REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ddet ifadesini içeren 815 kelime bulundu...

"icl" meselesi

  • Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.

abey-seran

  • Fesliğen.
  • Şiddetli emir.
  • Şer ve mekruh nesne.
  • Bir dikenli ağaç.

abide

  • Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
  • Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
  • Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
  • Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

adem-i harici / adem-i haricî

  • Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.

admer

  • Arslan.
  • Şedit, şiddetli.
  • Belâ.
  • Çirkin yüzlü şişman kadın.

adüvv-ü şedid

  • Şiddetli düşman.

agul

  • Hiddetlenerek göz ucuyla bakma. (Farsça)

alabanda

  • İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası.
  • Mc:Şiddetle kınama ve azarlama.

alam-ı şedide / âlâm-ı şedide

  • Şiddetli elemler, acılar.

alamet-i hiddet / alâmet-i hiddet

  • Hiddet, kızgınlık belirtisi.

ales

  • Şiddetli kıtal.

alügde

  • Saldırıcı, şiddetle saldıran. (Farsça)

aman

  • (Emân) Emniyet. İmdat. Yardım dileği. Afv, ricâ, niyâz.
  • Sabırsızlıkla hiddet ve infiâl ifâdesi.
  • Tenbih, sakındırma.

amas

  • şiddetli harp.
  • Zahmet, meşakkat.

amase

  • Şiddet.
  • Zulmet.

amazon

  • Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır.
  • Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.

amper

  • Elektrik akımında şiddet birimi. (Fransızca)

ampermetre

  • Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet. (Fransızca)

amur

  • (Çoğulu: Âmar) Bekâ mânâsına. Ömür. Her kişinin hayât müddeti.

an mim amed

  • Tar: İslâmiyeti ve Türkçeyi öğretmek maksadıyla, devşirilerek toplanan ve Türk köylülerine satılan acemi oğlanlardan, müddetini tamamlayarak Rumeli Ağasının tezkeresiyle ulüfeye yazılanların kayıtlarına verilen işaret. (Farsça)

arafat

  • Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.

aramram

  • (Aremrem) Asker çokluğu.
  • Şiddetli hâl ve iş.

arare

  • (Çoğulu: Arâr) İyi kokulu bir ot.
  • Şiddet
  • Kötü ahlâk.
  • Evin avlusu, ev içi.
  • Soğuk şiddetli olmak.

arza

  • Şiddet.
  • Kuvvet.

asabe

  • Kuvvet, şiddet.
  • Bir tek sinir.
  • Baba tarafından akraba olanlar.
  • Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
  • Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)

asal

  • (Tekili: Asil) İkindi ve akşam arası mânasına, öğleden geceye kadar olan müddet.
  • Zamanlar ve vakitler.

asar / asâr

  • Fakirlik.
  • Güçlük.
  • Şiddet.

asib

  • Dolmuş bağırsak.
  • Katı nesne, şedid.
  • Şiddetli sıcak, çok sıcaklık.
  • Talihsizlik.

asıf / âsıf

  • (Çoğulu: Asıfât) Şiddetli rüzgâr, sert fırtına.
  • Şiddetli rüzgar, fırtına.

asıfat

  • (Tekili: Asf) şiddetli rüzgârlar.

aşık / âşık

  • Şiddetli seven.

aşk

  • (Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme.
  • İttibâ'. Alâka.
  • Şiddetli sevgi.
  • Şiddetli sevgi, candan sevme.

aşk-ı lahuti / aşk-ı lâhûtî

  • Cenab-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. Aşk-ı İlâhî, aşk-ı hakikî, aşk-ı mânevî gibi tâbirler Cenab-ı Vacib-ül Vücud'a dâir şiddetli muhabbet ve sevgiyi ifâde eder.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî

  • Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk.
  • Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.

aşk-ı şedid / aşk-ı şedîd

  • Büyük aşk, şiddetli aşk.

askere

  • Şiddet.
  • Asker hazırlamak.

asr

  • (Asır) Bir devrelik zaman.
  • İkindi vakti.
  • Zamanın bir cüz'ü.
  • Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet.
  • Yüz yıl.
  • Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış yıllık müddet.
  • İnsanın ortalama yaşayış zamanı.
  • Gece ve gündüzden

asuf

  • Hızlı ve çabuk yürüyen.
  • Çok şiddetli rüzgar.

asur / âsûr

  • (Çoğulu: Avâsir) Tuzak, ağ.
  • Şer.
  • Şiddet.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

ateşi / ateşî

  • Hararetli, ateşli; dokunaklı. (Farsça)
  • Ateş renginde. (Farsça)
  • Hiddetli, öfkeli. (Farsça)

ateşin / ateşîn

  • Ateşli, canlı, ateşten. (Farsça)
  • Mc: Şiddetli, hiddetli. (Farsça)

atl

  • şerir. Sert tabiatlı. Yaramaz.
  • Şiddetle çekmek.

atrese

  • şiddetle ve zorla almak.
  • Gadap etmek.

ava' / âvâ'

  • Şiddet.
  • Kıtlık, kaht.

avam-perestane

  • Avam kimselere yakışır şekilde. (Farsça)
  • Şiddetli halk taraftarı olan birine yakışır sûrette. (Farsça)

ayn-ı gazap

  • Hiddetin, öfkenin kendisi.

ayn-üs suht

  • Kızgınlık ile bakış, hiddet gözü.

azab / azâb

  • Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
  • Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
  • Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
  • Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.

azam

  • (Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
  • Öfke, hiddet.
  • Kıskançlık.

azaze / azâze

  • Kuvvet.
  • Azamet, büyüklük.
  • Şiddet.
  • Azlık.
  • Gâlip olmak.

azimet / azîmet

  • Takvâ ile günahlardan şiddetle kaçınma.

aziz / azîz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
  • Kıymetli, şerefli, üstün.

azz

  • Şiddet.

azza'

  • Şiddet ve kıtlık yılı.

bagare

  • Şiddetle yağan yağmur.

bagda'

  • Şiddetli nefret, hiç sevmemek.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

bagza

  • Şiddetli nefret, hiç sevmeme.

bais

  • Fakir.
  • Şiddet ve zahmete uğramış kimse.

barih

  • (Çoğulu: Bevârih) Samyeli adı verilen sıcak ve şiddetli bir çeşit rüzgâr.

barimetre

  • Gürültünün şiddetini ölçmeğe yarıyan âlet. (Fransızca)

barut

  • yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
  • Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.

batiş

  • (Batş. dan) Sertlikle, şiddetle hareket eden. Güçlü.

batş

  • Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
  • Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.

be's

  • Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
  • Azab, şiddet. Korku.
  • Zarar, ziyan.
  • Zorluk, meşakkat, zahmet.
  • Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)

bedii kıraet / bedîî kıraet

  • Mantıki kıraet şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirmek, şiddet makamında yükseltmek -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzuu ses ve işaretle canlandırmaktır.

behz

  • Benû Selim kavminden bir cemaatin adı.
  • İleri itme.
  • Şiddetle göğse vurma.

beis

  • (Be's) Zarar. Kuvvet ve şiddet. Zahmet. Zor. Fenâ. Bed.

bek'

  • Birbiri ardınca şiddetle vurmak.
  • Karşılayıp istikbâl etmek.

beka müddeti

  • Kalma müddeti, süresi.

bendeka

  • Hiddetle bakma, sert bakış.
  • Bir şeyi fındık kadar ufak yapma.

beraet-i zimmet / berâet-i zimmet

  • Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe şahsın suçsuz ve borçsuz olması.

berah

  • Şiddet. Ezâ ve meşakkat.

berd-ül acuz / berd-ül acûz

  • Kocakarı soğuğu. (Rûmi şubatın 26'sında başlar ve 7 gün şiddetle devâm eder.)

berh

  • Şiddet, eziyet, meşakkat, zorluk, zahmet.

berhe

  • Müddet, an, zaman.

berk-i basar

  • Gözün şimşek çakması.
  • Birdenbire tepesinde çakan şimşekten mâruz olduğu dehşet ve şiddet hâlinden mecaz olarak, ansızın başına gelen mühlik hâdisenin şiddetli âlâm ve ıztırabıyla dehşet ve hayret içinde duyulan keskin intibahı ifade eder.

bertame

  • Gadaptan müntefih olmak, hiddetlenmek.

beter / بدتر

  • Daha kötü, beter, şiddetli. (Farsça)

bevarih

  • (Tekili: Bârih) Şiddetli sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar ki, adına Samyeli denir.

bevh

  • Kızgınlık ve hiddetin geçmesi.
  • Ateşin sönmesi.

bevj

  • Şiddetli kasırga, su çevrintisi, girdap. (Farsça)

bevk

  • Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
  • Musibet, felâket.
  • İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
  • Çalıp çırpma.
  • Yalan söz.
  • Boşboğaz (adam).
  • Şiddetli yağmur.

beyzat-ül harr

  • Şiddetli sıcaklık.

bezbeze

  • Şiddetle sarsma, depretme.
  • Sür'atli yürüme. Kaçma.

bezim

  • Kuvvetli, güçlü kişi.
  • Hiddet ve kızgınlığını belli etmeyip soğukkanlı olarak hareket eden kişi.

bıgza

  • Şiddetli nefret. Hiç sevmeyiş.

bilanço

  • ing. Ticarî bir müessesenin muayyen bir devre sonunda alacak verecek durumunu göstermek üzere meydana getirdiği cetvel.
  • Mc: Herhangi bir işte belirli bir müddet sonundaki iyi ve kötü neticelerin karşılıklı durumu.

birşam

  • Hiddetli nazar, kızgın bakış.

bolis çukuru

  • Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.

bora

  • yun. Birdenbire çıkan fırtına. Pek şiddetli rüzgâr.

buak

  • Şiddetli sel.
  • Şiddetli ses, sadâ. Haykırış.
  • Birden bire, ansızın gelen yağmur.

büak

  • Yağmuru şiddetle yağan bulut.

buraha

  • Şiddet. Ezâ ve meşakkat.

büreha

  • Şiddetli azab. Sıkıntı.

bürhe

  • Zaman, an, müddet.

cahid

  • Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

cahim

  • Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş.
  • Cehennem'in bir tabakası.

cahme

  • Nazar değdiren göz.
  • Kat kat ve şiddetli yanan ateş.

cahre

  • Şiddet ve kıtlık yılı.
  • Yemek.

