Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
dava
ifadesini içeren
346
kelime bulundu...
abes
Davarın kuyruğunda kuruyup kalan bevl ve ters.
adem-i istima'
Huk: Mahkemede dâvanın dinlenmemesi.
afreye
Horoz ibiği. İnsanın ense saçı.
Davarın alın saçı.
afv-i anilkat'
Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.
ağnam
"Ganem"in çoğulu. Davarlar, koyunlar, keçiler.
aks-i dava / aks-i dâva
Zıt hüküm. Karşı dâvâ (Zıt teorem.)
aksam
Dişi yarısından ufanmış.
Boynuzsuz davar.
amrus
(Çoğulu: Amâris) Kuzu.
Çok yürütmek istediklerinde yürümeyen davar.
anun / anûn
İsyankâr, kavgacı.
Davarların önünde yürüyen davar.
aren
Davar ayağında olan kuru kemre.
Yarık.
Bir nesne yumuşak olmak.
ariyy
(Çoğulu: Erâri) Davar bağlanan yer ve ip.
arz
(Erz) Yeryüzü, toprak, zemin, dünya.
Aşağı ve alçak.
Memleket, ülke.
Küre.
İklim.
Davarın ayağının altı.
asal
(Çoğulu: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak.
Bağırsak.
atban
Tek ayak üstüne sıçramak.
Davarın üç ayak üstüne yürümesi.
avukat
Mahkemede ücret mukabilinde taraflardan birinin müdafaasını ve davasını üzerine alan hukukçu.
Mc: Müdafaaya muktedir, çeneli, cerbezeli.
bad-ı heva / bâd-ı hevâ
Hevâ ve heves. Eğlence. Bedava. Boş.
badıheva / bâdıhevâ
Boşu boşuna, bedava.
bast-ı dava / bast-ı dâvâ
Dâvâ açma.
bedava
Parasız, meccanen, karşılıksız.
(Farsça)
Mc: Çok ucuz. (Meselâ: Bunu bu fiata bedava almışsın, cümlesinde olduğu gibi.)
(Farsça)
behzere
(Çoğulu: Behâzere) Semiz davar.
bek'
(Çoğulu: Bilkâ) Sütü az olan davar.
beleş
(Arabça bilâşey'den galattır) Ücretsiz, bedava.
beraet / berâet
Temize çıkma. Temizlik, münezzehiyet. Bulaşık ve giriftâr olmama. Âri olma.
Huk: Bir davânın neticesinde suçsuz olduğu anlaşılma.
burhan / burhân
Bir dâvâyı isbat eden kesin delîl.
Mantık ilminde mukaddime denilen ve kesin netîceye ulaştıran iki cümle (söz).
can-efşan
Bir dâvâ uğrunda canını veren, canını feda eden.
(Farsça)
cerez
Davarın art sinirinde olan bir hastalık.
ceşer
Davarı otlamaya çıkarmak.
ceşir
Büyük çuval.
Ev önünde davar yürüyecek yer.
cezre
Kasaplık koyun, keçi gibi davar.
Semiz koyun.
cüfal
Selin kenara attığı çör çöp.
Davarın yünü ve kılı çok olmak.
Kıllı kimse.
Bol.
cümza
Seri davar.
cürahüm
İri gövdeli davar.
çürütme
Bir düşüncenin, bir davanın boşluğunu, anlamsızlığını ortaya koyma.
da'va-yı halk / da'vâ-yı halk
Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek.
da'va-yı nübüvvet / da'vâ-yı nübüvvet
Peygamberlik dava etmek. Peygamber olduğunu ilân etmek.
daak
Davarın ayağıyla kazılmış yer.
dacin
(Çoğulu: Devâcin) Evi öğrenmiş olan davar.
dadhah / dâdhâh / دادخواه
Davacı.
(Farsça)
dafuf
Sütü çok olan davar.
dahas
Davarın tırnağında olan bir verem.
dahıke
(Çoğulu: Davâhık) Gülme ânında çıkan dört dişin birisi.
dahike
(Çoğulu: Davâhik) Azı dişlerinden her biri.
daiye / dâiye
İnsanı bir şeye candan bağlamağa sürükleyen iç duygusu.
Mücib ve sebep.
Bâis olan husus, vakit ve zamanın bir hâleti.
Arzu, hırs.
Dava.
Bahane.
dakdaka
Davarın tırnağının taşa dokunup ses çıkarması.
dalle
Evini bilmeyip başka yere giden davar.
damen-gir
Eteğe yapışan, etek tutan.
(Farsça)
Dâvacı, hasım, şikâyetçi.
(Farsça)
damengir / dâmengîr / دامن گير
Davacı, şikayetçi.
(Farsça)
Eteğe sarılan.
(Farsça)
danık
(Çoğulu: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı. (Her kırat beş arpa ağırlığıdır.)
Zayıf düşkün davar.
dar'
(Çoğulu: Durâ-Duru) Davar emziği.
dar'a'
Başı siyah, gövdesi beyaz olan davar. (Müz: Edrâ.)
dava / davâ / دعوی
Dava.
(Arapça)
Teorem.
(Arapça)
Mesele.
(Arapça)
dava vekili
Baro teşkilatının olmadığı yerlerde kanunî izin ile vekil sıfatı kazanan ve dava takibine salâhiyeti olan kişi.
dava vekilliği / dâvâ vekilliği
Dâvâyı savunma makamı, avukatlık.
dava-yı ahmediye / dâvâ-yı ahmediye
Hz. Muhammed'in dâvâsı.
dava-yı azime / dâvâ-yı azîme
Büyük dava.
dava-yı iftiharkarane / dâvâ-yı iftiharkârâne
İftiharla yapılan iddia, dâvâ.
dava-yı risalet / dâvâ-yı risalet
Peygamberlik dâvâsı.
davacı
Dava açan.
(Türkçe)
daveri / dâverî
Hâkimlik, hükümdarlık.
(Farsça)
Mahkeme ve dâvâ.
(Farsça)
Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme.
(Farsça)
Kavga, mücadele.
(Farsça)
dayine
(Çoğulu: Davâyin) Dişi koyun.
deavi / deâvî / دعاوی
(Tekili: Davâ) Dâvalar, mes'eleler.
Davalar.
(Arapça)
def'
Ortadan kaldırmak, Öteye itmek.
Mâni' olmak. Savmak. Savunmak.
Himaye etmek.
Fık: Bir dâvayı müdafaa için başka bir dâva açmak.
derem
Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.
derir
Yürügen davar.
devir ve teselsül
Davanın delile ve delilin davaya taalluk etmesiyle kaziyenin dönüp dolaşıp yine eski hâline gelerek hallolunamaması.
dı've
Nesep dâvâsı etmek.
Yalan dâvâ etmek.
divan-ı ahkam-ı adliye / divan-ı ahkâm-ı adliye
Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.
divan-ı hümayun / divan-ı hümâyun
Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.
(Farsça)
diyas
Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek.
Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.
dülake
Davar emziğinde kalan süt bakiyesi.
efn
Noksan etmek. İçmek.
Sağmak.
Davarın sütü az olmak.
en'am / en'âm
Davar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar.
eş'ar
(Çoğulu: Eşâir) En iyi şâir.
Kılı çok olan kimse.
Davarın tırnağı çevresinde olan kıl.
ezra
Kulağı beyaz, gövdesi siyah olan davar.
farih
(Çoğulu: Fevârih-Füreh) Gayretli davar.
Akıllı kişi.
farz
Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
Takdir veya beyan eylemek.
Bir şeyi delmek, gedik açmak.
Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
Addet
fasic / fâsic
Kısır, semiz davar.
fedai / fedaî
Dâvası ve gayesi uğruna herşeyini çekinmeden feda edebilen.
fedakar / fedakâr
Her türlü zahmetlere göğüs gererek dâvası uğruna sebat eden.
(Farsça)
fedakarane / fedakârane
Canını ve herşeyini feda eder derecesinde. Her türlü eziyet ve zahmetlere göğüs gererek, dâvası uğruna sebat edene yakışacak surette.
(Farsça)
fedakarlık / fedakârlık
Varlığını feda edip her türlü sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat etme.
feragat
Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek.
Boşalmak, hâlî olmak.
ferahe
Zeyreklik. Çok akıllılık. Davarın gayretli olması.
ferr
Kaçmak. Firar etmek.
Davarın yaşını anlamak için dişini görmek.
fir'avn
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
firavun / firâvun
İlâhlık davası güden ünlü bir ulu önder.
gamez
Malın ve davarın kemi ve küçüğü.
gasase
(Gasis-Gususe) Davarın zayıf olması.
Sözün boş ve faydasız olması.
Yaradan irinin akması.
gazva
Malın ve davarın kötüsü.
habat
Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz.
Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi.
hadd-i evsat
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
hadia / hadîa
Davarın karnından gelen ses.
hafa
Çok yürümekten adamın ayağının ve davarın tırnağının aşınması.
hafir
(Çoğulu: Havâfir) Davar tırnağı.
hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'
Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.
hakk
(Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti.
Dâva ve iddia.
Hakikate uygunluk.
Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse.
Münasib
Din. İslâmi
hamele-i kur'an / hamele-i kur'ân
Kur'ân davasını omuzlayan, onu sonraki nesillere ulaştıran.
hamer
Davarın arpa yemekten dolayı içinin ve ağzının kokması.
hanev
Eğmek.
Davar kösnemesi.
hank
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
Bir şeyi çiğneyip damağıyla ezmek.
Davarın ağzına gem vurmak veya urgan koymak.
harat
Davarın memesinde olan bir hastalık. (Sütün parça parça, ufanmış gibi çıkmasına sebep olur)
harm
Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
Davara yük vurmak.
İşinde çabuk çabuk olmak.
Udul etmek.
Kat'etmek.
hart
Katı katı ovmak.
Davarın yulaf yerken çıkardığı ses.
harut
Mukaddes kimse.
İpini sahibi elinden çekip kaçan davar.
hasm-ı da'va / hasm-ı da'vâ
Dâvânın halledilmesi.
hass
Zannetmek.
Silkmek.
Davarı kaşağılamak.
Közün üstünde birşey pişirmek.
Katletmek, öldürmek.
haşş
Kat'etmek, kesmek.
Toplamak, cem'etmek.
Davara ot vermek.
Ateş yakmak.
hazem
Göğüs kemiği.
Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.
hedb
Meyve toplamak.
Davar sağmak.
helva'
Hızlı yürüyüşlü davar.
hevs
Bir şeyi vurarak kırmak.
İfsad etmek.
Dolaşmak.
Davarı yavaşça ileri sürmek.
heyş
Hareket.
Davar sağmak.
Fitne.
Iztırab, acı.
hıbat
Yüzde olan dağ ve nişân.
Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret.
hilafet-i muhammediye / hilâfet-i muhammediye
Hz. Muhammed'den (a.s.m.) sonra onun dâvâsının temsil edilmesi.
hınziz / hınzîz
(Çoğulu: Hanâzız) Enenmemiş veya enenmiş erkek davar.
huccet
Senet, vesîka, delîl, burhân.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
hükm
(Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik.
İrade. Kumanda. Nüfuz.
Kadılık etmek.
Tesir. Cari olmak.
Makam.
Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar.
Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya
Bir dâvâ, bir mes'ele, bir kişi hakkında verilen karar, emir.
hükm-i zımni / hükm-i zımnî
Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâhe
hülas
Zayıf davar.
hurdevat
Kırık dökük, eski püskü şeyler, öteberi. Hırdavat.
(Farsça)
hurkuf
Zayıf davar.
hurşun
(Çoğulu: Harâşın) Ufacık bıtırak. (Davarların tüyüne yapışır.)
husumet / husûmet
Düşmanlık. Hasımlık. Kincilik. Zıddiyet. Çekişmek. Dâvacı olmak.
Dâvâ açmak.
Düşmanlık.
hutm
Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.
i'lamat
(Tekili: İ'lam) Bir dâvânın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî vesikalar.
ibra-i amm / ibrâ-i âmm
Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.
ibra-i has / ibrâ-i hâs
Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.
ibtina'
(Binâ. dan) Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad etme.
idak
Davarın kösneyip aygır istemesi.
idave
(Çoğulu: Edâvâ) Deriden yapılmış su kabı. Asker matarası.
iddia / iddiâ / ادعا
Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. İleri sürülen fikir. Dâva etmek. Israr etmek. İnat etmek. Haklı veya haksız bir dâvaya kalkışmak.
Düşüncesinde ısrar etme.
(Arapça)
Dava etme.
(Arapça)
İnat.
(Arapça)
iddianame
Müddei umuminin (savcının), iddialarını topladığı ve soruşturma sonunda mahkemede okuduğu yazı. (Ceza işlerinde hazırlık tahkikatının neticesi, davasının açılması için kâfi olduğu anlaşılırsa savcı bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu hakimine bir talepname veya doğrudan doğruya mahk
ifhac
Davarın ayaklarını ayırıp sağmak.
ıfrat
Davarın alın saçı.
İnsanın ense saçı.
ihzariye
Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
Birinin mahkemeye çağrılması için
ikame
Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
ikame-i da'va
Dâvâ açma.
ikame-i dava / ikame-i dâvâ
Dâvâ açmak.
imtina-i hakiki
Bir şeyin mümkün olmamasının aklen zaruri olması. (Meselâ: Bir kimse kendinden yaş bakımından büyük olan başka bir kimse hakkında: "Bu benim oğlumdur" diye iddia etse, dâvâsı dinlenmez. Çünkü, kendinden yaşça büyük bir adamın, kendisinin neslen oğlu olması aklen muhaldir.)
incal
Davarı çimene salma, yeşilliğe bırakma.
inhisam-ı da'va
Dâvânın halledilmesi.
iptal-i dava-yı nebi / iptâl-i dâvâ-yı nebî
Peygamberin davasını iptal etme, iddiasını çürütme.
ısrar
Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatla kalmayı istemek.
istinaf
Baştan başlamak. Yeniden başlamak.
Gr: Sözün başlangıcı.
Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim.
istinsab
(Neseb. den) Soyu bildirme. Soy dâvâsı gütme.
istitale
Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek.
Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak.
Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir.
Tıb: Vücutta bazı organların uzaması.
kaat
Gadap, hiddet, öfke.
Darlık.
Yaşlı koyun.
Davar memesi.
Bağırma ve çığlık şiddeti.
kabil-i temyiz
Huk: Temyiz mahkemesinde görülebilecek olan dâvalar.
kadı
Tanzimat'a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanları.
kame
(Çoğulu: Kumme) Başını sudan kaldıran davar.
kamh
Yemeğe iştihâsı az olmak.
Suya dalmak.
Davarın başını sudan kaldırması.
kamıh
Suyu içmeyip, başını kaldırıp duran davar.
kams
Hareket ettirmek.
Davar önüne sıçramak.
karar-ı kat'i / karar-ı kat'î
Dâvâyı neticelendiren kesin karar.
karih
(Çoğulu: Kuruh-Kavârih) Kesbedici, kazanan.
Dişleri tam olan davar.
kasat
Davarın arka ayaklarının dik ve doğru olması.
kat'-ı da'va / kat'-ı da'vâ
Dâvâyı halletme.
katf
Atın veya diğer davarın adımını geç atması.
Tırmalamak.
Üzüm kesmek.
Ağaçtan meyve devşirme.
Devşirme mevsimi.
katuf
Tenbel.
Yavaş yürüyüşlü davar, yavaş olan hayvan.
kavayim
Davarın ayakları.
Evin direkleri.
kazi
(A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
Yapan, yerine getiren.
kazim
(Çoğulu: Kazmân-Kazam) Gümüş.
Yazı yazmada kullanılan beyaz deri.
Davara verdikleri arpa.
kaziye-i muhkeme
Tam, sağlam hüküm. Temyizin tasdikinden geçmiş, değişmez hâle gelmiş mahkeme kararı ki, böyle bir karara mazhar olan herhangi birşey hakkında tekrar dava açılamaz; dâva mevzuu yapılamaz. Aksi takdirde kanun namına kanunsuzluk yapılmış olur. Buna "Kaziye-i mahkumun bihâ" da denir.
kaziyye
İş, mesele, dava.
Önerme.
kebc
Davarı durdurmak için dizginini çekmek.
kebv
Davarın, başını vücuduna sürçmesi.
Çakmak çöngelip ateşi çıkmaz olmak.
Görmek.
Kabın içindekini dökmek.
Ateşi kül bürüyüp örtmek.
kedid
Davar tırnağıyla didilmiş ve yumuşamış olan yumuşak yer.
kesd
Davarı üç parmakla sağmak.
Bir şeyi dişiyle kesmek.
keyy
Adama veya davara yapılan nişan.
Yarayı dağlama.
kırar
Davarın yaşını anlamak için dişine bakmak.
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
kırşib
Yaşlı davar.
Arslan. Çok yiyen, obur.
Uzun boylu kimse.
Kötü ahlâklı.
kişah
Davarın böğrüne yapılan işaret.
küfae
Davarın bir yıllık dölü, sütü, yoğurdu, yünü ve yapağısı.
küşud
Memesi küçük davar.
lakh
Davar yüklü olmak.
lebeb
(Çoğulu: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer.
Atın göğsüne yapılan sinebend.
Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne.
Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.
lecebe
(Çoğulu: Elcâb-Licâb-Lecebât) Doğurduktan dört ay sonra sütü çekilmiş davar.
lecun
Halsiz, yaşlı davar.
leds
Yalamak.
Davarın ayağına nal vurmak.
Yırtık dikmek.
letm
Davarın boğazlanacak yerine bıçak çalmak.
lez'
Davarı iyi gütmek.
lib'e
(Çoğulu: Libâ) Ağuz denilen koyu süt. (Her dişi davar doğurduğunda önce olur.)
lidad
Husumet etme. Dâvacı olma.
lücube
Davarın sütünün çekilip azalması.
lühbe
Sütü azalmış davar.
ma'lufe
Yulaf verilen davar.
mahkeme
(Hüküm. den) Dâvaların görülüp hükme, karara bağlandığı yer. İcra-yı adalet için çalışan resmî daire.
Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer.
Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
Davaların görülüp hükme bağlandığı yer.
mahkeme-i şer'iyye
Şeriat mahkemesi. şeriat hükümlerine göre dâvalara bakan mahkeme.
mahkum / mahkûm
Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
Birisinin hükmü altında bulunan.
Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.
mahkumun-leh / mahkûmun-leh
Dâvayı kazanmış olan. Lehine hükmolunan.
makade
Davar yedmek.
mas'
Davarın kuyruğunu salması.
Vurmak.
Parlamak.
meb'at
Yaban sığırının yatağı.
Davar ve deve yatağı.
Mekân, menzil.
meccan
Parasız, karşılıksız, ücretsiz, bedâva, meccânen.
meccanen / meccânen
Bedava, parasız.
meccani / meccanî
Bedavacı. Parasız.
mecruh
Yaralı. Yaralanmış.
Huk: İnandırıcı sözlerle çürütülmüş fikir, davâ.
merag
Davar ağnanmak ve toprağa yuvarlanmak.
merbat
Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl.
Manastır.
Tekke.
mery
Sağılır davarın memesini meshedip sağmak.
meş'
Kesbetmek, kazanmak.
Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak.
meslah
Mezbaha. Davar kesilen yer.
meşş
Elini bez ile silmek.
Bir şeyi aldıktan sonra yine almak.
Davarın sütünü sağıp bazısını koymak.
mevaşi / mevâşi
Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar.
Davar ve mal gibi hayvanlar (koyun, keçi, öküz, inek...)
mi'zal
(Çoğulu: Meâzil) Zayıf ahmak adam.
Silâhsız kimse.
Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse.
mıhbat
Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa.
mihlat
İçine yulaf koyup davara vermekte kullanılan torba.
mihyaf
Tez susayan davar.
mirbat
Davar bağlanacak bağ.
mirbed
(Çoğulu: Merâbid) Ev içinde olan küçük hücre (içine esvap koyarlar).
Davar ahırı.
Davar duracak yer.
Hurma kuruttukları yer.
mirşaha
Eyer altına konulan keçeyi davardan almak.
mirsal
(Çoğulu: Merâsil) Tenbel yürüyüşlü davar.
Küçük ok.
mişvar
Tarz, tavır, gidiş, gidişât.
Gümeçten bal peteği sağılan âlet.
Davar satılacak yer.
mualli / muallî
Yücelten, yükselten.
Sağılır davarın sağ tarafından sağmaya varan kişi.
müdafaa
Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
Düşman hücumunu men'etmek.
Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
müddea / müddeâ
İddia edilen, dâvâ.
İddia olunan. Dâvâ olunan şey. Asılsız iddia edilen.
müddea aleyh / müddeâ aleyh
Aleyhinde dâvâ açılan.
müddea bih / müddeâ bih
Dâvâcının dâvâ ettiği, dâvâya sebeb olan şey.
müddei / müddeî / مدعى
İddia eden. İddiacı. Davacı.
Bir hükümde ayak direyen. Hak olduğunu veya herhangi hakkın zayi olduğunu dâvâ eden.
İnatçı, muannid.
İddiacı, davacı.
Davacı.
(Arapça)
İnatçı.
(Arapça)
müddeiler / müddeîler
İddiacılar, davacılar.
müft
Beleş, bedava, parasız.
(Farsça)
mugtenim
Ganimet olarak alan. Bedava alan. Ganimet bilen.
muhakeme
(Çoğulu: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafı dinleyip hüküm vermek.
Düşünmek.
Zihinde inceleme yapmak.
Karar vermek için iyice düşünmek.
muhakeme-i gıyabiye
Dâvâcılardan biri veya her ikisi de bulunmadıkları hâlde mahkemece verilen karar.
muhasım
Düşmanlık eden. Düşman olan taraflardan biri. Hasım olan. Birbirini dâva edenlerden her biri. Karşı tarafı tutan.
muhasımeyn
Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse.
muhnak
(Çoğulu: Mehânik) Zayıflamış davar.
muntakim
İntikamcı, intikam davası güden.
murafaa
Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak.
Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak.
mürah
Davarın gece gelip yattığı yer.
müraka
Deriden yolunan yün. Yolup davara verilen ot.
mürur-u zaman
Zamanın geçmesi.
Bir iş ve dâva hakkındaki belli bir zamanın geçmesiyle o iş ve dâvanın hükümden düşmesi.
müsevvem
Alâmetli, işaretli.
Süslü, ziynetli.
Yabana otlamaya salıverilen davar.
müseylime
Peygamberlik dâvâ eden yalancının adı.
müste'nif
Yeniden başlayan.
Daha üst mahkemeye baş vuran, davasını istinaf eden.
musu'
Davarın sütü çekilip gitmek.
mutalebe
(Çoğulu: Mutâlebât) (Taleb. den) Hakkını isteme, talebde bulunma.
Dâvâ, iddia.
mütalebe
(Çoğulu: Mütalebât) Hakkını isteme. İddia, dâvâ.
mütehasım
(Çoğulu: Mütehasımîn) (Husumet. den) Karşılıklı düşmanlık eden ve birbirine hasım olan.
Karşılıklı olarak dâvâ edenlerden herbiri.
Karşılıklı düşmanlık eden; karşılıklı olarak dâvâ eden.
mütehasımin / mütehasımîn
(Tekili: Mütehasım) Çekişenler, birbirlerine düşmanlık ve husumet edenler. Hasım olanlar. Karşılıklı dâva edenler.
mütehazlık
Üstadlık dâvâsı eden, fakat üstad olmayan kimse.
müvella
Muayyen bir dâvâyı veya ihtilafı hall için veyahut hakem, bilirkişi olmak üzere kadılar tarafından tayin eden salahiyetli kimse.
müvesseb
Yünlü ve kıllı davar.
nahh
Davar sürmek.
İplik.
Zeyli denilen döşek.
Güç seyr.
Deve çökertmek için söylenen söz.
namık kemal
(Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar
natiha
(Çoğulu: Netâyıh) Başka davar tarafından boynuzlanıp öldürülmüş olan davar.
nefş
Açmak.
Yapmak.
Yün ve pamuk atmak.
Davarların, geceleyin yayılıp çobansız otlaması.
nekad
(Çoğulu: Nukyud-Nikâd) Ayakları kısa, yüzü çirkin koyun.
Büyümesi geç olan çocuk.
Ağızda dişler çürüyüp ufanmak.
Davarın tırnağı soyulup yüzülmek.
nesel
Davar sağıldıktan sonra meme başlarında arta kalan sütü.
İki tarafı saf saf ağaçlar olan yol.
neşş
Kaynamak, galeyan.
Her nesnenin yarısı.
Davarın tezce derisini yüzüp etinden ayırıp çıkarmak.
Yirmi dirhem.
Karıştırmak.
neşvar
Davar gevişi.
nıhle
(Çoğulu: Nihal) Millet.
Yol.
Diyânet.
Bahşiş, atâ.
Dâva.
nüfuş
Yabana yayılmak.
Davarların geceleyin yayılıp çobansız otlamaları.
nüşka
Davarın boynuna takılan ip.
nutuh
Boynuzuyla vuran davar.
nüz'
Erkek ister kösnek davar.
racin
Adama alışmış davar.
rahah
Davanın tırnağının geniş ve büyük olması.
raufe
Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş.
Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.
raygan / râygân / رایگان
Parasız, bedâva.
(Farsça)
Pek fazla, pek çok.
(Farsça)
Parasız, bedava.
(Farsça)
rebika
İp ile bağlanan davar.
recel
Saçın ne sarkık ve ne de çok kıvırcık olması.
İstedikçe emsin diye davarı yavrusuyla beraber otlağa salmak.
redyan
Davar yelmek.
renf
(Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.
resen
(Çoğulu: Ersân) Atı veya davarı ip ile bağlamak.
İp, halat, urgan.
revy
(Davar) Suya kanmak.
rıbka
(Çoğulu: Ribak) Davar bağlamada kullanılan ip.
riddet
İslâm dininden dönme. İrtidad.
Doğumdan evvel davarın memesinin süt ile dolu olması.
rikase
Davar bağlanan yer.
rimaha
Tepici davar, tepen davar.
rüzah
Davarın çok zayıf olması.
rüzam
Davarın çok yorulup zayıflaması.
şa'la'
Kuyruğu beyaz olan davar.
salabetli / salâbetli
Dâvâsına çok sağlam ve tavizsiz bağlı olan.
salahiyet
Bir işe karışmağa veya o işi yapmağa hakkı olmak, vazifeli olmak, bir iş için emir almış olmak.
Bir dâvaya bakabilmek.
saydelan
(Çoğulu: Sayâdile) Boncuk ve hırdavat satan çerçi.
sayime
(Çoğulu: Sevâyim) Yılın ekserinde yabanda yürüyen davar.
şazib
(Çoğulu: Şüzeb) Zayıf, ince belli davar.
Katı yer, sert arazi.
şeal
Davar kuyruğunun beyazlığı.
şearir
Davar yanırına üşüşen sinek ve üvez.
Her yöne dağılmak.
sebeb-i devam
Davamın sebebi; sürekli olmanın nedeni.
sebtel
Satıl adı verilen kab. (At bakıcıları onunla davara su verirler.)
Susak. (Pınarlarda su içilir.)
şeker
Davarın sütü çok olmak.
Dolmak.
şekire
Sütü çok olan davar.
semad
Davar tersi.
Gül.
şemerdel
Uzun boyunlu, seri davar.
serah
Kıl taramak.
Halâs etmek.
Davar gütmek.
Eşini boşamak.
serh
Kıl taramak.
Halâs etmek, kurtarmak.
Uzun, büyük ağaç.
Güdülen davar ve sığır sürüsü.
Otlak, mera.
İrsal etmek.
şerib
Yabancı kimse ile oturup şarap içen.
Davarını yabancı kimsenin davarıyla birlikte sulamak.
şerik-i uluhiyet / şerik-i ulûhiyet
İlâhlığa ortak dâvâ etme.
sery
Davarı iyi gütmek.
Yıldırımın parlayıp çakması.
Kurt, eşine çıkmak.
Hiddetlenmek, kızmak.
şevr
Davarı baharda otlamağa bırakmak.
Kovandan bal almak.
Satılığa çıkarmak.
şıhne
Adâvet, düşmanlık.
Davar bağladıkları yer.
şimas
Davarın ürkek olması.
sircin
Kurumuş davar tersi.
sirkin
Kuru davar tersi.
sisa'
(Çoğulu: Seyâsi) Davar arkası.
Omuz başı.
şüf'a
Bir malı müşteriye, mal olduğu fiata satmak.
Huk: Satılmakta olan bir yerde hissesi bulunan veya oraya bitişik komşu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir.
<
şüms
(Çoğulu: Şümus) Vahşi erkek davar.
Bir nevi gerdanlık.
şura-yı devlet
İdare dâvâlarını veya nizamname (tüzük) hazırlıklarını inceleyip fikrini bildiren resmi daire. Danıştay.
sured
(Çoğulu: Surdân) Göçgen adı verilen küçük kuş.
Davar arkasında yanırdan olan beyazlık.
şüzub
Davarın ince belli olması.
ta'yil
Davarı yürütmek.
ta'zib
Davarları gece yabanda otlatıp eve getirmemek.
tahakkümi / tahakkümî
Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.
Delilsiz dâvâ.
tahkim
Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
Birisini fesattan men'eylemek.
Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
takaza
Hakkını dava etme, sıkıştırma.
takrit
Kulağına küpe takmak.
Davarın başına yular takmak.
tarafeyn
İki taraf, davada, karşılıklı iki hasım, her iki taraf.
İki taraf. İki nihayet.
Dâvada karşılıklı iki hasım. Her iki taraf.
tashih-i dava / tashih-i dâvâ
Dâvânın düzeltilmesi.
tav'
İsteyerek uymak. Bir şeyi istekle yapmak. Muti' olmak.
Mer'anın genişliğinden dolayı davarın her tarafta otlamasının mümkün olması.
tebligat-ı ahmediye / tebligât-ı ahmediye
Peygamberimizin dâvâsını tebliğ etme, duyurma.
tecbib
Ürkmek. Kaçmak.
Davarın ön ayaklarının dizlerine kadar beyaz olması.
tegayyüz
Meşeliğe otlaması için davar salmak.
Meşelik içinde yerleşmek.
telcin
Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak.
Kalınlaştırmak.
telzie
Davarı iyi gütmek.
temassur
Davarın memesinde kalan sütü sağmak.
temehdi
Mehdilik dâvasında bulunma, mehdilik dâvasına kalkışma.
temyiz layihası / temyiz lâyihası
Hakkında bir mahkeme tarafından hüküm verilen bir davanın, bir üst mahkemede tekrar görülmesi, incelenmesi için yazılan dilekçe.
tenebbi
(Nübüvvet. den) Peygamberlik iddiasına kalkışma, peygamberlik dâvasında bulunma.
terbub
İşe vurulmamış davar.
terkib-i kıyas
Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
teşezzür
Ayrılmak.
Korkmak.
Hazırlanmak.
Davara binmek.
teşni'
Başa kakmak.
Davara binmek.
Silâh takınmak.
Kötülük yapmak. Kötü göstermek. Ayıplamak.
Birisinin çok şeni' olduğunu söylemek.
tesrid
Davar boğazlandığında daha soğumadan bir yerini kesmek veya kırmak.
tesvim
Davarı otlamaya salmak.
İşaretlemek, nişan etmek.
Dağlamak.
tev'eban
Davar memesinin iki yanı.
teva'un
Davarın, beslenip semizlemek hususunda nihayet hududu bulması.
tevrik
Davarın üstüne oturmak.
tezkik
Davarın derisini hilâf-ı âdet üzerine başı tarafından yüzmek.
uffe
Bir deniz hayvanı.
Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi.
ulema-i ilm-i huruf
Kur'anın bir harfinden, bir sahife kadar esrar bulduklarını söyleyen ve dâvalarını, o fennin ehline isbat edenler.
üsame
Davar otlatmak.
Arslan.
üstur
At, katır davar gibi dört ayaklı hayvan.
(Farsça)
vaif
Davar yürüdüğünde karnından işitilen ses.
vakre
Davarın tırnağının taşa dokunup sürçmesi.
veber
Bedevi, göçer.
Deve yünü.
Davar tırnağı.
vegik
Davar yürürken karnından çıkan ses.
veriş / verîş
Yürümek ve seğirtmek istediği hâlde sahibi engel olan davar.
vikal
Devamlı diğer davarların ardına kalan davar.
vükela-i deavi / vükelâ-i deâvî
Dâvâ vekilleri. Avukatlar.
vüsuk / vüsûk
Davasına olan güvenden kaynaklanan gönül rahatlığı.
yevm-i fasl
İyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü.
İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, ye
zal'
Eğilmek, meyl etmek.
Dar olmak.
Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi.
zeml
Atın, davarın neşeli yürüyüşü.
Yük yüklemek.
Refik. Arkadaş.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
daha'
Belhâ
mahkeme-i şer'iyye
Höş
hayf
Nasiya
ke-en lem yekün
şürbaht
Cenab-ı mün'im-i hakiki
müsbet ilimler
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
dava
demirli
itman
göz bebeK
adem
sadece
cebret
erbab-ı
çubuk
Merak veren