Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
dini
ifadesini içeren
1091
kelime bulundu...
ishak aleyhisselam / ishâk aleyhisselâm
Şam ve Filistin ahâlisine (halkına) gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın ikinci oğlu olup, annesi hazret-i Sâre'dir. İbrâhim aleyhisselâmın dînini insanlara tebliğ etti. İsmi, Kur'ân-ı kerîmde on yedi yerde bildirilmiştir.
islam ahlakı / islâm ahlâkı
İslâm dîninin bildirdiği ahlâk.
merhaba
"Hoş geldiniz" mânâsına iltifât tâbiri.
"Râhat oturun" mânâsına bir iltifat tâbiri.
müceddid / müceddîd
Yenileyici, kuvvetlendirici. İslâm dînini kuvvetlendiren, bid'atleri yâni İslâm dînine sokulmak istenen reformları, hurâfeleri söküp atan ve sünnetleri ortaya çıkaran âlim.
a'mal-i mükellefin / a'mâl-i mükellefîn
Dini emirleri yerine getirmekle yükümlü olanların amelleri, işleri.
a'mal-i saliha / a'mâl-i sâliha
Dinin emir ve yasaklarına uygun iyi iş ve davranışlar.
a'mal-i şer'iyye / a'mâl-i şer'iyye
İslâm dîninde yapılması emredilen ibâdetler ve işler.
ab-dest
Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir.
(Farsça)
Azarlama, paylama.
(Farsça)
abadile / abâdile
Abdullahlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler. Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı arasında Abdullah isimli üç yüz kadar sahâbi bulunmaktaydı.
abdal
t. Safdil, ahmak, bön.
Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse.
Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse.
Derviş, ermiş, kalender. Kendini Allah'a adamış. Ona teslim olmuş, bu yolda çile çekmiş kimse. (Bak : Ebdal)
abdiyet
Kulluk.
Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve itaatte bulunmak.
adab / âdâb
Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Müfredi (tekili) edeb'dir.
adab-ı dindarane / âdâb-ı dindarane
Dinî edep ve kurallar.
adem-i salabet / adem-i salâbet
Dinin emirlerini korumada ve uygulamadaki ciddiyetsizlik, gevşeklik.
adet / âdet
Bir şehir ve memleketteki insanların, yapageldikleri usûller, gelenekler, alışılmış şeyler. An'ane, örf.
Kitab, sünnet, icma' ve kıyasdan sonra ikinci derecedeki dînî delillerden biri. Dînin ve aklın beğendiği şeyler.
agarr
Çok sıcak gün.
Kendini beğenmiş.
Asil, âlicenâb.
Beyaz.
ahaveyn
İki kardeş.
İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed Efendi.
ahiret / âhiret
Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama
ahiretlik / âhiretlik
Ahiret kardeşi.
(Arapça - Türkçe)
Evlat edinilen öksüz.
(Arapça - Türkçe)
ahkam-ı din / ahkâm-ı din
Dinin hükümleri, esasları.
ahkam-ı diniye / ahkâm-ı diniye
Dinin hükümleri, esasları.
ahkam-ı şer'iyye / ahkâm-ı şer'iyye
İslâm dîninde bir işin yapılması veya yapılmaması gerektiğini bildiren hükümler. Emirler ve yasaklar. Bunlara Ahkâm-ı ilâhiyye, Ahkâm-ı İslâmiyye ve Ahkâm-ı Kur'âniyye de denir.
ahlak-ı hasene / ahlâk-ı hasene
Güzel huylar. Dînin ve aklın beğendiği huylar.
ahlak-ı zemime / ahlâk-ı zemîme
Kötü ahlâk. Dînin ve aklın beğenmediği huylar.
ahretlik
Ahiret kardeşi.
(Arapça - Türkçe)
Evlat edinilen öksüz.
(Arapça - Türkçe)
akaid / akâid
Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.
Akîdeler, inançlar, dinin itikadî hükümleri.
akaid-i diniye
Dinin inanç esasları, temelleri.
Dini akideler. İmâni esaslar.
akib
Ayağın ökçesi. Adamın evlâdı, evlâdının evlâdı.
aksü'l-amel
Tepki, istenilen şeyin zıddının hâsıl olması.
aktab-ı mehdiyyin / aktâb-ı mehdiyyîn
Büyük Mehdînin bazı vasıflarını taşıyan büyük velîler.
alim-i salih / âlim-i salih
Dinin emirlerine uyan, ilmiyle amel eden, âlim.
alkol
Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü içkinin azı da çoğu da haramdır.
(Fransızca)
allahu a'lemu bimuradihi / allahu â'lemu bimuradihi
Asıl maksadını en iyi bilen ancak Allah'tır.
amel
İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
Kâr, iş işleme.
Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
Yapma, uygulama; dinin emirlerini yerine getirme.
amentü / âmentü
İslâm dîninde inanılması lâzım olan altı temel esas.
amil / âmil
İş yapan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.
amine / âmine
Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. (R. Aleyha)
an'ane-i diniye / an'ane-i dîniye
Dinî gelenek.
antropomorfizm
Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestl
arz-ı didar / arz-ı dîdâr
Kendini gösterme, güzelliğini gösterme.
arz-ı nefs
Hizmette ve fedakârlıkta nefsini ve kendini ileri sürme.
arzu-yu diyanet
Dinî emirlere uyma isteği.
asar-ı diniye / âsâr-ı diniye
Dini eserler.
ashab-ı akıl ve nakil
Akıl ve bilim sahipleri ve dinî bilgileri nakleden kimseler.
aşık-ı didar-ı pak / âşık-ı didâr-ı pâk
Temiz yüzün âşıkı.
Edb: Evvelce ordularda, kışlalarda, köy odalarında ve mahalle kahvelerinde gerek kendinin, gerek başkalarının sözlerini sazla dile getiren kimse; halk şâiri.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
avam / avâm
Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.
Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).
Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.
Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muht
avunmak
t. Oyalanmak, kendi kendini eğlendirmek.
İnek vs. nin gebe kalması.
ayin / âyin
Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi
Tören, âdet.
Dinî bazı gösteriler. Mevlevî âyini gibi.
Dinî tören.
ayise / âyise
Âdet yâni hayz görmekten ümidini kesmiş yaşlı kadın.
azimet / azîmet
Dinî emirlere tam uyma.
azimet-i şer'iye / azîmet-i şer'iye
Dinî azimet; dinde takva ile hareket etmek.
aziz / azîz
İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu.
Dost.
Şerif.
Nadir.
Dini dünyaya âlet etmeyen.
Sireti temiz.
Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi.
Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve daima galib olan manasında Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.
ba's
Gönderme, yollama, gönderilme.
Allah'ın bir peygamberi, Hak dinine davete memur buyurması.
Dirilme veya diriltme.
bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip
bad-ber
Uçurtma.
(Farsça)
Daima kendini methettiği halde elinden bir iş gelmiyen kimse.
(Farsça)
bad-per
Kağıttan yapılmış olan uçurtma.
(Farsça)
Hodbin, kendini beğenen ve öven kimse.
(Farsça)
Kamçı topacı.
(Farsça)
bagiyy
(Çoğulu: Begâyâ) Haddini tecavüz eden.
Zina edici, zâni.
bagy
Azgınlık. Zulüm, İsyan.
İstemek, talep etmek.
Haddini tecâvüz etmek.
Yaranın şişmesi.
(Yağmur) şiddetle yağmak.
bahteri / bahterî
Salına salına yürüyen, yürüyüşü güzel olan adam.
Mağrur, kibirli. Kendini beğenmiş.
balapervaz
Yüksekten uçan.
Kendini olduğundan yüksek makamda gösterip gururlanan.
banka
İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu mal
batıl / bâtıl
Fânî, geçici, devamlı olmayan, yok olan.
Abes, boş, boşuna, sebebsiz yere, yok yere.
Hırsızlık, gasb, kumar gibi dînin helâl etmediği, izin vermediği kazanç yolu.
Şirk, putlara tapmak.
batıniyye / bâtıniyye
Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bozuk yol.
bayi' / bâyi'
Satan, satıcı, dînimizce satış yapabilme ehliyetine sâhib kimse.
bayram
İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
Cumâ günü.
Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama
be-didar
Görünür olmak, kendini göstermek. Meşhur. Namdar.
(Farsça)
beldah
Kişinin kendini yere vurması.
beliğ / belîğ
Belagâtçi; belâğat ilminin inceliklerini bilen, maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen kimse.
bencillik
Kendini beğenmek, kendini büyük görmek, enâniyet.
berahime
Berehmenler. Bâtıl ve sapkın Hind ve Mecûsi dinindekilerin reisleri.
bevar
Mahvolma, çürüme, yok olma.
Kadının kocaya varmayıp evde kalması.
bey'-i mekruh / bey'-i mekrûh
Aslı ve sıfatı İslâmiyet'e uygun ise de kendisine dînin yasak etmiş olduğu bir şey karışmış olan satış.
bi-namaz / bî-namaz
Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun
(Farsça)
biat
Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek. Bağlılığını tazelemek.
Rey vermek.
bid'at
(Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler.
Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmaya
birr
İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat.
Dininde ibadetinde kuvvetli olan.
Bağışta bulunma.
birunane
Haddini aşarak. Haddini tecavüz ederek.
bivegi / bivegî
Dulluk. Kocasız kadının hâli.
(Farsça)
bolis çukuru
Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
brahmanizm
(Bak. BRAHMA DÎNİ)
budei / budeî
(Hindistan'da) Buda Dininden olan.
(Farsça)
Buda dininden olan.
buhari-işerif / buhârî-işerîf
İslâm dîninde Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli, en üstün kitap. Kütüb-i sitte adı verilen meşhur altı hadîs kitabının birincisi.
büyü
Cin gibi manevî varlıklar aracılığı ile insan veya başka varlıklar üzerinde etki meydana getirme işi. Dinimiz büyücülerin şerrinden, kötülüklerinden Allah'a sığınmamızı emreder. Müslüman büyücülük yapmaz.
büyüklenmek
Kendini büyük görmek, büyüklük taslamak. (Kötü huylardan biridir, günahtır.)
(Türkçe)
ca'feri / ca'ferî
Şiilerden İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlı olduklarını iddia edenler.Bütün mânâsıyla İslâmiyet'e bağlı olup şeriatın emirlerine göre amel eden ve Âl-i Beyt'in büyük bir dinî şahsiyeti olan İmam-ı Ca'fer-i Sâdık Hazretlerine bağlılık iddiasının doğru olması için, o zat gibi olmağa ve Hz. Muha
cahuf / cahûf
Mağrur, kibirli, kendini beğenmiş.
carre
Komşu kadını.
Yularından çekilen deve.
casus
(Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.
cazibe-i umumiye-i islamiye / câzibe-i umumiye-i islâmiye
İslâm dininin genel çekim gücü.
cebbar-ı hodfuruş / cebbâr-ı hodfuruş
Kendini beğendirmeye çalışan zorba.
cehl
İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.
cehl-i mürekkeb
Bilmediği halde kendini bilmiş sayma; katmerli cehalet.
Câhil olduğu hâlde, câhilliğini bilmeyip, kendini âlim zannetmek.
celabib
(Tekili: Cilbâb) Kadının bütün vücudunu örten ve dıştan giyilip bol olan çarşaf nevi. Yaşmaklar. Baş ve yüz örtüleri, ferâceler.
celd
Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır.
Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.
cem-i müennes
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
cem-i mükesser
Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.
cem-i müzekker
Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.
cem-i sahih
Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes.
Mat: Toplama.
cemiyet-i diniye
Dinî kuruluş.
cenah
Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
cenh
Kuşun kanadını vurması.
cennet
Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mes
cereyan / cereyân
Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma.
Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî veya siyasî hareketler gibi birbirlerinden farklı sahalarda olabilir.
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
cibt ve tagut
Haç ve put. Allah'tan başka canlı cansız mabut edinilmiş şeyler.
cihad / cihâd
(Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l
İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.
cihad-ı dini / cihad-ı dinî
Dinî değerler için mücadele etme, gayret ve çaba harcama.
cihad-ı diniye
Dinî cihad, mücadele.
cilveger / جِلْوَه
Kendini gösteren.
cimrilik
Dînin ve vicdânın, mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermemek. Vermek kendisine zor gelmek. Bahillik, pintilik.
circis / circîs
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderildiği rivâyet edilen peygamber veya velî. Şam diyârında ve Filistin'de yaşadı. Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara bildirdi.
cömerdlik
Dînin, vicdânın ve mürüvvetin (insanlığın) vermeyi emrettiği yerde vermek kendisine zor gelmemek.
cud
Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.
cudi-i islamiyet / cûdî-i islâmiyet
İslâmiyetin Cûdî Dağı; insanları maddî ve mânevî tufanlardan ve felâketlerden koruyan İslâm dini için bir benzetme olarak kullanılmış.
cum'a
Toplanma.
Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest
cümle-i cezaiye / cümle-i cezâiye
Şart cümlesinin ikinci kısmı. Misâl: "Eğer lügatı rehber edinirsen, kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesindeki "kelimelerin mânasını anlarsın" cümlesi, cümle-i cezâiyedir.
cüret
Ataklık, kendini bilmezlik.
cüretkar / cüretkâr
Atak, kendini bilmez.
da'va / da'vâ
Takib edilen fikir, iddia.
Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi.
Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek.
Mes'ele.
İnat. Ayak diremek.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek.
daire-i meşrua
Dinin uygun gördüğü helâl daire.
danyal aleyhisselam / danyal aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu).
darül hikmetil islamiye
(Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa
deccal / deccâl / دَجَّالْ
Kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.
Kıyâmete yakın çıkacak, yalancı, dini tahrîb edecek şahıs.
deffe
Yan, yüz.
Kitab cildinin iki tarafından herbiri.
deha-i kudsi / deha-i kudsî
Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ. Dinî dehâ.
delil-i şer'i / delîl-i şer'î
Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak.
demagoji
yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.
deneycilik
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş
dergah / dergâh
Makam, kapı girişi, eşik. Tasavvuf mektebi. Tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen evliyâ zâtlar tarafından, talebelere, tasavvuf, İslâm ahlâkı ve diğer dînî ilimlerin ve zamânın fen ilimlerinin okutulduğu yer.
Cenâb-ı Hakk'ın rahmet kapısı.
ders-i içtimai ve islami / ders-i içtimaî ve islâmî
Sosyal hayat ve İslâm dini hakkında verilen ders.
deruhde
Üstüne almak. Kendini vazifeli bilmek.
(Farsça)
Üzerine alınan iş.
(Farsça)
derviş / dervîş
Allahü teâlâdan başka şeyleri kalbinden çıkarıp bütün âzâsıyla İslâm dîninin emir ve yasaklarına uyan, dünyâ malına gönül bağlamayan kimse.
din ehli
Dindarlar; dinin emir ve yasaklarına uyanlar.
din-i ahmedi / din-i ahmedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini, İslâmiyet.
din-i ferid
Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.
din-i hıristiyani / din-i hıristiyanî
Hiristiyanlık dini.
din-i isa / din-i isâ
Hz. İsâ'nın dini.
din-i islam / dîn-i islâm
İslâm dini.
din-i islamiyet / din-i islâmiyet
İslâmiyet dini.
din-i mübin-i islam / din-i mübîn-i islâm
Hak ve hakikati açıklayan İslâm dini.
din-i muhammed
Hz. Muhammed'in dini, İslâmiyet.
din-i muhammedi / din-i muhammedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) dini.
dindar
Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.
(Farsça)
dinen
Dinî olarak, din açısından.
dini tedrisat / dinî tedrisat
Dinî eğitim ve öğretim.
dinperver
Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.
(Farsça)
Dindar, dinini seven.
Dini seven.
diyanet / diyânet
Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.
Allahü teâlâ ile kul arasındaki dînî iş, ibâdet.
diyanet alemi / diyanet âlemi
Dinî konuların ele alındığı alan.
diyanet ve şeriat-i islamiye / diyanet ve şeriat-i islâmiye
İslâm dini ve şeriatı; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâm.
diyaneten
Dinî yönden.
donanma
Kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.
eazım-ı müçtehidin / eâzım-ı müçtehidîn
Âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri.
ebahir
Kuş kanadının üçüncü mertebede olan yelekleri.
edeb
Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.
Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.
edib / edîb
Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.
ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn
İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.
egoist
Bencil, hodpesent, hodbin, kendini beğenmiş, menfaatperest.
egoizm
Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir.
(Fransızca)
ehl
(Ehil) Yabancı olmayan, alışık olduğumuz.
Dost, sahip, mensup. Evlâd, iyal. Kavm, müteallikat. Usta, muktedir ve becerikli anlamıyla ehil ve ehliyet İslâmiyette önemli bir husustur. Dinimiz, bize işleri ehline vermemizi emreder. Cemiyette işler, mevkiler, makamlar, görevler, ehline v
ehl-i bid'a
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar.
ehl-i bid'a ve ilhad / ehl-i bid'a ve ilhâd
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar ve inkârcılar.
ehl-i bid'a ve mülhid
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı şeyleri dine mal etmeye çalışanlar ve dinsizler.
ehl-i dalalet ve bid'a / ehl-i dalâlet ve bid'a
Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışan, doğru ve hak yoldan sapmış olanlar.
ehl-i iman ve taat
İman eden ve dinin emirlerine uyanlar.
ehl-i medaris
Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği yüksek eğitim kurumlarına mensup olanlar.
ehl-i re'y
İçtihadda, dînî hükümleri bildirmede İmâm-ı A'zam ve Irâk âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara ehl-i kıyâs, eshâb-ı re'y de denir.
ehl-i rivayet / ehl-i rivâyet
Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.
ehl-i suffa
Medîne-i münevverede, akrabâları ve evleri bulunmayan, Peygamber efendimizin mescidinin suffa denilen ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan eshâb-ı kirâm.
ehl-i ulum-u diniye / ehl-i ulûm-u diniye
Dinî ilimlerle meşgul olanlar, din âlimleri.
ehl-i usulüddin
Din usulculeri; dinin usul ve prensiplerini bilen, itikada ait meseleleri ispat eden âlimler.
ehlen sehlen
Hoş safa geldiniz.
ehlen ve sehlen
Hoş geldiniz, sefa geldiniz.
Hoş geldiniz, safâ geldiniz (meâlinde söylenir.)
ehlen-sehlen
Hoş geldiniz.
eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
ela / elâ
Arapça'da başlama ve tenbih edatı, "öyle değil mi?", "dikkat ediniz" gibi anlamlara gelir.
elhamdü lillahi ala dini'l-islam ve kemali'l-iman / elhamdü lillâhi alâ dîni'l-islâm ve kemâli'l-îmân
İslâm dinini ve kusursuz bir imanı nasip ettiği için Allah'a hamd olsun.
elti
İki kardeş zevcelerinin her birine nisbetle diğeri. Bir kadının kaynının zevcesi.
(Türkçe)
elyesa' aleyhisselam; / elyesa' aleyhisselâm;
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderilmiş ve Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymakla vazîfelendirilmişti. İsmi Kur'ân-ı kerîmde bildirilmiştir.
emanat-ı mukaddese / emânât-ı mukaddese
İslâm dîni ve târihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber efendimize ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar. Mukaddes emânetler. Bunlar: Hırka-i Saâdet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saâdet, Mühr-i Seâdet, Dendân-ı Seâdet, Lıhy e-i Seâdet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf,
emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker / emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker
Dinin iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğünden sakındırmak.
emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker
Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi
enaniyet / enâniyet
Kendini beğenip büyük görme, bencillik. Egoistlik.
enaniyet-i nefsiye / enâniyet-i nefsiye
Nefsin bencilliği, kedini beğenmesi.
enaniyetsiz / enâniyetsiz
Kendini beğenmeme, gurursuz.
enva-ı salihin / envâ-ı salihîn
Dinin emir ve yasaklarını eksiksiz olarak yerine getirenler.
erbab-ı tarikat
Kendini tarikata, tasavvufa verenler.
ergen
(Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre
ermel
(Çoğulu: Erâmil) Ayakları siyah olan koyun.
Kadını olmayan erkek.
ermiya aleyhisselam / ermiyâ aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini bildirmekle vazîfelendirilmişti.
eş'ari / eş'arî
Eş'arî mezhebi veya o mezhepte olan. Asıl adı Eb-ul Hasan-ül-Eş'arî olan İmam-ı Eş'arî, Ehl-i Sünnet itikadını âyetlere, hadislere göre izah ve şerh ederek tesbit etmiştir. Ehl-i Sünnet Mezhebi itikadına tercümanlık ederek İslâmiyet'e büyük hizmet etmiştir. (Hi. 260-324) İtikada dâir meydana koyduğu
Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunun iki büyük imâmından biri. Ebü'l-Hasen Ali bin İsmâil Eş'arî. 879 (H. 266) yılında Basra'da doğdu. 941 (H. 330) yılında Bağdâd'da vefât etti.
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretlerinin açıkladığı şekilde öğrenip inanan.
esaret
Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.
esas-ı din
Dinin esası, temeli.
esasat-ı diniye / esâsât-ı diniye
Dinin esasları, temelleri.
esasat-ı şeriat / esâsât-ı şeriat
Şeriatın, dînin esasları, temelleri.
esrar-ı din
Dinin sırları.
ezan-ı muhammedi / ezân-ı muhammedî
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilân etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet.
ezan-ı muhammedi (a.s.m.) / ezan-ı muhammedî (a.s.m.)
Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilân etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet.
fahir
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen.
Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı.
Büyük ve iyi nesne.
Koruğu büyük çekirdeksiz hurma.
Memeleri büyük deve.
fahriye
Bir kimsenin kendini medih için söylediği söz veya şiir. Fahre mensub ve müteallik olan.
fahşa / fahşâ
Çirkin. Dînin ve aklın beğenmediği şeyler.
fahurane
Kendini beğenerek. Kendini medhederek. Çok övünerek.
(Farsça)
fakih / fakîh
Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine
fakir
Biçâre, muhtaç, yoksul. İslâm dini, ev kirası, yiyecek, içecek, giyecek, ilaç, yakacak gibi zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanları fakir sayar. Fakirlerden vergi alınmaz, İslâm devleti zorunlu ihtiyaçlarını karşılamada, tedavi, tahsil (öğreni
fanatik
Bir dinin veya mezhebin çok aşırı taraftarı olan.
(Fransızca)
fani olma / fâni olma
Bir meseleye kendinden geçer derece kendini verme.
faridat-ı adile / farîdât-ı âdile
Dînimizin dört temel kaynağından icmâ' ve kıyâs.
fark-ı fahiş / fark-ı fâhiş
Çok fazla, haddini çok aşan fark.
fazilet
Değer. Meziyet, iyilik, ilim ve iman, irfan itibarı ile olan yüksek derece. Dinî ve ahlâkî vazifelere riayet derecesi. Fazl ve hüner cihetiyle olan yüksek derece. Bir şeyin başka şeylerden cemal ve kemal ve fayda cihetiyle üstünlüğü, müreccah olmasına sebep olan keyfiyet.
faziletfüruş
Kendini faziletli göstermeğe çalışan. Fazilet satan.
(Farsça)
feda-yı can / fedâ-yı cân
Canını verme, canını fedâ etme, kendini kurban etme.
fedai / fedâî
Fedakâr, kendini bir hizmete adayan.
Feda eden, kendini adayan.
fedailik
Fedakârlık, kendini bir hizmete adama.
fen yobazı
Fen bilgisinde mütehassıs (uzman) olmadığı hâlde, kendisini fen adamı ve müslüman olarak gösterip müslümanların dînini, îmânını bozmağa, İslâmiyet'i içerden yıkmağa çalışan kimse.
fena / fenâ
Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.
feraiz / ferâiz
Farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler.
feraiz-i diniyye / ferâiz-i diniyye
Dinin farzları.
fetret / فَتْرَتْ
Dînî teblîğin insanlara ulaşmadığı dönem.
fetret-i mutlaka
İnsanlara, doğru ile yanlışı ayırt ettirecek hiçbir semâvî dinin hükmetmediği dönem.
fetva / fetvâ / فتوی
Dinî hüküm, karar.
Bir meseleyle ilgili dinî hüküm.
Kadının verdiği şer'î karar.
(Arapça)
fevait / fevâit
Kasten, bilerek terketmekle olmayıp, dînin kabûl ettiği herhangi bir sebeble, özürle kaçırılmış farz veya vâcib namazlar. Fâitenin çoğuludur.
feyl
Hamile kadının sütü.
fıkh-ı ekber
Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim.
İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.
fıkhü'l-ekber
En büyük fıkıh, dinî bilgilerin en mühim olanı; Akaid ilmi.
fıkıh
(Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin
fikr-i infiradi / fikr-i infiradî
Tek başına olma fikri, bireysel düşünce, sadece kendini düşünme.
fikr-i ruhbaniyet
Hıristiyanlık dininde Allah ile kullar arasında vasıta olarak ruhbanların bulunması gerektiğine dair düşünce.
firaş-ı kavi / firaş-ı kavî
Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.)
firaset
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
Yiğitlik.
firavuncuk
Küçük bir Firavun; kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük gören.
firavuncuklar
Kendini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görenler.
firavunluk
Firavun gibi kendini beğenen, kendini üstün gören.
fırka-i naciye / fırka-i nâciye
Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.
fısk
Haddini tecavüz. Günah. Haktan ayrılmak.
Fık: Allah'ın emirlerini terk ve O'na isyan etmek ve doğru yoldan sapıp çıkmak. Böyle olanlara şeriat dilinde "fâsık" denir.
fıtr bayramı
Müslümanların iki dînî bayramından birisi olan Ramazan bayramı.
fıtratullah
Allahü teâlânın dîni, İslâmiyet.
fuhş
Haddini aşma.
Kötülük, namusa aykırı hareket.
Edeb ve terbiyeye uymayan hareket.
Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram.
Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
füru' / fürû'
Dal, asıldan türeyen. Fer'in çokluk şeklidir.
Fıkıh ilminde (İslâm hukûkunda) çocuklar, torunlar ve onların çocukları.
Ahkâm-ı şer'iyye yâni İslâm dîninde ibâdet, münâkehât (nikâh, boşanma, nafaka), muâmelât (alış-veriş, ticâret, kirâlama v.b) ve ukûbâtla (cezâlarla) ilgili hükümler.
füruat-ı şeriat
Dinin temel meselelerinden ayrılan dalları, alt bölümleri.
fürut
(Çoğulu: Efrât) Haddini tecavüz eden.
İsraf.
Zayi.
Yüksek mevzi.
gafak
Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.
gala
Yüksek kıymet, pahalılık.
Bir şeyin haddini aşması.
gali / galî
Pahalı. Kıymetli. Ağır.
Haddini tecâvüz eden, haddini aşan.
gaşeyan
Kendinden geçmek. Kendini kaybetmek. Bayılmak. Gaşyolmak.
gaşyolma
Kendinden geçme. Kendini bilemez hale gelmek.
gayl
Irmak, nehir.
Ağaç, şecer.
Cima etmek.
Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi.
gayretullah
Allah'ın hak dinini koruma sıfatı.
gaza / gazâ
İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.
gaza ordusu / gazâ ordusu
Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanı korumak için düşmanla savaşan müslüman askerler.
gazi / gâzi
Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve vatanına saldıran düşmanı kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman.
giran-ser
(Çoğulu: Giranserân) Mağrur, kibirli, gururlu, kendini beğenmiş.
(Farsça)
giran-seri / giran-serî
Kibirlilik, mağrurluk, enaniyetli oluş, kendini beğenmişlik.
(Farsça)
giranser / girânser / گران سر
Mağrur, kendini beğenmiş, kasıntı.
(Farsça)
gıtrif
Mütekebbir, gururlu, kendini beğenmiş.
gıyas-üd din
Dinin intişar etmesine yardımı dokunan kimse.
gulv
Haddini tecavüz etmek, haddini aşmak.
Yiğitlik zamanının evveli ve sür'ati.
günah / گناه
Suç, kabahat.
(Farsça)
Dinî suç.
(Farsça)
gurur / gurûr
Kendini beğenme duygusu, böbürlenme.
gururiyet
Böbürlenme, kuruntuya kapılarak kendini yüksek görme.
gusl
Boy abdesti; dinin gerekli gördüğü hallerde maddî, mânevî temizlik için şartları dahilinde yıkanma.
hablullah
Allahü teâlânın ipi, Kur'ân-ı kerîm veya İslâm dîni.
haç
Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
haccac
Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.
hacegan yolu / hâcegân yolu
Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına, üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun, Yusuf-ı Hemedânî hazretlerinden îtibâren aldığı isim. Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını almıştır.
hacetaş / hâcetaş
Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri.
(Farsça)
hadd-i büluğ
Büluğa erme yaşı. Teklif-i İlâhînin başladığı, namaz ve oruç gibi dinî emirleri ifaya başlanılan yaş.
hadd-na-şinas
Haddini bilmez.
(Farsça)
haddini tecavüz etme
Haddini aşma, ileri gitme.
hadesten taharet / hadesten tahâret
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
hadi / hâdî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına (seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara) yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tan ıtan yüce Allah.
hadim-i islam / hâdim-i islâm
İslâmın hizmetçisi, İslâm dinine hizmet eden kimse.
hadis-i muallak / hadîs-i muallak
Senedinin yalnız ibtidasından bir veya birkaç ravisi hazf edilmiş olan hadistir. Meselâ: Bir zat kendi şeyhini ve şeyhinin şeyhini zikr etmeksizin onların fevkindeki râvilerden itibaren senedi zikr etse ta'likte bulunmuş olur. (Ist. Fık.K.)
hadnaşinas / hadnâşinas / حدناشناس
Haddini bilmez.
(Arapça - Farsça)
hafi / hafî
Gizli, kapalı.
Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.
hafız / hâfız
Alçaltıcı.
İnsana haddini bildiren.
Rahatta olan.
haham
Mûsevilerin dinî reisi, râhibi, âlimi.
hahambaşı
Musevîlerin dînî lideri.
Musevîlerin dinî lideri.
hain / hâin
Birine kendini emin (güvenilir) tanıttıktan sonra o emniyeti, güveni bozacak iş yapan. Eminin zıddı.
hakaik-i diniye
Dini esaslar, dini meselelere ait hakikatler, gerçekler.
hakikat-i din
Dinin hakikati, esası.
hakikat-i din ve dünya ve insan ve iman
Dinin, dünyanın, insanın ve imanın gerçeği.
hakimiyet-i milliye / hâkimiyet-i milliye
Millî egemenlik (İslâm dini, şeriatı ve inancının egemenliği).
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
halet-i gaşy / hâlet-i gaşy
Kendini bilmeyecek derecede baygınlık.
halife-i raşide / halîfe-i râşide
İnsanlara, İslâm dînini anlatma vazîfesini Peygamber efendimiz gibi yapan ve âyet-i kerîmelerde veya hadîs-i şerîflerde halîfe olacağı işâret olunan halîfe. Buna, Halîfe-i âdile de denir.
haliye
(Çoğulu: Havâlî) Kendini süsleyen kadın.
hamiyet-füruş
Kendini beğenerek vatanı ve milleti koruma noktasında çok gayretli olduğunu iddia eden.
Kendini beğenip hamiyetli olduğunu iddia eden. Hamiyetli olduğunu göstermeğe çalışan.
(Farsça)
hamiyet-i diniye
Dinî hamiyet; dini korumak ve yüceltmek maksadıyla çalışma, dinden gelen yüce duygularla din uğruna fedakârlıkta bulunma.
hamiyet-i diniye-i milli / hamiyet-i diniye-i millî
Dinî ve millî esasların harekete geçirdiği hamiyet ve gayret duygusu.
hamiyyet
Dîni, milleti himâye etmekte, korumakta, şerefini savunmakta tenbellik etmeyip, bütün kuvveti ile gayret etmektir.
haml
Yük.
Sırtına yük alıp getirmek.
Kadının karnındaki çocuk.
İsnad. Yüklenme.
hamza
Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid
hanif / hanîf
İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
Eğri.
Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
İslâmiyetten önce Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim dinine bağlı olan kimse.
Sapıklıktan, yanlış inanışlardan Hakk'a, doğruya meyleden, dönen, müslüman. İslâmiyet'ten önce Arabistan'da putlara tapmayıp, hazret-i İbrâhim'in dîni üzerine bulunanlara verilen isim. Çoğulu hunefâ'dır.
harbiye nazırı
Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor
harc
Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Vergi.
Çıkmak.
Yeni çıkan bulut.
Yemâme vilayetinde bir yer.
Ecir.
Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
harhara
Uykuda horlamak.
Kedinin mırıldayışı.
İki dere arasındaki düzlük.
hasanet
Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması.
Kadının kendisini haramdan koruması.
haslet-i hamra / haslet-i hamrâ
Güçlü haslet; hamiyet, gayret ve mahçubiyetten kaynaklanan ve yüz kızarması şeklinde kendini gösteren haslet.
hasna / hasnâ
Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın.
hasr-ı nefs
Kendini o işe adama.
hatel
Kahretmek.
Ahdini bozmak.
Aldatmak.
hatib / hatîb
Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse.
Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.
Câmide müslümanlara dînî nasîhat eden ve hutbe okuyan.
hatice / hatîce
(Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu.
Fetva metinlerinde kadını temsil eden umumi isimlerden birisi. (Ötekiler: Hind, Fâtıma ve Zeyneb'dir.)
hatr
Ahdini bozmak, sözünde durmamak.
havariyyun
Hz. İsa'nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 kişinin hepsine birden verilen isim. Bunlar: İsa'nın (A.S.) Petrus adını verdiği Yunus'un oğlu Simun, kardeşi Andreas, Yakub, Zebedi'nin oğlu Yuhanna, Filipus ve Bartholomaeus, Matta ve Tomas, Alte'nin oğlu Küçük Yakub, Gayur Simdeu, Yakub'un oğlu Ya
havass-ı refia / havâss-ı refia
Tar: Eyüp Kadılığı eskiden Çatalca'ya kadar uzanır ve Çatalca'da kadının bir vekili bulunurdu. İkinci meşrutiyete kadar bütün mahkeme işleri, kadının tayin ettiği bir naib tarafından idare edilirdi. Meşrutiyet devrinde diğer kadılara yapıldığı gibi, Eyüp Kadılığına da maaş bağlandı. Şer'î ve nizamî
havat
Tavşancıl kanadının fısıltısı.
Ses, sadâ.
haviye / hâviye
Cehennem'in yedinci tabakası. Burada inanmadıkları hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden mürtedler azâb görecektir.
hayat-ı din
Dinî yaşam.
hayat-ı diniye / hayat-ı dîniye
Dinî hayat.
hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviye
Ebedî hayat , dinî hayat ve âhiret hayatı.
hayız
Kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz.
hayr
İyilik. Dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey.
hayz
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
(Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye
hazret-i mehdi / hazret-i mehdî
Âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât.
hebenneka
Ahmaklığı darb-ı mesel olmuş bir kimsedir.
Mc: Zeki ve becerikli olmadığı halde kendini öyle sanan.
helal / helâl
Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan.
İhramdan çıkan hacı.
Dinin izin verdiği şey.
hevaperest
Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil.
(Farsça)
hevesat-ı gayr-ı meşrua
Dinin izin vermediği arzu ve istekler.
hicab
Perde. Örtü. Hâil.
Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek.
Men'etmek.
Allah ile kul arasındaki perde.
Setretmek. Gizlemek.
hicr
(Hicir) Men'etmek, bırakmak.
Şer'an haram olan şey.
Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi.
hicret
Bir yerden başka bir yere göç etmek.
Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.
Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.
İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere
hidad
Dul olan bir kadının mâtem tutup süsten vazgeçmesi.
hıfz-ı din
Dinin korunması.
hikmet-i diniye
Dinin hikmeti, sırrı.
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hillet
Bir yere konup istirahat eden cemaat.
Yorgunluk. Kırgınlık.
Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.
hind
Hindistan'ın kısa adı.
Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.)
Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere kullanılan umumi isimlerden birisi. Diğerleri: Fatıma, Hatice, Zeyneb.
hırka
Bez parçası. Bezden mâmul elbise.
Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.
hiss-i dini / hiss-i dinî
Dinî his.
hiss-i milli ve dini / hiss-i millî ve dinî
Dinî ve millî his.
hiss-i selim
Selim his. Her çeşit zarar verebilecek olan, müsbet olmayan ve şerre giden şeylerden kendini koruma hissi.
Sağlam ve insanı yanıltmayan his.
hissiyat-ı diniye
Dinî hisler, duygular.
hıtbe
Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: "hâtıb", evlenmesi taleb edilen kadına da "mahtube" denir.
hıyanet / hıyânet
Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.
hiyela
Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik.
hizmet-i islamiye / hizmet-i islâmiye
İslâm dinine hizmet.
hizmet-i islamiyet / hizmet-i islâmiyet
İslâm dinine hizmet.
hızve
Kadının, kocası yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması.
hod-endiş
Kendini düşünen.
hod-endişane / hod-endişâne
Yalnız kendini düşünerek.
hod-pesend
Kendini beğenen.
hodara
(Hod-ârâ) Kendini süsleyen, kendini medheden, öven.
(Farsça)
hodbin / hodbîn / خُودْب۪ينْ
Bencil, kendini gören.
Kendini gören, kendini beğenmiş.
hodbinane
Kendini beğenerek, kibirli bir şekilde.
hodbinlik
Kendini görme, kendini düşünme; bencillik.
hodendiş
Yalnız kendini düşünen, kendisi için endişe eden.
(Hod-endiş) Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. Başkasının işine yaramayan.
(Farsça)
Kendini düşünen.
hodendişlik
Kendi için kaygılanma, endişe etme; kendini düşünme; bencillik.
hodfuruş / hodfurûş
Kendini beğenerek satmaya çalışmak.
Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen.
(Farsça)
Kendini öven.
hodfuruşane / hodfuruşâne / hodfurûşâne
Kendini beğendirmeye çalışır bir şekilde.
Kendini övüp beğendirmeye çalışarak.
hodfuruşluk
Kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek.
hodfüruşluk
Kendi kendini beğenme, pahalıya satma.
hodgam / hodgâm
Bencil, egoist, kendini beğenmiş.
(Hodkâm) Kendi keyfini düşünen. Kendini beğenmiş.
(Farsça)
Kendini beğenmiş, bencil.
hodgami / hodgâmî
Bencil, kendini düşünen.
hodkam / hodkâm / خودكام
Kendini beğenmiş, kendini düşünen.
(Farsça)
hodkamlık / hodkâmlık
Kendini düşünme.
(Farsça - Türkçe)
hodküş
Kendini öldüren, intihar eden.
(Farsça)
hodperest
Mağrur. Kendini çok beğenen. Kibirli.
(Farsça)
Kendini çok beğenen, kendine tapan.
hodpesend
Kendini beğenen.
Kendini beğenen.
Kendini beğenen. Mağrur.
(Farsça)
hodpesendane / hodpesendâne
Kendini beğenerek, mağrur bir şekilde.
Kendini beğenmişcesine.
hodpesent
Kendini beğenen.
hodsitay
Kendini öven, medheden.
(Farsça)
hoşamedgu / hoşâmedgû / خوش آمد گو
Hoşgeldiniz diyen.
(Farsça)
hubb-u nefis / حُبُّ نَفْسْ
Kendini sevme, nefse düşkünlük.
Kendini sevme.
hubb-u zat / hubb-u zât / حُبُّ ذَاتْ
Kendini sevme.
Kendini sevme.
huccet
Senet, vesîka, delîl, burhân.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
hudperestlik
Bencillik, kendini düşünme.
(Farsça - Türkçe)
hükmi temizlik / hükmî temizlik
Kadının âdet bitiminden îtibâren on beş gün içinde kan gördüğü halde temiz kabûl edilmesi. Bu on beş gün içinde kan görülen bu kan fâsid kan yâni istihâza kanıdır.
hülagu / hülâgu
Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok kan döken hükümdar olarak bilinir. Abbasi Devletini yıkan Moğol Başkumandanıdır.
hulefa-i mehdiyyin / hulefa-i mehdiyyîn / hulefâ-i mehdiyyîn
Mehdî olan halifeler; âhirzamanda gelen büyük mehdînin bazı niteliklerine sahip olan halifeler.
Mehdi olan halifeler. Yani âhir zamanda gelen büyük mehdinin bazı vâsıflarına sahib olan halifeler.
hulf
Ahdinde durmamak. Ahdini bozmak. Sözde durmamak.
Nakz.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.
hulul
Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
Halletmek.
Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
Gelip çatmak.
Bir menzile inmek.
Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ
humtane
Kadının kaynanası.
humud
Düşme. Zayıflama.
Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
Bayılmak ve kendini kaybetmek.
Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
hunefa'
"Hanif"in çoğulu. Allah'ın birliğine inananlar, Hz. İbrahim dininden olanlar.
huneyn
Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke ile Taif arasında bir vâdinin adı.
hurmat
(Huremât - Hurumât) Haramlar. Dinin, yapılmasını menettiği şeyler. İşlenmesi günah olan işler.
hurmet-i müsahere / hurmet-i müsâhere
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak) dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evle nmesinin ebedî, sonsuz olarak haram, yasak olması
hürmet-i şer'iye
Şeriata olan hürmet, dinî saygı.
hürriyet-i diniye
Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.
hürriyet-i vicdan
Amme hukuku ile ferdî hukuka tecavüz etmemek şartıyla herhangi bir kimsenin her hangi bir fikir veya dini kabul etmekte veya kabul etmemekte serbest olması. Ancak, İslâmiyeti kabul etmiş olan bir kimse, İslâmın esaslarını kısmen de olsa, inkâr ve reddetmekte serbest değildir; İslâm hukukunda mürted
huruc-i fahiş / huruc-i fâhiş
Haddini aşmak.
Büyük isyan hareketinde bulunmak.
hurumiyye / hurûmiyye
Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer bir adı. Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için, Hurûmiyye adını almışlardır.
hüsameddin
Dinin keskin kılıcı.
hüseyin-i cisri / hüseyin-i cisrî
(Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, ki
hüsn-ü ifade
Güzel anlatım, maksadını güzelce dile getirme.
hutbe
Dinî konuşma.
huzur-u etemm
Kulun kendini her yönüyle Allah'ın huzurunda hissetmesi.
huzur-u tevhid
Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğuna kesin olarak inandıktan sonra kendini herzaman Allah'ın huzurunda hissetme.
i'cab
Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
i'dam-ı nefs
İntihar. Kendi kendini öldürmek.
i'kar
Kadının dölyatağını sakatlama.
i'la-yı kelimetullah / i'lâ-yı kelimetullah
Allah'ın adını yüce tutmak.
i'la-yıkelimetullah / i'lâ-yıkelimetullah
Allahü teâlânın ismini yüceltmek, İslâm dînini yaymak.
i'tikad
İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak.
i'tizaz
Kendini aziz, izzetli saymak.
iane-i askeriye
Tanzimattan sonra cizye yerine Hristiyan tebeadan alınan vergi. Bu vergi sonradan "bedel-i askerî" adını almış ve 1908 Temmuz inkılâbına kadar devam etmiştir.
ibaha mezhebi / ibâha mezhebi
Dinî kuralları, ahlâk ve namus prensiplerini, şahsî mülkiyet kavramını tanımayan sözde özgürlükçü batıl bir akım.
iç kale
Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme
(Türkçe)
icar
Kadının başına bağladığı nesne.
icbar-ı nefs / icbâr-ı nefs
Kendini zorlama, nefsini icbar etme.
İnsanın kendini bir işe zorlaması.
icma'
Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak.
Hazırlamak.
Azm ve kasdeylemek.
Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi.
Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
icma-ı ümmet / icmâ-ı ümmet
Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müçtehit olanların, şeriatın bir meselesi hakkında verilen hükümde birleşmeleri, dinî bir konuda söz birliği etmeleri.
ictihad / ictihâd / اجتهاد
Çalışma, çabalama.
(Arapça)
Görüş.
(Arapça)
Dinî kaynaklar ışığında görüş bildirme.
(Arapça)
ictihah
Kadının veya dişi hayvanların hâmile olması.
idare-i ruhiye ve diniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine / idâre-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine
Kendi ruhu, dini, şahsı, ailesi ve köyü ile ilgili idare ve onları yönetme.
idare-i şahsiye ve beytiye ve diniye
Kendi şahsı, ailesi ve dini ile ilgili idare ve bunları yönetme.
iddet
Bekleme müddeti.
Sayılmış. Madud.
Cemaat.
Hıfz.
Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
Kocası ölen kadının bekleme süresi.
iddet-i haml
Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.
idrak-i basit / idrâk-i basît
Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.
ifade-i cebriyye
Zoraki ifade.
Mat: Cebir işaretleri ile maksadını anlatma.
ifade-i meram
Dilek ve maksadını anlatmak.
ifadetü'l-meram
Dilek ve maksadını anlatma, maksadı ifade etme.
ifratkar / ifratkâr
Pek ileri giden. Haddini aşan.
(Farsça)
ifta / iftâ
Fetvâ vermek, dînî bir mes'elenin hükmünü sözlü veya yazılı olarak bildirmek.
iftihar
Övünmek. Kendini beğenircesine kendinden ve yaptıklarından bahsetmek.
Başkasının iyi bir hali ile sevinmek.
igyal
Hâmile kadının sütünü vermesi.
ıhdar
Kendini gözlemek.
Bir yerde durmak, ikâmet.
ihtifaz
Darılma, küsme.
Bir şeyi nefsine hasretme.
Kendini sakınma, muhafaza etme.
ihtiras
(Hiraset. den) Kaçınmak, kendini korumak, muhafaza etmek.
Kesmek.
ihtirasi / ihtirasî
Korunma, muhafaza olunma, kendini gözetme.
ıhtiva'
Kendini aç bırakmak.
ihtiyar elden gitmek
Mc: Kendini zaptedememek, hiddet ve gazaba gelmek, irâdeyi kaybetmek.
ihvan-üs-safa / ihvân-üs-safâ
On birinci asrın ikinci yarısında Basra'da ortaya çıkan; "İslâmiyete birçok vehimler karışmış, onu bu vehimlerden temizlemek ancak felsefe ile mümkündür. İslâm dînini felsefe vâsıtasıyla saf hâle getirmelidir" diyen sapık ve gizli bir cemiyet, ekol.
ihya-yı din / ihyâ-yı din / ihyâ-yı dîn / اِحْيَايِ دِينْ
Dinin diriltilmesi.
Dini canlandırma, kuvetlendirme.
ila-yı kelimetullah / ilâ-yı kelimetullah
Allah'ın adını yüceltmek; İslâmı ve Kur'ân'ı yayma.
ilahi / ilahî / ilâhî / الهى
Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik.
Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir).
Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
Tanrısal.
(Arapça)
İlahî, dinî şarkı.
(Arapça)
ilm-i fıkıh
Dînimizin emir ve yasaklarını bildiren ilim.
ilm-i hal / ilm-i hâl
İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri.
ilm-i usuliddin / ilm-i usûliddin
Dinin temel meselelerini ve gayelerini araştıran metod ilmi; metodoloji.
ilmihal / ilmihâl
"Hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim.
imad-üd din
Dinin direği.
imame / imâme
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
iman
İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek.
iman-ı istidlali / îmân-ı istidlâlî
İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak.
imsak / imsâk
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
Oruca başlama zamanı.
Hapsetmek.
Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
Oruca başlama zamanı.
Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
inad / inâd
Direnmek, muhâlefette (karşı çıkmakta) ısrar etmek. Kendini büyük görüp, hakkı, doğruyu kabul etmeme.
incaz-i va'd
Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.
inhilak
Kendini tehlikeye atma.
inkılab-ı azim-i dini / inkılâb-ı azîm-i dinî
Dinî sahada meydana gelen büyük çaplı köklü değişim.
inni / innî
Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.
inşaallah / inşâallah
Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.
intıbaat
(Tekili: İntiba') Edinilen intibalar.
intihar / intihâr / انتحار
Kendini öldürme.
Kendini öldürme, canına kıyma.
(Arapça)
İntihâr etmek:
Kendini öldürmek, canına kıymak.
(Arapça)
irtida'
Dinin yasak ettiği şeyleri yapmama, geri durma.
irtidad / irtidâd
Dinden dönme, İslâm dinini terk ederek başka bir dini seçme.
Dinden çıkma. Müslüman iken, İslâm dînini terk etme.
irtidad-ı mutlak
Tam dinsizlik, dinin bütün değerlerini red ve terk etme.
irtidadkar / irtidâdkâr
Dininden dönen.
isa
Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.
ısdak
Verilecek parayı kadının nikâhında tesbit edip kararlaştırma.
isevi / isevî
Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan.
İsa aleyhisselâmın dininden olan kimse.
isevilik / isevîlik
Hz. İsâ'nın dini, Hıristiyanlık.
İsa aleyhisselâmın dini.
işgüzar
Becerikli, çalışkan.
(Farsça)
Kendini göstermek için gerekmezken işe karışan.
(Farsça)
ıskat-ı cenin
Kadının çocuk düşürmesi.
islam alimi / islâm âlimi
Dînî ilimleri bütün incelikleri ile zamânın fen bilgilerini de lüzûmu kadar bilen âlim.
islami / islamî / islâmî
İslâm dinine mensub, İslâm ile alâkalı.
İslâm dininden kaynaklanan.
islamiyet milliyeti / islâmiyet milliyeti
İslâm dini, şeriatı ve inancı.
işmoil aleyhisselam / işmoil aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslinden olup, Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etmiştir.
isti'kaf
Bir yere kapanma. Bir yerde kendini hapsetme.
istiare
Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl
istib'al
Kadını nikâh ile alma.
istibda
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
istifsad
(Fesâd. dan) Bir şeyin bozulmasını arzulama, fesâdını isteme.
istifta
Bir meselede dinin hükmünü sorma.
istika'
(Saky. den) Su isteme. İçmek için su alma.
Kendini zorlıyarak ve sun'i olarak kusma.
istikamet yolu
Hak ve hakikate ulaştıran yol; İslâm dini.
istikbar
(Kibr. den) Önemseme, ehemmiyet verme.
Kibir, gurur, enaniyet. Kendini büyük görme, mağrurluk.
istiktal
Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. Tehlikeli işlere yiğitçe atılma.
istimsak
(İmsak. dan) Nefsine hâkim olma, kendini tutma.
istinca
Birisinden maksadını istihsal etmek.
İlm-i Hâlde: Pislikten temizlenmek. Abdest bozduktan sonra veya abdest almadan evvel; kan, sidik, meni' gibi şeylerin çıktıkları yeri temizlemek.
istinkah / istinkâh
(Nikâh. dan) Bir kadını nikâhla alma, nikâhlamak isteme.
istitbab
(Tıbb. dan) Doktora başvurma, kendini hekime gösterme.
İlâç arama.
Çare isteme, derdine devâ arama.
ıtfal
Kadının oğlanını getirmesi.
ithaf
Yazılan kitapta birinin adını anma.
ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm
İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl
ittika
Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek.
izn-i şer'i / izn-i şer'î
Dinî izin.
izz-üd-din
Dilimizde "İzzettin" şeklinde isim olarak kullanılan bu kelime; "Dinin kıymeti, ulviyet ve kudreti" anlamına gelir.
izzet-i diniye
Dinî izzet, yücelik.
kadı / قاضى
Dinî yargıç.
(Arapça)
kadime
Ordunun ileri karakolu.
Kuşun kanadının ön tarafındaki uzun tüyleri.
kafir / kâfir
İslâmiyette inanılması lâzım olan şeylerin hepsine veya birine inanmayan, dînin emirlerini beğenmeyen, hafife alan, alay eden.
kafir-i mutlak / kâfir-i mutlak
Hiçbir dinî değere inanmayan inkârcı.
kahm
(Kuhum) : Düşünmeden kendini bir iş içine atmak.
kalb-i salih
Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden insanın kalbi.
kalib aleyhisselam / kâlib aleyhisselâm
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını ins anlara tebliğ etti (bildirdi).
kamet-i namiye-i istidad-ı insani / kamet-i nâmiye-i istidad-ı insanî
İnsan istidadının büyüyüp gelişen kameti, endamı, boyu.
kandil geceleri
İslâm dîninin kıymet verdiği mübârek geceler.
karlayl
(Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.
karun
(A, uzun okunur) Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musa'nın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden
kaside-i emali / kasîde-i emâlî
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını anlatan ve altmış yedi beytten meydana gelen meşhûr kasîde. Kasîdenin asıl adı Bed-ül-Emâlî olup, yazarı Ali Ûşî'dir.
kassam
Hayrı çok olan kimse.
Yorulmuş, kendini bırakmış, mahzun kişi.
Büyük hurma salkımı.
Büyük et parçası.
katl-i nefs
İntihar. Kendi kendini öldürme.
kavanin-i şeriat / kavânîn-i şeriat
Şeriat kanunları; İslâm dininin her alanda koyduğu prensipleri.
kayın
Kadının veya kocanın erkek kardeşi.
kebair
(Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün
kefen-i farz
Erkek veya kadının vefât ettiğinde sarılarak örtüldüğü bezlerden bir parçası. Buna kefen-i zarûret (lâzım olan kefen) de denir.
keffaret / keffâret
Dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza.
kelimetullah
Allahü teâlânın ism-i şerifi. Allahü teâlânın dîni.
Îsâ aleyhisselâmın lakabı.
kemal-i gurur / kemâl-i gurur
Tam bir gurur, kendini beğenmişlikle aldanma.
kemal-i zühd / kemâl-i zühd
Allah korkusuyla tam olarak günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme.
kers
Kadının hayız görmesi.
Cebretmek, zorlamak.
ketm-i nüfus
Kendini göstermeme. Saklama.
kezaz
(Kezazet) Hadden tecavüz etmek, haddini aşmak.
Tıb: Nefes alamıyacak derecede mide dolgunluğu.
kibr
Kendini başkasından üstün görme.
kıdn
Havan.
Kadının mahfe içinde kendisi için koyup sakladığı giyim eşyası.
kinayeten
Hem gerçek, hem de mecâzi mânâya gelebilecek bir sözü mecaz yönüyle kullanmak suretiyle, maksadını kapalı bir şekilde, dolaylı anlatarak.
kitab / kitâb
Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm.
Amel defteri.
kıtmir / kıtmîr
Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı.
kıvam-ı din
Dinin direği.
kıyas-ı binnefs
Nefsini misal alarak, nefsine kıyaslayarak. Bir şeyin bizzat kendini kıyas ederek yapılan kıyas.
kıymet-i diniye
Dinî değer.
kokona
Yaşlı rum kadını.
kötü arkadaş
İnsanın dînini, îmânını, edebini, hayâsını ahlâkını bozan, dünyâ ve âhiret seâdetini kaybettiren arkadaş.
kötü huy
Dînin ve aklın beğenmediği huy.
kudsi rejim / kudsî rejim
Dinî yönetim; İslâmın ve Kur'ân'ın mukaddes hükümlerinin uygulandığı yönetim.
küfr
Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür.
Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık.
Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak.
Örtmek; hakkı örtmek, kapamak, Hakk'ı inkâr etmek. Dinde bilinmesi ve inanılması zarûrî olan şeyleri ve ahkâm-ı şer'iyyeden (dînî hükümlerden) tevâtüren (kesin olarak) bildirilenleri inkâr etmek ve dinden olduğu herkesçe bilinen bir şeyi kabûl etmemek.
küfr-ü mutlak
Tam bir küfür ve inkâr, hiçbir dinî değere inanmamak.
kuftehar
Köfte yiyen.
(Farsça)
Geveze, çenesi düşük.
(Farsça)
Şarlatan. Kendini beğenmiş.
(Farsça)
Çapkın.
(Farsça)
küla
Kuş kanadının sonunda olan dört telek.
kumar
Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.
kunut
Yatsı veya sabah namazlarında ayakta okunan duâ. İbadet. Duâ. Taat. Şükür eylemek.
Namazda dünya kelâmından imsak eylemek, yani kendini tutup konuşmamak.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kutb
(Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.)
Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri.
Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın
kutb-ud din
Dinin kutbu.
kütüb-i sitte
Altı kitab. Kur'ân-ı kerîmden sonra, İslâm dîninin ikinci kaynağı olan hadîs-i şerîfleri ihtivâ eden ve doğruluğu İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilen altı hadîs kitâbının hepsine birden verilen ad. Bunlar; İmâm-ı Buhârî'nin Sahîh-i Buhârî'si, İmâ m-ı Müslim'in Câmi'us-Sahîh'i, İmâm-ı Mâlik'in Mu
kuva-i diniye / kuvâ-i diniye
Dinî kuvvetler.
kuvve-i amile / kuvve-i âmile
İş yapan kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet.
la / lâ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve
ladini / lâdinî
Dinî olmayan, dinle bağlantısı bulunmayan.
lafzen
Geveze, çok konuşan.
(Farsça)
Övünen, kendini medheden.
(Farsça)
laik / lâik
Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm
(Fransızca)
Dini olmayan, din dışı.
lataknetu / lâtaknetu
Ayet-i Kerimeden bir kısım olup: Ümidinizi kesmeyiniz (meâlindedir.)
lazıme-i diyanet / lâzıme-i diyanet
Dinin gerektirdiği.
lebbe
Göğsün gerdanlık takılan yeri.
Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri.
Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
lebbeyk
Buyurunuz, emrediniz.
leff-ü neşr
Sarıp bağlama ve çözüp yayma. Birkaç isim yazdıktan sonra onların her birine ait özellik veya görevleri ayrıca sıralama. Bu sıralama isimlerin sırasına uygun sırada olursa "mürettep" adını alır. Olmazsa "müşevveş" adını alır.
lehviyat-ı gayr-ı meşrua / lehviyât-ı gayr-ı meşrua
Dinin izin vermediği istekler ve eğlenceler.
leşker-i gaza / leşker-i gazâ
Gazâ ordusu, savaşan askerler. Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak, din, nâmus ve vatanlarını korumak için düşmanla savaşan müslümanlar.
levvame / levvâme