çal

  • İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
  • Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.

çala

  • İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.

cayiha

  • Şiddet.
  • Kıtlık.
  • Yemişe gelen âfet.

cebri nefy

  • "İnsan iradesizdir. Yaptığı işlerde mecburdur. Kendi seçme gücü yoktur" şeklindeki iddiayı reddetme; iradesizliği reddetme.

ceda'

  • Kıtlık ve şiddet senesi.

celadet

  • Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet.

celal

  • (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
  • İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

celse

  • Bir meclis veya mahkeme hey'etinin toplanmalarından tâtile kadar olan müzakere müddeti.
  • Bir def'a akd-i meclis etmek. Oturuş, bir def'a oturmak.

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

çendi / çendî

  • Bir müddet, biraz. (Farsça)

cerh

  • Yara.
  • Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak.
  • Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek.
  • Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek.
  • Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi.
  • Kesb u kâ

cerh ve ta'dil / cerh ve ta'dîl

  • Hadîs ilmine âit iki ıstılah (terim). Cerh, yaralamak. Bir hadîs âliminin, bâzı sebeplerle râvînin (hadîs rivâyet eden kimsenin) rivâyetini (naklini) reddetmesi. Ta'dîl, düzeltmek. Bir hadîs âliminin, bir râvinin rivâyetinin kabûl edilebileceğini açı klaması.

cevab

  • Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık.
  • Kabul etmemek. Reddetmek.
  • (Tekili: Câbiye) Havuzlar.

cevab-ı red

  • Red cevâbı verip kabul etmemek. Reddetmek. Kabul etmemek yolunda söylenen söz.

cevi

  • Aşk galebesinden gelen şiddet ve hiddet, gam ve gussadan, müzahemeden gelen bir hastalık, maraz.
  • Kokmuş su.

cud

  • Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.

dafef

  • Çoluk çocuğun fazla oluşu.
  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Hâcet.
  • Acele etmek.

dağıt

  • Emin.
  • Nâzır, bakan.
  • Şiddet veren.
  • Üzüm toplamada kullanılan âlet.

dagr

  • şiddetle def'etmek.
  • Bir yere girmek.

dahm

  • Şiddetle def'etmek.
  • Cemaatın kuvvetli olması.

dahve-i kübra / dahve-i kübrâ

  • Kaba kuşluk. Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki vakit.

dalaa

  • Kuvvet.
  • Eğrilik.
  • Şiddet.

damed

  • Hışım etmek, öfkelenmek, hiddetlenmek, kızmak.

darabat-ı anife / darabât-ı anife

  • Şiddetli vuruşlar.

darh

  • Def'etmek, kovmak. Reddetmek.
  • Yer kazmak.

daric

  • Katı, şedid, şiddetli.

darm

  • Şiddetli açlık. Oburluk.
  • Ateşin yakması.

darra

  • Şiddet, mihnet. Belâ. Naks. Ziyan. Sıkıntı. Kötürümlük.

deharir

  • Zamânın şiddetleri.

deharis

  • Belâ. Şiddet.

dehkel

  • Zahmet, meşakkat.
  • şiddetli ve meşakkatli zaman.

deman

  • Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış. (Farsça)
  • Vakit, zaman. An. (Farsça)
  • Bağırıp çağırma, feryat, figân. (Farsça)
  • Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim. (Farsça)
  • Kükremiş. (Farsça)

demankeş

  • Zaman, müddet, vakit, an. (Farsça)

demdeme

  • Hiddetli söz. Avâz. Hoşa gitmeyen sesler. (Farsça)
  • Sinek vızıltısı. (Farsça)
  • Öğütmek. Sürte sürte ezmek. (Farsça)
  • Azab vermek, eziyet etmek. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Davul. (Farsça)
  • şöhret, nam, ün. (Farsça)

derahis

  • Şiddetler.

derece-i şiddet

  • Şiddet derecesi, şiddetli bir derece.

dida'

  • Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması.
  • Ay sonu.

dil-germ

  • Öfkelenmiş hiddetlenmiş, gönlü kızmış. (Farsça)

dımar

  • Cehalet devrinde Arabistanda bir sanem (put) ismi.
  • Bir daha sâhibinin eline geçmesi ümid edilmeyen zâil olmuş mal.
  • Sonraya bırakılan vâde. Müddeti hudutsuz borç.
  • Gizli.

dir-baz

  • Uzun zaman, uzun müddet, uzun. (Farsça)

dirhevs

  • Katı, şiddetli nesne, şedid.

div-bad

  • Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. (Farsça)
  • Divanelik, delilik, cinnet. (Farsça)

dugta

  • Şiddet.
  • Meşakkat, zorluk.

duha vakti / duhâ vakti

  • Kuşluk vakti. Oruç zamânının yâni imsak ile iftar vakti arasındaki müddetin dörtte birinin tamam olmasından îtibâren başlayan vakit.

duhan-ı mübin

  • Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür

dünya hırsı / dünyâ hırsı

  • Dünyâya lüzûmundan fazla meyletmek. Şiddetli mal, mülk arzusu, isteği.

easir

  • (Tekili: İ'sâr) Şiddetli fırtınalar, kasırgalar.

ebu said-il hudri / ebu said-il hudrî

  • Ashab-ı Kirâmın en mümtazlarından ve Ensardandır. 1170 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Uzun müddet fetva vazifesinde bulunmuş, Hicri 72'de 86 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)

efza'

  • Şiddetli, katı, eşed.

egul

  • Hiddet ve öfke ile yan yan bakma. (Farsça)

el-buğzu fillah

  • Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.

elb

  • Sürmek. Reddetmek.
  • Cem'etmek, toplamak.

elendes

  • Şiddetli savaş eden kimse.

elim

  • (Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.

emel

  • Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak.
  • Gaye.

enf

  • Burun. Koku ve teneffüse mahsus âzâ.
  • Bir şeyin ucu veya evveli veya en şiddetlisi.
  • Bir şeyin sivri yeri.
  • Bir şeyin en şerefli olan yeri.

erd

  • Öfke, kahır, kızgınlık, hiddet. (Farsça)
  • Un. (Farsça)

ergide

  • Hiddetlenmiş, kızmış, öfkelenmiş, asabileşmiş. (Farsça)

ergide-nigah / ergide-nigâh

  • Öfkeli, hiddetli bakış. (Farsça)

eşed

  • En şiddetli, çok şiddetli.

eşedd

  • Daha şiddetli. Çok fazla şiddetli. Pek fazla şiddetli.
  • Pek şiddetli.

eşedd-i ihtiyaç / eşedd-i ihtiyâç / اَشَدِّ اِحْتِيَاجْ

  • Çok şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.

eşedd-i istibdadat

  • Baskının en şiddetlisi.

eşedd-i istibdat

  • Baskının en şiddetlisi.

eşedd-i mücazat / eşedd-i mücâzât

  • En şiddetli ceza.

eşedd-i zulm

  • Zulmün en şiddetlisi.

eşedd-i zulm-ü nemrudane

  • Nemrud'un yaptığı gibi şiddetli zulüm.

eşedd-i zulüm / اَشَدِّ ظُلُمْ

  • Zulmün en şiddetlisi.
  • Zulmün en şiddetlisi.
  • En şiddetli zulüm.

eser-i hiddet

  • Hiddet belirtisi, öfkeli hâl.

eşidda

  • Çok şiddetli sert olanlar. Pek şiddetli davrananlar.

eşvak / eşvâk

  • (Tekili: şevk) şiddetli arzular, istekler, neşveler.
  • Şiddetli arzular, istekler.

evca-i şedide

  • Şiddetli ağrılar.

eyid

  • Kuvvetli, şiddetli kimse.

ezame

  • (Çoğulu: Ezamât) Hışım ve gadap etmek. Kızmak, hiddetlenmek.

ezman

  • Zamanlar. Vakitler. Müddetler.

ezme

  • Kıtlık, kaht.
  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Bir kere yemek.

faka-i şedide / fâka-i şedide

  • Şiddetli ihtiyaç.

fakıra

  • Büyük musibet, zahmet, meşakkat. Dâhiye. Belleri kırıp parçalayan şiddet.

fakr u zaruret / fakr u zarûret / فَقْرُو ضَرُورَتْ

  • Şiddetli fakirlik.

fakr-ı şedid

  • Çok şiddetli yoksulluk, fakirlik.

farz

  • Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
  • Takdir veya beyan eylemek.
  • Bir şeyi delmek, gedik açmak.
  • Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
  • Addet

faz'

  • Şiddet.
  • Miktarından tecâvüz etmek, ölçüsünü aşmak. Rezillik etmek.

fecr-i kazip / fecr-i kâzip

  • Yalancı fecir, tan yeri ağarmadan önce kısa bir müddet beliren geçici aydınlık.

feddad

  • şiddetli ses. Ekinci.
  • Çoban.

ferce

  • Gamdan ve tasadan kurtulmak.
  • Kurtuluş.
  • Şiddetten kurtulmak.
  • Yarık, şak.
  • Girecek yer, medhal.
  • Açıklık, ferahlık.

feveran / feverân

  • Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak.
  • Köpürmek.
  • Coşmak.
  • Kokunun etrafa yayılması.
  • Depreşmek.
  • Şiddet.

feyh

  • Sıcağın şiddetlenmesi.
  • Koku yayılmak.
  • Kazan kaynamak.
  • Yara kanamak.

feyyih

  • Şiddetli adam.

feza'

  • Korku. Havf.
  • Sığınma, dehalet.
  • Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.

fırtına

  • Şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.
  • Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
  • Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

fua

  • Keler, kertenkele.
  • Her nesnenin evveli.
  • şiddetli koku. Güzel koku.

fürakıs

  • Galiz ve şiddetli nesne.

fürre

  • Katılık, şiddet.
  • Evvel.

fütun

  • İmtihan ve tecrübe etmek.
  • Birbiri ardınca mihnete ve şiddete düşmek.

gabye

  • Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.

gada

  • (Tekili: Gazâ) (Gadat) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar.
  • Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı.

gadab

  • Hiddet, öfke, kızgınlık.
  • Allahü teâlânın, emrine karşı gelen kullarından intikam almak istemesi.

gadap

  • Gazap, hiddet.

gamr

  • Derinlik, suyun derinliği. Çok su, büyük deniz.
  • Uzun, geniş libas.
  • Cehalet, gaflet.
  • Şiddet.

gamre

  • (Çoğulu: Gamerât) Tecrübesizlik, görgüsüzlük, anlayışsızlık.
  • İzdiham, kalabalık.
  • Fenalığa dalmak.
  • Şiddet.
  • Zahmet.

gams

  • Suyu şiddetli içmek.
  • Bir şeyi hakir görmek, birisine iftira etmek.
  • Nimete şükretmemek.
  • Göz yummak.

gamus

  • Şiddetli emir.
  • Süngü ile vurup, ucunu diğer taraftan çıkarmak.
  • Karnındaki yavrusu belli olmayan deve.

garam

  • Helâk. Mahv.
  • Aşk. Sevdâ. şiddetli arzu.
  • Hedef.
  • Aşk, sevda, şiddetli arzu.

gayret

  • Bir kimseden fâidesi bulunmayan, zararlı olan bir şeyin ayrılmasını istemek, böyle şeyleri reddetmek, kabûl etmemek.

gaysan

  • Gençlik şiddeti.

gayur / gayûr

  • Gayreti çok olan. Kötülük ve çirkinlikleri şiddetle reddeden.

gayz

  • Öfke, hiddet, kin.
  • Hiddet, öfke, hınç.
  • Hiddet, kin, öfke, gadab. Dargınlık. Hınç.

gayz ü gazab

  • Kızgınlık ve hiddet.

gayz u kin / gayz u kîn

  • Hiddet ve kin.

gayz-efşan

  • Hiddetli, öfkeli, kızgın. (Farsça)

gazab / غضب

  • Hiddet, öfke, kızgınlık.
  • Öfke, hiddet.
  • Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık.
  • Hiddet, kızgınlık. (Arapça)

gazab-nak

  • Öfkeli, hiddetli, kızgın. Dargın. (Farsça)

gazaben

  • Gazabla, hiddetle, öfkeyle.

gazm

  • Güçle ve şiddetle yemek.
  • Defetmek, kovmak.

gazub

  • (Gazab. dan) Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş.
  • Büyük yılan.
  • Abus deve.

gıbta

  • İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.

gıllim

  • Cimâı şiddetle arzu eden.

gımar

  • (Tekili: Gamr) Gaflet. Cehalet. Şiddetler. Çok su. Büyük denizler.
  • (Gımr) Çok susuzluk.
  • Kin tutma.

gözdağı

  • Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek. (Türkçe)

gurrende

  • Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen. (Farsça)

habes

  • (Tekili: Habis) Kötüler. Alçaklar. Pisler.
  • Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.)

habt

  • Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
  • Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
  • Fesada vermek.
  • Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
  • Cin çarpmak.
  • Şiddetli vurma, battal etme, unutma.

hacuc

  • Şiddetli esen rüzgâr.

hadd

  • Hudut. Çizgi. Sınır.
  • Cürüm.
  • Salahiyyet.
  • Şeriatça verilen ceza.
  • Derece. Son derece. Münteha.
  • İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
  • Def etme. Men etmek.
  • Keskin. Sivri.
  • Sert. Gergin.
  • Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.

hadid

  • Demir, çelik. Sert, kavi olan.
  • Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz.
  • Hudut ve sınır komşusu.

hadleka

  • Şiddetle bakmak.

hadreban

  • Feryadı şiddetli olan, çok fazla bağıran.

hafef

  • Fakirlik. Darlık.
  • Şiddet.

hafif ikrah / hafîf ikrâh

  • Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.

hafta

  • Yedi günden ibaret müddet. Yedi günlük müddet. (Farsça)

hal'

  • Kaldırma. Kal' etme.
  • Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
  • Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
  • Elbise gibi şeyleri soymak.
  • Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
  • Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.

halk-ı ef'al / halk-ı ef'âl

  • Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)

halvet

  • Yalnızlık, yalnız olarak kalma.
  • Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.
  • Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak.

halvethane / halvethâne

  • Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer.

hame'

  • Uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık.

hamide / hâmide

  • Uzun müddet geçmesi sebebi ile rengine tegayyür ve siyahlık gelip eskimiş olan.
  • Nebatsız kuru yer.
  • Yanmış kül olmuş.

hamit

  • Şiddetli, sağlam.
  • Üzerinde kıl olmıyan yağ tulumu.

hamm

  • Çok sıcaklık, şiddetli hararet.

hamra

  • (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
  • Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
  • Şiddetle olan ölüm.
  • Arap olmayan cinsten.
  • Yüzü kızarmış kadın.

hamt

  • Şiddetli ve zahmetli olmak.
  • Çürümek.
  • Mütegayyer olmak, değişmek.

hamz

  • Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık.

hanadis

  • (Tekili: Hındıs) Musibetler.
  • Karanlık geceler.
  • Şiddetli hâller.

hanak

  • (Çoğulu: Hınâk) Hiddetlenme, kızma.

hanin

  • Fazla istekten dolayı inleyiş, şiddetli ağlayış. Sızlanmak.
  • Şevk ve arzu.

hararet-i hüzün

  • Hüznün şiddeti, çokluğu, acının büyüklüğü.

hardan

  • Kızgın, hiddetli, gadaplı.
  • Kast ve men'edici, engel olan.

hareket-i şedide / hareket-i şedîde

  • Şiddetli hareket.

harr-ı şedid

  • Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.

haş

  • Süprüntü, kırıntı, döküntü. (Farsça)
  • Kızgınlık, hiddet. (Farsça)

has'

  • Reddetme.
  • Uzak olmak. Uzaklaştırmak.

hasıb

  • Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.

haşm

  • İncitmek.
  • Gadaplandırmak, hiddetlendirmek.

haşmet / حشمت

  • (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme.
  • Hiddet, kızgınlık.
  • Alçak gönüllülük.
  • Görkem. (Arapça)
  • Hiddet. (Arapça)

hasus

  • Katı, şedid, şiddetli.

hatır / hâtır

  • Kalbe gelip bir müddet kalan düşünce.

havasıb

  • (Tekili: Hâsıb) Şiddetli rüzgârlar, fırtınalar.

haviye / hâviye

  • Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri.

hayia

  • Şiddetli ses.

hayr-hah

  • Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven. (Farsça)

hayse-beyse

  • İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak.
  • Karışıklık.
  • Şiddet ve darlık.

hayz

  • (Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye

hazd

  • Ağaçtan diken koparmak.
  • Ağacın kabuğunu soymak.
  • Çok hızlı ve şiddetle yemek yemek.

hecme

  • Şiddet, sertlik.

hecmet-üş-şita / hecmet-üş-şitâ

  • Kışın şiddeti. Soğuğun sertliği.

heds

  • Sürmek.
  • Reddetmek.
  • Haykırıp bağırmak.

hefte

  • Yedi günlük müddet olan hafta.

hekheka

  • Az birşey verme.
  • şiddetli seyir.

hekk

  • şiddetli yağmur.
  • Kılıçla vurmak.

henie / henîe

  • Şiddetli emir.

her'

  • şiddet.
  • Etin iyi pişmesi.

her'a

  • Küçük bir canavar.
  • Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın.

hereb

  • Kaçma, firar.
  • şiddetli üzüntü, keder.

hevaperest

  • Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil. (Farsça)

heyecan / heyecân

  • Birden bire şiddetle hislenme. Ürperme.
  • Coşkunluk. Coşmak.
  • Coşkunluk, şiddetli hislenme.

hezk

  • şiddetli gök gürültüsü.
  • Uçurmak.
  • Yuvarlamak.

hıçkırık

  • t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması.
  • Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.

hiddet / حدت

  • Öfke. (Arapça)
  • Keskinlik. (Arapça)
  • Hiddetlenmek: Öfkelenmek. (Arapça)

hiddet-i rabbaniye / hiddet-i rabbâniye

  • Rab olan Allah'ın hiddeti, kızgınlığı.

hıfze

  • (Çoğulu: Hafâyiz) Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
  • Gayret etmek.

hillet

  • Bir yere konup istirahat eden cemaat.
  • Yorgunluk. Kırgınlık.
  • Boşanmış kadının iddet müddetinin sona ermesi.

hilm

  • Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak.
  • Vakar. Sükûn.

himaze

  • Katılık, şiddet.

hırs / حِرْصْ

  • Aç gözlülük. Tamahkârlık.
  • Kızgınlık.
  • Şiddetli istek, arzu.
  • Azgınlık.
  • Şiddetli istek ve arzu, açgözlülük.
  • Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek.
  • Şiddetle, açgözlülükle isteme.

hışm

  • Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. (Farsça)
  • Öfke, hiddet.

hışm-nak / hışm-nâk

  • Kızgın, öfkeli, hiddetli, hışımlı. (Farsça)

hişmet

  • Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak.
  • Gadap ve şiddet. Hiddet.

hiss-i şedit

  • Şiddetli his, duygu.

hıyar-ı şart

  • Âkitlerden birinin veya herbirinin akdi, muayyen bir müddet içinde fesh veya icazetle infaz edebilmek hususunda muhayyer olmasıdır.

hızane

  • Bir şeyi bir şeye ilâve etmek.
  • Fık: Hak ve salâhiyeti haiz olan kimsenin belirli müddet zarfında çocuğunu besleyip büyütmek ve terbiye etmek üzere yanında bulundurması.
  • Bir şeyi kucağına almak.

hufare

  • Ahd.
  • Ücret.
  • Hayâ şiddeti.

hufuf

  • Maişet şiddeti, geçim zorluğu.
  • Darlık.

hülbe

  • Şiddet.

humaris

  • Sağlam, şiddetli, katı.

humeyya

  • Şiddet.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

humve

  • şiddet.
  • Suret.

hurk

  • Akılsız, bilmezlik.
  • Dehşet, şiddet.

hurmet-i şedide

  • Şiddetli yasaklama.

hürriyet-i vicdan

  • Amme hukuku ile ferdî hukuka tecavüz etmemek şartıyla herhangi bir kimsenin her hangi bir fikir veya dini kabul etmekte veya kabul etmemekte serbest olması. Ancak, İslâmiyeti kabul etmiş olan bir kimse, İslâmın esaslarını kısmen de olsa, inkâr ve reddetmekte serbest değildir; İslâm hukukunda mürted

huruf-u şedide

  • (Bak: şiddet)

i'tikaf / i'tikâf

  • İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.

ibka

  • Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
  • Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
  • Mc: Sınıfta bırakmak.<

ibka fermanı

  • Tâyinleri bir sene müddetle yapılan memurların vazifelerinde devam edeceklerine dâir gönderilen ferman.

ibtaş

  • Şiddetle tutma, kavrama.

ibtila-yi şedid / ibtilâ-yi şedid

  • Şiddetli tiryakilik.

icare-i müsanehe

  • Yıllık olarak yapılan icaredir. Bir hanenin bir yıl müddetle kiraya verilmesi gibi.

icare-i müzafe

  • Bir şeyi gelecek muayyen bir vakitten itibaren kiraya vermektir. Meselâ: Bir hâneyi gelecek falan ayın birinden itibaren bir sene müddetle şu kadar bin liraya kiraya vermek, bir icare-i müzafedir.

idde

  • Müddet. Zaman. Vakit.
  • Küfüv. Hemta. Arkadaş.

iddet

  • Bekleme müddeti.
  • Sayılmış. Madud.
  • Cemaat.
  • Hıfz.
  • Fık: Kocasından ayrılan kadının, başkası ile evlenebilmesi için, üç defa hayız görüp temiz oluncaya kadar geçen zaman. (Kocasından boşanırsa 100 gün, kocası ölürse 130 gün.)
  • Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.

iddet-i eşhür

  • Ay hesabıyla iddet beklemek. Boşanma tarihinden itibaren hür ise üç ay, cariye ise birbuçuk ay bekler.

iddet-i haml

  • Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.

iddet-i vefat

  • Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.

igzab

  • (Gazab. dan) Gazaba getirme, hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.

ihale

  • Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
  • Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
  • Zayıf addetmek.
  • Muhal söz söylemek.

ihnet

  • Gazap, öfke. Hiddet.
  • Kalb katılığı.
  • Kin bağlamak.

ihtidad

  • Keskinleşmek.
  • Hızlanmak.
  • Azmak.
  • Hiddetlenmek.

ihtimal

  • (Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek.
  • Kabul eylemek.
  • Yükselip götürmek.
  • İhsana mukabil şükretmek.
  • Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.

ihtiras / ihtirâs

  • Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu.
  • Şiddetli arzu, aşırı heves, istek, gözün ve gönlün doymaması.

ihtirasat

  • (Tekili: İhtiras) Şiddetli arzu ve istekler. İhtiraslar.

ihtirasat-ı dünyeviye / ihtirâsât-ı dünyeviye

  • Şiddetli arzu ve hırs ile dünyaya bağlılık.

ihtiyac-ı şedid / ihtiyac-ı şedîd

  • Çok şiddetli ihtiyaç.

ihtiyac-ı şedit

  • Şiddetli ihtiyaç.

ihtiyacat-ı şedide-i aşknüma / ihtiyâcât-ı şedîde-i aşknümâ

  • Aşk derecesindeki şiddetli ihtiyaçlar.

ihtiyar elden gitmek

  • Mc: Kendini zaptedememek, hiddet ve gazaba gelmek, irâdeyi kaybetmek.

ikab

  • Şiddetli azab, eziyet, ceza.

ıkam

  • şiddetli harpler.
  • Yaramaz huylu.

ikbal

  • Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah.
  • İstemek.

ikrah-ı gayr-i mülci / ikrâh-ı gayr-i mülcî

  • Mülcî olmayan ikrâh. Bir kimseyi istemediği bir sözü veya işi yapmaya zorlarken tam şiddet kullanmama.

ikrah-ı mülci / ikrah-ı mülcî / ikrâh-ı mülcî

  • Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.
  • Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.

iktiham

  • Hücum ve istilâ eylemek.
  • Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek.
  • Mülâhazasız bir işe başlamak.
  • Bir şeyi hakir addetmek.

ila / îlâ

  • Yemin etmek.
  • Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi.
  • Sıkıntı ve derde uğrama.

ilm-i husuli / ilm-i husûlî

  • Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu müddetçe bilmek. O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur. Bundan dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir.

iltihat

  • Öfkelenme, kızma, gazaba gelme, hiddet etme.

imaret kemeri

  • Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.

imla

  • Doldurma, doldurulma.
  • Yazı yazma. (Dikte)
  • Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi.
  • Müddeti mühlet vererek uzatma.

indifak

  • (Su) birdenbire ve şiddetle dökülme.

indifak-ı nehr

  • Nehrin şiddetle dökülmesi.

inkar / inkâr / انكار

  • Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme.
  • Yapmadım deme ve ayak direme.
  • Reddetme.
  • Yadsıma, reddetme. (Arapça)
  • İnkâr edilmek: Yadsınmak. (Arapça)
  • İnkâr etmek: Yadsımak. (Arapça)

inkar etme / inkâr etme

  • Reddetme, kabul etmeme.

inkar etmek / inkâr etmek

  • İnanmamak, kabul etmemek, reddetmek.

inkıza-yi müddet

  • Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.

inşilal

  • Şiddetle dökülerek akma.
  • (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.

intikam

  • Öc alma.
  • Allahü teâlânın; zâlim, inadcı ve kibirli (büyüklenen) kimseleri şiddetli bir azâb ile cezâlandırması.

ırzim

  • Sağlam, sert ve dayanıklı.
  • Şiddetli toplayıcı.

iş'al

  • Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek.

ışık tufanı

  • Şiddetli ışık, aydınlık.

ısr

  • Ahd. Sözleşme. Yemin.
  • Kulakta küpe deliği.
  • Şiddetli ahkâm ve teklifler.
  • Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.

iştial

  • Tutuşma. Parlama. Alevlenme.
  • Mc: Şiddetlenme.

iştialat / iştialât

  • (Tekili: İştial) Parlamalar, alevlenmeler, yanmalar, tutuşmalar.
  • Mc: Şiddetlenmeler.

istibra / istibrâ

  • Temizlenme.
  • Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
  • Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekr

istibvar

  • Hırslanma, hiddetlenme, kızma, öfkelenme.

iştidad

  • (Şiddet. den) Şiddetlenme.
  • Sertleşme, katılaşma.
  • Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.

ıstıdam

  • İki şeyin birbirine şiddetli çarpması.

istigzab

  • Öfkelendirme, kızdırma, gazaba getirme, hiddet ettirme.

istihbab

  • Bir şeyi iyi ve güzel addetmek.
  • Dost edinme.
  • Müstehab etmek ve olmak.

istilzam

  • Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek.

istinkaf / istinkâf

  • Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme.

istinkar etmemek / istinkâr etmemek

  • İnkâra yeltenmemek, reddetmeye kalkışmamak.

istinşak

  • Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek.
  • Şiddetle koklamak, koklatmak.

istirvah

  • Rahatlama, istirahat etme.
  • Şiddetle koklama.

istis'ab

  • Zor addetmek. Güç saymak.
  • Güçlük çekmek.

istishal

  • Kolay saymak. Bir şeyi kolay addetmek.

iştiyak / iştiyâk

  • Şiddetli istek.
  • Şiddetli arzu, istek.

iştiyakat / iştiyakât

  • Şiddetli istekler.

iştiyakaver / iştiyakâver

  • Çok şiddetle arzu edilen.

itab

  • Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.

ıtak

  • Hürriyet.
  • Kuvvet.
  • şiddet.

itar

  • Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme.
  • Dikkat ve hiddetle bakma.

ıtris / ıtrîs

  • Hiddetli, cebbar kimse.
  • Kuvvetli, dayanıklı deve.

izmihrar

  • Surat asma.
  • (Yıldız) parıldama.
  • Kış mevsiminin şiddetli olması.

kaat

  • Gadap, hiddet, öfke.
  • Darlık.
  • Yaşlı koyun.
  • Davar memesi.
  • Bağırma ve çığlık şiddeti.

kaba kuşluk

  • Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki zaman.

kadda'

  • Şiddetli.

kafs

  • Zorla birşey almak.
  • Gadap, hiddet.
  • Mevt, ölüm.

kahif

  • Şiddetli yağmur.

kahit

  • Şiddetli kıtlık olan sene.

kahr

  • Zorlama. Cebir.
  • Ezme. Mahvetme.
  • Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme.
  • Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.)

kahr-ı hiddet

  • Hiddetin ve kızgınlığın yıkıcı galebesi.

kalih / kâlih

  • Katı, şiddetli, şedid.

kamet-i ömr

  • Ömür boyu. Bütün hayat müddetince.

kamtarir / kamtarîr

  • Çatık suratlı, şiddetli, sert.

karia / kâria

  • (A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet.
  • Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler.
  • Peygamberimiz'in (A.S.M.) düşman üzerine saldığı asker grubu.
  • Pek şiddetli rüzgâr.
  • Pek şiddetli rüzgâr,
  • Ansızın gelen büyük belâ.
  • Kıyamet.
  • Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.

karn

  • Zaman, devre.
  • Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene.
  • Yüz yıllık zaman. Asır.
  • Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç. (Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki

kars

  • Şiddetli soğuk.

kasa

  • Kabalık.
  • Şiddet.
  • Katılık.

kasam

  • Şiddetli sıcaklık.
  • Güzellik.

kasıf

  • Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
  • Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.

katr

  • Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
  • Develeri katarlamak.
  • Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
  • Yağmur.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kavasıf

  • (Tekili: Kasıf) Şiddetli esen rüzgârlar. Fırtınalar.

kayd-ı hayat

  • Ömür boyunca, yaşadığı müddetçe.

kazab

  • Katılık, şiddet.

ke'kee

  • Zorla reddetmek, def'etmek.

kebed

  • Ciğer ağrısı.
  • Kara ciğer.
  • Meşakkat. Şiddet. Mihnet.
  • Karnın şişmesi.

kedş

  • şiddetle sürmek.
  • Yırtmak.
  • Kazanmak.

kelb

  • (Çoğulu: Ekâlib-Eklüb-Kilâb) Köpek, it.
  • Meşhur bir yıldız.
  • İki adım arasına koyarak dikilen kayış.
  • Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel.
  • Şiddet.
  • Hırs.

kelef

  • Yüzdeki benek.
  • şiddetli sevgi.

kemal-i hiddet ve gayz / kemâl-i hiddet ve gayz

  • Tam bir öfke ve hiddet.

kemal-i şiddet / kemâl-i şiddet

  • Çok şiddetli.

kemal-i zuhur / kemâl-i zuhur

  • Son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olma.

kenz

  • Şiddet, zorluk, meşakkat.

kerahe

  • (Kerâhiye) Meşakkat, zahmet, şiddet.

kerih

  • İğrenç, tiksindirici.
  • Muharebe ve cenkte olan şiddet.
  • Pis, çirkin, fena şey.
  • Nefse kerahetlik vercek kabahat.

kerihet

  • Harpte şiddet.
  • Zahmetli ve meşakkatli olan.

kesb-i şiddet

  • Şiddet kazanma, şiddetlenme.

kezm

  • Kızgınlığı yenme. Öfke ve hiddeti meydana çıkarmama.
  • Men'etmek, engel olmak.
  • Hapsetmek.
  • Nefesin çıktığı yer.

kıllet

  • Titremeğe benzer bir hâlet ki hiddet vaktinde ârız olur.
  • Azlık. Nâdirlik. Kıtlık.

kira / kirâ

  • Bir malın, menfaatine yâni kullanılmasına karşılık olarak verilen ücret. Bir evin, bir iş yerinin veya herhangi bir mülkün, taşıt veya binek hayvanının, sâhibi tarafından faydalanılmak ve kullanılmak üzere belli bir ücret karşılığında bir müddet için başkasına verilmesi.

kıra'

  • Cimâ etmek.
  • Sağlam, muhkem.
  • Şiddetli.

kızm

  • Katı, şiddetli, şedit.

kuhme

  • Düşünmeden bir işe girişme.
  • Şiddet.
  • Kıtlık senesi.
  • Zor iş.

külbet

  • Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet.
  • İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.

kulunç

  • Özellikle omuzlarda olan şiddetli ağrı.
  • Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.

kunbul

  • (Çoğulu: Kanâbil) Kalın vücudlu kimse. Sinirli ve hiddetli olan.
  • 30 ilâ 40 yaş arasındaki kimse.
  • At.
  • Bomba.

kuşluk vakti

  • Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.

kusur

  • Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
  • Cem' olmalar.
  • Pahalanmak.
  • Eksilmek.
  • Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
  • Bereketlenmek.
  • İmtina', âciz olmak.
  • Bir hesabın üstü. Artan kısım.
  • (Tekili: Kasr) Kası

küzaze

  • Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.

lahf

  • Şiddetli vuruş.

lahs

  • Darlık.
  • Şiddet.
  • Meşakkat, zahmet.

laklaka

  • Leylek sesi.
  • Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses.
  • Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak.
  • Boş ve mânasız söz.

lakm

  • Çabuk çabuk yemek yemek. Yutmak.
  • Seddetmek.

lats

  • Dövmek.
  • şiddetle basmak.

le'va

  • Şiddet.
  • Maişet darlığı, geçim zorluğu.

leded

  • Katı husumet, şiddetli düşmanlık.

ledüd

  • (Çoğulu: Elidde) Hastanın ağzına dökülen ilâç.
  • Çok husumet, şiddetli düşmanlık.

lehk

  • şiddet.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Birbiri içine girmek.

lemm

  • Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
  • Islâh etmek.
  • Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
  • Şiddet ve meşakkat.
  • Az şey.
  • Konmak. Nâzil olmak.

lemme

  • (Çoğulu: Lemmât) şiddet. Meşakkat, zorluk.
  • Az şey.

let

  • Dayak, kötek. (Farsça)
  • Dövme, vurma. (Farsça)
  • şiddetle çarpma. (Farsça)

lezbe

  • (Çoğulu: Lezbât) Şiddet.
  • Kıtlık.

lezen

  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.

lezn

  • Darlık. Şiddet. Sıkıntı.

lümta

  • Şiddet. Mihnet.

ma'tebe

  • Kızgınlık ve hiddetle hitabetmek.

ma'zuz

  • Katı, şiddetli, şedid.

ma-dam-el melevan / mâ-dâm-el melevan

  • Gece gündüzün devamı müddetince.

maaz

  • Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek.
  • Bir nesne güç gelmek, zor gelmek.

maddeden mücerret

  • Maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yüce.

madgare

  • Mukabil iki tarafın şiddetli hücumları ile meydanda gelen savaş.

magdub

  • Hiddet ve gadaba uğramış. Doğru ve hak dini tanıyamamış ve rahmetten mahrum kalmış. Lütf-u İlâhîden mahrum olmuş.
  • Fık: Gasbolan mal.

magduben

  • (Gadab. dan) Öfke ve hiddet ile. Gadap ile.

magzebe

  • Hiddetlenme, öfkelenme, kızma.
  • Hiddet ve gazabı icâb ettiren şey.

mahbuk

  • Katı, şiddetli, şedid.

mahbusiyet

  • Hapislik, mahbusluk. Hapis kalınan müddet.

maht

  • Şiddetli.

mahtelef-el melevan

  • Gece ve gündüzün ihtilâfı ve değişmesi müddetince.

makt

  • Kin, hiddet. İğrençlik. Şiddetli buğz.

me'r

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Fesad.

mecazi aşk / mecazî aşk

  • Gerçek olmayan aşk; Allah'tan başka diğer varlıklara duyulan şiddetli sevgi.

mecnun / مَجْنُونْ

  • Deli, şiddetli aşkla kendinden geçmiş.

meık

  • Gayretli kişi.
  • Hiddeti galip kimse.

mekaza / mekâza

  • Şiddetli mümârese. Alışkanlık.

mekr

  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu

mekre

  • (Çoğulu: Mekârih) Şiddet.
  • Bıkkınlık.
  • Kerahet, iğrençlik.

mekruh

  • İğrenç, nahoş görülen şey.
  • Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
  • Mihnet. Şiddet.

mekruha

  • Keder, mihnet. şiddet.

melh

  • Kibirlenmek, gururlanmak.
  • şiddetli seyir.

melis / melîs

  • Bir şeyi şiddetle tutmak.

melk

  • Kudret, kuvvet. Şiddet.
  • Mübalağa.

menzilgah / menzilgâh

  • Konak. Yer. Ev. Bir müddet durulan yer. (Farsça)

merak

  • Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük.
  • Dalgınlık. Kara sevdâ.
  • Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.

meraset

  • Şiddet.

merhun

  • (Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey.
  • Belirli müddetle bir şeye bağlı olan.
  • Edb: Mânası diğer beyit ile tamamlanan beyit.

merzih

  • Şiddetli ses.

mevkum

  • Hüznü şiddetli olan.

meyl-i şedid

  • Şiddetli meyil, arzu.

mezaret

  • Kalbin şiddeti.

mezmere

  • Çok şiddetli hareket ettirmek.

miad

  • Vaad edilen gelecek zaman veya yer.
  • Müsaade edilen zaman.
  • Kıyâmet. Mahşer.
  • Vaad. Müddet.

mihrab

  • Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
  • Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
  • Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
  • Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
  • Mc: Harb âleti.
  • Orman.
  • Melikin hususi makamı.
  • Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare

mihyac

  • Şiddetli.
  • Çok, ziyâde, fazla.

mikyas-ı zelazil

  • Yer sarsıntısının şiddet ve yönünü gösteren âletler.

milezz

  • Katı, şiddetli, şedid.

mü'sade

  • (İsad. dan ism-i mef'uldür) "Asadet-ül bab" denir ki; kapıyı kapadım, sımsıkı kilitledim demektir. Üzerlerine ateşin yakılıp fırın gibi kapısının kapanması ateşin şiddetini icab edeceğinden, Cehennemde azabların şiddet ve ebediyetinden kinayedir.

mu'zıl

  • (Çoğulu: Mu'zalât) şiddetli. Müşkil, zor.

mualece / muâlece

  • Bir işin üzerinde durarak teşebbüs etme, bir işe girişme; maddeten elleme, ilişme.

muannif

  • Ta'nif eden. Şiddetle azarlayan.

müblis

  • Mahrum.
  • Hasreti şiddetli olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.

müddet-i iddet

  • İddet müddeti.

müddet-i medide

  • Uzun zaman, uzun müddet.

müdkı'

  • Katı, şiddetli, şedid.

müeccelen

  • Te'cil edilmek suretiyle. Müddeti sonraya bırakılarak.

mugamere

  • (Ga, uzun okunur) Nefsini zorluğa ve şiddete zorlama.

mugazıb

  • Gadap etmek, kızmak, hiddetlenmek.

mugidd

  • Gadap edici, kızgın, hiddetlenici.

muhallil

  • (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
  • Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
  • Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

muhkem kaziye

  • Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil

muhnis

  • Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.

muhted

  • (Hadd. dan) Hiddetlenmiş, kızmış.
  • Keskin. Keskinleşmiş.

mukabede

  • Şiddet ve zahmet vermek.

mukabele

  • Karşılık, karşılamak.
  • Mücadele.
  • Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
  • Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
  • Yüz yüze olmak.
  • Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm

mukadderat-ı hayatiye

  • Bütün canlıların hayatları müddetince geçirdikleri ve geçirecekleri tavır, hareket, şekil ve amelleri gibi hususiyetleri.

mükadere / mükâdere

  • Men'etmek, engel olmak. Reddetmek, kabul etmemek.

mukasmel

  • Asâsı çok şiddetli olan.

mükatebe / mükâtebe

  • Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
  • Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.

mükatib / mükâtib

  • Mektup yazan. Mektuplaşan.
  • Fık: Köle veyâ câriyesinin azâd edilmesini bir kazanca veya bir müddete bağlayan efendi.

mülci ikrah / mülcî ikrâh

  • Ölümle veya bir uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehdidlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama.

mümedded

  • Temdid edilmiş, müddeti uzatılmış.
  • Gerilmiş olan.

mümtehine suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in 60. Suresidir. İmtihan veya Meveddet Suresi de denilir.

mumya

  • Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu. (Farsça)
  • Çok zayıf (kimse). (Farsça)

münker

  • İslâmın reddettiği kötü davranş ve uygulama.

müntekim

  • İntikam alıcı. Zâlim ve mütekebbir (kibirli) cânîleri başkalarına ders olacak şekilde cezâlandıran, âsîleri ve taşkınlık yapanları şiddetli azâb ile azablandıran.

müragame

  • Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.
  • Şiddetlendirilmiş.

müşeddid

  • (Şiddet. den) Kuvvetlendiren, azdıran, şiddetlendiren, şiddetini artıran.

müştedd

  • (Şiddet. den) Şiddetlenen, azan. Şiddetlenmiş.
  • Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış.

mütecadil

  • (Cedl. den) Mücadele eden, uğraşan. Şiddetle çekişen.

mütegazzib

  • Hiddetlenen, öfkelenen, kızan, gazaba gelen.

mütehevvir

  • Hiddet ve kızgınlıkla neticeyi düşünmeden saldıran.

mütehevvirane / mütehevvirâne

  • Birdenbire saldırarak. (Farsça)
  • Kızgınlıkla. Hiddetlice. Birden öfkelenir surette. (Farsça)

mütenazzif

  • Maddeten temizlenen.

müteşeddid

  • (Şiddet. den) Katılaşmış, pekleşmiş, sertleşmiş olan.
  • Şiddetlenen, hızlanan.

muzaaf aşk

  • Kat kat, şiddetli aşk.

muzaaf ihtiyaç

  • Kat kat, şiddetli ihtiyaç.

muzaaf iştiyak

  • Kat kat, şiddetli özlem.

muzaaf meyil

  • Kat kat, şiddetli eğilim.

müzmehhir

  • Gadabı şiddetli olan. Çok kızıp hiddetlenen.

müzmetih

  • Hiddetli, kızgın. Gadaplı.

nafaka-i iddet

  • Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.

nagr

  • Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
  • Kin tutmak.
  • Çömlek kaynamak.

nahb

  • Yüksek sesle ağlama.
  • Önemli iş, mühim iş. Nezretmek, adamak.
  • Seri seyr.
  • Vakit, müddet. Ecel, ölüm, mevt.

nakıs temizlik / nâkıs temizlik

  • Kadının âdetinin kesilmesinden sonra on beş gün devâm etmeyen veya âdet müddeti içinde kan görmediği günler.

nasb-ül ayn

  • Göz dikilmesi. Bir şeye hırsla ve şiddetli arzu ile bakmak, göz dikmek.

nası'

  • Her nesnenin hâlisi.
  • şiddetli beyaz olan.

natih

  • (Nâtıh) : (Çoğulu: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan.
  • Şiddetli emir.

natş

  • Şiddet. Kuvvet.

nayibe

  • (Çoğulu: Nâibat-Nevâib) Musibet, belâ.
  • Zahmet, meşakkat.
  • Şiddet.

naziat

  • Hz. Azrâil'in (A.S.) avenesi olan bir taife melâike ki; şerli ve kötü ruhlu insanların canlarını şiddetle alırlar.
  • Nez'edenler. Çekip koparanlar.

ne'ş

  • Şiddetle ve kahirle almak. Zorla almak.

nec'e

  • Şiddetli nazar. Şiddetli bakış.

nech

  • Men' ve reddetmek.

necr

  • Ağaç yonmak.
  • Şiddetli sevk.
  • Asıl.
  • Renk.
  • Halâs, kurtuluş.

nefy-i sani / nefy-i sâni

  • Kâinatın san'atkârı olan Allah'ı reddetme, yok sayma.

nefyetmek

  • İnkâr etmek, reddetmek.

nehar-ı şer'i / nehar-ı şer'î

  • Fecr-i sadıktan güneşin batışına kadar olan müddet.

nehit

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek, nefes alıp vermek.

nekal / nekâl

  • Şiddetli azab. İşkence ve ukubet.
  • İbret.
  • Şiddetli azap.
  • Şiddetli azap.

nekam

  • (A, uzun okunur) Bir kimseyi kötü bir fiilinden dolayı şiddetle cezalandırmak. İntikam almak.

nekbe

  • (Çoğulu: Nekebât) şiddet, meşakkat.
  • Bir şeyin kesilmesiyle olan cerahat.

netk

  • Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek.

nevatıh

  • Şiddetler.

neyt

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek.

nik

  • (Çoğulu: Niyâk) Dağın yüksek yeri, dağ tepesi.
  • Kızgın, hiddetli, gadaplı kimse.

nikal

  • Şiddetli işkence.

nıkmet

  • Şiddetli ceza, intikam alma.

nikmet / نِقْمَتْ

  • Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat.
  • Şiddetli ceza, hoşlanmayan muamelelerle olan mücazat.
  • Şiddetli ceza.

nühud

  • (Nühuz) Kalkmak, kıyam etmek, yerinden yükselmek.
  • Şiddetle muharebe etmek.

öfke

  • Kızma, sinirlenme, hiddet.

ömr-ü tabii / ömr-ü tabiî

  • Ortalama, normal yaşama müddeti.

panayır

  • Yun. Yılda bir - iki defa muayyen bir yerde kurulan ve bir müddet devam eden büyük pazar.

pençe-i kahr

  • Kahır pencesi; haksız yere uygulanan şiddet.

pürhiddet

  • Çok hiddetli, öfkeli.

ra'

  • Şiddetle sürmek.

ra'raa

  • Suyun şiddetle akması.
  • Depretmek. (Çocuk) büyümek.
  • Bitirmek.

rabia-i adeviye

  • (Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliye

racife

  • Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.

ramaz

  • Güneşin sıcaklığı şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak.
  • Kesinleştirmek.

recefan

  • Şiddetle sarsılma, sallanma.
  • Şiddetle gürüldeme. Şiddetli ıztırab, büyük acı.

recf

  • Şiddetle sarsmak veya sarsılmak.

recif

  • Şiddetli ıztırab.

recs

  • (Recse) şiddetli gök gürültüsü.
  • şiddetli ses.

red

  • Reddetme.

red'

  • Geri verme, reddetme.

redd-i hakim / redd-i hâkim

  • Taraf tutan hâkimi kabul etmeyip reddetmek.

redd-i müdahale / redd-i müdâhale / رَدِّ مُدَاخَلَه

  • Karışmayı reddetme.

reddü'l-evham

  • Vehimleri, kuruntuları reddetme.

remi

  • (Çoğulu: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.

resa'

  • Şiddetli hırs.

reteb

  • Zahmet. Şiddet.
  • Şehadet parmağı ile orta parmak arası.

revban

  • (Çoğulu: Rübâ) Sütün yoğurt olması.
  • Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.

ric'at

  • Geri dönme, vazgeçme.
  • Erkeğin, boşadığı kadını, iddet süresi bitmeden tekrar nikahlaması.

rıddidi / rıddidî

  • Reddetmek.

ruz

  • Gün, 24 saatlik müddet. (Farsça)
  • Gündüz. (Farsça)

sa'ka-i şedide

  • Şiddetli baygınlık.

saak

  • Bir şiddet sebebi ile helâk olmak, ölmek, bayılmak.
  • Aklın gitmesi.

sababet

  • Şiddetli sevgi. Âşıklık.

sabbur

  • Katı, şiddetli, şedid.

safk

  • Sesi işitilen vuruş.
  • Sarfetmek.
  • Reddetmek.
  • Kanatlarını hareket ettirmek. Deprenmek.
  • Kullanmak.

sahh

  • şiddetinden kulaklar tutulan çığlık.
  • Sağlam bir şeyle vurmak.
  • Cemetmek, toplamak.

sahha

  • Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.

sahib-üs seyf / sâhib-üs seyf

  • Kılınç sahibi. Maddeten kuvvetli olup, maddi cihad ile vazifeli olan.

sahl

  • Ses kısıklığı. Ses bozukluğu.
  • Boğazını boğup şiddetle çağırmak.

şahn

  • Doldurmak.
  • Sürüp reddetmek.

sahsalik

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Yaşlanmış, ihtiyar kadın.
  • Şiddetli ses.

saht / سخت

  • Hışım, hiddet, kızgınlık, gadap.
  • Çok. (Farsça)
  • Katı. (Farsça)
  • Şiddetli. (Farsça)
  • Güç. (Farsça)

saik-i şedid / sâik-i şedid

  • Şiddetli sevk edici gerekçe.

saıka

  • Şiddet sesi.

saika

  • Yıldırım. Ölüm, mevt.
  • Nüzul ateşi.
  • Semadan gelen şiddetli ses.
  • Mühlik ve azab.
  • Bulutları sevke vazifeli melek.

saika-vari

  • Yıldırım gibi. Şiddetli korkutarak. (Farsça)

sak

  • Bir şeyin aslı.
  • Topuktan baldıra doğru bacağın incik yeri.
  • Mc: Şiddet.

şaki

  • Şikâyet eden.
  • Ağlayan.
  • Hiddetli ve şevketli.

sakme

  • Şiddetle ve kakarak vurmak.

salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî

  • (Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye

salahdem

  • Katı, şiddetli, şedid.

sald

  • Kaypak taş.
  • Taş gibi çok dayanıklı şey.
  • Dağa çıkmak.
  • Şiddetle ellerini yere vurmak.

salib

  • (Çoğulu: Sulub-Salbân) Haç.
  • Şiddetli, şedit.
  • Heybetli.

salk

  • Şiddetli ses.
  • Vurmak.
  • Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.

sam'ar

  • Katı şiddetli, şedid.

sanabir

  • Şiddet.

sandid

  • Bela.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Şiddetli yağmur ve rüzgâr.

sarasır

  • (Tekili: Sarsar) şiddetli ve gürültülü rüzgârlar.

satvet

  • Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.
  • Zorluluk.

satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye

  • Maddeten ve mânen üstün olmak.

savlet

  • Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.

sayha

  • Şiddetli ses; korkunç gürültü.

şedaid / şedâid

  • (Şedâyid) Afât. Meşakkatli haller. Şiddetli musibetler.
  • Şiddetli durumlar, belâlar.
  • Şiddetliler, şiddetli belâlar.

şedde

  • Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
  • Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.

şedid / şedîd / شديد / شدید

  • Sert, sıkı, şiddetli.
  • Musibet, belâ.
  • Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli. (Arapça)

şedid-ül mihal

  • Şiddetli kuvvet. Ağır ve şiddetli azab.

şedidane / şedîdâne

  • Şiddetlice.
  • Şiddetli bir şekilde.

şedidü'l-ihtiyaç

  • Şiddetli ihtiyaç.

şedit

  • Şiddetli.

şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ

  • Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını

sefi'

  • Şiddetle tutup çekme.

sefik

  • (Çoğulu: Sefâsik) Katı, şiddetli, şedid.
  • Sık dokunmuş bez.

sehb

  • Çekmek.
  • şiddetle yemek ve içmek.

şeka'

  • Maraz, hastalık.
  • Hiddet, kızgınlık, gadap.
  • İncelemek.

sekerat

  • Sarhoşluk.
  • Hayretler. şiddetler.
  • Mestlikler.

sekre

  • Sarhoşluk.
  • Şaşkınlık.
  • Şiddet.

selata

  • Kahır, galebe, hiddet.
  • Kötü konuşan, gönül inciten, kalb kıran.
  • Merhametsiz olmak.
  • Acı söz söylemek.

selub

  • (Çoğulu: Süleb) Müddeti tamam olmadan yavrusunu düşüren deve.

şemirr

  • Katı, şiddetli, şedid.

şereh

  • Tamahkârlık, açgözlülük, şiddetli hırs.
  • İnsanın muhtâc olduğu şeylerin lüzûmundan fazlasını istemesi, şiddetli hırs, tamahkârlık, aç gözlülük.

serendi / serendî

  • Katı, şiddetli, şedid. (Müe: Serendât)

sery

  • Davarı iyi gütmek.
  • Yıldırımın parlayıp çakması.
  • Kurt, eşine çıkmak.
  • Hiddetlenmek, kızmak.

şerz

  • (Çoğulu: Şerâriz-Şevâriz) Şiddet.
  • Zorluk.
  • Kuvvet.
  • Kalabalık, galizlik. Kat'etmek, kesmek.

şesasa

  • şiddet.
  • Yaramazlık.
  • Sığır üstüne yük vurmak.
  • Kuru ve sert yer.
  • Acele.

setv

  • (Çoğulu: Setavât) Hamle etmek.
  • Kahretmek.
  • Hiddetlenmek, kızmak, gadap etmek.

şevk

  • Şiddetli istek.
  • Diken.
  • Birinin hiddet ve şevketi görünmek.
  • Ekin.
  • Çok istek, şiddetli arzu.
  • Neş'e.
  • Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama.
  • Memnun. Şâduman.
  • Şiddetli arzu ve istek.

şevk u cezbe

  • Şiddetli arzu ve istek ve kendinden geçme.

şevk-i ebediyet

  • Sonsuzluğa şiddetli istek.

sevret

  • Kızgınlık, hiddet, öfke.
  • Hücum. Dövüş.
  • Hükümdarın şiddet veya kudreti.
  • Tezlik.

seyhec

  • (Seyhuc) : Katı, şiddetli şedid.

seyhek

  • Katı yel. Şiddetli rüzgâr.

seyl

  • Sel. şiddetle gelen şey.

seyl-i dalalet / seyl-i dalâlet

  • Gürültü ve şiddetle akan inançsızlık, sapkınlık seli.

şeza

  • Kokulu şeylerin şiddetle kokması.

şezat

  • Budak kırmak.
  • At sineği.
  • Bir gemi cinsi.
  • Tuz.
  • Kuvvet ve şiddet bakiyyesi.
  • Ağaç ismi.

şezf

  • Şiddet.
  • Darlık.

şezr

  • Kızgınlık ve hiddetten dolayı gözucuyla bakmak.

şezre

  • Bir kimseye yüz yüze bakmayıp şiddet ve öfke ile yandan bakış. Hasmâne bakış. Dargın bakışı gibi bakma. Göz değdirme.
  • İpi soluna bükme.
  • Tersine bükülmüş ip, urgan.
  • El değirmenini sola doğru çevirme.
  • Şiddet, suubet, zorluk.

şibdi'

  • (Çoğulu: Şebâdi) Akrep.
  • Dil, lisan.
  • Belâ.
  • Şiddet.

siccin

  • Sert, şiddetli olan şey.
  • Dâim olan.
  • Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer.
  • Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.

şidad

  • (Tekili: Şedid) Sertler. Şiddetliler.

şiddet

  • Sertlik, katılık.
  • Ziyadelik.
  • Sıkılık.
  • Tecvidde: Harf sükun ile ve nefesin hepsi habs olarak sakin bir halde okunduğu zaman savtın asla akmamasına denir. Şiddet iki kısma ayrılır:Şedide-i mechure : Elif, bâ, cim, dal, tı harfleri.şedide-i mehmuse : Kaf ve tâ harfleri.<

şiddet-i alaka / şiddet-i alâka

  • Şiddetli ilgi ve alâka gösterme.

şiddet-i ateş

  • Ateşin şiddetliliği.

şiddet-i beyan

  • Açıklamanın şiddeti.

şiddet-i fakr

  • Fakirliğin şiddetli olması.

şiddet-i fakr ve istiğna

  • Şiddetli fakirlik ve tokgözlülük; çok fakir olmasına rağmen kimseden bir şey beklememe.

şiddet-i galeyan

  • Şiddetli coşkunluk, coşup taşma.

şiddet-i gazab

  • Azabın, cezanın şiddeti.

şiddet-i hacalet / şiddet-i hacâlet

  • Büyük utanç, şiddetli utangaçlık.

şiddet-i hararet

  • Şiddetli sıcaklık.

şiddet-i havf

  • Şiddetli korku.

şiddet-i hiddet

  • Şiddetli öfke, kızgınlık.

şiddet-i hırs

  • Aşırı hırs, şiddetli istek, arzu.

şiddet-i hücum

  • Şiddetli saldırı.

şiddet-i ihtiyac

  • Şiddetli ihtiyaç.

şiddet-i ihtiyaç

  • İhtiyacın şiddeti.

şiddet-i ihtiyacın sevki

  • Bazı şeylere duyulan şiddetli ihtiyacın yönlendirmesi.

şiddet-i iltihab

  • Şiddetli bir şekilde tutuşma.

şiddet-i inat

  • Şiddetli, aşırı inat.

şiddet-i istiğrak

  • Şiddetli şekilde Allah aşkıyla kendinden geçme, derine dalma.

şiddet-i kubh

  • Şiddetli çirkinlik.

şiddet-i lüzum

  • Şiddetli gereklilik, ihtiyaç.

şiddet-i mevani / şiddet-i mevâni

  • Mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu.

şiddet-i nefret

  • Şiddetli nefret.

şiddet-i rabıta

  • Tam, şiddetli bağlılık.

şiddet-i rağbet

  • Şiddetli arzu, istek.

şiddet-i sevk

  • Şiddetli gönderme, yönlendirme.

şiddet-i şevk

  • Şiddetli bir istek ve arzu.

şiddet-i soğuk

  • Şiddetli soğuk.

şiddet-i takva / şiddet-i takvâ / شِدَّتِ تَقْوَا

  • Şiddetle günahlardan sakınma.

şiddet-i tazyik

  • Şiddetli bir sıkıştırma, baskı.
  • Tazyik ve baskının şiddeti.

şiddet-i teessür

  • Üzüntü ve ıztırabın şiddeti.

şiddet-i tehdit

  • Tehdidin şiddeti.

şiddet-i zaaf

  • Zayıflığın şiddeti.

şiddet-i zuhur

  • Açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti.

şiddet-i zulmet

  • Şiddetli karanlık.

şided

  • (Tekili: Şiddet) Şiddetler.

sıhtit

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Çok yükselen toz.
  • Katıksız kavut denilen kavrulmuş un.

sırr

  • Şiddetli ateş veya soğuk.

sırre

  • Soğuk rüzgâr. Şiddetli soğuk.
  • Şiddetli sayha, çığlık.

şısb

  • (Çoğulu: şesâyib) şiddet.
  • Nasip.

şü'bub

  • Birden yağan sağanaklı yağmur.
  • Hiddetli ve şiddetli olan.
  • Şiddetli güneş harareti.

şuayb

  • Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k

sühuk

  • Şiddetli rüzgâr. Katı yel.

şühur

  • (Tekili: şehr) Aylar. 30 günlük müddetler.

sultan

  • Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
  • Allah. (C.C.)
  • Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
  • Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
  • Hüccet ve delil.
  • Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin

şüsub

  • Atın ince ve zayıf olması.
  • Şiddet.

suude

  • İyi addetmek. Mübarek saymak.

ta'nif

  • Şiddetle azarlamak.
  • Darılmak.
  • Meşakkat vermek. Melâmet etmek.
  • Şiddetli azarlama.

ta'nifat / ta'nifât

  • (Tekili: Ta'nif) Şiddetle azarlamalar, darılmalar.

taarruz

  • Bir şey veya bir kimse üzerine şiddetle saldırma. Çatma. Düşmana hücum etme. Sataşma. İlişme.

taassub

  • Şiddetli taraftarlık.

taassub-u dini / taassub-u dinî

  • Dine şiddetle bağlılık, körükörüne bağlılık.

tagayyüz

  • Gayzlanma, kin besleme.
  • Kızma, hiddete gelme.

tagayyüzat

  • Hiddetlenmeler. Kızmalar.

tagyiz

  • (Gayz. dan) Hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.

taharet / tahâret

  • Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.
  • Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
  • Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de

tahattum

  • Kin, hiddet ve öfke içinde olmak.

tahkir

  • Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek.

tahmic

  • Şiddetle bakmak.
  • Gözünü açıp yummak.

tahmiş

  • Tırmalamak.
  • Hiddetlendirmek.

takaşşüf

  • Maişet şiddeti, geçim zorluğu.

talak-ı bayin / talâk-ı bâyin

  • Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz.
  • Zevcenin iddet müddeti (üç temizlenme vakti) bitmeden tekrar kocasına dönmehakkı bulunmayan talâk.

tall

  • Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem.
  • Helâk etmek, iptal.
  • Güzel, lâtif şey.
  • Şiddet.

tama'

  • Aç gözlülük, şiddetli arzu.

tanif / tânif

  • Şiddetle kınama.
  • Şiddetle azarlama.

tarasrus

  • Katı olmak, şiddetlilik.
  • Sağlam olmak.

tard

  • Reddetme, kovma.

tard-ı şerik / tard-ı şerîk / طَرْدِ شَر۪يكْ

  • Ortağı, ortaklığı reddetmek.
  • Ortağı reddetme.

tared

  • Irak etmek, uzaklaştırmak.
  • Sürüp reddetmek.

tasarruh

  • Şiddetle çağırmak.

tatayyur

  • Teşe'üm addetmek. Uğursuzluk.
  • Uçmak.

tatrid

  • Reddetmek.

tavtiş

  • Karşılıklı olarak reddetmek.

taz'if

  • İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak.
  • Zayıf addetmek.

teberri / teberrî

  • Uzaklaşma; mensubiyeti, hürmeti reddetme, kabul etmeme.

tebertum

  • Büyüklük taslama.
  • Hiddetlenme, öfkelenme, kızma.

tecerru'

  • (Cur'a. dan) Yudum yudum ve süzerek içmek.
  • Hışmını ve gadabını yutup def'etmek. Hiddetini yenmek.

tedbir-i maddiye

  • Maddeten alınan tedbirler.

teeccül

  • Belli bir vakte kadar müddet isteme.
  • Sığır ve geyik gibi hayvanların sürü sürü olmaları.

tefa'

  • Hiddet ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak.

tegaddüb

  • (Gadab. dan) Hiddetlenme, öfkelenme, gazaba gelme, kızma.

tegayyüz

  • (Çoğulu: Tegayyüzât) (Gayz. dan) Hiddetlenme, kızma.

tegazzüb

  • (Gazâb. dan) Öfkelenme, hiddetlenme, gazaba gelme, kızma.

tehekküm

  • İstihza.
  • Tevbih. Şiddetle azarlama. Görünüşte ciddi, hakikatta alaydan ibaret olan eğlenme.
  • Edb: Tarizin tesirli olan kısmı.

temim

  • Katı, şiddetli, şedid.

tenaffut

  • Çok kızma, hiddetlenme.

terad

  • Birbirini reddetmek.

teraggum

  • Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.

termos

  • yun. İçine konulan sıvının sıcaklık veya soğukluğunu uzun müddet muhafaza edebilen kap.

tesadüm / tesâdüm

  • Vuruşma. Şiddetle çarpışma.
  • Müsademe, şiddetli çarpışma, savaşmak.

teşdid / teşdîd / تشدید

  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme.
  • Gr: Harfi iki defa okuma. Harfi şeddeli okumak.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme.
  • Şiddetlendirme, arttırma, çoğaltma. (Arapça)
  • Teşdîd etmek: Şiddetlendirmek. (Arapça)

teşdid etmek

  • Şiddetlendirmek.

teşdit

  • Şiddetlendirme, artırma.

teşeddüd / تَشَدُّدْ

  • Sertleşme. Kuvvet ve dayanıklık kesbetme. Şiddetlenme. Çok şiddetli olma.
  • Keskinleşme.
  • Şiddetlenme.
  • Şiddetlenme.

teşeddüt

  • Şiddetlenme.
  • Şiddetlenme.

tesfih

  • (Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek.

teskin

  • Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
  • Gr: Bir harfi sâkin okuma.

tevakkus

  • Şiddetle basmak.
  • Atın seyri.

tevbihat-ı şedide

  • Şiddetli tekdir ve azarlamalar.

tevekkuh

  • Şiddetli ve haşin olmak.

tezaggum

  • Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.

tezkiye-i nefs

  • Nefsini temiz bilmek. Kusuru üzerine almamak. Nefsini kusursuz addetmek.
  • Nefsi kötü şeylerden temizlemek, hayra yöneltmek.

tezvid

  • Sürmek.
  • Reddetmek.

tıhl

  • Hiddetli adam.
  • Dalağı büyük adam.

tiş / tîş

  • şiddet.
  • Hafiflik.

tufan / tûfân / طُوفَانْ

  • Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
  • Nuh Peygamber (A.S.) zamanındaki büyük su baskını hâdisesi.
  • Şiddetli yağmur, büyük su baskını.
  • Çok şiddetli yağmur.

tufan-ı şedid

  • Şiddetli fırtına.

tünd / تند

  • Sert, şiddetli, haşin. (Farsça)
  • Hızlı. (Farsça)
  • Keskin. (Farsça)
  • Acı. (Farsça)
  • Şiddetli. (Farsça)

tündi / tündî

  • Sertlik, katılık. Hiddet ve şiddet. (Farsça)

übab

  • Şiddetli ve taşkın sel suyu.

udal

  • Katı, şiddetli.
  • Pek zor.
  • Ağır hastalık.

udlet

  • (Çoğulu: Uzul) Zahmet, meşakkat.
  • şiddet.

uffare

  • Her nesnenin evveli.
  • Katılık.
  • Şiddet.

ukam

  • Çok sert. Pek şiddetli.

ukd

  • Düğüm.
  • Yoğun.
  • Gazap, hiddet.
  • Sâkin olmak.

unf / عنف

  • Sertlik, katılık, şiddet. (Arapça)

unfen / عنفا

  • Şiddetle, sertlikle. Zor kullanarak.
  • Sertçe, şiddet kullanarak, kabalıkla. (Arapça)

unfi / unfî

  • (Unfiyye) Sert, şiddetli, kaba.

uram

  • Eti soyulmuş kemik.
  • Çokluk.
  • Kötü ahlâk.
  • Şiddetli muhâlefet.
  • Çocuğun edepsizlik yapması.

urame

  • Hiddet.
  • şiddetli muhalefet.
  • Kötü ahlâk.
  • Edepsizlik etmek.

urb

  • Şiddetli akıcı çay.
  • Ferah, sevinç, neşat.

utun

  • Katı şey. Şiddetli.

uva

  • Şiddetli ses. Avaz, sayha.

uzafire

  • Katı. şiddetli, şedid.

uzriyy

  • Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.

va

  • "Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.

va's

  • (Çoğulu: Vuasâ) şiddet, mihnet.

vakıa' / vâkıa'

  • Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise.
  • Olan olmuş.
  • Rüya, düş.
  • şiddetli hâdise.
  • Meşakkat, musibet.
  • Kıyamet.
  • Cenk, savaş.

vakm

  • Reddetmek.
  • Hor ve zelil etmek.

vakz

  • Galebe etmek.
  • Şiddetle vurup ölmeye yakın etmek.

valice

  • İnsanı şiddetle tutan bir hastalık.

vebal / vebâl

  • Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
  • Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
  • Şiddet, ağırlık, günah.

vegar

  • Gazap, kin, öfke, hiddet.

vekm

  • Reddetmek.

veleh

  • Kahr, gazab, şiddet, hışım. (Farsça)

vemd

  • Gazap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
  • Sıcaklığın artması.

vera / verâ

  • Günahtan şiddetle kaçınma hâli.

verentel

  • Şiddet, mihnet.

vesic

  • Şiddetli seyir. Hızlı gitme.
  • Hızlı yürüyen deve.

yavuz

  • şiddetli yanan.
  • A'lâ, fevkalâde.
  • Pek sert.

yavuz sultan selim

  • (Hi: 875-926) Osmanlı Padişahlarından dokuzuncusudur. Sultan Süleyman Han'ın babası, 2. Bayezid Han'ın oğludur.Azim ve sebat örneği olan ve memleket mes'elelerinde en küçük kusurları bile afvedemiyen Yavuz Selim, Çaldıran seferine çıkmıştı. Uzun müddet seferde olan askerleri bir gün padişahın çadırı

yekçeşm

  • Tek gözlü.
  • Âhir zamanda gelecek olan Deccal'ın bir ismi. "Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden" meâlinde mecazen söylenilmiştir.
  • Güneş.

yerku'

  • Şiddetli açlık.

yuşa

  • Hz. Musa'dan (A.S.) sonra peygamber olmuş ve Benî İsrail'i çöllerden kurtarmıştı. Ondan sonra pek çok reisler Yahudilerin idaresinde bulundu, bazan da hâkimsiz kalarak esaret hayatı yaşadılar. Tâ bir müddet sonra İsmail (A.S.) hâkim oldu. Onbir sene Benî İsrail'i idare etti. Sonra içlerinden bir mel

za'za'

  • Bir şeyi parça parça etmek.
  • şiddetle esen yel.

za'zaa

  • Şiddetle hareket ettirmek, sarsmak.

za'zaa-i esnan / za'zaa-i esnân

  • Dişlerin şiddetle birbirine vurması.

zaar

  • Şiddetli korku.

zalf

  • Men'etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek.
  • Mübah şey.
  • Bâtıl.
  • Şiddet.
  • Beyhude.

zalumiyet / zalûmiyet

  • Şiddetli zalimlik.

zarra' / zarrâ'

  • (Darrâ') Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı.

ze'b

  • Ayıp.
  • Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak.

ze'c

  • şiddetle emme, yutma.
  • Doldurmak.

ze'm

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Hacet, ihtiyaç.
  • Mevt, ölüm.

ze'me

  • Şiddetli ses, çığlık.
  • İhtiyaç, hâcet.

zebn

  • Şiddetle def'etmek.
  • Devenin çifte vurması.

zebr

  • Kitab. Cüz. Kitap yaprağı.
  • Yazı yazma.
  • Söz. Yazı.
  • Akıl, zekâ.
  • Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam.
  • Men'eylemek.

zecirkarane / zecirkârâne

  • Şiddetle sakındırarak, engelleyerek.

zecr-i kur'ani / zecr-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın şiddetli azarlaması, sakındırması.

zefir

  • Çok şiddetli ses.
  • Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek.
  • Ağlatmak.
  • İnlemek.
  • Ateş gürültüsü.
  • Eşek anırtısının evveli.
  • Belâ.

zemcere

  • (Çoğulu: Zemâcir) Şiddetle çağırmak.

zemec

  • Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak.
  • Doldurmak.

zemheri

  • Karakış dönümünden (12 Aralıktan) 31 Ocağa kadar olan şiddetli soğuk devresi.

zemherir / zemherîr

  • Zemheri, şiddetli soğuk devresi.
  • 22 Aralık'tan 31 Ocak'a kadar olan şiddetli kış dönemi. Şiddetli ve yakıcı soğuk.

zentere

  • Darlık, şiddet.

zenyan

  • Men'etmek, engel olmak. Kabul etmemek, reddetmek.
  • Evmek, acele etmek.
  • Rüzgârın sert esmesi.

zevh

  • Şiddetle yürümek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın