana uymayan ameller, davranışlar.

aşk-ı sadık / aşk-ı sâdık

  • Doğru ve gerçek aşk.

asr-ı sıdk

  • Doğruluk asrı, sadakat dönemi.

ayn-ı hak ve hakikat

  • Doğru ve gerçeğin ta kendisi.

ayn-ı hak ve sadık

  • Doğru ve gerçeğin ta kendisi.

aza-yı tabiiye / âzâ-yı tabiiye

  • Doğal üyeler.

ba-savab

  • Doğruca, doğrulukla.

balkan

  • Doğu Avrupada batıdan doğuya uzanan dağ sırası.

bariz

  • Doğan. Zâhir ve âşikar. Meydanda olan. Belli. Açıkça.

basiret / basîret

  • Doğru görüş, gönül gözü ile görme, uyanıklık.

belagat-ı irşadiye / belâgat-ı irşadiye

  • Doğru yolu göstermek için sözün muhataba ve amaca uygun olarak söylenmesi.

belağat-i irşadiye / belâğat-i irşadiye

  • Doğru yolu gösteren belâğat.

beşaret-i furkan

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur'ân'ın müjdesi.

bi'l-hadsi's-sadık / bi'l-hadsi's-sâdık

  • Doğruluğuna hemen hükmedilecek bir şekilde.

bilhads-i sadık / bilhads-i sâdık

  • Doğru bir sezgiyle.

bilhadsissadık / bilhadsissâdık

  • Doğru bir hads ile.
  • Doğru bir sezgi ile.

bissavab

  • Doğru olarak.

bittab' / بالطبع

  • Doğal olarak. (Arapça)

bizzat / bizzât / بِالذَّاتْ

  • Doğrudan doğruya, zatıyla.

burhan-ı natık-ı sadık / burhan-ı nâtık-ı sâdık

  • Doğru konuşan delil.

büzu' / büzû'

  • Doğmak, tulû' etmek.

caziye

  • Doğurduktan sonra sütü azalmaya başlayan hayvan.

cela-yı vatan / celâ-yı vatan

  • Doğduğu yerden ayrılma.

cerbeze

  • Doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterecek derecede aldatma.

cevab-ı na-savab / cevab-ı nâ-savab

  • Doğru olmayan karşılık. Yanlış cevab.

cevab-ı savap / cevâb-ı savap

  • Doğru cevap, karşılık.

cihat-ı hidayet / cihât-ı hidayet

  • Doğru yola götüren yönler.

dad / dâd

  • Doğruluk, hak.

dad-aver / dâd-âver

  • Doğru, adaletli. (Farsça)

dad-ger / dâd-ger

  • Doğru, insaflı. (Farsça)

dai-yi sıdkı / dâî-yi sıdkı

  • Doğruluğun çağırıcısı, gerekçesi (Peygamber Efendimiz'in bir ismi de Dâî'dir).

daire-i irşad

  • Doğru yolu gösterme dairesi, halkası.

dall u mudılle / dâll u mudılle

  • Doğru yoldan çıkanlar ve çıkaranlar, sapanlar ve saptıranlar.

dallin / dâllin

  • Doğru yoldan sapmış olanlar, azgınlar.

darir / darîr / ضریر

  • Doğuştan kör. (Arapça)

darülvilade / dârülvilâde / دارالولاده

  • Doğumevi. (Arapça)

def-i tabii / def-i tabiî

  • Doğal şekilde çıkarma, başından atma.

delail-i sıdk / delâil-i sıdk

  • Doğrulayıcı deliller.

delil-i sadık / delil-i sâdık

  • Doğru delil.

derece-i sıdk

  • Doğruluk derecesi.

duhuk

  • Doğurduktan sonra rahmi çıkan dişi deve.

dürüst

  • Doğru, düzgün.

dürüsti / dürüstî

  • Doğruluk, düzgünlük, sağlamlık. (Farsça)

ehl-i dalalet / ehl-i dalâlet

  • Doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler.

ehl-i dalalet ve gaflet / ehl-i dalâlet ve gaflet

  • Doğru ve hak yoldan sapmış ve gaflete dalmış kimseler.

ehl-i dalalet ve ilhad / ehl-i dalâlet ve ilhad

  • Doğru ve hak yoldan sapan, insanları da saptırmaya çalışan sapık kimseler.

ehl-i dalalet ve sefahet / ehl-i dalâlet ve sefahet

  • Doğru ve hak yoldan sapmış ve yasak zevk ve eğlenceye düşkün kimseler.

ehl-i dalalet ve tuğyan / ehl-i dalâlet ve tuğyân

  • Doğru yoldan sapmış olanlar ve azgınlıkta ileri gidenler.

ehl-i hak

  • Doğru yolda olanlar.

ehl-i hak ve istikamet

  • Doğru ve hak yolda olan kimseler.

ehl-i hak ve zekavet / ehl-i hak ve zekâvet

  • Doğru yoldan olan ve çabuk anlayıp kavrayan zekî kimseler.

ehl-i hakikat ve kemal / ehl-i hakikat ve kemâl

  • Doğru ve hak yolda olanlar ve mânevî açıdan belirli bir olgunluğa erişmiş kimseler.

ehl-i hidayet / ehl-i hidâyet

  • Doğru yolda olanlar, iman etmiş olanlar.

ehl-i hidayet ve huzur

  • Doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar.

ehl-i hidayet ve istikamet

  • Doğru ve hak yolda olanlar.

ehl-i ilhad

  • Doğru meslek ve dinden, Hak yolundan çıkıp bâtıl yola sapan, imansızlar, dinsizler. (Farsça)

ehl-i ispat

  • Doğruyu ortaya çıkaran kimseler.

ehl-i kütüb-ü sahiha

  • Doğru, güvenilir ve sağlam hadîs kitap yazarları.

ehl-i sadakat / ehl-i sadâkat

  • Doğruluk ve bağlılıkta kusur etmeyenler.

el-hak / اَلْحَقْ

  • Doğrusu.

elhak / اَلْحَقْ

  • Doğrusu.

elsine-i şarkiye

  • Doğu dilleri.

ensab

  • Doğru boynuzlu.

esas-ı müselleme

  • Doğruluğu şeksiz, şüphesiz kabul edilen temel esas.

esasat-ı sadıka / esâsât-ı sâdıka

  • Doğru esaslar, sağlam temeller.

esbab-ı hidayet

  • Doğru yola ulaşma sebepleri.

esbab-ı sahiha

  • Doğru ve sahih sebepler.

esbab-ı tabiiye / esbâb-ı tabiiye

  • Doğal sebepler.

esna-yı irşad / esnâ-yı irşad

  • Doğru yolu gösterme, uyarma esnası, ânı.

eyman-ı sadıka / eyman-ı sâdıka

  • Doğru yeminler.

fark ve sahv

  • Doğruyu fark etme ve uyanık olma.

fasahat

  • Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık ve güzel ifadeli konuşma.

ferraşin

  • Doğuda büyük bir ova.

fevkattabia / fevkattabîa / فوق الطبيعه

  • Doğa üstü. (Arapça)

fıtri / fıtrî

  • Doğal, yaratılıştan gelen.
  • Doğuştan, yaradılıştan, fıtrata âit ve müteallik. Hayat kanunlarına uygun.

fıtri şefkat / fıtrî şefkat

  • Doğal, yaratılıştan gelen şefkat, merhamet.

furkan-ı ahkem

  • Doğruyu yanlıştan en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran Kur'ân-ı Kerim.

furkan-ı celilüşşan / furkan-ı celîlüşşan

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran şanı ihtişamlı, görkemli olan Kur'ân.

furkan-ı ezeli / furkan-ı ezelî

  • Doğruyu yanlıştan ayırarak hükmeden ve ezelî olan Kur'ân.

fürs

  • Doğu kavimleri.

gakfeka

  • Doğan sesi.

gavga

  • Döğüşme, kavga, vuruşma. Gürültü. Savaş, muhârebe, harp. (Farsça)

gayat-ı irşad / gayât-ı irşad

  • Doğru yolu gösterme amaçları.

gayr-ı hak

  • Doğru ve gerçek olmayan.

gayr-ı müstakim

  • Doğru yolda olmayan.

gayr-ı tabii / gayr-ı tabiî

  • Doğal olmayan.

haber-i sadık / haber-i sâdık

  • Doğru haber. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) sözü. Hadis.

hadd-i istikamet

  • Doğru yolu gösteren sınır.

hadi / hâdî / هادی

  • Doğru yola sevk eden; doğru ve hak yolun gösterici.
  • Doğru yolu gösteren. (Arapça)

hadis-i kat'i / hadis-i kat'î

  • Doğruluğu kesin hadis.

hak / hâk / حق / حَقْ

  • Doğru, gerçek.
  • Doğru.
  • Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).

hak ruhu

  • Doğru, gerçek, hakikatin ruhu, Hz. Muhammed (a.s.m.).

hak tarik

  • Doğru yol.

hak ve hakikat

  • Doğru ve gerçek.

hak-gu / hak-gû

  • Doğru ve hak söyleyen. (Farsça)

hak-perest

  • Doğruluktan ayrılmayan, doğruluğu ciddi ve samimi seven. Hakka iman eden ve hak üzere âmil olan. (Farsça)

hakgu / hakgû / حق گو

  • Doğru sözlü. (Arapça - Farsça)

hakikat / hakîkat

  • Doğru, gerçek.

hakikat ve hak

  • Doğru ve gerçek; asıl ve esas.

hakikat-gu

  • Doğru sözlü. Doğru konuşan. (Farsça)

hakikat-i fıtriye

  • Doğuştan var olan hakikat, doğal gerçek.

hakikatçi

  • Doğruyu savunan.

hakikaten

  • Doğrusu, gerçekten, hakikat olarak.

hakikatmedar

  • Doğruluk sebebi.

hakk / حَقّ

  • Doğru, gerçek. Cenâb-ı Allah'ın ismi.
  • Doğru, gerçek, pay, adalet, din.
  • Doğruluk, insaf, hak. (Allah'ın isimlerinden biri)
  • Doğru olup bâtıl olmayan (Allah).

hakka / حَقَّا

  • Doğrusu, hakikaten.

hakkaniyet / حقانيت

  • Doğruluk, gerçekçilik.
  • Doğruluk. (Arapça)

hakkaniyetli

  • Doğru, gerçek.

hakkıyet

  • Doğruluk.

hakperestane / hakperestâne

  • Doğruluktan ayrılmayarak, hakkı tutarak.

hakşinaslık

  • Doğruyu, hakkı tanımak.

halat-ı tabiiye / hâlât-ı tabiiye

  • Doğal haller.

halisiyyet / hâlisiyyet

  • Doğruluk, hâlislik, hilesizlik.

hanif dini / hanîf dîni

  • Doğru yol, İslâmiyet.

harrat / harrât / خراط

  • Doğramacı, çıkrıkçı. Tornacı.
  • Doğramacı. (Arapça)

hatt-ı müstakim / hatt-ı müstakîm

  • Doğru çizgi.

haver / hâver / خاور

  • Doğu, şark. (Farsça)
  • Doğu. (Farsça)

haveran / hâveran / خاوران

  • Doğu ile batı. Şark ile garp. (Farsça)
  • Doğu ve batı. (Farsça)

haverşinas / hâverşinas / خاورشناس

  • Doğubilimci, oryantalist, müsteşrik. (Farsça)

hedaya-yı hidayet / hedâyâ-yı hidâyet

  • Doğru yola ulaştırıcı hediyeler, ihsanlar.

hem-matla

  • Doğuş yeri aynı olan.

hidayet / hidâyet / هدایت

  • Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
  • Doğru yola erdirme.
  • Doğru yolu gösterme. (Arapça)
  • Hidâyet etmek: Doğru yolu göstermek. (Arapça)

hidayet edici / hidâyet edici

  • Doğru yola eriştiren.

hidayet etmek

  • Doğru yola erdirmek.

hidayete getirme

  • Doğru ve hak olan İslâma çağırma, İslâmın kurallarını uygulamaya davet etme.

hidayeti istemek

  • Doğru yola ermeyi istemek.

hilal-i hak / hilâl-i hak

  • Doğruyu gösteren hilâl.

hilkat

  • Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış.

hış'a

  • Doğum anında ölen annenin karnı yarılarak çıkarılan çocuk.

hiss-i sadise-i sadıka / hiss-i sâdise-i sâdıka

  • Doğru altıncı his.

hitab-ı mürşidane / hitab-ı mürşidâne

  • Doğru yolu gösterici hitap.

hüda / hüdâ

  • Doğru yol olan hak din, İslâmiyet.

hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn

  • Doğru yolda olan dört büyük halife. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali.

ibadat-ı fıtriye / ibâdât-ı fıtrîye

  • Doğal, yaratılıştan gelen ibadetler.

icnaf

  • Doğruluktan ayrılma. Sadakattan uzaklaşma.

ictiyal

  • Doğru yoldan döndürme.

ihbar-ı sadıka

  • Doğru haber verme.

ıhdac

  • Doğan çocuğun bir yerinin eksik olması.

ihtida / ihtidâ

  • Doğru ve hak yolda gitme.
  • Doğru yola girme, müslüman olma, din olarak İslâmiyet'i seçme; hidâyete erme.

iksat

  • Doğruluk ve hakkaniyet gösterme.

ilhamat-ı sadıka / ilhâmât-ı sâdıka

  • Doğru ilhamlar.

imhaz

  • Doğrulukla yapma.

imla / imlâ / اِمْلَا

  • Doğru yazma.

inhiraf / inhirâf

  • Doğru yoldan sapma, dönme.
  • Doğru yoldan sapma.

insihak

  • Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak.

irşad / irşâd / اِرْشَادْ

  • Doğru yolu gösterme.
  • Doğru yol gösterme.
  • Doğru yolu gösterme.

irşad edecek

  • Doğru yolu gösterecek.

irşad eden

  • Doğru yolu gösteren.

irşad edici

  • Doğru yol gösteren.

irşad etme

  • Doğru ve hak yolu gösterme.

irşad etmek

  • Doğru ve hak yolu göstermek.

irşad tariki / irşad tarîki

  • Doğruyu gösterme yolu.

irşad ve talim

  • Doğru yolu gösterme ve eğitim ve öğretim.

irşadgah / irşadgâh

  • Doğru yolu gösterme yeri.

isabet

  • Doğruluk.

isabetkar / isabetkâr

  • Doğru rastlayan. İsabetli. (Farsça)

ispat-ı sıdkı

  • Doğruluğunun ispatı.

işrak eden / işrâk eden

  • Doğan.

istidad-ı fıtri / istidad-ı fıtrî

  • Doğal, yaratılıştan gelen yetenek.

istikamet / istikâmet / استقامت

  • Doğrultu, yön.
  • Doğru yolda olma.
  • Doğru yol.

istikamet vermek

  • Doğru yön vermek.

istikametkarane / istikametkârâne

  • Doğru bir şekilde.

istikametle

  • Doğru bir şekilde.

istikametli

  • Doğru yolda olan.

istilad

  • Doğurtma. Çocuk isteme.

istiladi / istiladî

  • Doğurtucu.

karnesa

  • Doğan kuşunun, avının ardına düşmesi.

kayd-ı ömr-ü tabii / kayd-ı ömr-ü tabiî

  • Doğal ömür sınırı.

keramet-i sadakat

  • Doğruluk ve bağlılığın kerameti.

keşf-i sahih / keşf-i sahîh / كَشْفِ صَحِيحْ

  • Doğru olarak perdeli hakîkati görme.

keşfiyat-ı sadıka

  • Doğru keşifler; manevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme.

kinaye / kinâye

  • Doğrudan doğruya değil, dolaylı anlam taşıyan söz.

kırnas

  • Doğan kuşunun, avının ardınca gitmesi.

kıyas-ı kat'i / kıyâs-ı kat'i

  • Doğru sonuç veren kıyas.

kur'an-ı mürşid / kur'ân-ı mürşid

  • Doğru yolu gösterici Kur'ân.

kütüb-ü sahiha

  • Doğru, güvenilir hadis kitapları.

kütüb-ü sitte-i sahiha

  • Doğru ve güvenilir olan altı büyük hadis kitabı (Sahih-i Buhari, Sahîh-i Müslim, İbn-i Mâce, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî).

laalik

  • Doğrulukla kalkıp durmak.

lisan-ı ihtiyac-ı fıtri / lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî

  • Doğal ihtiyaçların dili.

lisan-ı sadık / lisan-ı sâdık

  • Doğru söyleyen lisan.

lutf-u irşad / lûtf-u irşad

  • Doğru yolu gösterme lütfu, nimeti.

ma'deletperver

  • Doğru, insaflı, adaletli ve vicdanlı kimse. (Farsça)

maani-yi irşadiye / maânî-yi irşâdiye

  • Doğru yolu gösteren ifadeler.

maden-i sıddıkiyet

  • Doğruluğun ve sadakatin kaynağı.

makam-ı tasdik

  • Doğruluma makamı, konumu.

mana-yı irşadi / mânâ-yı irşadî

  • Doğru yolu gösterici mânâ.

masadak / mâsadak

  • Doğrulayıcı.

masbah

  • Doğacak zaman ve yer.

masduk / masdûk

  • Doğruluğu kabul edilmiş, tasdik edilmiş.
  • Doğruluğu kabul edilmiş, tasdik edilmiş.

maskat-ı re's / مسقط رأس

  • Doğum yeri. Vatan. Bir kimsenin doğduğu yer.
  • Doğum yeri.

maşrık / مشرق

  • Doğu.
  • Doğu.
  • Doğu. (Arapça)

maşrık-ı tuluu / maşrık-ı tulûu

  • Doğuş ufku.

matla

  • Doğuş yeri.

matla'

  • Doğma yeri, birşeyin doğduğu ve çıktığı yer.
  • Doğacak yer, güneş vasair yıldızların doğması, kaside veya gazelin ilk beyti.

matla'ların ihtilafı / matla'ların ihtilâfı

  • Doğuş yeri ve zamanlarının farklılığı.

mebsuten mütenasip / mebsûten mütenasip

  • Doğru orantı; birbirine bağlı olan ve biri arttığında öteki de artan iki büyüklük arasındaki nispet.

medar-ı istikamet

  • Doğruluk kaynağı.

medar-ı sıdk ve kizb

  • Doğruluk ve yalana zemin oluşturacak şey.

medkuk

  • Döğülmüş, toz hâline getirilmiş.

mef'ul-ü sarih

  • Doğrudan doğruya mef'ul demektir. Bir harf-i cerle ifâde olunmaz. "Nuri dalı kırdı" cümlesinde "dal" mef'ul-ü sarihtir. "Nuri daldan düştü" dersek, bunu arapça ifâde için (min) harf-i cerri ile söyleyebiliriz. İşte böyle harf-i cerle söylenen mef'ullere, "mef'ul-ü gayr-i sarih" denir. Bunlar mef'uld

mefhum-u muvafık

  • Doğrudan anlaşılan mânâ.

menhec-i sedad / menhec-i sedâd

  • Doğruluk yolu. Sırât-ı müstakim.

mentec

  • Doğuracak vakit.

meşarık / meşârık / مشارق

  • Doğular. (Arapça)

mesbah

  • Doğacak yer ve zaman. Tulu' edecek yer. Tulu' edecek vakit.

meskat

  • Doğum yeri.

meşrık

  • Doğu, güneşin doğduğu taraf.
  • Doğu.

meşru'

  • Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan.

metali / metâli / مطالع

  • Doğuş yerleri. (Arapça)

mevlid

  • Doğum.

mevlud / mevlûd

  • Doğan.

mezheb-i hak

  • Doğru mezhep.

milad / milâd / mîlâd / ميلاد

  • Doğum günü.
  • Doğum günü, Îsâ aleyhisselâmın doğum günü olduğu iddiâ edilen noel gecesi.
  • Doğum günü. (Arapça)

minhac-ı hidayet

  • Doğru yol. Hidayet yolu.

minhac-ı kavim-i ehl-i sünnet / minhâc-ı kavîm-i ehl-i sünnet

  • Doğru esaslar üzerine kurulmuş olan Ehl-i Sünnet yolu.

mısdak / mısdâk

  • Doğrulayıcı delil, ölçüt, kriter.

muamelat-ı fıtriye / muamelât-ı fıtriye

  • Doğuştan gelen, fıtrî olan davranışlar, işler.

müdafaat-ı kat'iye ve hakikiye

  • Doğru ve tereddüde imkân bırakmayan savunmalar.

muhatabane / muhatabâne

  • Doğrudan kendisine hitap olunurcasına.

muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık / مُخْبِرِ صَادِقْ

  • Doğru sözlü haber verici, peygamber.
  • Doğru haber veren.

mukim / mukîm

  • Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.

mukteza-yı fıtri / muktezâ-yı fıtrî

  • Doğal yapılarının gereği.

münazara / münâzara

  • Doğruyu ortaya çıkarmak maksâdı ile karşılıklı olarak yapılan ilmî konuşma. Bir mes'eleyi belli kâideler dâhilinde karşılıklı inceleme, bir mes'ele hakkında yapılan karşılıklı konuşma.

mürşid / مُرْشِدْ

  • Doğru yol gösteren, rehber.
  • Doğru yolu gösteren.

musaddak / مُصَدَّقْ

  • Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tanınmış, isbat edilmiş olan.
  • Doğrulanan.
  • Doğrulanan.

müsellem

  • Doğruluğu şüphesiz kabul edilmiş.
  • Doğruluğu kabul edilen, teslim edilmiş.

müsellemat / müsellemât

  • Doğruluğu kabul edilen şeyler.

müsellemat-ı şer'i / müsellemât-ı şer'î

  • Doğruluğuna şüphe olmayan, şeriatın hükümleri; kabul ve tasdik edilmiş genel düsturları.

müstakim

  • Doğru, düzgün.

mustakim / مستقيم

  • Doğru, düz, dosdoğru. (Arapça)

müstakimane / müstakimâne

  • Doğrulukla, namuslulukla, adâlet dâiresinde. (Farsça)

müstekim / müstekîm

  • Doğruluk üzere olan, doğru yolda yürüyen. Doğrulukla sıfatlanmış kimse.

müsterşidane / müsterşidâne

  • Doğru yolun gösterilmesini isteyene yakışır surette. (Farsça)

müsteşrik / مستشرق

  • Doğu memleketlerini, din, dil ve târihleri başta olmak üzere her yönden araştırıp tesbite çalışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, oryantalist, şarkiyâtçı.
  • Doğu kültürünü inceleyen Batılı.
  • Doğubilimci, oryantalist. (Arapça)

müteassif

  • Doğru yoldan sapan.

mütehakkık

  • Doğrulanan.

mütevellid / مُتَوَلِّدْ

  • Doğan, çıkan.
  • Doğan, ortaya çıkan.
  • Doğan.

müveccih

  • Doğrultan, bir tarafa döndüren.

müvellid

  • Doğuran.

müvellide

  • Doğuran, meydana getiren.

müvvellide

  • Doğurtan.

na-hencar

  • Doğru olmayan. (Farsça)

na-savab

  • Doğru olmayan, yanlış. (Farsça)

nahencar / nâhencâr / ناهنجار

  • Doğru olmayan, uygun olmayan. (Farsça)

nakkad

  • Doğruyu yanlıştan ayıran kimse.

nakl-i sahih

  • Doğru, şüphesiz gelen haber nakli.

nasba

  • Doğru boynuzlu koyun ve keçi.

nebiyy-i sadık / nebiyy-i sâdık

  • Doğru söyleyen nebî; Hz. Muhammed (a.s.m.).

neş'et eden

  • Doğan, meydana gelen.

neş'et etme

  • Doğma, meydana gelme.

netc

  • Doğurmak.

nişane-i tasdik

  • Doğruluğunu gösteren işaret.

niyet-i sadıka / niyet-i sâdıka / نِيَتِ صَادِقَه

  • Doğru niyet ve düşünce.
  • Doğru, samîmî niyet.

nur-u hidayet / nur-u hidâyet / nûr-u hidayet

  • Doğru ve hak yolu gösteren nur, ışık.
  • Doğru yola eriştiren hidayet nuru.

rah-ı hidayet / râh-ı hidayet

  • Doğru ve hak olan yol, İslâmiyet yolu.

rah-ı rast

  • Doğru yol.

rahum

  • Doğurduktan sonra rahminde hastalık meydana gelen deve.

rastgu / râstgû / راست گو

  • Doğru sözlü. (Farsça)

rasti / rastî

  • Doğruluk, gerçeklik. (Farsça)

rastkar / rastkâr

  • Doğru adam. (Farsça)

rastperverane / râstperverâne / راست پرورانه

  • Doğruluktan yana. (Farsça)

re'sen / رأسا

  • Doğrudan doğruya, danışmaksızın. (Arapça)

re'y-i salim / re'y-i sâlim

  • Doğru fikir ve düşünce.

reşad

  • Doğru yolda olma.

reşadetpenah

  • Doğru sığınak.

rişdet

  • Doğruluk, dürüstlük. Temizlik.

rivayat-ı sahiha-ı sabite / rivâyât-ı sahiha-ı sâbite

  • Doğruluğu kesin ve sabit olan güvenilir rivayetler, hadisler.

rivayet-i sahiha / rivâyet-i sahîha

  • Doğruluğu ve Peygamberimize ait olduğu şüphe götürmeyen rivâyet, hadis.

rivayet-i sahiha-yı meşhure / rivâyet-i sahiha-yı meşhûre

  • Doğru ve güvenilir meşhur rivayetler; bilinen hadisler.

ruh-u fıtri / ruh-u fıtrî

  • Doğal ruh, bir bedenin kendi ruhu gibi.

rüşd

  • Doğru yolu bilme, olgunluk.

rüya-yı sadıka / rüya-yı sâdıka / rüyâ-yı sâdıka / رُؤْيَايِ صَادِقَه

  • Doğru olan rüya.
  • Doğru rüya.

rüyayısadıka / rüyâyısâdıka

  • Doğru rüya.

sadakte

  • Doğru söyledin.

sadık / sâdık / صادق

  • Doğru, hakikatli, sadakatlı, dürüst.
  • Doğru, samimi, bağlı.
  • Doğru, dürüst, sadakatli.
  • Dogru olan.

sadık-ı şahid

  • Doğru şahid, delil.

sadık-ul kavl

  • Doğru sözlü.

sadık-ul kelam / sadık-ul kelâm

  • Doğru söyleyen. Doğru konuşan. Sözü doğru.

sadıkane / sâdıkane

  • Doğruluk üzerine, samimiyetle, bağlılığını gösterircesine.

sadıkıyet / sâdıkıyet

  • Doğruluk.
  • Doğruluk, bağlılık.

sadıkülkavl / sâdıkülkavl / صادق القول

  • Doğru sözlü. (Arapça)

saet

  • Doğumdan sonra koyunun rahminden çıkan madde.

safsata / سفسطه

  • Doğru olmadığı halde doğru gibi gösterilen düşünce veya söz. (Arapça)

şahbaz

  • Doğan kuşu, çevik, yiğit.

şahid-i adil / şâhid-i âdil

  • Doğru sözlü şâhid.

şahid-i sadık / şâhid-i sâdık / شَاهِدِ صَادِقْ

  • Doğru sözlü şahit, tanık.
  • Doğru şâhid.

şahid-i sādık / şâhid-i sādık / شَاهِدِ صَادِقْ

  • Doğru şâhid.

sahih / sahîh / صَح۪يحْ

  • Doğru, sağlam, kesin hadîs.
  • Doğru, güvenilir, sağlam.
  • Doğru.

sahihan

  • Doğru olarak, cidden, hakikaten, gerçekten.

şakşaka

  • Doğan kuşunun veya serçenin ötmesi.

sani'-i hakiki / sani'-i hakikî

  • Doğrudan doğruya, hiç bir şeye muhtaç olmadan her şeyin aslını, esasını ve teferruatını yapan, yaratan. Allah (C.C.).

sapık

  • Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.

şarık / şârık / شَارِقْ

  • Doğudan çıkan, doğan, parlayan.
  • Doğup parlayan.

şark / شرق / شَرْقْ

  • Doğu.
  • Doğu.
  • Doğu.
  • Doğu.

şark darülfununu

  • Doğu Üniversitesi.

şark darülfünunu / şark dârülfünunu

  • Doğu Üniversitesi.

şark hadisesi / şark hâdisesi

  • Doğu bölgesinde meydana gelen hadise; Şeyh Said İsyanı.

şark husumeti

  • Doğu düşmanlığı.

şark uleması

  • Doğu âlimleri, Anadolunun doğusundaki âlimler.

şark üniversitesi

  • Doğu Üniversitesi.

şark ve garb

  • Doğu ve batı.

şark vilayetleri / şark vilâyetleri

  • Doğu illeri.

şark-garp

  • Doğu-batı.

şarki / şarkî / شرقى

  • Doğu, doğu ile ilgili. (Arapça)

şarki anadolu / şarkî anadolu

  • Doğu Anadolu.

şarkiyat / شرقيات

  • Doğubilim. (Arapça)

şarkiyatçı

  • Doğubilimci, oryntalist, müsteşrik. (Arapça - Türkçe)

şarkiyyun / şarkiyyûn / شرقيون

  • Doğulular, şarklılar.
  • Doğulular. (Arapça)

şarklı

  • Doğulu.

şarktan garba

  • Doğudan batıya.

savab / savâb

  • Doğruluk. Yanlış olmayan. Doğru dürüst.
  • Doğru.
  • Doğru.

savab-nüma

  • Doğruyu gösteren. (Farsça)

savabdide

  • Doğru ve haklı görülmüş. Beğenilmiş. (Farsça)

sebeb-i dalalet / sebeb-i dalâlet

  • Doğru yoldan sapıtma sebebi.

seciye-i fıtri / seciye-i fıtrî

  • Doğal, yaratılıştan gelen özellik, karakter.

sedid

  • Doğru, sağlam.

şehadat-ı sadıka / şehâdât-ı sâdıka

  • Doğru şahitlikler.

şehadet-i sadıka / şehâdet-i sâdıka / شَهَادَتِ صَادِقَه

  • Doğru şahitlik, tanıklık.
  • Doğru şahidlik.

selamet-i kal / selâmet-i kal

  • Doğru sözlülük.

serdar-ı hidayet

  • Doğru yol kumandanı.

şerik-i zati / şerîk-i zâtî

  • Doğrudan Allah'ın Zâtına ortak olma.

sevab

  • Doğru, isabetli.

sıdk / صدق / صِدْقْ

  • Doğruluk, doğru söz, samimilik, bağlılık.
  • Doğruluk.
  • Doğruluk.
  • Doğruluk.

sıdk erbabı

  • Doğru kimseler.

sıdk u selamet / sıdk u selâmet

  • Doğruluk ve selâmetlik için oluş.

sıhhat-ı fehim

  • Doğru anlayış.

sırr-ı irşad

  • Doğruyu ve hakkı gösterme sırrı.

şu'le-i hud-u hidayet / şû'le-i hûd-u hidâyet

  • Doğru ve hak yola ulaştıran Hz. Hud'un bir parıltısı.

şükr-ü fıtri / şükr-ü fıtrî

  • Doğal şükür.

tab'an / طبعا

  • Doğal olarak, tabiatıyla. (Arapça)

tabiat

  • Doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem.

tabii / tabiî

  • Doğal, fıtrî.

tabiiyyat / tabîiyyât / طبيعيات

  • Doğa bilimleri. (Arapça)

tadlil

  • Doğru yoldan çıktığına hükmetme, dalâlette görme.

tahkik

  • Doğruluğunu araştırma.

taht-ı tasdik / taht-ı tasdîk / تَحْتِ تَصْدِيقْ

  • Doğrulama altında olma.

taht-ı tasdikinde

  • Doğrulaması ve onayı altında.

talia

  • Doğan. Ufuktan görünen. Tulu' eden.

talk

  • Doğum ağrısı.

tarih-i veladet / tarih-i velâdet / târîh-i velâdet / تَارِيخِ وَلَادَتْ

  • Doğum tarihi.
  • Doğum tarihi.

tarik-i müstakim / tarîk-i müstakim

  • Doğru ve istikametli yol; İslâmiyetin gösterdiği yol.

tarik-i müteassife

  • Doğru yoldan sapanların yolu; çorak dengesiz ve zalimane yol.

tasdik / تصديق / tasdîk / تَصْد۪يقْ

  • Doğrulama, onaylama.
  • Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak.
  • Doğrulama.
  • Doğrulama.

tasdik eden

  • Doğrulayan, onaylayan.

tasdik edilen

  • Doğrulanan, onaylanan.

tasdik etme

  • Doğrulama, kabul etme.

tasdik etmek

  • Doğrulamak, onaylamak.

tasdikleri tahtında

  • Doğrulayacakları gibi, bilgileri dahilinde.

tasdikname / tasdîknâme / تَصْدِيقْنَامَه

  • Doğrulama yazısı.

tasviben

  • Doğru bularak, tasvib ederek, münâsib görerek.

tasvibkerde

  • Doğru bulunmuş, tasvib edilmiş, münasib görülmüş. (Farsça)

teheddi

  • Doğru yola girme. Hidayetlenme.

telkinat-ı batıla / telkinât-ı bâtıla

  • Doğru olmayan telkinler.

temhiz

  • Doğum ağrısı çekmek.

terbiye-i furkaniye

  • Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur'ân'ın verdiği eğitim.

tevalüd

  • Doğma, doğurma.

tevatür / تواتر

  • Doğruluğu kesin haber.

tevellüd / تَوَلُّدْ

  • Doğma. Doğum.
  • Doğma.
  • Doğum, doğma.
  • Doğma.

tevellüd eden

  • Doğan, meydana gelen.

tevellüd etme

  • Doğma.

tevellüdat / tevellüdât

  • Doğumlar.
  • Doğumlar, doğmalar.

tevellüt

  • Doğma, meydana gelme.

tevellüt eden

  • Doğan, meydana gelen.

tevlid

  • Doğurma, ürün verme.

tevlid eden

  • Doğuran, sebep olan.

tevlit

  • Doğurma.

tevlit etmek

  • Doğurmak, meydana getirmek.

tulu / tulû / طلوع

  • Doğma.
  • Doğma, doğuş.
  • Doğuş. (Arapça)

tulu eden / tulû eden

  • Doğan, ortaya çıkan.

tulu etme / tulû etme

  • Doğma.

tulu etmesin / tulû etmesin

  • Doğmasın.

tulu' / tulû' / طلوع / طُلُوعْ

  • Doğma.
  • Doğma.

tuluat / tulûât / طلوعات

  • Doğuşlar, kalbe doğan mânâlar.
  • Doğaçlamalar. (Arapça)

udlul

  • Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma.

udul / udûl

  • Doğru yoldan ayrılma, yoldan çıkma, sapma.

uhrun

  • Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan. (Farsça)

ukul-ü müstakime / ukul-ü müstakîme

  • Doğru yolda olan akıllar.

vad'ı haml

  • Doğum yapmak.

vakıa-i sadıka / vâkıa-i sâdıka

  • Doğruluğundan şüphe edilmeyen olay, doğru rüya, keşif.

vallahu a'lemu bi's-savab

  • Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

vaz'-ı haml / وضع حمل

  • Doğurma.
  • Doğum.

vehbi / vehbî

  • Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
  • Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.

veladet / velâdet / وَلَادَتْ

  • Doğum.
  • Doğma, dünyaya gelme.
  • Doğum.

veraset-i ırkıye

  • Doğan yavrunun ecdadına benzemesi.

vilad

  • Doğurmak.

viladet / vilâdet

  • Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. (Veladet galattır)
  • Doğuş.
  • Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak.

vilayat-ı şarkıye / vilâyât-ı şarkıye

  • Doğu illeri.

vilayat-ı şarkiye / vilâyat-ı şarkiye

  • Doğu illeri.

vilayat-i şarkiye / vilâyât-i şarkiye

  • Doğu illeri.

vilayat-ı şarkiye namına / vilâyat-ı şarkiye namına

  • Doğu illeri adına, doğu illerini temsilen.

vilayet-i şarkiye / vilâyet-i şarkiye

  • Doğu illeri.

vücuh-u irşadi / vücuh-u irşadî

  • Doğru yolu gösterici yönler.

vücuh-u sahiha

  • Doğru olan yönler, mânâlar.

vüsuk

  • Doğruluk, güvenilirlik.

yetn

  • Doğum ânında çocuğun ayaklarının evvel çıkması.

zaden

  • Doğmak, doğurmak. (Farsça)

zaman-ı veladet / zaman-ı velâdet

  • Doğum zamanı.

zevk-i hakikat

  • Doğruya ve gerçeğe ulaşma zevki.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın