REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te diril ifadesini içeren 593 kelime bulundu...

hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn

  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

ishak aleyhisselam / ishâk aleyhisselâm

  • Şam ve Filistin ahâlisine (halkına) gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın ikinci oğlu olup, annesi hazret-i Sâre'dir. İbrâhim aleyhisselâmın dînini insanlara tebliğ etti. İsmi, Kur'ân-ı kerîmde on yedi yerde bildirilmiştir.

misak / mîsâk

  • Söz verme, sözleşme, andlaşma.
  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
  • Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.

abese suresi / abese sûresi

  • Kur'ân-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk iki âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından bir mev'ize (nasihat, öğüt) olduğu bildirilmekte,

acbüzzeneb

  • Ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

ahkam-ı ictihadiyye / ahkâm-ı ictihâdiyye

  • Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte açıkça bildirilmeyip, müctehid denilen âlimlerin açıkça bildirilenlere benzeterek elde ettikleri hükümler.

ahya / ahyâ / احيا

  • Diriler, canlılar.
  • Diriler. (Arapça)

ahya vü emvat / ahyâ vü emvât

  • Diriler ve ölüler.

al-i imran / âl-i imrân

  • İmrân âilesi. Süleymân aleyhisselâmın evlâdından İmrân bin Mâsân'ın kendisi veya onun kızı hazret-i Meryem ile oğlu hazret-i Îsâ. Âl-i İmrân'ın, Yâkûb aleyhisselâmın evlâdından İmrân binYeshâr'ın kendisi veya oğulları Mûsâ ile Hârûn aleyhisselâmın ol duğu da bildirilmiştir.

albora

  • İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması.
  • Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması.
  • Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması.

alem-i mahşer / âlem-i mahşer

  • Mahşer âlemi; kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer.

algı

  • (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, n

amelde mezheb

  • Mutlak müctehid denilen derin âlimin, Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf, icmâ ve Eshâb-ı kirâma âit nakilleri esas alarak, iş ve ibâdetle ilgili hükmü açıkça bildirilmeyen husûslarda çıkardığı hükümlerin hepsi.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

ampul

  • İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe. (Fransızca)
  • İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe. (Fransızca)

an'ane

  • Âdet, örf.
  • Ağızdan nakledilen söz, haber.
  • Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil.
  • Silsile.
  • Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir.

anif-ül beyan / ânif-ül beyân

  • Biraz evvel bildirilen, az önce beyan olunan.

anif-üz zikr / ânif-üz zikr

  • Az önce bildirilen, biraz evvel tebliğ edilen.

ararot

  • Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten çıkarılır.

arasat / arasât

  • Ölümden sonraki dirilme yeri.

arasat meydanı / arasât meydanı

  • Öldükten sonra insanların ve diğer canlıların diriltilip toplanacakları meydan. Buraya mevkıf ve mahşer de denir.

arş-ı hayat ve ihya

  • Hayatın ve hayat verip diriltmenin tecellî ettiği yer, makam.

asar / âsâr

  • Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.

aşevi

  • Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
  • Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
  • Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
  • Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.

asl-ı şeriat

  • Allah tarafından bildirilen hükümlerin aslı, özü, hakikati.

atlas

  • (Tekili: Talas) Eskitmeler, yıpratmalar.
  • Eski, aşındırılmış, yıpranmış.

atles

  • Eski, yırtık, yıpranmış, aşındırılmış.

averdide

  • Saldırılmış, hücum edilmiş. (Farsça)

ayat-ı nasih / âyât-ı nâsih

  • Sâbık olan şer'i hükmün kaldırıldığını beyan eden âyetler.

ayet-i tenzil / âyet-i tenzîl / آيَتِ تَنْزِيلْ

  • Parça parça indirilmiş âyet.

ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn

  • Görerek bilme.
  • Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.

ayn-ı müsemma / ayn-ı müsemmâ

  • İsimlendirilenin tâ kendisi.

ayş

  • Yaşayış, yaşama. Yiyip içme. Zevk u safâ.
  • Dirilik. Hayat.

ayşe

  • Dirilik, hayat, yaşama.

azimet / azîmet

  • Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.

azürde-gi / azürde-gî

  • Gücendirilmiş, incitilmiş olma. (Farsça)

ba's / بعث

  • Gönderme, gönderilme.
  • Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi.
  • Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ.
  • Uykudan uyandırma.
  • Haşir, yeniden diriltilme.
  • Dirilme, diriltme, diriltilme. Kıyâmet koptuktan sonra Allahü teâlâ tarafından ölülerin diriltilmesi.
  • Gönderme, yollama, gönderilme.
  • Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması.
  • Dirilme veya diriltme.
  • Diriliş. (Arapça)

ba's-ü ba'd-el mevt

  • Öldükten sonra tekrar dirilmek, diriltmek.

ba's-ü ba'del mevt

  • Ölüm sonrası diriliş.

ba's-ul emvat

  • Ölmüşlerin dirilmesi.

ba'sü ba'de'l-mevt

  • Ölümden sonra yeniden dirilme.

ba'sü ba'del mevt

  • Öldükten sonra âhirette tekrar diriltilme.

ba'sü ba'del-mevt

  • Ölümden sonra yeniden diriltilme.

ba'sü ba'delmevt

  • Ölümden sonra yeniden dirilme.

ba'sü bade'l-mevt / ba'sü bâde'l-mevt

  • Öldükten sonra tekrar diriltme.

ba'süba'delmevt / بعث بعد الموت

  • Ölümden sonra diriliş. (Arapça)

bab

  • Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat. (Farsça)
  • Gemi halatlarının bağlandığı yer. (Farsça)
  • İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk. (Farsça)
  • Mânevi rehber, şeyh. (Farsça)
  • Bektaşi şeyhi. (Farsça)
  • Hayırhah ve muhterem. (Farsça)
  • Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt (Farsça)

bab-ı ihya ve imate / bâb-ı ihya ve imate

  • Öldürmek ve diriltmek bahsi ve mevzuu.

bahar haşri

  • Bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi.

bais / bâis

  • (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren.
  • Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten.
  • Peygamber gönderen (Allah C.C.)
  • Ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.

balıkhane kapısı

  • Topkapı Sarayı'nın Marmara kıyısındadır. Padişahlarca cezandırılan vezirler burada idam edilir, sürgün edileceklerse buradan gemilere bindirilirlerdi.

bar-hane

  • Yük yeri, yüklük. (Farsça)
  • Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer. (Farsça)

bas / bâs

  • Gönderme. yeniden dirilme.

basra

  • Yumuşak küfki taşı. (Bu sebepten Basra şehri, "Basra" diye isimlendirilmiştir.)

basübadelmevt

  • Ölemden sonra diriliş.

bedruc

  • Bir ot cinsidir ve bazı yerlerde tere-i Horasani diye isimlendirilir.

beduh

  • Eski yazıda mektub zarfları üzerine yazılması ve zarfa basılan mühüre kazdırılması mûtad ve aslı meçhul bir sözdür.

beldaran

  • Geçit yerleri muhafızlarının adı. Tanzimattan sonra bunlara zaptiye denmiştir. İkinci Meşrutiyetten beri jandarma olarak adlandırılırlar.

beraat-ül istihlal / berâat-ül istihlâl

  • Bir eserin içindekilerini güzel bir başlangıçla baş tarafında anlatmak. İyi bir alâmet. Güzel bir başlangıç.
  • Bir ibarede müradif ve mukni birkaç kelime bulunması, hüsn ve insicamdaki ibarenin vech-i mergub üzere te'lif ve terkibi.
  • Maaş, rütbe, nişan için hükümetçe bildirilen

beraverde

  • İltimas ile korunarak ileri çekilmiş adam. (Farsça)
  • Seçilmiş, ayrılmış şey. (Farsça)
  • Yükseğe kaldırılmış. (Farsça)

berdar

  • Asılmış, yukarı kaldırılmış. (Farsça)
  • Tutucu. İtaat edici ve ettirici. (Farsça)
  • Meyveli. Meyve verici olan. (Farsça)

berdaşte

  • Yükseğe kaldırılmış, yukarı çıkarılmış. (Farsça)

berendahte

  • Yükseğe çıkarılmış, üste çıkarılmış. Yükseğe kaldırılmış. (Farsça)

bertaraf edilmek

  • Ortadan kaldırılmak.

beşer haşri

  • İnsanların öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah huzurunda toplanmaları.

beyani / beyânî

  • Açıklanıp bildirilen.

bi'set

  • Gönderme, gönderilme. Bir peygambere peygamber olduğunun bildirilmesi.

bi'set-i muhammediye

  • Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlikle görevlendirilmesi.

biat-ı rıdvan

  • Kur'an-ı Kerim'in 48. Sûresi olan Fetih Sûresinde zikri geçen, Hz. Peygamber'e (A.S.M.) bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir. (R.A.)

biçrek

  • Kandırılıp aldatılarak kendisiyle daima alay edilen kimse. (Farsça)

bid'at fırkası

  • Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmının yolundan ayrılanlar. Hadîs-i şerîfte Cehennem'e gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkadan her biri.

Bolşevik

  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


Bolşevizm

  • Rusça'da çoğunluk anlamına gelir.

    Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP) içindeki ayrılıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kongre çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşleri savunmanın diğer adı Bolşevizim olmuştur. Bu kelimenin Rusça'daki zıddı; Menşevik.

    Bu kongrede azınlıkta kalan grup ise Menşevikler olarak adlandırılmıştır. Marksist literatürde menşevik bir hakaret olarak kullanılır.

burhan-ı haşriye

  • Haşrin delili; yeniden dirilişin ispatı.

cem-i müennes

  • Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.

cemaat-i hademe-i ehl-i hiref

  • Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.

cercis

  • (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine dev

cihaz

  • Çeyiz ve avadanlık.
  • Cenazenin kaldırılması için gerekli olan eşya.
  • Âlet ve edevat.
  • Gelinin lüzumlu şeyleri. Çeyiz.
  • Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya.

dağlama

  • Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma.

daire-i haşir ve neşr

  • Yeniden dirilip toplanma ve tekrar dağılıp yayılma sahası.

daire-i şeriat

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire.

darül hikmetil islamiye

  • (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa

deccal / deccâl

  • Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kıyâmete yakın çıkacağı bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafından öldürülecek olan zâlim.

delil-i kat'i / delîl-i kat'î

  • Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil.

delil-i zanni / delîl-i zannî

  • Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf.

deyn

  • Borç, hazır ve mevcûd olmayan mal.
  • Hazır olmayıp, ayrı olarak bulunduğu yeri bildirilmeyen her türlü mal ile hazır ise de ayrı olarak gösterilmeyen kıyemî (çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan) mal.
  • Zekât verecek kimsenin elinde, yanında olmayıp başkasında bul

diritnavt

  • Düşman saldırılarına engel olmak için yapılan hareketli kale.

divan-ı deavi nezareti / divan-ı deâvî nezareti

  • Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.

diyanet ve şeriat-ı islamiye / diyanet ve şeriat-ı islâmiye

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi; İslâmiyet.

diyanet ve şeriat-i islamiye / diyanet ve şeriat-i islâmiye

  • İslâm dini ve şeriatı; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâm.

dünyevi haşir / dünyevî haşir

  • Büyük haşre örnek olarak bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi.

edyan-ı mefsuha

  • Hükmü kaldırılmış eski dinler. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi.

efrahte

  • Yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, yükselmiş. (Farsça)

efraşte

  • Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış. (Farsça)

elif

  • Birinci harf-i hecânın adı.
  • (Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.

elyesa' aleyhisselam; / elyesa' aleyhisselâm;

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderilmiş ve Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymakla vazîfelendirilmişti. İsmi Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir.

emin / emîn

  • Kendisine güvenilen.
  • Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve; "Muhammed-ül-emîn" derlerdi.
  • Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullan

emr-i rahmani / emr-i rahmânî

  • Rahmet ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından bildirilen emir.

eriş

  • Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet.
  • Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.

ermiya aleyhisselam / ermiyâ aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmekle vazîfelendirilmişti.

esbab-ı nüzul / esbâb-ı nüzûl

  • İnmesinin sebebleri.
  • Kur'an-ı Kerim âyetlerinin gelmesine (Cebrail Aleyhisselâm vasıtası ile indirilmesine) sebeb olan hâdiseler.
  • Kur'ân-ı kerîm âyetlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize indiriliş sebebleri.

eshab-ı kehf / eshâb-ı kehf

  • Mağara arkadaşları; Îsâ aleyhisselâmdan sonra din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişi ile Kıtmîr adındaki köpekleri. Kur'ân-ı kerîm de Kehf sûresinde kıssaları uzun bildirilmektedir

eshab-ı tahric / eshâb-ı tahrîc

  • Hanefî mezhebinde, kısa bildirilmiş olup, iki türlü anlaşılabilen hükümleri açıklayarak bir mânâsını seçen dördüncü tabaka âlimleri.

esma-i hüsna / esmâ-i hüsnâ

  • Güzel isimler. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen doksan dokuz ism-i şerîfi.

evamir ve nevahi-i şer'iye / evâmir ve nevâhî-i şer'iye

  • İslâmın emir ve yasakları; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklar.

evtad / evtâd

  • Allahü teâlâ tarafından dünyânın nizâmiyle vazîfelendirilen dört büyük zât. Herkes tarafından bilinmedikleri için bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

fakih / fakîh

  • Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
  • Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine

fariza / farîza

  • Namaz, oruç, zekât gibi kesin delil (mânâsı açık olan âyet-i kerîme) ile bildirilen emirler.
  • Miktârı bildirilen vârislerden her birine düşen hisse. Mîrâs payı.

fecr-i haşir

  • Haşir sabahı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma sabahı.

fevziye

  • Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması üzerine II.Sultan Mahmud tarafından eski odalar mevkiine verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması esnasında, yeni odalar Kara Cehennem'in attığı yağlı paçavralarla yanmış, eski odalar da ocağın ilgasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır. Gerek yanan ve gerekse

firifte

  • Kandırılmış, aldanmış, aldatılmış. (Farsça)

fırka-i naciye / fırka-i nâciye

  • Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.

füru-nihade

  • İndirilmiş, tenzil edilmiş. (Farsça)

gats

  • Batırılma, daldırılma.
  • Batırma, daldırma.

gavs

  • Yardım eden. Evliyâ arasında kullara yardımla vazîfelendirilen velî zât.

gayb

  • Hazır olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
  • Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
  • Akıl ve his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile bilinen, Allahü teâ

haber

  • Herhangi bir konuda alınan yazılı veya sözlü bilgi.
  • Sünnet, hadîs-i şerîf.
  • Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden bildirilen söz.

haber-i mütevatir / haber-i mütevâtir

  • Yalan üzerinde ittifâk etmeleri (birleşmeleri) mümkün olmayan bir cemâat (topluluk) tarafından nakledilen, bildirilen haber, hadîs-i şerîf.

haceru'l-esved

  • Kâbe'nin bir köşesinde yer alan ve Cennetten geldiği bildirilen siyah taş.

had

  • İslâmiyet'te miktârı kesin olarak bildirilen cezâ.

hadd-i şer'i / hadd-i şer'î

  • İşlenen suçlar için İslâmiyette miktarı kesin olarak bildirilen ceza.

hadis-i ahad / hadîs-i âhâd

  • Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.

hadis-i mevkuf / hadîs-i mevkûf

  • Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.

hadis-i muddarib / hadîs-i muddarib

  • Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.

hadis-i mürsel / hadîs-i mürsel

  • Peygamberimiz'den (A.S.M.) işitildiği bildirilen hadis-i şerif.

hadis-i müsned-i münkatı' / hadîs-i müsned-i münkatı'

  • Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler.

hadise-i muhammediye / hâdise-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamber olarak görevlendirilmesi.

hafid / hâfid

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanl arının başlarını aşağı eğdiren.

hal' / خلع

  • Tahttan indirme. (Arapça)
  • Hal'edilmek: Tahttan indirilmek. (Arapça)
  • Hal'etmek: Tahttan indirmek. (Arapça)

hal' edilme

  • Hükümdarın tahttan indirilmesi.
  • Boşanmış olmak.
  • Kovulmuş olmak.

halal / halâl

  • Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.

halk-ı dü cihan

  • İki cihanın halkı, ölüler ve diriler.
  • İki cihanın halkı.
  • Ölülerle diriler.

hamelat / hamelât / حملات

  • Saldırılar, hamleler. (Arapça)

hamledilme

  • Yüklenme, dayandırılma.

hanzal

  • Zakkum. Zakkum ağacı. Ebu Cehil karpuzu denilen portakal büyüklüğünde mevyesi çok acı bir nebat. Karga kabağı diye de adlandırılır.

haşir / حَشِرْ

  • İnsanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah'ın huzurunda toplanması.
  • Ölümden sonra dirilip toplanma.
  • Ölüleri dirilterek toplama.

haşir meydanı

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanılacak yer, meydan.

haşir ve neşir / حَشِرْ وَ نَشْرِ

  • Öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.
  • Ölüleri dirilterek toplama ve amel defterlerine göre hak ettikleri yerlere dağıtma.

haşir ve neşr

  • Öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve sonra tekrar dağılma.

haşir ve neşr-i dünyeviye

  • Dünyadaki varlıkların yeniden diriltilip yayılmaları.

haşir ve neşr-i ekber

  • Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.

haşir ve neşr-i insani / haşir ve neşr-i insanî

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanması ve tekrar dağılıp yayılması.

haşirdeki mizan

  • Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.

haşr / حشر

  • (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek.
  • Toplama, cem'etmek.
  • Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
  • Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekir
  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip muhakeme için Allah'ın huzurunda toplanması.
  • Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasâ
  • Toplama.
  • Ölüleri diriltip mahşere çıkarma.
  • Kur'ân'-ın 59. sûresi.
  • Ölümden sonra dirilip toplanma.
  • Dirilme.

haşr-i a'zam / حَشْرِ اَعْظَمْ

  • Kıyâmetten sonraki büyük diriltme ve toplama.

haşr-i azam / haşr-i âzam

  • Öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i bahar

  • Bahar mevsiminde bitkilerden hayvanlara kadar bütün bedenlerin inşa edilmesi ve diriltilmesi.

haşr-i bahari / haşr-i baharî

  • Bahardaki diriliş, bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi.

haşr-i beşer

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-i beşeri / haşr-i beşerî

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

haşr-ı cismani / haşr-ı cismânî

  • Âhirette tekrar bedenlerin ve vücudların dirilişi.

haşr-i cismani / haşr-i cismanî / haşr-i cismânî / حَشْرِ جِسْمَان۪ي

  • Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri.
  • İnsanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.
  • Ölüleri cisimleriyle dirilterek toplama.

haşr-i ekber

  • En büyük diriliş, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma.

haşr-i emvat / haşr-i emvât

  • Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.

haşr-i insani / haşr-i insanî

  • İnsanın öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzuruna getirilmesi.

haşr-i kıyamet

  • Bütün varlıkların bedenlerinin kıyametten sonra ahiret âleminde tekrar inşa edilip diriltilmesi.

haşr-i ruhani / haşr-i ruhânî

  • Ruhun diriltilmesi.

haşr-i umumi / haşr-i umumî

  • Her şeyi kaplayan yeniden diriliş; her şeyin öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.

hasredilme

  • Bir hüküm v.s. bir şeye ait kılınma, sınırlandırılma.

haşredilme

  • Öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma.

haşri / haşrî

  • Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.

haşrin cismaniyeti

  • İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması.

haşruneşr

  • Dirilip toplanma ve yayılma.

hatita

  • Bir malın değerinden indirilen tenzilât, iskonto.

hayat / hayât

  • Dirilik, canlılık.
  • Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık.
  • Fık: Allah (C.C.) kendi Zât-ı Ehadiyyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilmi ile, irade ve kudret ile ittisafına hâs bir sıfattır.
  • Dirilik, canlılık.
  • Diri olmak, dirilik.
  • Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
  • Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
  • Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.

hayy-ı kayyum-u ezeli / hayy-ı kayyûm-u ezelî

  • Varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah.

hayy-ül kayyum

  • Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten Allah (C.C.)

hazkil aleyhisselam / hazkîl aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.

hazmolma

  • Sindirilme.

heca

  • (Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi.
  • Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek.
  • Şekil. Kıyâfet.
  • Yemek.
  • Sükut etmek, susmak.

heftan

  • Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
  • Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)

henae

  • Yemeğin sindirilip hazmolması.

hil'at-i hass-ül has

  • Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.

hil'at-ı veda / hil'at-ı vedâ

  • Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.

hila'

  • (Tekili: Hil'at) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar.

hırz ayetleri / hırz âyetleri

  • Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olduğu bildirilen âyet-i kerîmeler.

hiyamiyye nezareti

  • Tar: 1826 senesinde Yeniçeri Ocağı'nın ilgası üzerine kaldırılan Çadır Mehterleri yerine kurulan daire.

hortlak

  • Bazıların hakikatsız ve batıl inanışına göre mezarda dirilip geceleri çıkarak dolaştığı tevehhüm edilen ölü. Cadı, vampir.

hospodar

  • Osmanlı İmparatorluğunca XV. yy.dan 1866-1881'e kadar Boğdan ve Eflak'ı yönetmekle vazifelendirilen Romen prenslerinin ünvanı.

huccet-i haşriye / حُجَّتِ حَشْرِيَه

  • Ölüleri dirilterek toplamanın delili.

hücumat / hücumât

  • Saldırılar.

hudud / hudûd

  • Miktârı, dinde kesin ve açıkça bildirilmiş cezâlar.

i'lam / i'lâm / اعلام

  • Bildirme. (Arapça)
  • İ'lâm edilmek: Bildirilmek. (Arapça)

i'lam ve ilham-ı ilahi / i'lâm ve ilham-ı ilâhî

  • Allah tarafından bildirme ve kalbe indirilen ilham.

iadeten / iâdeten

  • Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.

iaşe

  • Geçindirmek. Beslemek. Yaşatmak. Diriltmek.

ibadet

  • Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.

ibrahim aleyhisselam / ibrâhim aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden.

ibtal / ibtâl / ابطال

  • Geçersiz kılma, kaldırma, bozma. (Arapça)
  • İbtâl edilmek: Geçersiz kılınmak, kaldırılmak, bozulmak. (Arapça)
  • İbtâl etmek: Geçersiz kılmak, kaldırmak, bozmak. (Arapça)

ictihad / ictihâd

  • İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma.

idam-ı ebedi / idâm-ı ebedî

  • Dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.

idra

  • Def etmek.
  • Bildirmek. Bildirilmek.

iğfal / iğfâl / اغفال

  • Aldatma, kandırma. (Arapça)
  • Irza geçme. (Arapça)
  • İğfâl edilmek: (Arapça)
  • Aldatılmak, kandırılmak. (Arapça)
  • Irzına geçilmek. (Arapça)
  • İğfâl etmek: (Arapça)
  • Aldatmak, kandırmak. (Arapça)
  • Irzına geçmek. (Arapça)

ihbar-ı ilahi / ihbar-ı ilâhî

  • Allah tarafından bildirilen.

ihbarat

  • Bildirilen haberler. İhbarlar. Bildirilen hadis-i şerifler.

ihtilab

  • Aldatma, kandırma.
  • Aldatılma, kandırılma. Hile yapılma.

ihya / ihyâ / احيا

  • Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak.
  • Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.
  • Diriltme, hayat verme.
  • Vaktini ibâdet ve iyi işler yaparak geçirmek, kıymetlendirmek.
  • Ölüleri diriltmek.
  • Hayat verme, diriltme.
  • Diriltme.
  • Diriltme, yaşatma. (Arapça)
  • Canlılık kazandırma. (Arapça)
  • Geceyi ibadet ederek geçirme. (Arapça)
  • İhyâ olunmak: Yaşatılmak, canlandırılmak. (Arapça)

ihya eden

  • Dirilten.

ihya-yı alem / ihyâ-yı âlem

  • Âlemi yeniden diriltme.

ihya-yı arz / ihyâ-yı arz

  • Yeryüzünün diriltilmesi.

ihya-yı din / ihyâ-yı din

  • Dinin diriltilmesi.

ihya-yı emvat / ihyâ-yı emvât

  • Ölüleri diriltme.

ihya-yi emvat

  • Ölüleri diriltmek.

ihya-yı millet / ihyâ-yı millet

  • Milletin diriltilmesi, canlandırılması.

ikna'

  • Kanaat vermek. Râzı etmek. Râzı edilmek. İnandırmak. İnandırılmak.
  • Ayakta iki tarafa bakmadan durmak.

iksa-yi eytam

  • Yetimlerin giydirilmesi.

ilahi dinler / ilâhî dinler

  • Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş olan dinler. Hak dinler ve semâvî dinler de denir.

ilbas

  • (Lebs. den) Giydirme veya giydirilme.
  • Örtme yahut örtülme.

ilbas-ı hil'at

  • Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)

ilhad / ilhâd

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış.

ilham / ilhâm

  • Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ.

ilham-ı rabbani / ilham-ı rabbânî

  • Allah tarafından kalbe indirilen ilham.

ilka

  • Vahiyle indirilme, kalbe bırakılma.

iman-ı bil-ahiret / iman-ı bil-âhiret

  • Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.

imha-yı fazilet / imhâ-yı fazilet

  • Faziletin ortadan kaldırılması.

imha-yı hakikat / imhâ-yı hakikat

  • Hakikatin ortadan kaldırılması.

imlal

  • (Melâl. den) Usandırma veya usandırılma.

imsas

  • (Mass. dan) Emdirme, emdirilme.
  • Tıb: Suda erimiş ilâcı şırınga etmek.

imtar

  • Yağdırma veya yağdırılma.

incil

  • Hz. İsa'ya indirilen mukades kitap.

incil-i yuhanna

  • Yuhanna İncili dört incilden birisi, Hz. İsa'nın (a.s.) havarilerinden Yuhanna tarafından yazılan İncil, Hz. İsa'ya indirilen kitap.

inhisar-ı kuvvet

  • Güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması.

inkar-ı haşir / inkâr-ı haşir

  • İnsanların âhiret âleminde tekrar diriltileceğinin inkâr edilmesi.

inkar-ı haşir mefkuresi / inkâr-ı haşir mefkûresi

  • Öldükten sonra âhirette tekrar dirilmenin inkâr edilmesi fikri.

inkar-ı haşr / inkâr-ı haşr

  • Öldükten sonra dirilmeyi inkâr.

inna lillah ve inna ileyhi raci'un / innâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn

  • Belâ ve musîbet gelince veya kötü bir haber duyunca okunan, Bekara sûresinin; "Biz Allahü teâlânın kullarıyız (vefât ettikten sonra diriltilip yine) O'na döneceğiz" meâlindeki yüz elli altıncı âyet-i kerîmesi.

insanın haşri

  • İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.

inşar

  • Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.)

insilab

  • (Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma.

inzal / inzâl

  • (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme.
  • Tenasül âletinden meninin çıkması.
  • İndirmek.
  • Kur'ân-ı kerîmin, Ramazân-ı şerîf ayında Kadir gecesinde Levh-i mahfûzdan, dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma bir defâda, topluca indirilmesi.
  • İndirme, indirilme.

inzal olunan

  • İndirilen.

inzal-i kütüb / inzâl-i kütüb

  • Kitapların indirilmesi.

inzicar

  • Azarlanma, sakındırılma, menedilme.

iptal-i hak

  • Hakkın ortadan kaldırılması.

iptal-i hakk-ı nev'

  • Bir türe ait hakkın ortadan kaldırılması.

irade-i seniyye

  • Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır.
  • Çok yüksek ve m

iraza

  • Kandırmak, kandırılmak. Râzı etmek.

irhas / irhâs

  • Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.

ısfa'

  • Arındırılmak. Hâli olmak.

ishan

  • Isıtma, ısıtılma.
  • Kızdırma veya kızdırılma.

ism-i a'zam

  • En büyük isim. Allahü teâlânın bütün sıfatlarını kendinde toplayan ism-i şerîfi. Hadîs-i şerîfte İsm-i A'zamın Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerinde olduğu bildirilmiştir. Bâzı âlimler, İsm-i A'zamın "Allahu lâ ilâhe illâ huvel hayy-ul-kayyûm" bâzıları "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimî

ismet

  • Peygamberlerin sıfatlarından biri. Peygamberlerin, peygamber oldukları bildirilmeden önce ve sonra; küçük olsun, büyük olsun bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten korunmuş olmaları.
  • Günahlardan sakınma, kötü ve çirkin şeylerden uzak durma.

isnad edilen

  • Dayandırılan.

isnat edilme

  • Dayandırılma.

isnat olunma

  • Dayandırılma.

ispat-ı nüzul

  • Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiğini ispat etme.

istihya

  • Utanma, haya etme.
  • Diriltme, yaşatma.

istikmal

  • Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.

istilam / istîlâm

  • Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e

istinbat / istinbât

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.

istinga

  • İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.

istirca' / istircâ'

  • Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.

istirfa'

  • (Ref'. den) Yapılmasını arzulama.
  • Yukarı kaldırılmasını isteme.

istiş'ar

  • Bir mes'elenin yazılıp bildirilmesini istemek.
  • Kullanmak.
  • Ürkmek.

istiş'arat

  • (Tekili: İstiş'ar) Yazı ile bildirilmesini istemeler.

ıtga

  • Azdırma, azdırılma.

ittihaz / ittihâz / اتخاذ

  • Alma. (Arapça)
  • Kabul etme. (Arapça)
  • Kullanma. (Arapça)
  • Değerlendirme. (Arapça)
  • İttihâz edilmek: (Arapça)
  • Alınmak. (Arapça)
  • Kabul edilmek. (Arapça)
  • Kullanılmak. (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • İttihâz etmek: (Arapça)
  • Almak. (Arapça)

izafet-i maktu'

  • Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb : Yatak. Câme-i hâb : Uyku elbisesi. Ser-rişte : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte : İpin ucu.

izhab

  • Gönderme.
  • Giydirme veya giydirilme.
  • Altun kaplama.

kabil-i hazım

  • Hazmı mümkün, sindirilebilir.

kabil-i nesh

  • Kaldırılması, iptal edilmesi mümkün olan.

kabil-i nesh olmayan

  • Hükmü kaldırılamayan.

kabil-i teshir olmayan

  • Boyun eğdirilmesi mümkün olmayan.

kabr hayatı / kabr hayâtı

  • İnsanın ölüp kabre konmasından, kıyâmet koparak, mahlûkların diriltilmelerine kadar geçen zaman.

kaburga

  • Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
  • Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.

kadr (kadir) gecesi

  • Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içerisinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin indirilmeye başladığı mübârek gece.

kaftan

  • Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük elbise. Hil'at, esvab.

kalb tasdiki / kalb tasdîki

  • Dinden olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylere, kalbin inanması.

kalib aleyhisselam / kâlib aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını ins anlara tebliğ etti (bildirdi).

kanun-u semavi / kanun-u semavî

  • Vahiyle bildirilen kanun.

kat'i delil / kat'î delîl

  • Kesin delil. Âyet-i kerîmeler ve tevâtürle bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîfler.

katib-i sırr / kâtib-i sırr

  • Gizli şeyler yazdırılan kâtip, sır kâtibi.

kaza orucu / kazâ orucu

  • Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî

kelimat-ı ilahiye / kelimât-ı ilâhiye

  • Cenab-ı Allah'a ait kelimeler; vahiyle indirilen kitaplar.

kısas

  • Cinayette ödeşmek. Bir suç işliyenin aynı şekilde cezalandırılması. Öldürme veya yaralanmada suçlu olana aynı şeyin yapılması. Suçsuz yere adam öldürene veya yaralayana şeriatın aynı cezayı tatbik etmesi.
  • Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.

kitab-ı münzel

  • İndirilen, indirilmiş kitap.

kitabet / kitâbet

  • Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
  • Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
  • Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.

kıyam

  • Ayakta durmak. Ayağa kalkmak.
  • Ayaklanmak. İsyan.
  • Ölümden sonra tekrar dirilmek.
  • Bir işe başlamak, devam etmek.
  • Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma.
  • Canlanmak.
  • Kıyâmet günü (mânâsına da gelir).
  • Namazın iftitah tekbiri

kıyamet

  • Dünyanın yıkılıp harab olması. Her şeyin mahvolması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına bütün insanların dirilip toplanacağı zaman.
  • Mc: Büyük belâ.
  • Fazla sıkıntı.
  • Ölümden sonra dirilme, kıyamet günü.

kıyamet-i kübra / kıyâmet-i kübrâ

  • Büyük kıyâmet. Canlıların öldükten sonra tekrâr diriltildikleri gün, zaman. Kıyâmet günü.

kıyamet-i mükerrere

  • Tekrarlanan kıyamet, defalarca ölüp dirilme.

kıyamet-i nev'i

  • Bir tür ve cinsin ölüp dirilmesi.

küfr

  • Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.

küfr-i cühudi / küfr-i cühûdî

  • Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek.

kürsi / kürsî

  • Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri.

kütüb-i münzele

  • Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar.

kütüb-ü münzele

  • Allah tarafından indirilen kitaplar.
  • Vahiy ile Cenâb-ı Hak tarafından indirilmiş, ihsan edilmiş mukaddes kitaplar.

lağv / لغو

  • Kaldırma. (Arapça)
  • Boşuna. (Arapça)
  • Lağvedilmek: (Arapça)
  • Kaldırılmak. (Arapça)
  • Hükümsüz kılınmak. (Arapça)
  • Lağvetmek: (Arapça)
  • Kaldırmak. (Arapça)
  • Hükümsüz kılmak. (Arapça)
  • Lağvolmak:< (Arapça)

leyle-i kadr

  • Daha çok Ramazân-ı şerîf ayı içinde bulunduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmin gelmeye başladığı mübârek gece.

lian / liân

  • Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu

liva-i hamd / livâ-i hamd

  • Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf.

lut aleyhisselam / lût aleyhisselâm

  • Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden. Bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti.

ma'rife

  • Gr: Arabçada mübhem olmayan " " harf-i ta'rifi ile bildirilen kelime. Böyle bir kelimeden tenvin kalkar, kelime belirli olur.

ma'rız

  • (Ma'raz. dan) Bir şeyin görünüp çıktığı yer. Bir şeyin bildirildiği, arzolunduğu makam.

ma'ruzat / ma'ruzât

  • (Tekili: Ma'ruz) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler.

ma'tuf / مَعْطُوفْ

  • Dayandırılan.

mahall-i nüzul

  • İndirildiği yer.

mahdu'

  • Hileye aldanmış olan. Kandırılmış kimse.
  • Boyun damarı kesilmiş kişi.

mahduş

  • Vesveselendirilmiş, kuşkulandırılmış.
  • Tırmalanmış.

mahkeme-i kübra-yı haşir / mahkeme-i kübrâ-yı haşir

  • Haşrin büyük mahkemesi, insanların öldükten sonra diriltilerek hesaba çekilmek üzere toplanacağı büyük mahkeme.

mahkum olma / mahkûm olma

  • Cezalandırılma, hüküm giyme.

mahkumiyet kararı / mahkûmiyet kararı

  • Hükümlülük, cezalandırılma kararı.

mahlu / mahlû / مخلوع

  • Hal' edilmiş. Tahtından indirilmiş padişah.
  • Reddedilmiş olan.
  • Tahttan indirilmiş. (Arapça)

mahşer / مَحْشَرْ

  • Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı.
  • Çok kalabalık.
  • Haşr olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı, Mevkıf.
  • Ölülerin dirilip toplanacakları yer.
  • Ölülerin diriltilerek toplanacakları yer.

mahşer-i azim / mahşer-i azîm

  • Bütün varlıkların yeniden diriltilip hesaba çekileceği büyük toplanma yeri; mahşer meydanı.

mahsun

  • İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış.

mahzuf / mahzûf

  • Silinmiş.
  • Yerinden düşürülmüş. Kaldırılmış. Hazfolunmuş.
  • Edb: Noktasız harflerle yazılmış olan.
  • Silinmiş, kaldırılmış, gizli tutulmuş.
  • Çıkarılan, kaldırılan.

mamur

  • İmar edilmiş, şenlendirilmiş.

mana-yı remzi / mânâ-yı remzî

  • İşaretle, rumuzla bildirilen gizli mânâ.

maslahat-ı mürsele

  • Şeriat tarafından ne itibar ve ne de ibtâl ve ilgâ edildiği mâlum olmayan bir mes'elenin maslahat üzere fakihler tarafından hükümlendirilmesi.

masruf

  • Dayandırılmış, yönelik.

mavera-yı haşr-ı cismani / mâverâ-yı haşr-ı cismânî

  • Maddî bedenle âhiret âleminde yeniden diriltilme arka tarafı, arka plânı.

mayın

  • ing. Karada ve denizde, daha çok gizlendirilerek konulan ve temas edilince patlayan bomba.

me'mur

  • Emir almış, bir işle vazifelendirilmiş kimse, emrolunan.

meb'us

  • Gönderilmiş,
  • Peygamber olarak gönderilmiş kimse.
  • Öldükten sonra diriltilmiş kimse.
  • Halk tarafından seçilerek parlementoda yer alan kimse, millet vekili.
  • Gönderilen. Ba's edilen.
  • Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen.
  • Allah tarafından gönderilmiş olan.
  • Öldükten sonra diriltilen.

mebni / mebnî

  • Bina edilmiş, dayandırılmış.

mebus / مبعوث

  • Gönderilmiş. (Arapça)
  • Milletvekili. (Arapça)
  • Ölümden sonra dirilen. (Arapça)

medlul-ü zihni / medlûl-ü zihnî / مَدْلُولُ ذِهْنِي

  • Zihindeki delillendirilmiş ma'na.

mefsuh / mefsûh

  • Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş.
  • Hükmü kaldırılan.

mefsuhiyet

  • Mefsuhluk. Yürürlükten kaldırılma hâli. Hükümsüzlük.

mekruh / mekrûh

  • Hoş görülmeyen, beğenilmeyen şey. Peygamber efendimizin beğenmediği ve ibâdetin sevâbını gideren şeyler. Yasak olduğu haram gibi kesin olmamakla berâber, Kur'ân-ı kerîmde, şüpheli delil ile, yâni açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin (Peygamb er efendimizin arkadaşlarının) bildirmesi ile anl

mektumat

  • (Tekili: Mektume) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir.

melkut

  • Yerden kaldırılıp alınan şey.
  • Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk.

memnun

  • Memnun etmek:
  • Mutlu edilmek, razı edilmek.
  • Sevindirilmek.

memur edilen

  • Görevlendirilen.

memur-u müşahhas

  • Görevlendirilmiş, atanmış memur.

men'uş

  • Hayır ile yâdedilen ölü.
  • Yukarı kaldırılmış.
  • Fakir olduktan sonra sevindirilmiş.
  • Tabuta konulmuş.

menkul / menkûl

  • Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen.
  • Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen.
  • Anlatılan.
  • Nakledilebilen, taşınabilen.
  • Başkasından bildirilen, ulaşan haber, söz.

menşar

  • Yayıp dağıtacak yer.
  • Öldükten sonra dirilecek yer.

mensuh / mensûh

  • Nesh edilmiş; hükmü kaldırılmış.
  • Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş, yürürlükten kaldırılmış.
  • (Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış.
  • Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.
  • Hükmü kaldırılmış.

merfu'

  • Kaldırılmış, yükseltilmiş.
  • Sonu ötre ile okunan kelime.
  • Merfû Hadis; senedi kuvvetli olsun veya olmasın Hz. Peygamber'e isnad olunan hadistir.

merfuat / merfuât

  • Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya.
  • Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler.

merkub

  • (Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş.
  • Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası.

meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm

  • Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.

mescid-i hif / mescid-i hîf

  • Yetmiş peygamberin namaz kıldığı bildirilen Minâ'daki mescid.

mescur

  • Sulu süt.
  • Dizilmiş salkım olmuş inci.
  • Yanmış.
  • Kızdırılmış.
  • Doldurulmuş. Taşkın su.
  • Alevli ateş, kızgın fırın.
  • Deniz.
  • Boş.
  • Muhtelit.
  • Mc: Firavun'un battığı deniz.

mesele-i nakliye

  • Vahiyle bildirilen mesele.

mesih / mesîh

  • Îsâ aleyhisselâmın isimlerinden.
  • Kıyâmete yakın yeryüzünde çıkacağı bildirilen, son derece kıvırcık saçlı, gözü dışarı fırlamış kâfir bir genç olan Deccâl'e verilen isim.

mesnun

  • Sünnet olan. Sünnet olmuş olan.
  • Âdet edilen şey.
  • Bilenmiş bıçak.
  • Üzerinden ömürler geçmiş olan.
  • Şekillendirilmiş.
  • Kalıba dökülmüş.
  • Kokusu değişmiş.

mesrud

  • (Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş.

mesrudat

  • (Tekili: Mesrud) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler.

mevatın

  • (Tekili: Mevtın) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler.

mevki'

  • Yer.
  • Sınıflandırılmış yerlerden her biri.
  • Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer.
  • Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer.

mevkıf

  • Durak, durulacak yer; kıyâmette ölülerin diriltildikten sonra toplanacakları yer; Arasât meydanı, mahşer yeri.

mevkud

  • (İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan.

mevsum / mevsûm / موسوم

  • (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış.
  • Ad verilmiş, isimlendirilmiş.
  • Adlandırılmış. (Arapça)

mevzu ehadis / mevzu ehâdis

  • Uydurma hadisler; yalan olduğu halde Peygamber Efendimize (a.s.m.) dayandırılan uydurma söz.

mevzuat

  • (Uydurma hadisler) Yalan olduğu halde Hz Peygambere dayandırılan uydurma sözler.

meydan-ı haşir / meydân-ı haşir / مَيْدَانِ حَشْرْ

  • Haşir meydanı; öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip hesap vermek için toplanılacak olan meydan.
  • Ölüleri dirilterek toplama meydanı.

mezheb imamı / mezheb imâmı

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd.

mizan-ı şeriat

  • Şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü.

mu'id / mu'îd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Mahlûkâtı (yaratılmışları) dünyâdaki hayatlarından sonra öldürüp, ölümden sonra onları tekrar dirilten, hayât veren.

muakab

  • Cezalandırılmış.

muan'an

  • An'aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak.

muarref

  • Târif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Belli. Bilinen.
  • Gr: Harf-i târifli kelime.
  • Mat: Sınırlı. Hududlu.

muazzez

  • Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş.

mübellag

  • Tebliğ edilen. Bildirilen.
  • Eriştirilen.

mübeşşer

  • (Beşâret. den) Tebşir olunmuş. Kendisine müjde verilmiş. İyi haberle sevindirilmiş.

müceddid

  • Yenileyen. Yenileyici. Hadis-i sahihle bildirilen, her yüz yıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Peygamberin (A.S.M.) vârisi olan zât.
  • Yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber'in (a.s.m.) vârisi olan zât.
  • Yenileyici, hadîste her asırda geleceği müjdelenen ve îman hakikatlarını asrın anlayışına uygun olarak anlatmakla görevlendirilen nurlu âlim.

müceddid-i din

  • Yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini, asrın ihtiyacına göre ders veren peygamber vârisi olan âlim zât.

müceddit

  • Yenileyen, yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders veren büyük âlim.

müdelles hadis / müdelles hadîs

  • Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs.

müdhal

  • İdhal olunmuş, sokulmuş, girdirilmiş, dâhil edilmiş.

müdmec

  • İçine girdirilmiş.

müeddeb

  • Te'dip edilmiş. Edeblendirilmiş. Terbiye edilen. Edepli.
  • Edeplendirilmiş.

müekked

  • Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.

müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb

  • Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı

müellefe-i kulüb

  • Peygamberimiz zamanında kalpleri İslâm'a ısındırılmak için iltifat görmüş olanlar.

müeyyed

  • Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.

mufaddel

  • Faziletlendirilmiş, diğerlerinden ayrıca fazilet itibarıyla temayüz etmiş, yükselmiş.

müfesser

  • Tefsir edilmiş. izah ve beyan edilmiş. Mânası izah suretiyle bildirilmiş. Açıklanmış.
  • Beyan-ı tefsir veya takrir edilmiş olması sebebiyle manası "nass" dan daha vâzıh olan sözdür.
  • Mücmel olmayan söz.

mugarrak

  • (Gark. dan) Suya daldırılmış.
  • Gümüşle süslü.

mugfel

  • (Guful. den) Aldatılmış, iğfâl olunmuş. Kandırılmış.

muhadde

  • (Hadde. den) Bilenmiş.
  • Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış.

muhaffef

  • Hafiflendirilmiş, hafif edilmiş olan.

muhammat

  • Kızdırılmış nesne.

muhammes

  • Ateş üzerinde kızdırılıp kurutulmuş. (Kavrulmuş kahve gibi)

muhasebe-i a'mal / muhasebe-i a'mâl

  • Amellerin değerlendirilmesi.

muhasebe-i kübra / muhasebe-i kübrâ

  • Büyük muhasebe, hesaba çekilme; Allah'ın bütün insanları öldükten sonra dirilttiğinde hayatlarının tamamından hesaba çekmesi.

muhassan

  • (Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış.

muhazzar

  • Yeşile boyanmış. Yeşil renk ile renklendirilmiş.

muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi. Diğer Peygamberlere de denebilir. Çünkü hepsi sâdık, sağlam, doğru haberleri insanlara ulaştırmışlar, kendilerine bildirilenleri aynen bildirmişler, insanları doğruluğa, felâha, hakka, hakikata, imana dâvet etmişlerdir.

müheddel

  • Aşağı indirilen.

mühtecin

  • Pek küçük yaşta iken evlendirilerek kocaya verilmiş olan kız.

muhyi / muhyî

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratıcı, hayat verici, diriltici.
  • Hayat veren, dirilten, Allah.

mukarrer

  • Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş.

mükedder

  • Kederli. Sıkıntılı.
  • Tekdir edilmiş. Azarlanmış.
  • Bulandırılmış. Bulanık.

mükemmel

  • Tamam. Olgun. Noksansız. Eksiksiz. Kemal bulmuş. Kemale erdirilmiş. Çok iyi.

mülaane / mülâane

  • Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.

mülga / ملغا

  • İlga edilmiş. Kaldırılmış. Metruk ve lağvedilmiş şey. Terkedilmiş.
  • Kaldırılmış, terkedilmiş.
  • Kaldırılmış.
  • Kaldırılmış. (Arapça)

mümecced

  • (Mecd. den) şereflendirilmiş. Medhedilerek ululanmış.

mümit / mümît

  • Ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah.

münevver / مُنَوَّرْ

  • (Nur. dan) Mc: Kur'anî ve imanî eser okumakla ve ibadet ve taatla nurlanmış. Nurlandırılmış, ışıklı.
  • Uyanık. İntibaha gelmiş. Akıllı âlim. İmanî ve İslâmî tahsil ve terbiye görmüş.
  • Parlatılmış.
  • Nûrlandırılmış.

münfesih

  • (Fesh. den) İnfisah eden, bozulan, bozulmuş, hükmü kaldırılmış olan, hükümsüz kalan.

münha

  • Bildirilmiş, tebliğ edilmiş.

münselib

  • (Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)

münzel

  • (Nüzul. den) İndirilmiş, yukardan aşağıya kısım kısım inmiş olan.
  • İndirilmiş, indirilen.
  • İndirilmiş.

münzel-i aleyh

  • Kendisine Allah tarafından indirilmiş.

mürevveh

  • Kokulandırılmış, râyihalandırılmış.
  • Rahatlandırılmış.

musaffa / musaffâ / مُصَفّٰي

  • Arındırılmış.

müsahhan

  • (Suhunet. den) Isıtılmış, teshin edilmiş, kızdırılmış.

musarra / مصرع

  • İki mısraı birbiriyle kafiyelendirilmiş beyit. (Arapça)

musattah

  • Satıh haline getirilmiş. Düz ve yassı hâle konulmuş olan. Satıhlandırılmış. Düzleştirilmiş.

müsecca'

  • Secilendirilmiş. Cümlelerin sonu veya ortası kafiyeli olan nesir.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.
  • Şiddetlendirilmiş.

müşekkel

  • (Şekl. den) Kalıbı, şekli, biçimi, kıyafeti gösterişli ve yerinde.
  • Şekil verilmiş, şekillendirilmiş.

musel

  • (Vusul. den) Yetiştirilmiş, vardırılmış, ulaştırılmış.

müsemma / müsemmâ / مسمى / مُسَمَّا

  • İsimlendirilen, ad verilmiş olan, bir ismi olan.
  • Muayyen zaman. Belirli vakit.
  • Bir ismi olan, adlandırılmış, adlı.
  • Muayyen, belirli zaman.
  • İsimlendirilen.
  • İsim sahibi, isimlendirilen.
  • Adlandırılmış. (Arapça)
  • İsimlendirilen.

müsemma-i meşrutiyet / müsemmâ-i meşrutiyet

  • Meşrutiyetle isimlendirilen yönetim, devlet.

müsemma-i vahid-i ehad / müsemmâ-i vâhid-i ehad

  • Zât ve sıfatlarıyla bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli eden şeklinde isimlendirilen Cenâb-ı Hak.

müsemma-i zülcemal / müsemmâ-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah.

müsemma-yı akdes / müsemmâ-yı akdes / مُسَمَّايِ اَقْدَسْ

  • En mukaddes isimlerle isimlendirilen.

müsemma-yı meşrutiyet / müsemmâ-yı meşrutiyet

  • Meşrutiyet diye isimlendirilen.
  • Meşrutiyetin "meşrutiyet" olarak isimlendirilmesi, mânâsı, özü, gerçeği.

müsemma-yı zülcelal / müsemmâ-yı zülcelâl / مُسَمَّايِ ذُوالْجَلَالْ

  • Haşmet sâhibi olarak isimlendirilen (Allah).

müsemmeat / müsemmeât

  • İsimlendirilenler.

müsemmeyat

  • İsimlendirilenler.

müşeyyed

  • Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.

musibet-i semaviye / musibet-i semâviye

  • Bir hikmete binaen Allah tarafından gökten indirilen musibet, belâ.

müsned

  • İsnat edilmiş, dayandırılmış.

müsned hadis / müsned hadîs

  • Peygamber efendimize isnâd eden sahâbînin ismi bildirilen hadîs-i şerîfler.

müstagrak

  • (Gark. dan) Garkolmuş, dalmış, batmış.
  • Mânevi bir vaziyete dalmış.
  • Kendini bilmiyecek derecede dalgın olan. Bir şeye dalmış veya daldırılmış olan.

müstahfız

  • Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine

müstedlel

  • Delillendirilmiş, kanıtlı.

müstehlik evliya / müstehlik evliyâ

  • Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ. Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar.

müsteş'ar

  • (şuur. dan) Bildirilen, haberli.

müsteş'ir

  • (İş'ar. dan) Soruşturan. (Yazı ile) bildirilmesini isteyen.

mutarraz

  • Zinetlendirilmiş. Süslendirilmiş. Dikiş ve nakışla kıymetlendirilmiş.

mutayyeb

  • (Tayyib. den) Güzel kokular sürünmüş.
  • Gönlü hoş edilmiş, sevindirilmiş, taltif olunmuş.

mutayyiben

  • Güzel kokular sürünmüş olarak.
  • Sevindirilerek, gönlü hoş edilerek.

mütetevvec

  • (Tac. dan) Taç giydirilmiş.

mutlak

  • Sınırlandırılmamış, salıverilmiş.

mutlak müctehid / mutlak müctehîd

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri.

müttehemiyet

  • Suçlandırılma, suçlu olduğu tasavvur edilme. Maznunluk.

muvazene-i şeriat

  • Şeriatın dengesi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin dengesi.

müzekkir

  • Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
  • Zikreden, ibâdet eden.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril

müzellak

  • Ayağı kaydırılmış.

nasih / nâsih

  • Daha önce bildirilen bir hükmü kaldıran, âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf. Kaldırılan hükme mensûh denir.

nazil olan / nâzil olan

  • İnen, indirilen.

nazil olma / nâzil olma

  • İnme, indirilme.

nebati haşir / nebatî haşir

  • Bitkilerin öldükten sonra bahar mevsiminde yeniden diriltilmeleri.

necire

  • Bulamaç aşı.
  • Kızgın taş ile kızdırılmış su.
  • Kârgir duvar.
  • Tahtadan veya ağaçtan olan sofa.
  • Çulhaların beze sürdükleri haşil.

nefh-i sur-u israfil / nefh-i sûr-u isrâfil

  • Ölümün ardından topyekun diriliş için Hz. İsrafil'in sûra üflemesi.

nefha

  • Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.

nefha-i isa-yı fıtrat / nefha-i isâ-yı fıtrat

  • Hz. İsa'nın (a.s.) ruh üflemesi, ölüleri dirilten nefesi.

nefhat-ül-ba's

  • İsrâfil aleyhisselâmın, nasıl olduğu bizce bilinmeyen ve sûr denilen bir âlete ikinci defâ üflemesiyle bütün canlıların dirilmesi.

neş'e-i uhra / neş'e-i uhrâ

  • Son kez yaratılıp diriltilme (âhirette).
  • Ölümden sonra mahşerde yeniden dirilmek. Buna "Neş'e-i sâniye" de denir.

neş'e-i ula / neş'e-i ûlâ

  • İlk yaratılış, ilk diriltilme (dünyada).

neş'et-i uhra / neş'et-i uhrâ

  • Mahşerde yeniden dirilme.

neşê

  • Yeniden meydana gelme, dirilme.

nesh

  • Var olan şer'î bir hükmün, sonradan gelen yine şer'î bir hükümle yürürlülükten kaldırılması.
  • Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.

neşr

  • Âhirette, ölülerin diriltilip, hesâbları görüldükten sonra, cennetliklerin Cennet'e ve cehennemliklerin Cehennem'e dağılmaları.
  • Yayma, dağıtma.
  • Yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması.

neşr-i suhuf

  • Sahifelerin neşri.
  • Haşirde, insanların hesab görülmek için dirildiklerinde amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin amelinin belli oluşu.

nevadir haberler / nevâdir haberler

  • Hanefî mezhebi imâmlarından İmâm-ı Muhammed'in (El-Keysâniyyât), (El-Hârûniyyât), (El-Cürcâniyyât), (Er-Rukıyyât) adındaki kitablarıyla bildirilen din bilgileri, haberler.

nısf

  • Yarım, yarı. İslâm mîrâs hukûkunda eshâb-ı ferâiz adı verilen yâni Kur'ân-ı kerîmde payları bildirilenlerden bâzı kimselere verilen yarım hisse.

nücu'

  • Yemeğin hazmolup sindirilmesi.
  • Eser yapmak.
  • Duhul etmek, girmek.

nümune-i haşir

  • Haşir nümunesi, dirilme örneği.

nüşur

  • Neşirler.
  • Yaymalar, dağıtmalar.
  • Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama

nüzul-u kur'an / nüzûl-u kur'ân

  • Kur'ân'ın indirilmesi.

nüzul-ü kur'an / nüzûl-ü kur'ân

  • Kur'ân'ın indirilmesi.

oruç kazası / oruç kazâsı

  • Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.

parsel

  • Bir maksatla ayrılarak sınırlandırılmış arazi parçası. (Fransızca)

paskalya

  • Hıristiyanların inanışlarına göre, Îsâ aleyhisselâmın haça gerildikten sonra dirilerek göğe yükselmesi ile ilgili olarak her yıl Mart ayının on dördüncü gününden sonra gelen ilk Pazar günü yaptıkları şenlik, âyin.

pota

  • İçinde madenlerin eritildiği ve şekillendirildiği kap.

rabt / ربط

  • Bağlama. (Arapça)
  • Rabt edilmek: Bağlanmak, tutturulmak. (Arapça)
  • Rabt etmek: Bağlamak, tutturmak. (Arapça)
  • Rabt olunmak: Bağlanmak, tutturulmak, ilişkilendirilmek. (Arapça)

racim / racîm

  • "Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.

radafe

  • (Çoğulu: Razf) Kızdırılmış sıcak taş (süte bırakıp sıcaklık verirler.)

re'y

  • Müctehid İslâm âlimlerinin, açıkça bildirilmeyen bir mes'ele hakkında dînî delillerden yâni Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve icmâ-i ümmetten çıkardıkları hüküm, kıyâs.

re'y yolu

  • Kıyas yolu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş bir işin hükmünü buna benziyen ve açıkça bildirilen başka bir işin hükmüne benzeterek bulma yolu.

rec'a

  • Geri gelme, dönüş.
  • Öldükten sonra tekrar diriliş.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

ref'i kabil

  • Kaldırılması mümkün.

ref-i imtiyaz

  • Ayrımcılığın, kayırmacılığın kaldırılması.

ref-i tesettür

  • Tesettürün kaldırılması.

revzen-i mahlu

  • İndirilmiş pencere.

rumuzat-ı neşriye / rumuzât-ı neşriye

  • Âhiretteki dirilişin ince delilleri.

ruz-i ceza / rûz-i cezâ

  • İnsanların diriltilip, hesâba çekilerek amellerinin karşılığının verileceği gün; mahşer günü, kıyâmet günü.

ruz-i haşir

  • (Ruz-i hesab) Kıyamet günü.
  • Âhiretteki toplanma günü. Haşir günü. Dirilip toplanıp hesap görülecek gün.

ruz-i mahşer / rûz-i mahşer

  • Mahşer günü, kıyâmet koptuktan sonra insanların diriltilip hesâb için toplandıkları gün, kıyâmet günü.
  • İnsanların diriltilip toplanacağı gün.

ruz-u haşr / rûz-u haşr

  • İnsanların öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanacağı gün.

ruzumahşer / rûzumahşer

  • Öldükten sonra dirilip toplanma günü.

salif-ül beyan

  • Bildirilmiş, beyanı geçmiş.

salif-üz zikr

  • Bildirilen, zikri geçen, mezkûr. Yukarıda ismi geçen. Yukarıda, daha evvel söylenen.

şeas

  • Toz.
  • Tozlu olmak.
  • Yayılmak, münteşir olmak.
  • Dirilmek.

sebeb-i nüzul

  • İndirilme, iniş sebebi.
  • İndiriliş sebebi.

secde-i şükür

  • Bir lütf-u İlâhîden dolayı veya bir musibetin izn-i İlâhi ile kaldırılmasından sonra hamd ve şükür için edilen secde.

secur

  • Tennur kızdırılan nesne.

sedd-i zülkarneyn

  • Kur'ân-ı kerîmde Zülkarneyn adıyla bildirilen peygamber veya evliyâ olan mübârek bir zâtın, Ye'cûc ve Me'cûc için yaptırdığı sed.

şehbender

  • Ticaret nezaretinin teşekkülünden evvel ticaret işlerine bakmak ve tüccarlar arasındaki ihtilâfları halletmekle vazifelendirilen memurun ünvanı idi.

seher vakti

  • Duâların kabûl olduğunun bildirildiği, gecenin (güneşin batmasından imsâk vaktine kadar olan zamânın) son altıda biri.

şem'un aleyhisselam / şem'ûn aleyhisselâm

  • İsrâiloğulları'na gönderilen peygamberlerden. İsminin Şemsûn olduğu da bildirilmiştir.

semavi kitab / semâvî kitab

  • Hak dinlerin kitapları. Semâvî kitapların bize bildirileni yüz dörttür. Bunlardan on suhuf Şist (Şit) aleyhisselâma otuz suhuf İdris aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildi. Mushaflar; Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebur kitabı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitabı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'

semen-i müsemma

  • İki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

şer'

  • Şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer'-i islam / şer'-i islâm

  • İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer'i / şer'î

  • Şeriatla ilgili, Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümlerle ilgili.

şer-i ahmedi / şer-i ahmedî

  • Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şeriat

  • Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet.

şeriat-i garra / şeriat-i garrâ

  • Büyük ve parlak şeriat; Allah tarafından bildirilen kanun ve hükümler.

şeriat-ı islamiye / şeriat-ı islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-i islamiye / şeriat-i islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-i meşhure

  • Herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şeriat-ı mutahhara

  • Temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet.

sevab

  • Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.
  • Hayır, hayırlı iş, Allah tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı.

sevkiyat-ı askeriye

  • Askerlerin belli hedeflere doğru yönlendirilmesi.

sevkü'l-insaniyet

  • İnsanlığın yönlendirilmesi.

sırr-ı işari / sırr-ı işarî

  • İşaretle bildirilen sır.

sırr-ı teklif

  • İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı.

şuayb aleyhisselam / şuayb aleyhisselâm

  • Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın, dînini insanlara tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmın veya Sâlih aleyhisselâmın neslinden olduğu rivâyet edilir. İsminin Arabça Şuayb, Süryânicede Yesrûb olduğu bildirilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir.

subh-u haşir / صُبْحُ حَشْرْ

  • Ölüleri dirilterek toplama sabahı.

subh-u kıyamet

  • Diriliş sabahı.

südüs

  • Altıda bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda bildirilen altıda bir hisse (pay).

süfyan

  • Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs.

suhuf-u ibrahim

  • Hz. İbrahim'e indirilen sahifeler, küçük kitap.

sultan-ı mahlua / sultan-ı mahlûa

  • Tahtından indirilmiş Sultan; İkinci Abdülhamid.

şüpheli şeyler

  • Helâl ve haram olduğu açıkça bildirilmeyen şeyler; şüpheliler.

ta'viz / ta'vîz

  • Kur'ân-ı kerîmde bildirilen ve Peygamberimizden naklen gelen duâları okumak veya bunları yazıp üzerinde taşımak.

tabdade

  • Parlatılmış, yandırılmış. (Farsça)

tabi'iyyeciler / tabî'iyyeciler

  • Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).

tahaddi vakti / tahaddî vakti

  • Meydan okuma ve ihtiyaç vakti (inanmayanlara peygamberliğin ispatı, inananlar için imanın güçlendirilmesi vaktinde gösterilen mu'cizeler).

tahdid / tahdîd / تحدید

  • Sınırlandırma. (Arapça)
  • Tahdîd edilmek: Sınırlandırılmak. (Arapça)
  • Tahdîd etmek: Sınırlandırmak. (Arapça)

tahdid edilme

  • Sınırlandırılma.

tahdit edilme

  • Sınırlanma, sınırlandırılma.

tahrir / تحریر

  • Yazma. (Arapça)
  • Yazılma. (Arapça)
  • Kitap yazma. (Arapça)
  • Serbest bırakma. (Arapça)
  • Tahrîr edilmek: Yazılmak. (Arapça)
  • Tahrîr etmek: Yazmak. (Arapça)
  • Tahrîr ettirilmek: Yazdırılmak. (Arapça)

takdir / تقدیر

  • Değerlendirme. (Arapça)
  • Beğenme. (Arapça)
  • Tanrı'nın isteği. (Arapça)
  • Takdîr edilmek: (Arapça)
  • Değerlendirilmek. (Arapça)
  • Beğenilmek. (Arapça)
  • Değer biçilmek. (Arapça)
  • Takdîr etmek: (Arapça)
  • Değerlendirmek. (Arapça)
  • Beğenmek.< (Arapça)

takviye / تقویه

  • Kuvvetlendirmek.
  • Kuvvetlendirilmek.
  • Kuvvetlendirme. (Arapça)
  • Takviye edilmek: Kuvvetlendirilmek, desteklenmek. (Arapça)
  • Takviye etmek: Kuvvetlendirmek, desteklemek. (Arapça)

takviye-i ezhan

  • Zihnin kuvvetlendirilmesi.

talziye

  • (Lezâ. dan) Alevlendirme veya alevlendirilme.

tanh

  • Semiz olmak, besili ve şişman olmak.
  • Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.

tartib

  • Islatma, rutubetlendirme. Islatılma.
  • Tâzelik verme.
  • Hoşlandırılma.
  • Hurmanın rutubetli olması.

tasdik-i haşir

  • Haşri, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplânmayı kabul etme.

tasnif buyurulan

  • Sınıflandırılan.

tasviri / tasvîri

  • Tasarlanması, göz önünde canlandırılması, betimlenmesi.

tavsif / tavsîf / توصيف

  • Vasıflandırma, niteleme. (Arapça)
  • Tavsîf edilmek: Vasıflandırılmak, nitelenmek. (Arapça)
  • Tavsîf etmek: Vasıflandırmak, nitelemek. (Arapça)

tavzif edilen

  • Vazifelendirilen, görevlendirilen.

tayin edilen

  • Atanan, görevlendirilen.

tazlil

  • (Zıll. den) Gölgelendirme veya gölgelendirilme.

te'dib / te'dîb / تأدیب

  • Eğitme, terbiye etme. (Arapça)
  • Cezalandırma. (Arapça)
  • Te'dîb etmek: (Arapça)
  • Eğitmek, terbiye etmek. (Arapça)
  • Cezalandırmak. (Arapça)
  • Te'dîb olunmak: (Arapça)
  • Eğitilmek, terbiye edilmek. (Arapça)
  • Cezalandırılmak. (Arapça)
  • < (Arapça)

te'kil

  • Yedirme veya yedirilme.

tebliğ edilen

  • Bildirilen.

tebliğ-i risalet / tebliğ-i risâlet / تَبْلِيغِ رِسَالَتْ

  • Peygamberlik yoluyla dinin ulaştırılması, bildirilmesi.

tebligat / tebligât

  • (Tekili: Tebliğ) Tebliğler. İlânlar. Bildirilen şeyler.
  • Tebliğler, bildiriler.

tebliğat / teblîğât / تبليغات

  • Bildiriler. (Arapça)

tebuk gazvesi

  • Hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Şam'da bulunan Rumlar tarafından o civarın halkı, müslümanlara karşı ayaklandırıldığı Peygamberimiz tarafından duyulduğunda, onlara karşı asker hazırlayarak Tebuk'e gitmiş ve oranın ileri gelenleri Peygamberimize gelerek barışa çalışmışlardır. Tebuk'te on

tecavüzat / tecavüzât

  • Haddi aşmalar, saldırılar.

tecvid-i huruf

  • Seslerin mahreçlendirilmesi. Harflerin düzgün olarak telâffuz edilmesi.

tecziye / تجزیه

  • Cezalandırma. (Arapça)
  • Tecziye edilmek: Cezalandırılmak. (Arapça)
  • Tecziye etmek: Cezalandırmak. (Arapça)
  • Tecziye olunmak: Cezalandırılmak. (Arapça)

tefvik

  • Tar: Okçulukta, yayın sol el ile yukarıya kaldırılması.
  • Okun gezini yayın kirişine koymak.

tehacümat / tehâcümât

  • Hücum etmeler, saldırılar.

tehacümat-ı müttehide

  • Bir birlik içinde yapılan hücumlar, saldırılar.

tekid-i i'caz-ı nebevi / tekid-i i'câz-ı nebevî

  • Peygamber mu'cizesinin başka birşeyle kuvvetlendirilmesi.

telvihi / telvihî

  • Kinaye şeklinde bildirilen mânâ.

telvin-i hitab / telvîn-i hitâb

  • Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi.

tenakuz

  • Sözün birbirini tutmaması. Konuşmada beyan edilen söz ve fikirlerin birbirine zıt olması.
  • Man: İki şeyin birbirine nakiz olması. Bir şeyin nakizi, o şeyin ref'inden (kaldırılmasından) ibarettir.

tenbih / tenbîh / تنبيه

  • Uyandırma. (Arapça)
  • Uyarı, tembih. (Arapça)
  • Tenbîh edilmek: (Arapça)
  • Uyandırılmak. (Arapça)
  • Uyarılmak, tembihlenmek. (Arapça)
  • Tenbîh etmek: Uyarmak, tembihlemek. (Arapça)

tenzil / tenzîl

  • Bir şeyin bir miktarını çıkarmak.
  • İndirmek, indirilmek, indirilen. Aşağı indirmek.
  • Kur'an-ı Kerim'in vahiy vasıtası ile Peygamberimize (A.S.M.) indirilmesi. Tedricen indirme. (Birden indirmeye inzal, parça parça indirmeye de tenzil denir.)
  • Kur'ân-ı Kerim (Kur'ân-ı Kerim 23 yılda bölüm bölüm indirildiği için "indirilen, parça parça indirilmiş" anlamına gelen Tenzîl ismi verilmiştir).
  • İndirmek, indirilmek; Allahü teâlâ tarafından indirilen kitab, Kur'ân-ı kerîm. İnzâl kelimesinde bir defada indirmek mânâsı bulunduğu halde, tenzîlde azar azar indirme mânâsı vardır. Kur'ân-ı kerîm Levh-i mahfûzdan Beyt-ül-izze (Kur'ân-ı kerîmin bir bütün hâlinde indirildiği ve dünyâ semâsında bulun

teşci' / teşcî' / تشجيع

  • Yüreklendirme. (Arapça)
  • Teşcî' edilmek: Yüreklendirilmek. (Arapça)
  • Teşcî' etmek: Yüreklendirmek. (Arapça)

teshir-i sehab

  • Bulutların emre boyun eğdirilmesi.

teşkilat / teşkîlât / تَشْك۪يلَاتْ

  • Şekillendirilmiş genel yapı.

teslih / teslîh / تسليح

  • Silahlandırma. (Arapça)
  • Silahlandırılma. (Arapça)
  • Teslîh edilmek: Silahlandırılmak. (Arapça)
  • Teslîh etmek: Silahlandırmak. (Arapça)

teslihat-ı askeriye / teslihât-ı askeriye

  • Askerin silâhlandırılması.

tesmiye / تسميه

  • Adlandırma. (Arapça)
  • Tesmiye edilmek: Adlandırılmak, denilmek. (Arapça)
  • Tesmiye etmek: Adlandırmak, demek. (Arapça)
  • Tesmiye olunmak: Adlandırılmak, denilmek. (Arapça)

tesmiye edilen

  • Adlandırılan.

tesmiye olunan

  • İsimlendirilen.

tesri' / tesrî' / تسریع

  • Hızlandırma. (Arapça)
  • Tesrî' edilmek: Hızlandırılmak. (Arapça)
  • Tesrî' etmek: Hızlandırmak. (Arapça)

teşvik / teşvîk / تشویق

  • Şevklendirme. (Arapça)
  • Teşvîk edilmek: Şevklendirilmek. (Arapça)
  • Teşvîk etmek: Şevklendirmek. (Arapça)

tesviye / تسویه

  • Eşitleme. (Arapça)
  • Düzleme. (Arapça)
  • Sonuçlandırma. (Arapça)
  • Hesap kapatma. (Arapça)
  • Tesviye edilmek: (Arapça)
  • Eşitlenmek. (Arapça)
  • Düzlenmek. (Arapça)
  • Sonuçlandırılmak. (Arapça)
  • Hesap katılmak. (Arapça)
  • Tesviye etmek: (Arapça)

tesviye-i umur / tesviye-i umûr

  • İşlerin görülüp neticelendirilmesi.

tevrat

  • Hz Mûsâ'ya (a.s.) indirilen mukaddes kitap.
  • Hz. Musa'ya indirilen İlâhî kitap.

tevsik / tevsîk / توثيق

  • Belgeleme. (Arapça)
  • Sağlamlaştırma. (Arapça)
  • Tevsîk edilmek: Belgelendirilmek. (Arapça)
  • Tevsîk etmek: Belgelendirmek. (Arapça)

turuk-u cehriye

  • Zikirlerini açıktan ve sesli olarak yapan tarikatlar, Kàdirîlik gibi.

ukubet / ukûbet / عقوبت

  • Ceza. (Arapça)
  • Ukûbet bulmak: Cezalandırılmak. (Arapça)

umran

  • İmar ile şenlendirilmiş olan. Bayındırlaşmak. Medenilik. Saâdet. Mutluluk.

ünuf

  • Henüz daha yedirilmemiş olan çayır.
  • (Tekili: Enf) Burunlar.

vacib / vâcib

  • Kur'ân-ı kerîmde açık olmayarak bildirilmiş veya bir sahâbînin açıkça bildirmesi ile anlaşılmış olan emirler. Şâfiîlere göre vâcib denince farz anlaşılır.

vahdet

  • Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
  • Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması.
  • Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.

vahiy

  • Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi.
  • Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir.
  • Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve
  • Bir emrin veya bir hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi.
  • Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi.

vahy-i gayri metluv / vahy-i gayri metlûv

  • Allahü teâlâ tarafından peygamberlerin kalblerine bildirilen vahyi, peygamberlerin kendilerine âit kelimelerle yanındakilere bildirmesi. Hadîs-i kudsî.

vahy-i ilahi / vahy-i ilâhî

  • Allah tarafından peygamberlere bildirilen emir ve yasaklar.

vak'a-i hayriye

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b

vakı'at haberleri / vâkı'ât haberleri

  • Hanefî mezhebinde, üç imâmdan (İmâm-ı a'zam, İmâm-ı Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'den) bildirilmiş olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi talebelerinin ictihâd ettikleri, bildirdikleri hükümler.

vasıflandırılma

  • Nitelendirilme.

vatis / vatîs

  • (Çoğulu: Vutas) Kızdırıldığında kimsenin üzerine basamadığı yuvarlak taş.

vukuf-i adedi / vukûf-i adedî

  • Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

yetmiş iki fırka

  • Ehl-i sünnet yolundan (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiği doğru yoldan) ayrılan ve Cehennem'e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen bozuk fırkalar. Bunlara bid'at ehli veya dalâlet fırkaları da denir.

yevm-i mahşer

  • Âhirette Allah tarafından yeniden diriltilen insanların toplanacağı gün.

yuhanna incili

  • Dört incilden birisi, Hz. İsa'nın (a.s.) havarilerinden Yuhanna tarafından yazılan İncil Hz. İsa'ya indirilen kitap.

zanni delil / zannî delil

  • Mânâsı açık anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile bir sahâbî tarafından bildirilen mânâsı açık hadîs-i şerîf.

zar

  • Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar : Lâle bahçesi. (Farsça)

zebur / zebûr

  • Hz. Dâvud'a indirilen kitap.
  • Dört büyük kitabdan biri. Dâvûd aleyhisselâma indirilen mukaddes kitâb.

zevaid sünnet / zevâid sünnet

  • Farzla birlikte kılınması bildirilmeyen nâfile namazlar.
  • Peygamber efendimizin ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yaptığı şeyler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın