REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te dibi ifadesini içeren 80 kelime bulundu...

acb

  • Kuyruk sokumu. "Us'us" denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk sokumundaki en küçük kemik.

acm

  • (Çoğulu: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve.
  • Kuyruk dibi.
  • Isırmak.

acüz

  • (Çoğulu: Acâz) her nesnenin dibi, kökü ve sonu.
  • Yay kabzası.

akret

  • Deve sürüsü. (50 ile 100 arası)
  • Dil dibi.

amik

  • Dibi çok aşağıda, derin.
  • Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele.

bain / bâin

  • Dibi geniş olan bostan kuyusu. Geniş dipli kuyu.
  • Dibi geniş kuyu, bostan kuyusu.

beyhuşt

  • Kökünden çıkarılmış, dibinden koparılmış olan şey. (Farsça)

bün-i hisar / bün-i hisâr

  • Hisarın dibi.

çah-ı bün / çâh-ı bün

  • Kuyu dibi.

cahız / câhız

  • Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi.
  • Patlak gözlü adam.

cizirman

  • Hurma yaprağının aslı; yâni dibi ki, yaprağı dökülünce ağaçta kalır.

cürf

  • Dere kenarında selin dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.
  • Estiyan adı verilen bir ot.

dalgıç

  • Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam. (Türkçe)

davita

  • Havuzun dibinde olan balçık.
  • Çöküklük.
  • Suyu çok olduğundan elde durmayan sıvı hamur.

derk

  • En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı inen basamak.
  • Anlamak.

derketmek

  • Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak.

enşat

  • Kovası, bir defa çekmekte çıkan, dibi yakın kuyu.

fazc

  • Yarmak.
  • Saç dibinin terlemesi.

felfak

  • Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.

gamce

  • Kabın dibinde kalan su.

garin / garîn

  • Havuz dibinde olan balçıklı su.
  • Her nesnenin kap dibinde kalan çöküğü, tortusu.

gavr

  • Bir şeyin dibi. Çukur.
  • Batmak.
  • Derinlik, nihayet. Kök, esas, temel.
  • Tefekkür, teemmül.
  • Dolanmak.
  • Hakikat.
  • Çukurun dibi.

gavr-ı in'idam

  • Yokluk çukurunun dibi.

gev-çah

  • Dibi görünebilen pek derin olmayan alçak kuyu. (Farsça)

gırbil

  • Havuzun dibinde kalan balçıklı su.
  • Bardak ve şişenin dibinde olan tortu.

gucme

  • Kabın dibinde kalan su.

hacıyatmaz

  • Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak.
  • Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.

hals

  • Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak.
  • Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen.

hariri / harîrî

  • Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

hılas

  • Her nesnenin dibine çöken ağırlığı.

hımdıd

  • Havuz dibinde olan döşeme.

hisa

  • (Çoğulu: Ahsâ) Kumlu yerde olan dibi yakın kuyu.

hızc

  • (Çoğulu: Ehzâc) Devenin içtiği havuzun dibinde kalan su.
  • Ateş yakmak.

hulb

  • Kuyu dibinde olan balçık.
  • Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
  • Lif.

izar

  • Suyun dibi. (Farsça)

ka'r

  • Derinlik. Dip. Her şeyin dibi. Nihâyet.
  • Yemeği dipten yemek.
  • Çalmak. koparmak.

ka'r-ı na-yab / ka'r-ı nâ-yâb

  • Dibi bulunmayacak derecede derin olan.

kadih / kadîh

  • Tencere dibinde arta kalan.

kahde

  • (Çoğulu: Kıhâd) Devenin hörgücü dibi.

kal'a

  • Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
  • Çobanın çantası.
  • Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.

kalet

  • (Çoğulu: Kılât) Helâk olmak.
  • Dağlarda, içinde su biriken çukur.
  • Göz çukuru.
  • Baş parmağın dibinde olan çukur.

kamkam

  • (Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
  • İyi, keskin kılıç.
  • Büyük deniz.
  • Çok adet.
  • Saç dibine düşen yavşak.
  • Küçük kene.

katan

  • Kuşların kuyruğu dibi.
  • Dağ ismi.

kaze / kâze

  • Uyluk dibi.

kernafe

  • (Çoğulu: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.

kirdide

  • (Çoğulu: Kerâdid) Bir miktar toplanmış hurma.
  • Sepet dibinde geri kalan hurma.

küdade

  • Çömlek dibinde kalan yemek.

kürabe

  • Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

matita / matîta

  • (Çoğulu: Metâyıt) Havuz dibinde kalan balçıklı bulanık su.

merkel

  • (Çoğulu: Merâkil) Yol.
  • Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer.

müeddib

  • (Çoğulu: Müeddibîn) (Edeb. den) Terbiye eden. Edeblendiren. Terbiye, bilgi ve görgü veren.

mükle

  • (Çoğulu: Mükül) Kuyu dibinde az az birikip toplanan su.

müteşerriz

  • Dibi sağlamlaştırılmış kitap.

müz'a

  • Bir miktar et parçası.
  • Bardağın dibinde kalan su artığı.

na-ka'ryab

  • Dibi bulunmayan, dipsiz. (Farsça)

nacir

  • Ağaçlarda yaprak saplarının dibindeki filiz.

pa-yab

  • Kuvvet, kudret, tâkat. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Havuzun dibi. (Farsça)
  • Kuyu basamağı. (Farsça)
  • Son, nihayet. (Farsça)

raufe

  • Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş.
  • Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.

refez

  • Bölük bölük olan cemaat. (Çoğulu: Erfaz) Kap dibinde kalmış azıcık su.

rüsub

  • Kab içinde kalan su.
  • Suyun dibine batmak.
  • Tortu, dibe çöken, çöküntü.

sa'dane

  • (Çoğulu: Sâdân) Develerin yediği dikenli ot.
  • Devenin göğsü.
  • Tırnak dibinin siniri.
  • Terâzi kefesinin iplerinin altındaki düğme.
  • Kadın memesinin etrafı.

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

semale

  • (Çoğulu: Simâl) Kap veya havuz dibinde olan artık.
  • Tereyağı.
  • Araptan bir kabile.

semele

  • Kap dibinde kalan artık.
  • Kap dibinde kalan azıcık su.

senkendaz

  • Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.

şerebe

  • (Çoğulu: Şireb-Şerebât) Ağaç dibine su toplanması için yapılan havuz.

silak

  • Diş dibinde olan kabarcıklar.
  • Belâgatla okuyan hatip.

sırar

  • Devenin sütü çok olsun ve yavrusu emmesin diye emziğinin dibine bağladıkları ip.

şüfafe

  • Kap dibinde kalan su.

sükk

  • Meşhur bir Arap tabibin adı.
  • Ağzı ve dibi dar olan kuyu.

sulsule

  • Havuz veya kap dibinde kalan su artığı.

talh

  • Necis bulaşmak, pislik bulaşmak.
  • Havuz dibinde kalan tortu.
  • Kene böceği.

tamele

  • Havuzun dibinde kalan balçık ve tortu.

taslim

  • Kulağı dibinden kesmek.

tasre

  • (Süt) koyu olmak.
  • Su dibinde olan balçık.
  • Balçıklı su.
  • Dirlik, iyi olmak.

tazyik

  • Daraltmak, sıkıştırmak.
  • İcbar etmek.
  • Sıkıntı ve ızdırab vermek.
  • Zorlama, baskı.
  • Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga

teh-i çah / teh-i çâh

  • Kuyunun dibi.

tulme

  • (Çoğulu: Tulum) Ekmek.
  • Havuz dibinde kalan su.

ukve

  • Kuyruk dibi.

umk

  • Derinlik. Dibi derin.
  • Kuyu veya denizin derinliği.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın