Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
derle
ifadesini içeren
201
kelime bulundu...
aba / âbâ
(Tekili: Eb) Babalar, pederler.
Mc : Mürşidler, ileri gelenler.
ahma
(Tekili: Hamâ) Kayın biraderler.
ahzan
(Tekili: Hüzn) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar.
alam / âlâm
(Tekili: Elem) Elemler. Kederler. Üzüntüler.
Elemler, kederler, acılar.
alam u askam / âlâm u askam
Kederler ve hastalıklar.
antranik
Ermeni örgütünün liderlerinden biri.
arten
Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.
ashar
(Tekili: Sıhr) Evlenme neticesinde akraba olan erkekler. (Kayınbiraderler, kayınpederler, güveyler.)
asib
Dağ, cebel.
Kuyruğun bittiği yere "asib-ü zeneb" derler.
askalan / askalân
Şam diyârında bir şehrin adı. ("Arûs-üş Şam" da derler.)
aşure / âşure
Bir çok meyve ve hububat karıştırılarak pişirilen tatlı; derleme, karışık.
atire
Receb ayında keferenin putları için boğazladıkları koyun ki, o puta "itrâ" derler.
bakla'
Bakla.
şahtere dedikleri ota " baklat-ül melik" derler.
Semizotu denilen bitki.
barnabas incili / barnabas incîli
Hazret-i Îsâ'nın havârîlerinden biri olan Barnabas'ın, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini doğru şekilde yazıp derlediği İncil.
belabil
(Tekili: Belbâl - Belbele) Vesveseler. Kederler. Tasalar.
(Bülbül) Bülbüller. Andelibler.
beliyyat
(Tekili: Beliyye) Felâketler.
Gamlar. Kederler.
benat-üs sadr / benât-üs sadr
Endişe.
Hayal.
Kederler.
benc
Türkçede "benek" adı verilen bir ot cinsidir ve tohumuna "bezr-ül benec" derler.
berahime / berâhime
Berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri.
besniyye
Alçak ve yumuşak yerde biten buğday.
Şam diyarında belli bir yerde yetişen buğdaya da derler.
bevh
Musibete, belâya uğrama; felâket gelmesi. Kederlenme.
Gizli şeyin, sırrın açığa çıkması.
birzevn
(Çoğulu: Berâzin) Semer vurdukları at. (Farisîde "esb-i palanî" derler)
büh
Baykuşa benzer bir kuştur, ondan küçüktür. Dişisine büvâhâ derler; ahmak, akılsız kimseyi ona benzetirler.
Puhu.
buhnuk
Kadınların başlarına örtüp iki uçlarını çenesi altına bağladıkları bez. (Türkçe "destâr" derler)
bülsün
Mercimek mesabesinde hububattan bir habbe. (Bâzı yerde mercimek de derler.)
bürzea
(Çoğulu: Berâzi) Yuna dedikleri keçe ki, eyer altına koyarlar, teğelti de derler.
busat
(Tekili: Bisat) Bisatlar, döşekler, kilimler, minderler, keçe yaygıları.
bütçe
Devletin veya diğer kuruluşların yıllık gelir ve giderlerini (sarfiyat ve varidatlarını) gösteren ve bunlarla ilgili harcamaları tayin eden hesap işleri.
(Fransızca)
butm
Çitlenbik ağacı. (Yemişine "habbet-ül hadar" derler.)
cami / câmi
Toplayan, derleyen.
İçerisinde namaz kılınan ve mescidden büyük olan ibadethane.
ceher
Gündüzleyin bir şeyi görememek. (O kimseye "echer" derler)
cem' / جمع
Toplama.
(Arapça)
Çoğul.
(Arapça)
Cem' edilmek:
Toplanılmak.
(Arapça)
Cem' etmek:
Toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
(Arapça)
cesis
Hurma ağacının yeni çıkan budağı. (Fesîl-ün-nahl derler).
cevzak
Kederlenme, elemlenme.
(Farsça)
cezur
(Çoğulu: Cüzür) Boğazlanacak deve. Hem erkeğe hem dişiye denir. (Boğazlanacak yere meczer derler. Boğazlayan kimseye cezzar derler.)
cill
Ekin biçildikten sonra yerde kalan sap ki, "anız" derler.
çin
"Derleyen, toplayan" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
cinare
Esterâbâd ile Cürcân arasına derler.
ciri / cirî
Yılan balığı. (Fâriside mermahi derler.)
cübcübiyye
İşkembe yemeği. (Onu pişirip satana işkembeci mânâsına "cübcübî" derler.)
cüdcüd
(Çoğulu: Cedâcid) Orak kuşu derler bir büyük böcek ki yaz aylarında öter.
da'kese
Mecusiler oyunundan bir oyun. ("destibend" de derler.)
dacir
Gamkin ve gönlü dar kimse.
Bağırgan dişi deve.
Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.
daiyy
Şu kimseye derler ki, bir kişi ona "oğlumdur" demiş olsun.
daliye
(Çoğulu: Devâli) Hayvanla döndürülüp su çekilen dolap. (Suyun döndürdüğü dolaba "nâurâ" derler.)
dereman
Kişinin adımlarının birbirine yakın olması. (O kimseye "dârim" derler).
deylem
Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer.
Belâ.
Zahmet.
Düşman.
Türaç kuşunun erkeği.
Cemaat.
Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler.
dirkite
Acem diyarında bir oyun adıdır. (Bir yere gelip raks ederler.)
duhan
Duman. Tütün.
Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur. Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler.
Kıtlık ve kuraklık.
duhas
Denizlerde çok olan büyük bir canavar. (Arkasıyla, boğulan kimselere yardım edip kurtarır, "dülfin" de derler.)
ebcel
Cüssesi büyük olan iri yapılı adam.
Atta ve devede bulunan bir damar. (İnsanda o damara, "ırk-ı ekhal" derler.)
ebu kalemun
Bir nevi kumaş ki, göze türlü türlü görünür. Bâzıları "gülistân-ı kemhâ" derler.
edeme
Derinin iç yüzü. (Dış yüzüne "beşere" derler.)
eimme / ائمه
İmamlar, önderler.
(Arapça)
ekdar / ekdâr / اكدار
(Tekili: Keder) Kederler, acılar, üzüntüler.
Kederler, üzüntüler.
Kederler, üzüntüler.
(Arapça)
ekdar ü alam / ekdâr ü âlâm
Kederler, acılar.
elli dört farz
İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.
em'at
Gövdesinde kılı olmayan kimse.
Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.
emgaz
Kırmızı, kızıl nesne, ahmer.
Aşkar at.
Koyunu sağdıklarında süt ile birlikte kan çıksa "emgazeti'ş şât" derler.
emin / emîn
Kendisine güvenilen.
Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve; "Muhammed-ül-emîn" derlerdi.
Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullan
emyus
Anason dedikleri ot.
Kendisinden tuz meydana getirilen taş ki, Türkçe ona "tuz taşı" derler.
enisun
Türkçede hafifleterek "anason" derler.
erkan / erkân / اركان
Direkler.
(Arapça)
Temeller, esaslar.
(Arapça)
İleri gelenler, üst düzeyde bulunanlar.
(Arapça)
Önderler.
(Arapça)
eşcan
(Tekili: Şecen) Şecenler, elemler, gamlar, kederler, tasalar, sıkıntılar, ıztırablar.
eşhuru'l-hac
Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi.
esuf / esûf
Fazlaca eseflenen, pek üzülen, çok kederlenen, çok fazla acıyan, yufka yürekli.
etrah
(Tekili: Terah) Tasalar, kederler, elemler, gamlar, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
evliya / evliyâ / اوليا
Velîler.
(Arapça)
Önderler.
(Arapça)
Yetkililer.
(Arapça)
fecaat
(Fecâet) Merak edilecek hâl, kederlenecek kötü durum. Felâket.
fera'
Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)
firkateyn
Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
gamm-har
Kederlenen, hüzünlenen, tasalanan.
(Farsça)
gatarif
(Tekili: Gıtrîf) Başkanlar, başlar, reisler, önderler.
Soylu ve asaletli kimseler, itibarlı ve seçkin kişiler.
gavail
(Tekili: Gaile) Musibetler, belâlar.
Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler.
Felâketler, âfetler.
gılman-ı hassa
Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v
güldeste-i marifet
Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.
gumum / gumûm / غموم
(Tekili: Gamm) Tasalar, kederler, dertler, kaygılar, hüzünler.
Gamlar, kederler.
(Arapça)
gusas
(Tekili: Gussa) Kederler, hüzünler, kaygılar, tasalar.
hacebe
(Tekili: Hâcib) Perdeciler, kapıcılar.
İnsanın oturak yeri olan uzvu, kalça. (İkisine "hacebetan" derler)
hafeş
Gözün küçük olması ve görme kuvvetinin zayıf olması. (Öyle kişiye "ahfeş" derler.)
hafl
Kederlenme, hüzünlenme, tasalanma.
Toplantı, toplanma.
halife
(Çoğulu: Halefâ) Su içinde biten bir ot. (Türkçede "kandıra" derler.)
hamza
İstemek. Arzu etmek.
Ekşi olan her ota derler.
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
harf-i atıf
Gr: İki kelime veya cümleyi birbirine bağlayan harf. Vav ve fe gibi. Bunlar bir kelimeyi veya cümleyi diğer bir kelime veya cümle üzerine atıf ve rabtederler. Bu harflerden evvelkine: ma'tufun aleyh, sonrakine ise, ma'tuf denir.
hasbe
Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
haşefe
Hiss.
Harekete ve yürüyüş sesine derler.
hazire / hazîre
Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca "aside" derler.)
hemahim
(Tekili: Hemheme) Üzüntüler, kederler, dertler, tasalar.
hırbak
Sahabeden bir kimsenin adı ki, ona "Zülyedeyn" de derlerdi.
Def'etmek, kovmak.
Yellenmek.
hubab
Muhabbet.
Mahbub, sevgili olan.
Su üzerinde olan kabarcık ki, habab-ül mâ' derler.
hüma kuşu / hümâ kuşu
Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)
hümum
Tasalar, kaygılar, kederler, gamlar, gussalar.
hutm
Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.
huvar
(Çoğulu: Ahvire-Hırân-Hurân) Anasından ayrılmayan deve yavrusu. (Anasından ayrılsa "fasil" derler.)
ibnullah
Allah'ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya İbnullah derler.
icmal-i şehri / icmal-i şehrî
Aylık gelir ve giderleri, yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltılmış olarak gösteren cetveller.
icmal-i senevi / icmal-i senevî
Senelik gelir ve giderleri yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltmış olarak gösteren cetveller.
igmam
Kederlendirmek. Gamlandırmak. Hüzünlendirmek.
Gökyüzünün bulutlu olması.
ihmam
Kederlendirmek. Mahzun etmek.
İhtiyarlatmak.
ikrab
Kederlendirme, hüzün verme.
işca'
Yenme, ezme.
Kederlendirme, hüzün verme, üzme.
işcaz
Kederlendirme, üzme, hüzün ve gam verme.
itbal
Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme.
kaderi / kaderî
Kaderle belirlenmiş.
kahr
Mahvetme, helâk etme.
Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
Zorlama, zorla bir iş gördürme.
Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme.
Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
kedad
Araplar arasında mâruf bir erkek eşeğin adı. (Ona nisbet edip "benat-ul kedad" derler.)
keham
Yaşlı, ihtiyar. (Kesmez kılıca "seyf-i kihâm"; peltek lisana "lisan-ı kihâm"; ağır yürüyüşlü ata "feres-i kihâm" derler.)
kelh
Söğüt ağacına benzer, uzunca, dik bir ot. (İçi kamış gibi boş ve gâyet hafif olur; ondan hasıl olan zamka "eşk" derler, kokusu cündübâdester kokusu gibi olur, tadı acıdır.)
kırla
Bir kuş cinsidir ve sulardan balık avlar; derler ki su içine girdiğinde bir gözüyle üstünü gözler, bir gözüyle su içinde avını gözler. Gayet korkak bir kuştur.
küdur / küdûr / كدور
(Tekili: Keder) Kederler, hüzünler, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
Kederler.
(Arapça)
kumri / kumrî
(Çoğulu: Kamâri) Kumru. Dişisine "kumriye", erkeğine "sakhar" derler.
kureyş rüesası
Kureyş reisleri, liderleri, önde gelenleri.
kürub
(Tekili: Kerb) Kederler, tasalar, kaygılar, gamlar.
kutme
Bozluk ve kızıllık olan renk. (O renkte olana "aktem" derler.) (Müe: Katmâ)
lut
Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve
masarif / masârif
Masraflar, giderler.
masarifat / masârifât
(Tekili: Masârif) Masraflar, giderler. Harcanan paralar.
Giderler.
mazaz
Musibet, felâket ve belâ acısı.
Acıma, üzülme, kederlenme.
mechure
Harf, hareke ile okunduğu vakit, nefesin hapsolunup sesin âşikâr olmasında okunan harfler. Bu harfler nefesi kendileri ile cereyandan men'ederler.
mecmuatü'l-ahzab
Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevi'nin derlediği üç ciltlik dua kitabı.
mehbel
Rahim sonu. (Veled yatağı derler)
Veled yolu.
mekdur
Kederlenmiş, kederli.
mekrub
Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan.
mektubat-ı kaderiye
Kaderle ilgili mektuplar.
menbic
Mevzi ismi. (Oraya nisbetle "menbicâni" derler.)
mesfiyy
Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.)
meslek ve meşrep erbabı / meslek ve meşrep erbâbı
İslâma hizmet yolunda kendilerine göre bir metod ve yöntem takip eden ehil kişiler ve önderler.
midra
Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.)
mihail
Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid
mincere
Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya "necire" derler.)
mirrih
Uzun ok. ("Pertev oku" derler)
Yeleği olmayan ok.
Bir yıldız adı.
mu'tezile
Aklı ön plâna alan ve "kul kendi fiillerinin yaratıcısıdır" diyerek, ehl-i sünnetten ayrılan fırka. Bunlara kaderiyeciler de denir, önderleri Vâsıl b. Ata'dır.
mübalağalı ism-i fail / mübalağalı ism-i fâil
Gr: ( : fa'âl) ve ( : faul) gibi bazı kalıplara giren kelimelere denir. Bu vezinden gelen kelimeler "mübalağa" ifade ederler. "En, pek, çok" mânasına gelirler.
müctehid
İctihad eden. İhtiyaç hâsıl olduğunda âyet ve hadislerden hüküm çıkarmış büyük İslâm allâmeleri ve önderleri. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şâfiî... gibi
müdevven
Derlenip düzenlenmiş.
muhzin
(Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici.
mukaddim
(Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan.
Cür'etli çeri kimse.
Gözün pınarı, ("mukdim-ül ayn" da derler.)
muktataf
(Çoğulu: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş.
Derleme, toplama. Derlenmiş.
muktatafat
(Tekili: Muktataf) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler.
muktatıf
(İktitaf. dan) Derleyen, toplayan.
musannif
Derleyip düzenleyen.
müşt
(Çoğulu: Emşât) Taramak.
Ayak üstündeki ufak kemikler. (Ayak tarağı derler.)
müteellimane / müteellimâne
Elem duyarak, kederlenerek.
Elem duyarak, kederlenerek.
(Farsça)
müteessif
Sevmemiş, hoşlanmamış. Elem ve keder etmiş.
Eseflenen, teessüf eden, kederlenen.
müteessifane / müteessifâne
Eseflenerek, kederlenerek.
(Farsça)
mütekeddir
(Çoğulu: Mütekeddirîn) (Keder. den) Kederli, hüzünlü. Kederlenen, tekeddür eden.
Bulanık.
mütekeddirin / mütekeddirîn
(Tekili: Mütekeddir) Kederlenenler, kederli ve hüzünlü olan kimseler.
Bulanık şeyler.
muvatta / muvattâ
İmâm-ı Mâlik bin Enes hazretlerinin, derlediği (topladığı) hadîs kitâbı.
muvazene-i maliye / muvazene-i mâliye
Devletin gelirleriyle giderlerinin bir olması.
necm
(Necim) Yıldız, ahter, kevkeb. Ülker yıldızına da denir. Ülker, onbir yıldızdır. Altısı görünür, gözü kuvvetli olan yedinciyi de görebilir.
Belirli olan vakit. (Araplar, vakti yıldızlarla tahdit ederlerdi)
Kabak ve hıyar gibi yayvan nebat.
Belirli vakitte yapılan vazi
radif
Kızmış taşla ısıtılan süt.
Kızmış taş üzerine pişirilen et. (Merzuf da derler.)
radm
Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)
rahil
(Çoğulu: Ruhal-Rihâl) Dişi olan koyun kuzusu. (Erkeğine "hamel" derler.)
raif
Önde giden at. ("pişnek" derler)
Burun ucu.
Dağ burnu.
resa'
Tatlı sütü ekşi yoğurtla karıştırmak. (O yapılan yemeğe "resise" derler.)
rubuz
Koyun, sığır, at, katır ve köpeğin ayaklarını büküp yatması. (Yattıkları yere "merbaz" derler)
rüesa-yı ruhaniye
Ruhanî reisler, liderler.
rüft
Bir küçük canavar. ("İnâk-ul arz" da derler)
ruhani reis / ruhanî reis
Hıristiyan dinî önderleri.
ruhani reisler / ruhanî reisler
Din adamları, mânevî liderler.
saalik
Dilenciler.
Serseriler.
Kalenderler.
Dervişler.
sahle
(Çoğulu: Sühul-sihâl) Koyun kuzusuna ve keçi oğlağına derler. (Doğduğu vakitten dört aylık olana kadar.)
sarfiyat / sarfiyât / صَرْفِيَاتْ
Harcamalar, kullanımlar, giderler.
Masraflar, giderler.
Giderler.
sarfiyyat
Masraflar, giderler.
şart edatları
(Huruf-u şartiye) Bunlara "Şart isimleri" de denir. Arapçada şart mânâsını ifade eden edatlar: İn, Men, Ma, Mehmâ, Eyyü, Metâ, Eynemâ, Eyyâne, Ennâ, Haysümâ, Keyfemâ. Bu edatlar iki fiili (şart ve ceza fiillerini) cezmederler. Şart mânâsını ifade eden edatlardan sonra gelen ilk fiil, şart; ikincisi
şecb
Helak etmek, mahvetmek.
Kederlenmek, tasalı olmak.
semher
Eskiden süngü ağacı yapan bir kimsenin adı. (Ona nisbet edip "rumh-i semherî" derler.)
serid
Yağla ıslanmış ekmek. (Terid derler.)
serveran / serverân / سروران
Önderler, liderler, başlar.
(Farsça)
sevb
(Çoğulu: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.)
Rücu' manasına mastar.
şezz
Çuval kulpuna ağaç sokmak. (O ağaca "şizâz" derler.)
şura-yı ümmet / şûrâ-yı ümmet
Milletin şûrâsı, Müslüman kanaat önderlerinin görüşü.
süreyci / süreycî
Bir demirci adı. (İyi kılıçları ona nisbet edip "süreycî" derler.)
ta'fir
Tozlu ve topraklı yapmak.
Ağartmak, beyazlatmak.
Kirletmek. Mülevves etmek.
Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi.
Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)
tahazzün
Kederlenmek, hüzünlenmek. Birine acımak. Mükedder olmak.
tahsil
Edinme, derleme.
tahsilat / tahsilât
Edinmeler, derlemeler.
tahsildar / tahsildâr
Vergi derleyen.
tahzin
(Hüzn. den) Kederlendirme, tasalandırma.
Hazin hazin Kur'an-ı Kerim okuma.
tasannuf
Başka eserlerden tasnif etme, derleme.
te'sir
Bir şeyde eser ve nişane bırakma.
Vasıfları ve halleri değiştirme.
İşleme, dokuma, iz bırakma.
İçe işleme.
Kederlenme.
tedvin / tedvîn
Derleyip düzenleme.
teellüm
Elem duyma. Kederlenme. Tasalanma.
teellümat / teellümât
Elemler, kederler, tasalanmalar.
teessüf
Eseflenmek. Kederlenmek.
Beğenmemek ve râzı olmadığını ifade etmek.
teessür
Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek.
Te'sir altında kalmak.
Kederlenmek.
tefciye
Yemeğin içine nohut, buğday, pirinç, maydanoz ve bunlara benzer şeyler koymak. (Bu konulan şeylere "ebazir" derler.)
tekdir / tekdîr
Azarlamak.
Kederlenme.
Bulanık etme.
Mektebde talebeye verilen ve siciline geçirilen bir ceza. Ta'zir.
Azarlama, kederlenme.
tekeddür
Bulanık olma.
Kederlenme.
Bulanıklık, kederlenme.
telehhüf
Mahzun olmak. Hasret ve kederle yanıp yıkılmak. Ah çekmek.
tezakkum
Lokma lokma etmek.
Kaymak ile hurmayı karıştırıp yemek. (O taama "zekkum" derler.)
tübbet
Bir yerin adı. (İyi miskler ona nisbet olunup "Misk-i Tübbetî" derler)
turfe
(Çoğulu: Etrâf) Nâziklik, yumuşaklık.
Nimet.
Güzel yemek.
Zarif, iyi nesne.
Üst dudağın ortasında fazlalık olarak yumru et olması. (O kişiye "etref" derler.
turhan
Rum subaylarından beş bin neferin zâbiti (On bin olsa "patrik" derler.)
ubudet
Kulluk. (Aslında zillete derler.)
varidat ve masarif / vâridat ve masârif
Gelirler ve giderler.
yüus
(Tekili: Ye's) Yeisler, ümitsizlikler, kederler.
zekan
(Çoğulu: Ezkân) İki çenenin birleştiği yer. ("Enek" de derler.)
zelef
Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine "ezlef" derler) (Müe: Zülefâ)
zemk
Sakal yolmak. (Yolunan sakala "zemika" veya "mezmuka" derler.)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ehref
derda
RİFAT
istinsa'
Sueda
düz
nişe
feta
Mesar
Dilaviz
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
derle
beyin
Günc
Edine
abdesthane
Lutfe
Hilat
Rafi
lem'a
gümüşhane