Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
dağ
ifadesini içeren
731
kelime bulundu...
"icl" meselesi
Buzağı olayı. Bu olay İsrailoğullarının Firavun'dan kurtulup Sina Çölüne yerleştikleri zaman yaşandı. Bir ara Mûsa (a.s.) Tur Dağına çıkmış ve orada bir müddet kalmıştı. İsrailoğulları da bu esnâda altından bir buzağı yaptı ve ona tapmaya başladı.
a'bel
(Çoğulu: A'bile) Çok sert taş ki, kırmızı, beyaz veya siyah renkli olur.
Taşlık dağ.
a'lam
(Tekili: Alem) Alemler. Alâmetler. İzler. Nişanlar.
Bayraklar.
Büyük âlimler.
Büyük dağlar.
ab'ab
Taze civanlık.
İbrişim halı.
Dağ tekesi.
Yumuşak yünden yapılan kisve.
ab-gah
Havuz, küçük göl, su biriken yer.
(Fransızca)
Tıb : Karnın kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan kısmı. Böğür.
(Fransızca)
abal
Dağ kili.
açalya
yun. Fundagillerden, güzel çiçekli bir bitki ve çiçeği.
adgas / adgâs
(Tekili: Dags) Desteler, demetler.
Karışık rüyalar.
Karışık söylentiler.
ağtabaka
Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana gelen zar.
ahşeb
(Çoğulu: Ehâşib) Sert taşlı büyük dağ.
Haşin ve yoğun olan.
akra'
Başı kel olan.
Saçları dökülmüş olan.
Çıplak dağ.
akustik
Sese ait.Ses mevzuu. Kapalı yerde ses dağılma sistemi.
(Fransızca)
alem
Bayrak.
Nişan, işâret.
Özel isim.
Mc:Yüksek dağ.
Büyük âlim.
Üst dudakta olan yarık.
alem-i ecsad / âlem-i ecsâd
Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.
alet / âlet
Fakir.
Dağda ve tarlada yaptıkları künbet.
ama'
Dağbaşlarında olan duman.
amaim / amâim
Dağınık cemaat.
amazon
Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır.
Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.
anasır-ı tabayi / anâsır-ı tabâyi
Tabiattaki unsurlar; dağ, taş, deniz vs. gibi.
andezit
Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı.
antut / antût
Çöl ortasındaki küçük dağ ve tepe.
ar'ar
Dikenli ardıç ağacı, dağ selvisi.
Mc: Güzelin boyu bosu.
ar'are
Dağ başı. İki burun deliğinin arası.
Servi ağacı. Çocuk oyunundan bir oyun.
arafat
Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muha
Hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi.
arak
Ter, rutubet.
Dağdaki yol.
Çukur.
Deve izleri.
Sıra sıra olan şey.
Zenbil.
Menfaat, sevab, karşılık.
Süt.
arazi-i emiriyye / arâzi-i emiriyye
Huk: Beytülmâle mahsus olup devlet tarafından şahıslara dağıtılan yerler. (Tarla, çayır, koru ve emsali gibi.)
arazi-i emiriyye-i sırfa / arâzi-i emiriyye-i sırfa
Huk: Beytülmâle mahsus menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete verilmeyip devlete ait olan ve şahıslara dağıtılan memleket arazisi.
ariş
Samandan yapılan bir çeşit ev.
Çardak, asma çardağı.
Sundurma, takdim ettirme.
arş
Bağ çardağı.
Gölgelik.
Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.)
Fevkiyyet, ulviyyet.
Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk
asak
Darlık.
Hurma budağının yaramazı.
aşevi
Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.
asib
Dağ, cebel.
Kuyruğun bittiği yere "asib-ü zeneb" derler.
asiven / âsiven
Şaşkın, sersem, aklı dağınık.
(Farsça)
ateş-engiz
Dağlama aleti.
(Farsça)
Mc: Fesatçı, ifsad yapan.
(Farsça)
atvad
(Tekili: Tavd) Dağlar.
ayr
(Çoğulu: A'yâr) Eşek, himar.
Medine-i Münevvere yakınında bir dağ.
Uzun demir mıh.
azam-ı cibal-i dünya / âzam-ı cibal-i dünya
Dünyanın en büyük dağları.
ba'seret
Dikkatle teftiş etme.
Keşif ve istihrac etme.
Perâkende edip dağıtma.
İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma.
Meydana çıkma.
Kirli leke.
bahayim
(Tekili: Behaim) (Behime) Suriye'de bir sıradağ ismi.
Canavarlar.
Dört ayaklı hayvanlar.
bahş-ı kalenderi / bahş-ı kalenderî
Cömertçe ihsan yapma, dağıtma.
bahsere
Dağıtma.
Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma.
Kesilerek tane tane olma.
bais / bâis
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Öldükten sonra, kabirlerinde çürümüş ve dağılmış olan cesedleri diriltip mahşere, (arasât meydanına) sevkeden, gönderen.
balkan
Doğu Avrupada batıdan doğuya uzanan dağ sırası.
balvane
Dağ kırlangıcı.
(Farsça)
Darı kuşu.
(Farsça)
başid / bâşid
Van ilinde bir dağ.
başid dağı / bâşid dağı
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, kayıtlarda "Başet Dağı" olarak anılır.
başit
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, günümüzde "Başet Dağı" olarak anılır.
batha
Çakıllı, taşlı büyük dere.
Dağ arasındaki dere.
Mekke-i Mükerreme'nin eski bir ismi.
Kamışlık ve sazlık yer.
Mekke-i Mükerreme'de iki dağ arasında bulunan bir dere.
bazil
(Bezil. den) Bol bol veren, dağıtan. Cömert.
bedmest / بدمست
İçip içip dağıtan.
(Farsça)
bedmesti / bedmestî / بدمستى
İçip içip dağıtma.
(Farsça)
bedmestlik
İçip içip dağıtma.
(Farsça - Türkçe)
Bedmestlik etmek:
İçip için dağıtmak.
(Farsça - Türkçe)
behaim
Dört ayaklı hayvanlar.
Suriye'de bir sıradağ.
behemzede
Topluluğu dağıtmış, cemiyeti bozmuş.
(Farsça)
bejman
Yırtık, dökük, pejmürde, dağınık.
(Farsça)
Hüzünlü, kederli, üzgün, yaslı.
(Farsça)
bel
t. Geminin orta kısmı.
Bedenin ortası. Göğüs ile karnın arası.
Yüksek dağın iki zirvesi arasındaki kavisli kısmı veya alçakça olan geçit ve boğazı.
belbus / belbûs
Bir nevi haşhaş.
(Farsça)
Yabani soğan. Dağ soğanı, sarmısak.
(Farsça)
berdeng
Çöl ortasında yer alan küçük dağ ve tepe.
(Farsça)
berdiyy
Suriye'de bulunan iki nehrin, bir köyün ve Hicaz'da da bir dağın adı.
berem
Asma ve kabak çardağı.
(Farsça)
Üzüm çubuklarının altına konulan çatal şeklindeki ağaç. Herek.
(Farsça)
berhuz / berhûz
Torba, dağarcık.
(Farsça)
bermal
Zirve, dağ tepesi. Dağın üstü, en yüksek yeri.
(Farsça)
bertam
Dudağı kalın adam.
bess
Parça parça olmak, dağılıp serpilmek.
beste-leb
Dudağı kapalı.
(Farsça)
bini / binî
Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.)
(Farsça)
Dağ tepesi.
(Farsça)
Zirve, uç nokta.
(Farsça)
Yayın ele alınan kısmının ucu.
(Farsça)
Görürlük, görmeklik.
(Farsça)
bişpul
Pejmurde, perişan, dağınık.
(Farsça)
biyocoğrafya
yun. Nebat ve hayvanların yer yüzünde dağılışını ve sebebelerini tetkik eden ilim kolu. Hayatî Coğrafya. Biyojeografi.
büdd
Uzaklaşma. Birbirinden uzak düşme.
Perâkende etmek, dağıtmak. Put, sanem.
Firak.
Tâkat, kudret.
bukta
Perişan, pejmurde, dağınık, dökük saçık.
Cemaat, güruh, topluluk, kalabalık.
bürkan
Yanardağ, volkan, lavlar saçan dağ.
buzra
Üst dudağın ortasından dışarı taşan et parçası.
cahfele
(Çoğulu: Cehâfil) At dudağı.
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
camit
Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.
çamular
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
çamulari
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
cazi'
Üzüm çardağının üzerinde enine konulan, üzerine de üzüm çubukları serilen ağaç.
cebel / جبل
Dağ, yüksek tepe.
Mc: Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse.
Dağ.
Dağ.
Dağ.
Dağ.
(Arapça)
cebel-i arafat
Arafat Dağı.
cebel-i arefe
Arafat Dağı.
cebel-i aziz
Şerefli, üstün ve yüce dağ.
cebel-i cudi / cebel-i cûdî / جَبَلِ جُودِ
Cûdî Dağı.
Cudi Dağı.
cebel-i nur / cebel-i nûr
Nûr dağı. Mekke-i mükerreme yakınında Peygamber efendimize ilk vahyin geldiği mübârek dağ. Hirâ, Hirâ Nûr dağı da denir.
cebel-i rahmet
"Rahmet dağı" mânâsına, Arafat ovasındaki tepe.
cebel-i selamet / cebel-i selâmet
Kurtuluşun sembolü olan esenlikli ve güvenli dağ.
cebel-i tur / cebel-i tûr
Tûr Dağı (Tûr-i Sînâ).
cebel-ün nur
Mekke dağlarından, Hira veya Hırra veya Harra Dağı. Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği dağ.
cebelistan
Dağlık, dağlık yer.
(Farsça)
cebelü'l-kamer
Kamer Dağı; Nil Nehrinin çıktığı dağ.
cel'ab
Medine yakınında bir dağ.
Gözü çok iyi görmek.
cem'iyyet-i hatır
Zihin ve fikrin dağınık olmayıp toplu bulunması. Hasr-ı fikir etmek.
çenber
Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi.
(Farsça)
Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka.
(Farsça)
Başa ve boyna bağlanan yemeni.
(Farsça)
Esirlik, bağlılık, kölelik.
(Farsça)
Geo: Bir düz
(Farsça)
cerab
Torba, dağarcık.
cerid
(Çoğulu: Cerâyid) Hurma budağı.
Yaprağı dökülmüş olan hurma ağacı.
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
cesis
Hurma ağacının yeni çıkan budağı. (Fesîl-ün-nahl derler).
cevebe
(Çoğulu: Cüveb) Bulut aralığı.
Dağ aralığı.
cevlan
Şam'da bir dağ.
cibal / cibâl / جبال
(Tekili: Cebel) Dağlar.
Dağlar.
Dağlar.
Dağlar.
Dağlar.
(Arapça)
cibal-i dünya / cibâl-i dünya
Dünyanın dağları.
cibal-i mübaha / cibal-i mübâha
Huk: Hiç bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan dağlar.
cibal-i şahika / cibal-i şâhika / cibâl-i şâhika
Yüksek dağlar.
Zirvesi çok yüksek olan dağlar.
cirab
(Çoğulu: Ecribe-Cireb Cerbân) Dağarcık.
cüddet
(Çoğulu: Cüded) Dağ arasındaki yol.
Şekil, tarz, işaret.
Çizgi.
cüded
Dağ yolları. Yol gibi olan izler.
Bir rengi diğer renkten ayıran çizgi.
cudi / cûdi
Hz. Nuh'un (A.S.) tufandan sonra gemisi ile sahile çıktığı dağın ismi.
Şırnak İlinin 6 kilometre güneydoğusunda bulunan bir dağın adı.
Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
Bir dağ adı.
cudi-i islamiyet / cudi-i islâmiyet / cûdî-i islâmiyet
Her türlü helâket ve felâketlerden İslâmiyetle necat bulunacağını ifâde eden bir teşbihdir.Nasıl ki Nuh tufanında Nuhun (A.S.) gemisi Cudi Dağında karaya oturup kurtuldukları gibi.
İslâmiyetin Cûdî Dağı; insanları maddî ve mânevî tufanlardan ve felâketlerden koruyan İslâm dini için bir benzetme olarak kullanılmış.
cüfafe
Dağılmış kuru ot.
cülüban
Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap.
cülusiyye / cülûsiyye / جلوسيه
Tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş.
(Arapça)
Tahta çıkan hükümdar için yazılan şiir.
(Arapça)
cümudiye
Cansızlık; buzdağı gibi olma.
Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg.
dacnan
Tehame vilâyetinde bir dağ.
dağ-dar / dâğ-dâr
Kızgın demirle nişanlanmış, dağlanmış.
Pek müteessir, çok üzgün.
dağ-misal
Dağ gibi.
dagbus
(Çoğulu: Dagabis) Küçük hıyar.
Sirkeyle ve zeytin yağıyla yenen bir ot.
dağdar
Yaralı, kızgın demirle dağlanmış.
dağıstan
Dağlık yer.
(Farsça)
Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi.
(Farsça)
dağlarvari / dağlarvâri
Dağlar gibi.
dağvari / dağvâri / dağvârî / طاغ واري
Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette.
(Farsça)
Dağ gibi.
Dağ gibi.
Dağ gibi.
dahir
Dere, vâdi.
Dağ başı.
dahr
Kaplumbağa.
Dağbaşı.
daire-i haşir ve neşr
Yeniden dirilip toplanma ve tekrar dağılıp yayılma sahası.
daire-i ufk-u cibali / daire-i ufk-u cibalî
Dağın ufuk dairesi, çizgisi.
damen / dâmen
Etek. Kenar. Taraf. Zeyl. Elbise veya dağ eteği.
(Farsça)
damene / dâmene / دامنه
Dağ eteği, dağın çevresi.
(Farsça)
Yamaç, dağ eteği.
(Farsça)
dehar
Mağara, dağ mağarası. Kovuk. Çatlak.
(Farsça)
der-beder
Serseri, kapı kapı dolaşan.
(Farsça)
Dağınık, perişan.
(Farsça)
der-bend
Dağda ve tepede zahmetlerle geçilen yer, dar geçit, boğaz. Hudut. Kale.
(Farsça)
Anahtarsız kapı.
(Farsça)
deri
Farsçanın sahihi, fasih olanı. (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır.)
(Farsça)
Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği.
(Farsça)
deskere
(Çoğulu: Desâkir) Dağ başında olan harab kale.
Küçük köy.
desmere
(Çoğulu: Desâmire) Dağ başında olan harap yıkık kale.
dırab
Erkek dişiye aşmak.
Küçük dağlar.
dırv
Av öğrenmiş olan köpek yavrusu.
Dağ ağaçlarından pelit ağacına benzer bir ağaç.
düşvar-ger
Dağ.
(Farsça)
ebabil / ebâbil / ebâbîl / اَبَاب۪يلْ
Dağ kırlangıcı. Kuş sürüsü. Sürüler, bölükler.
Dağ kırlangıcı; kuş sürüsü; Kâbe'yi yıkmaya gelen Habeş kumandanı Ebrehe'nin ordusuna gökten taş yağdıran kuşlar.
Dağ kırlangıcı.
ebadid
Müteferrik, dağınık.
ebher
En bâhir, en âşikâr. En parlak, daha çok zâhir.
Temiz kanı yürekten bedene dağıtan büyük bir damar.
ebu zerr-i gıffari / ebu zerr-i gıffarî
İlk İslâm olanların beşincisi olup ilimde İbn-i Mes'ud hazretlerine müsavi sayılırdı. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmdan 281 Hadis-i Şerif nakletmiştir. Hazreti Ali Kerremallahu Vechehu kendisine "İlim dağarcığı" lâkabını vermiştir. Hi: 31'de Hakkın rahmetine kavuşmuştur. (R.A.)
ebva'
Medine-i Münevvere'ye bağlı olup, Mekke-i Mükerreme yolunda bir köyün adıdır. Medine'ye yirmiüç mil uzaklıktadır. Köyün üstünde dik ve kuru bir dağın adı da Ebvâ'dır. Bu köy iki şey ile meşhurdur. Biri: Peygamberimizin annesi Hz. Amine'nin kabri orada bulunmaktadır. İkincisi ise: Hicretin birinci se
ebzer
Üst dudağında sarkık derisi olan.
ecda'
Burnu kesik olan kimse.
Kulağı, eli ve dudağı kesik kimse.
ecel-i inkıraz
Dağılıp yok olma vakti, çökme zamanı.
ecribe
(Tekili: Cirâb) Dağarcıklar, meşin veya bezden yapılmış olan çantalar.
efjul / efjûl
Kandırma.
(Farsça)
Kışkırtma, tahrik etme.
(Farsça)
Dağınık, perâkende.
(Farsça)
efşan
Dağıtan, saçan, serpen.
(Farsça)
ehl-i ihtisas
İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar.
elbürz
Kafkas sıradağlarının en yükseği.
(Farsça)
Hakkında türlü türlü hurafeler ve masallar anlatılan Kaf Dağı.
(Farsça)
Uzun boylu ve yakışıklı kimse.
(Farsça)
elmaz
Yalnız üst dudağı beyaz olup, burnu bile ak olmayan at.
emşac
(Tekili: Meşc) Nutfenin vasfı. Karışık. Dağınık.
Nutfe, dağınık.
enadid
Perişan, saçılmış, dağılmış, pejmürde şeyler. Perakende.
enban
Yiyecek çantası, heybe. Dağarcık adı verilen deri çanta.
(Farsça)
enbaşte
Yıkılmış, dağılmış.
(Farsça)
Tıkanmış.
(Farsça)
enderi / enderî
Kalın ip, halat.
Şam yakınında bir köyün adı.
Bir dağ adı.
er'an
Ahmak, bön, salak, ebleh.
Deli, çılgın.
Şaşkın, şaşırmış, taaccüb etmiş.
Uzun boylu, akılsız kişi.
Leşker.
Dağ. (Müe: Ra'nâ)
ermeni
Eskiden batı Asya'nın kuzey kısmında ve Avrupa'nın Asya'ya komşu olan bazı yerlerinde dağınık şekilde yaşayan bir milletti ki, İranlılar ve Romalılar tarafından birçok defa mağlub edilmeleri üzerine çeşitli yerlere dağılmışlardır. Ve bu dağılma sonucunda büyük şehirlere de yerleşerek san'at, kuyumcu
ersem
Üst dudağı beyaz olan at.
eş'as
Saçı dağınık olan.
Saçı dökülmüş kişi.
eşi'a
Şualar, ışınlar, bir kaynaktan çıkıp dağılan ince ışık hüzmeleri.
eşrem
Burnu yirik.
Üst dudağı yarık olan.
ethal
Kâbe-i Şerif yakınında bir dağın adı.
Bulanık su veya şerbet.
evamir-iaşere / evâmir-iaşere
Allahü teâlânın Tûr dağında Mûsâ aleyhisselâma bildirdiği on emir. Yahûdîlikte uyulması şart olan on kâide.
evtad-ül arz
Tepeler. Dağlar. Arzın direkleri.
evzar
(Tekili: Vizr) Ağırlıklar. Yükler.
Mc: Günahlar.
(Vezer) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler.
Üstünlükler, galebeler.
Dağlar.
eymen vadisi / eymen vâdisi
Musa'nın (A.S.) tecelliye mazhar olduğu Tûr Dağı'ndaki vadi.
eyyühe'l-hoto
Ey vahşi dağ adamı.
fadır
(Çoğulu: Füdr) Zayıf.
Âciz, güçsüz.
Yaşlı dağ keçisi.
faran / fârân
İncil'de Mekke dağlarına verilen isim. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) Faran dağlarında zuhur edeceği İncil'de haber verilmiştir.
Mekke dağlarının incildeki adı.
fasih / fâsih
(Fesh. den) Vazgeçen. Dağıtıcı. Bozguncu. Fesheden.
Çürüten.
fayih
Kendiliğinden dağılan güzel koku.
fazz
Kırmak. Dağıtmak.
Fethetmek, açmak.
fe'v
Yarmak.
Koparmak.
İki dağ aralığı.
fecc
(Çoğulu: Ficâc) Açık yer. İki dağ arasındaki geniş yol. Tarik-i vâsi'.
fedgam
(Çoğulu: Fedâgım) Güzel, gökçek kişi.
felfak
Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
fend
Büyük dağ.
feraiz / ferâiz
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
ferhud
Dağ keçisinin dişisi.
fers
Dağıtmak. Saçmak.
Ciğer parçalamak.
Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak.
Atın pisliği. Fışkı.
feşg
Dağıtmak.
Vurmak.
feşga
Dağılmış; münteşir.
fesh
Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma.
fevc
Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım.
Koşmak. Sür'at etmek.
İyi kokunun dağılıp yayılması.
ficac
İki dağ arasında geniş yol.
fida
Dağıtmak.
Atâ etmek. Hediye veya bahşiş olarak vermek.
Bedel vermek.
find
Dağ burnu.
füfs
Kırman dağlarında bulunan bir taife.
fütat
Parçalanmış ve dağılmış olan şey.
Her nesnenin ufağı, parçası.
fuzaz
Ayrılmış ve dağılmış nesne.
gada
(Tekili: Gazâ) (Gadat) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar.
Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı.
gazat
(Çoğulu: Guzâ) Dağ armudunun ağacı.
Dikenli ağaç.
Seksek ağacı.
gelu-gir
Dağ armudu. Ahlat.
(Farsça)
Boğazdan geçmesi zor olan şey.
(Farsça)
gerilla
(İspanyolca) Büyük bir kuvvete karşı, dağınık küçük kuvvetler tarafından yapılan çete harbi.
gile / gîle
İki dağ arasındaki yol, vadi.
(Farsça)
Şikâyet.
(Farsça)
Üzüm tanesi.
(Farsça)
gir / gîr
(Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.
(Farsça)
gıras
Ağaç budağı.
Ağaç dikecek vakit.
girifte-leb
(Çoğulu: Giriftelebân) Dudağı tutulmuş.
(Farsça)
Mc: Sessiz, sakin (kimse).
(Farsça)
girifte-ser
Aklı fikri dağılmış kimse. Dalgın kişi.
(Farsça)
gufr
(Çoğulu: Egfâr) Dağ keçisinin oğlağı.
Hastanın iyi olduktan sonra yine üzülüp hasta olması.
gülfeşan
Gül saçan, gül dağıtan.
(Farsça)
habarir / habarîr
(Tekili: Hıbrîr) Dağçiçekleri. Dağda yetişen çiçekler.
hacun
Eğrilik.
Uzak.
Mekke'de bir dağ.
hadan
Necid'de bir dağ.
hadid / hadîd
Dağ eteği.
İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur.
Arz, yer, dünya.
hadıyd
(Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer.
Dağ eteği. Zir. Alçak yer.
Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
halif
İki dağ arasındaki yol.
Eski elbise.
Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen.
halık
(Çoğulu: Huluk-Havâlık) Büyük dağ.
Ağaca dolaşmış olan üzüm çubuğu.
Süt ile dolu olan koyun memesi.
Tıraş eden. Berber.
hamme
(Çoğulu: Humm) Kaplıcanın sıcak suyu.
Kuyruk yağının kıkırdağı.
Kızdırmak mânasına mastar da olur.
handefeşan
Gülümsemeler dağıtan, gülmeler saçan.
(Farsça)
harabiyet
(Harabî) Yıkılma. Yıkılış. Parçalanıp dağılış. Zillet ve sefalet içinde
harita
yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı.
Dağarcık, kulplu kese.
harizme
Azgın hayvanların ağzına ve ayının dudağının üstüne geçirilen demir halka.
harva
Büyük kumlu tepe.
Yüce, yüksek.
Bir dağın adı.
haşir ve neşir / حَشِرْ وَ نَشْرِ
Öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.
Ölüleri dirilterek toplama ve amel defterlerine göre hak ettikleri yerlere dağıtma.
haşir ve neşr
Öldükten sonra âhiret âleminde tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve sonra tekrar dağılma.
haşir ve neşr-i ekber
Öldükten sonra yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma.
haşir ve neşr-i insani / haşir ve neşr-i insanî
İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanması ve tekrar dağılıp yayılması.
haşr u neşr
Toplanıp dağılmak, yayılmak.
haşr ü neşr
Toplayıp dağılma, haşir neşir.
haşrem
Kireç taşı.
Alçak dağ.
Arı.
hasreme
Üst dudağın alt dudak üzerine taşması.
hayalşiken
Hayali dağıtan, bozan.
hayd
(Çoğulu: Hayud-Ahyâd) Uzanmış büyük dağ burnu.
haydud
(Haydut) Yol kesici. Dağ hırsızı. Eşkiya.
hebaen mensura
Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış.
hebr
(Çoğulu: Hübur) Çukur yer.
Kesmek.
İki dağ arasında olan düz yer.
Etli, semiz olmak.
hecil
İki dağ arasındaki çukurca kısım. Vâdi.
hecl
İki dağ arasındaki çukur ve düz yer.
Atmak.
hedel
Devenin dudağının sarkık olması.
Bir şeyi aşağı indirmek.
heft
Hafiflik sebebiyle uçup dağılmak.
Hafif mizaçlı olup, her dile geleni söylemek.
Vurmak.
helek
İki dağın arası.
hemyan
Kese, torba, çanta, dağarcık.
(Farsça)
herc ü merc / هَرْجُ و مَرْجْ
Karışıklık, dağınıklık.
Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
(Farsça)
Darmadağınıklık.
hercümerç
Karışıklık, dağınıklık.
hercümerc / هرج و مرج
Kargaşa, dağınıklık, düzensizlik.
(Farsça)
heşeme
(Çoğulu: Heşemât) Dağ keçisinin oğlağı.
hettal
Dağ ismi.
hıbat
Yüzde olan dağ ve nişân.
Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret.
hibrir
(Çoğulu: Habârîr) Dağ çiçeği.
hid'
Koyunlar ürküp dağıldıklarında, onları durdurmak için söylenen bir kelimedir.
hiff
Yağmurunu döküp hafiflemiş bulut.
Biçilmediğinden tanesi dağılmış ekin.
Bir nevi balık.
himalaya silsilesi
Himalaya sıradağları.
hıra
Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (A.S.M.) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nur da denilmektedir.
hirabe
Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma.
hıred-aşub / hıred-âşub
Akıl dağıtan.
(Farsça)
hisil / hisîl
Dağ ağaçlarından bir cins.
Kısa boylu adam.
hısreme
Üst dudağın derisinin sarkık olması.
hisreme
Üst dudağın ortasında olan daire.
hudıy
Dağ eteğinde olan taş.
hulb
Kuyu dibinde olan balçık.
Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı.
Lif.
hurs
Hurma budağı.
Şey.
huşam
Kalın burunlu.
Uzun dağ burnu.
huşkleb
Dudağı kurumuş, susamış.
(Farsça)
husum
(Tekili: Hasim) Uğursuzluk.
İdman. Birbiri ardınca devam üzere olmak.
Bir şeyi kökünden kesip dağlayanlar.
Fırtına.
hüzlul
(Çoğulu: Hezâlil) Küçük dağ veya tepe.
Hafif adam.
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
ibaratüna şetta / ibaratüna şettâ
Bizim ibarelerimiz çeşit çeşittir, muhteliftir, dağınıktır.
ibretfeşan
İbret dağıtan, çok mühim ders verici hâdise.
(Farsça)
ibsas
Sırrı açıklama.
Yayma, dağıtma.
icma / icmâ
Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
icma'
Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak.
Hazırlamak.
Azm ve kasdeylemek.
Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi.
Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
ıdin
Dağılmış, perâkende olmuş.
idrik
Dağlarda çok olan bir yemiş.
ifaza
(Feyz. den) Bereketlendirmek. Feyz vermek. Bol bol dağıtmak ve akıtmak. Taşıp yayılmak.
iftal
Dağınık.
(Farsça)
Yırtık, aralık, yarık.
(Farsça)
iftirak
Perişan olmak.
Ayrılmak, dağılmak. Hicran.
iftirak-ı izam
Kemiklerin dağılması.
iktiva'
Dağlama. Kızgın demirle vücudun bir yerine dağ vurma.
ilanat müvezzii / ilânat müvezzii
İlânlardan, duyurulardan sorumlu olan, onları dağıtan.
immisar
(İmtisar ile aynı mânâdadır) Süt sağmak.
Bir şeyi incelemek.
Az olmak.
Dağılmak.
Hâil, perde.
inbisas
Yayılıp dağılma.
indifa-i bürkani / indifa-i bürkanî
Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.
indira'
(Su) dağılıp yayılma.
indira-iı ma' / indira-iı mâ'
Suyun dağılıp yayılması.
infidad
(İnfadda) Bir şeyin kırılıp dağılması. Parça parça olma.
infisah
Bozulma, dağılma.
inhilal / inhilâl / انحلال / اِنْحِلَالْ
Çözülüp ayrılma. Dağılma.
Erime.
Münhal olma.
Çözülme, ayrılıp dağılma.
Ayrışma, dağılma.
Çözülme, ayrışma.
(Arapça)
Dağılma.
(Arapça)
Dağılma, çözülme.
Dağılma, çözülme.
inhilal-pezir
İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen.
(Farsça)
inhizam
Basılıp ezilme.
Bozulma. Askerin bozulup dağılması.
Bozulma, dağılma, yenilme.
inkıdad
Yıkılma.
Perakende olup dağılma.
Kuş havadan süzülüp inme.
inkıraz / inkırâz
Dağılıp yok olma, son bulma.
insaf
Yaprak yaprak olma, lime lime olup dağılma.
insanın haşri
İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
inşikak-ı asa / inşikak-ı âsâ
Değneğin bölünmesi, âsânın ikiye ayrılması; 'ihtilaf ve ayrılıklarla, birliğin bozularak kuvvetin dağılması' mânâsında bir deyim.
inşitat
Dağılmak. Dağınık olmak. Perakende olmak.
intisar
Saçılmak. Dağılmak.
Püskürmek.
Toz kabarması. Kabarmak.
Buruna su çekmek.
Aksırıp tıksırmak.
intişar
Dağılmak. Yayılmak. Üremek.
Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.
ırak-ı acem / ırâk-ı acem
(Acem Irakı) Tar: Irak'ın Dicle nehrinden başlayarak İran sınırındaki yüksek dağlık mıntıkaya kadar uzanan bölgesine Osmanlılarca verilen ad.
irtibas
Dağılma.
iş'a'
Güneş, ışığını dağıtma. Şuâlanma.
ıskat
Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
Silmek.
Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
israf / isrâf
Malı, İslâmiyet'in ve mürüvvetin uygun görmediği yâni lüzumsuz, fâidesiz yerlere dağıtmak.
iştat
Dağıtma veya dağıtılma.
iştek
Çocuk kundağı.
(Farsça)
istinfar
Ürküp dağılma.
iştitat
Dağılma. Perişan olma.
ittisam
(Vesm. den) Damga ve nişan vurma.
Dağlama, süsleme.
jülide / jülîde / ژوليده
Dağınık, perişan, karma karışık.
(Farsça)
Perişan, dağınık.
Dağınık, karışık.
(Farsça)
kaf
Ufuk.
karfinin ismi.
Bir dağ adı.
Kaf Dağı; yeryüzünü çepeçevre kuşattığı kabul edilen efsanevî dağ.
Hayâlî bir dağ.
kaf dağı
Yeryüzünü çepeçevre kuşattığı kabul edilen efsanevî dağ.
kahb
Yaşlı, ihtiyar.
Büyük dağ.
kaid
(A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
Sıradağ.
Geniş ark.
kaid-ül cebel
Dağın çıkıntısı, burnu.
kaıle
(Çoğulu: Kavâil) Dağ başı.
kalet
(Çoğulu: Kılât) Helâk olmak.
Dağlarda, içinde su biriken çukur.
Göz çukuru.
Baş parmağın dibinde olan çukur.
kanafiz
(Tekili: Kunfuz) Kirpiler.
Dağ fareleri.
kar
(Çoğulu: Kur-Kirân) Zift, kara boya.
Deve. Dağ keçisi.
Ses çıkmasın diye ayağın kenarıyla yürümek.
Küçük tepe.
Kara taşlı yer.
Kara büyük taş.
karavana
Kışla, okul, hastane gibi kurumlarda dağıtılacak yemeğin konulduğu kap.
karf
Töhmet etmek, ayıplamak.
Ayıp isnad etmek.
Dibâgat olunmuş deriden yapılan dağarcık gibi bir kap.
karkara
Karın gurultusu.
Kumru kuşunun ötmesi.
Kahkaha ile gülmek.
Su içerken bardağın guruldayıp ötmesi.
kaş'
(Kış') Şaşkın ve ahmak adam. Zayıf adam.
Açmak.
Gidermek. Dağıtmak.
Kuru deri. Deriden olan çadır.
Hamam pisliği.
Deriden yapılmış döşek.
Balgam.
kasb
Ağızda tez dağılan ve çekirdeği katı olan kuru hurma.
Sağlam, sert.
kaşi'
Kararı ve sebâtı olmayan kişi.
Dağılmış, müteferrik.
kaşih / kâşih
Düşmanlığını gizleyip izhar etmeyen.
Dağılıp uzaklaşan kimse.
katan
Kuşların kuyruğu dibi.
Dağ ismi.
kavi / kâvî
(Key. den) Yakan, yakıcı. Dağlayan. Demirci.
(Farsça)
kaviyyet / kâviyyet
Yakıcılık, dağlayıcılık.
ken
"Kazan, kazıcı, koparan, yıkan, söken." anlamlarına gelir ve kelimelere katılır. Meselâ: (Kuh-ken: Dağ deviren, tünel açan) gibi.
(Farsça)
kerempe
Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı.
Dağın en yüksek yeri, tepesi.
Geminin baş tarafı.
kerkere
Tavuğa çağırmak.
Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
kerraz
Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.
keşah
Bir hastalık. (İnsanın böğrüne vâki olur da dağlarlar.)
keşih
(Çoğulu: Küşuh) Perâkende olmak, parça parça dağılmak.
Böğür.
Cânip, taraf.
kesir
(Çoğulu: Kesrâ) Parçalanmış, dağıtılmış. Kırılmış.
keyy
Adama veya davara yapılan nişan.
Yarayı dağlama.
kic
Dağın yüksek ve yüce yeri.
kıdad
Perâkende olup dağılmak.
kifr
Büyük dağ.
kımat
Örtü, sargı. Sarılacak bez. Beşik bağırdağı.
Keserken koyunun ayağını bağlamada kullanılan ip.
kımme
(Çoğulu: Kumem) Boy, kamet.
Beden.
Başın tepesi.
Dağ tepesi.
Her şeyin yükseği.
İnsan cemaati, topluluk.
kın'ar
Dağ keçisinin semiz ve büyük olanı.
kinf
Zenbil.
Çoban dağarcığı.
kış'a
Bulut açılıp dağıldıktan sonra havada geri kalan parça.
kıyamet / kıyâmet
Dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması.
kıyamet-i kübra / kıyamet-i kübrâ
Büyük kıyâmet, bütün varlığın bozulup dağılması, ölümü.
kiyr
Demirciler körüğü.
Dağ, cebel.
kuh / kûh / كوه
Dağ.
(Farsça)
Dağ.
(Farsça)
küh-sar
Dağ tepesi. Dağlık.
(Farsça)
kuh-u kaf / kûh-u kaf
Efsânelerde geçen Kafdağı.
kuh-u tur / kûh-u tur
Tur dağı, Sina dağı.
kuhamun
Tepesi düz olan dağ.
(Farsça)
kuhbeden
Dağ gibi iri vücutlu kimse. İri yarı kişi.
(Farsça)
kuhciğer
Dağ yürekli, kahraman, bahâdır, yiğit.
(Farsça)
kuhe
Dağ.
(Farsça)
Hücum, saldırma.
(Farsça)
Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey.
(Farsça)
Deve hörgücü.
(Farsça)
At eyeri.
(Farsça)
kuhi / kuhî
Dağa mensub.
(Farsça)
Dağla alâkalı.
(Farsça)
Dağlı.
(Farsça)
kuhistan
Dağlık bölge, dağlık yer.
(Farsça)
kühistan
Dağlık yer, dağı çok olan mevki.
(Farsça)
kuhistan / kûhistan / كوهستان
Dağlık.
(Farsça)
kuhken
Dağ kazan, dağ deviren.
(Farsça)
kuhkub
Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan.
(Farsça)
Kuvvetli at veya katır.
(Farsça)
Kale veya sur döven top.
(Farsça)
kuhnümun
Heybetli, azametli. Dağ gibi görünen.
(Farsça)
kuhpare
Kuvvetli at.
(Farsça)
Dağ parçası.
(Farsça)
kuhpaye
Dağlık arazi.
(Farsça)
kuhsar
Dağ tepesi.
(Farsça)
Dağlık yer.
(Farsça)
kulel
(Tekili: Kulle) Kuleler.
Dağ tepeleri.
kulle
(Çoğulu: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve.
Kule.
Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
külve
(Çoğulu: Külu-Külliyât) Dağarcık altına çepeçevre diktikleri deri.
Tirşe dedikleri kayış.
kunnet
(Çoğulu: Kanan-Kunen-Kınan) Dağ başı.
kurban
Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey.
Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan.
Bir maksad uğrunda feda olma.
Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.
küreyvat-ı hamra
Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)
kurmud
Dağ keçisinin erkeği.
kurmus
(Çoğulu: Karâmıs) Avcıların dağda olan kulübesi veya soğuktan sakındıkları küçük çukur yer.
kurnas
Dağın burnu.
kürz
(Çoğulu: Karaze) Çan.
Dağarcık, torba.
kuvve-i an-il-merkeziye
Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
la'sa
Dudağının rengi az siyâha yakın olan kadın. (Müz: El'as)
laas
Dudağın rengi açık siyâha yakın olmak.
lav / lâv
Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde.
(Fransızca)
Yanardağların ve volkanların ağızlarından püsküren sıvı ateş.
leb-i derya
Denizin dudağı. Deniz kenarı, kıyı, sâhil.
lebbeleb
(Leb-beleb) Dudak dudağa.
(Farsça)
lebeb
(Çoğulu: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer.
Atın göğsüne yapılan sinebend.
Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne.
Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.
lebgüşa
Dudağı açık. Söyleyen, konuşan.
(Farsça)
lebküşa
Dudağı açık. Konuşan, söyleyen.
(Farsça)
ledg
(Teldag) Yılan veya akrep sokması.
Mc: Sözle birini incitmek.
Ekşilik.
ledn
(Çoğulu: Lidân-Ledun) Taze ve yumuşak olan ağaç budağı.
litat
Dağın sivri ve yüksek olan yeri.
lü'lü'-feşan
İnci saçan, inci dağıtan.
(Farsça)
lü'lü'-paş / lü'lü'-pâş
İnci dağıtan, inci saçan.
(Farsça)
lükkam
Şam diyârında yüksek bir dağın adı.
lümza
Bir parça yiyecek.
Beyaz nokta.
Atın alt dudağında olan beyazlık.
maçin
Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın aha
magma
yun. Jeo: Yanardağlardan çıkan hamur kıvamındaki yoğun madde.
mahlul
Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş.
Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.
mahrem
İki dağ arasındaki yol.
mahrub
Harabedilmiş, dağıtılmış.
mahv olma
Yıkılma, dağılma, yok olma.
maile / mâile
Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri.
Eğri, eğilmiş.
maksim
(Çoğulu: Makasim) Taksim edilecek, dağıtılacak yer.
Suyun kollara ayrılma yeri. Masluk, savak.
masad
(Çoğulu: Musdân-Emside) Dağın yüksek ve yüce yeri.
masr
Parmak uçlarıyla süt sağmak.
Bir şeyi incelemek.
Az olmak.
Dağılmak. (İmtisar veya immisar ile aynı manadadır.)
matmah-ı nazar
Hırsla, dikkati dağıtmadan bakılan, bakma.
mavera-i şevahik-i cibal / mâverâ-i şevâhik-i cibal
Yüksek dağların arkasında.
mazem
İki dağ arasında olan dar yol.
Dar olan her yer.
me'zem
(Çoğulu: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.
mebsus
Dağılmış. Yayılmış. Herkesçe duyulmuş. şayi' olmuş.
medrec
(Çoğulu: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven.
Meslek.
Tarikat.
Dar yol. Dağ yolu.
mefdere
Dağ keçisinin durağı.
mehat
(Çoğulu: Mehâ-Mehevât) Billur taşı.
Güneş.
Dağ sığırı.
Tazelik.
Güzellik.
mehva
(Çoğulu: Mehâvâ) Sahrâ, çöl,
Uçurum, yar.
İki dağ arası.
İki şeyin arası.
mekremet-güster
Merhamet dağıtan, merhamet yayan.
mektub-u samedani / mektub-u samedanî
Hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eserleri. Yeryüzü. İnsanlar, ağaçlar, çiçekler, çekirdekler, dağlar, denizler gibi çok hakikatlı mâna ifâde eden Allah'ın mektupları.
melek-ül cibal / melek-ül cibâl
Dağlara nezâret eden melek.
melekü'l-cibal
Dağlardan sorumlu melek.
men'af
(Çoğulu: Menâif) Dağın sivri tepesi.
menaif
Dağların sivri tepeleri.
menfuş
(Pamuk veya yün gibi) atılmış ve didilmiş. Dağılmış, didik didik edilmiş.
menkab
(Çoğulu: Menâkıb) Dağ arasında olan yol.
Dar yol.
Güzel hareket ve fiil.
Delik açılacak yer.
menşar
Yayıp dağıtacak yer.
Öldükten sonra dirilecek yer.
menşer
Neşredilip dağıtılan yer.
mensur
(Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış.
Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek.
Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir.
menşur
(Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş.
İşleri dağınık. Perişan.
Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı.
Bayrak.
Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri b
merşuş
Saçılmış, dağılmış.
merteba'
Dağ üstünde olan yüksek yer.
meş'un
Dağınık saç.
mesail-i şetta
Dağınık mes'eleler, maddeler.
mesbe'
Şarabı satın almak.
Dağ içinde olan yol.
meşfer
(Çoğulu: Meşâfir) Sarkık hayvan dudağı.
mesfuh
Dökülüp akıtılmış olan.
Dağ eteği.
mevat arazi / mevât arâzi
Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o
meyl-i tahrip
Yıkma ve dağıtma eğilimi.
mezad
Artırma ile yapılan satış.
Tuluk, dağarcık.
mezade
(Çoğulu: Mezaid) Tuluk, dağarcık.
mihail
Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid
mil
İğne gibi ince ve uzun bir âlet.
Göze sürme çekecek âlet.
Ucu sivri çelik kalem.
Sivri dağ tepesi.
Bir çarkın, üzerinde döndüğü mihver, eksen.
Elektromotordan iş tezgâhına kuvvet nakleden uzun çelik çubuk.
Selin bıraktığı en verimli münbit topr
milha
Kutu. Dağarcık.
mina / minâ
Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.
miremme
Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı.
misem
Dağlama eseri.
Dağ yapılan âlet.
Güzelin çehresindeki cemâl eseri.
misk
Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.)
miskat
(Çoğulu: Mesâki) Su bardağı. Su kovası.
mübla / müblâ
Dağıtılmış. Hezimete uğratılmış.
Dağıtılmış, yenilmiş.
müdgam
(Dagm. dan) Peş peşe gelen iki kelimeden birincisinin son, ikincisinin ilk harflerinin aynı olması.
müdhen
(Çoğulu: Medâhin) Yağ koyacak kap.
Dağlarda olan çukur taş. (İçinde yağmur suyu birikir.)
müfterik
(Fark. dan) Ayrılan, iftirâk eden.
Perişan olan, dağılan.
muhatara-i izmihlal / muhatara-i izmihlâl
Dağılma tehlikesi.
mülzime
Masa üzerine konulan kâğıtların uçup dağılmasını önlemek için üzerine konulan bir âlet.
münbess
Dağılmış, toz hâline gelmiş.
münsecim
Düzgün, insicamlı.
Dökülmüş, saçılmış, dağılmış.
münşett
Dağınık. Perişan.
müntesir
(Nesr. den) Saçılan, yayılan, dağılan.
münteşir
Açılmış, yayılmış, dağılmış, neşredilmiş, basılmış.
Duyulmuş, etrafa yayılmış.
mürare
(Çoğulu: Mirâr) Bir acı otun ismidir. (Acılığından yerken hayvanın dudağı yarılır.)
mürebbi
Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog.
Besleyen.
mürran
Lübnan dağında yetişen bir ağaç.
müş'ıl
Her tarafa dağılmış olan.
müşafehat
(Tekili: Müşafehe) (Şefe. den) Konuşmalar, dudak dudağa yakından konuşmalar.
müşevveş eden
Dağıtan, karıştıran.
müşevveşiyet
Karışıklık, dağınıklık.
müşfir
(Çoğulu: Meşâfir) Deve dudağı.
müşmehırr
Yüce dağ, yüksek dağ.
müstefaz
Dağılıp yayılmış.
mutasaddı'
Dağlıyan, tasaddu eden, perakende olan, yarılıp çatlayan.
müteferrik / متفرق
(Fark. dan) Çeşitli. Kısım kısım. Başka başka. Dağınık.
Kısım kısım, farklı farklı, dağınık.
Dağınık.
(Arapça)
müteferrika
Farklı, dağınık.
mütenessir
(Nesr. den) Saçılan, yayılan, dağılan.
müteneşşir
Yayılan, dağılan, intişar eden.
mütereddiye
Dağdan veya yüksek bir yerden düşmüş hayvan.
müteşa'ib
Budaklanmış ve perâkende olmuş. Dağılmış.
mütesaddı'
Dağılan, parekende olan, parça parça olan.
Yarılıp çatlayan.
müteşettit / متشتت
(Müteşettite) Dağılan, dağınık olan. Karışan, karışık bulunan. Perişan olan.
Karışık, dağınık.
(Arapça)
mütevezza'
Dağıtılmış, tevzi' olunmuş.
mütevezzi'
Tevzi' eden, dağıtan.
müvezzi
Dağıtımcı, dağıtan.
Dağıtıcı.
müvezzi'
Dağıtıcı, tevzi' eden, posta mektuplarını dağıtan. Gazete satan.
müz'a
Bir miktar et parçası.
Bardağın dibinde kalan su artığı.
muzmahil
Çökmüş, dağılmış.
Darmadağın olmuş, perişan, yok olmuş.
Çökmüş. Darmadağın olmuş. Perişan olmuş.
müzmahil
Perişan olmuş, dağılmış.
Perişan olmuş, dağılmış.
nagfa
Ceviz ağacına benzer bir ağacın adıdır ve Beyrut dağlarında olur; dut gibi yemiş verir.
naıt
Dağ.
Hemeden kabilelerinden bir kabile.
nakb
(Çoğulu: Enkâb) Delmek, delik açmak.
Girmek.
Dağ içindeki yol.
nakis
Bozan, çözen, üzen veya dağıtan.
Rücu eden. Dönen.
nakiş
Parça parça ve dağınık olan eşyaların bir yerde veya bir çuval içinde toplanması.
Benzer, misil.
nakiza
Dağ içindeki yol.
nakz
Bozmak. Çözmek. Kırmak.
Bir sözleşmeyi yok saymak.
Kalın bir şeridi çözüp dağıtmak.
Parmaklarda veya âzâda oynak yerler.
Kiriş.
Palan. Deri.
name-i hümayun
Tar: Osmanlı Padişahları tarafından İslâm ve Hristiyan Hükümdarlarla Osmanlı Devletine tâbi imtiyazlı olar Mekke Şerifine, Kırım Hanına, Eflâk ve Boğdan Voyvodalarına, Erdel Kralına, Gürcü ve Dağıstan Hanlarına gönderilen mektublara verilen addır.
namık kemal
(Mi: 1840 - 1888) Tekirdağ'lı olup İslâm mücahidlerindendir. Yeni Osmanlılık hareketine vatan mefhumunu sokmuş, "Firâki, hapsi, nefyi kadr-i nâmusumla gördüm hep" diye haklı olduğunu dâima müdâfaa etmiştir. Ehl-i kemâl bir zat olduğu, davasının istikameti ve samimiyetinden anlaşılır.Hayatının sonlar
necat
Kurtuluş, selâmet.
Hırs ve hased.
Yüksek mekân.
Ağaç budağı.
Mantar.
neceş
Değeri artırmak için almak.
Bir kumaşın pahasını artırmak.
Dağılmış şeyleri bir yere toplamak.
Örtmek, setretmek.
necş
Avı yatağından çıkarma.
Dağılmış parçaları toplamak.
neks
Sözünden dönmek.
Bozmak. Çözmek.
Üzmek.
Dağıtmak.
Münhal ve muhtel olmak.
nemeş
Dağınık, parçalanmış şeyleri toplamak.
Nakış hatları.
Yüzde olan siyah ve beyaz noktalar.
nemga
Çocukların beyni deprendiği yer.
Dağ üstü.
neş'e-nisar
Neşe dağıtan.
(Farsça)
neşer
Dağılmış, intişar etmiş, münteşir.
neşir
Dağıtma, yayma, herkese duyurma.
Yayım, dağıtım.
neşr
Âhirette, ölülerin diriltilip, hesâbları görüldükten sonra, cennetliklerin Cennet'e ve cehennemliklerin Cehennem'e dağılmaları.
Yayma, dağıtma.
Yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması.
neşren
Yayılmak suretiyle, neşir yoluyla. Yazarak, dağıtarak.
nessar
Dağıtan, saçan, neşreden.
Parlatan.
neşur
Ziyadesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan.
nevfel
Deniz, derya, bahr.
Atâsı çok olan kişi. Çok bahşiş dağıtan.
nezir
(Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır)
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
nezr kurbanı
Allah rızâsı için, bir koyun veya şu koyunu kurban etmek adağım olsun diyen zengin veya fakir kimsenin Kurban bayramında kesmesi gereken kurban.
nezr-i muayyen
Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.
nifar
İntikal etmek, göçmek.
Dağılıp kaçmak.
Ürkme, korkma, çekinme.
Nefret gösterme.
nik
(Çoğulu: Niyâk) Dağın yüksek yeri, dağ tepesi.
Kızgın, hiddetli, gadaplı kimse.
nisar
Saçmak, dağıtmak.
İ'ta etmek. Vermek.
nüf'e
(Çoğulu: Nifâ) Seyrek ve dağınık olan ot.
nüfture
(Çoğulu: Nefâtir) Müteferrik, dağılmış ot.
nüfur
Ürküp kaçma, dağılma, firar etme.
İntikal etme.
Hacıların Mina'dan Mekke'ye doğru gitmeleri.
nühs
Dağ.
nükas
Devenin dudağında olan bir hastalık.
nülk
Alıç adı verilen dağ yemişi.
nüsur
(Tekili: Nesr) Nesirler, manzum olmayan yazılar. Dağıtmalar.
Çok çocuk doğuran kadın.
nüşur / nüşûr
Neşirler.
Yaymalar, dağıtmalar.
Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama
Yaymalar, dağıtmalar.
ordu-yu mübla / ordu-yu müblâ
Perişan edilmiş, dağıtılmış ordu.
palvane
Dağ kırlangıcı.
(Farsça)
palvaye
Dağ kırlangıcı.
(Farsça)
paş
"Serpen, saçan, dağıtan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
(Farsça)
paş paş
Parça parça, ufak ufak.
(Farsça)
Dağınık.
(Farsça)
paşende
Saçan, dağıtan, saçıcı.
(Farsça)
paşide
Saçılmış, serpilmiş, dağılmış.
(Farsça)
paydos
Dağılma, tatil.
pejmürde / پژمرده
Dağınık.
(Farsça)
Eski, yırtık.
(Farsça)
Perişan.
(Farsça)
Buruşuk, buruşmuş.
(Farsça)
Dağınık.
Solgun.
(Farsça)
Dağınık.
(Farsça)
Yırtık.
(Farsça)
pejulide
Solmuş, bozulmuş, dağılmış, karışmış.
(Farsça)
perakende / پراكنده
Dağınık. Dağıtma.
(Farsça)
Azar azar yayılan veya satılan.
(Farsça)
Dağınık.
(Farsça)
Toptan olmayan.
(Farsça)
pere-i kuh / pere-i kûh
Dağ eteği.
perişan / perîşan / پریشان
Dağınık, karışık.
(Farsça)
Bozuk, tertibsiz, düzensiz.
(Farsça)
Kederli, hüzünlü, kaygılı.
(Farsça)
Dağınıklık, karışıklık.
Dağınık.
Dağınık.
(Farsça)
Kötü durumda, perişan.
(Farsça)
Perişan olmak:
Darmadağın olmak.
(Farsça)
perişani / perişanî
Perişanlık, dağınıklık.
(Farsça)
Düzensizlik, bozgunluk.
(Farsça)
Yoksulluk, fakirlik.
(Farsça)
perişaniyet / perîşaniyet
Dağınıklık.
peymane
Büyük kadeh.
(Farsça)
Ölçek, kile.
(Farsça)
Şarap bardağı.
(Farsça)
piyale
Kadeh. Şarap bardağı.
(Farsça)
posta
İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi.
Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri.
Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta.
Takım, kol.
Hizmet nöbetinde bulunan er.
Sefer.
ra'n
(Çoğulu: Ruun-Riân) Ahmaklık.
Sarp dağ.
Önüne sivrilmiş dağ burnu.
rab'at
(Çoğulu: Rabeât) Attarların dağarcığı ve kutusu.
Orta boylu kimse.
radga
(Çoğulu: Radg-Ridag) Sulu ve sıvı balçık.
rag
Çimenlik, çayırlık, bahçelik, bağlık.
(Farsça)
Dağ eteği.
(Farsça)
raif
Önde giden at. ("pişnek" derler)
Burun ucu.
Dağ burnu.
rakim
Yazılmış nesne. Yazı yazılacak levha.
Ashab-ı Kehf'in mağarasının bulunduğu dağ; veya bazılarınca mağaranın bulunduğu dere; veya Ashab-ı Kehf'in başka bir ismi.
Ashab-ı Kehf'in isim ve kıssalarının yazılı bulunduğu kitabe.
rasiye
(Çoğulu: Revâsi) Büyük dağ.
resem
Atın üst dudağında olan beyazlık.
revasi
(Tekili: Râsiye) Büyük dağlar.
reyde
(Çoğulu: Ruyud) Dağın sivri ve yumru tarafı.
Yavaş ve yumuşak esen rüzgâr.
rıyy
Suya kanmak.
Beni Amir vilâyetinde bir dağın adı.
rüfat
Parçalanmış, dağıtılmış.
Çürümüş.
rüfaz
Müteferrik. dağılmış, parçalanmış.
şa'b
Ayrılmak. Dağılmak.
Islah etmek, düzeltmek.
Helâk etmek.
Kırmak.
sa'sa
Dağılmış develer.
sa'saa
Perakende etmek, dağıtmak.
şa'va'
Perâkende, dağınık.
Dağıtmak.
sadef
Yüksek büyük dağ.
Her yüksek nesne.
Devenin her dört ayağı.
Bir yöne ğilmek.
şafe
Ayakta çıkan ve dağlamayınca gitmeyen çıban.
sagar
İçki bardağı. Kadeh.
(Farsça)
şahik
Yüce, büyük dağ.
Yüksek yapı veya ağaç.
şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel
Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.
şahika
Dağ tepesi, zirve.
sahve
En yüksek dağ.
Atın sırtı, eğer konulan yeri.
Su menbaı.
şaka'
Tulu etmek, doğmak.
Çıkmak, huruç etmek.
Dağıtıp perâkende etmek.
şakk-ı şefe
Dudağını açıp konuşmak.
sakka
Çok su dağıtan, çok sulayan, sucu.
saky-ı ma / saky-ı mâ
Su dağıtma.
sald
Kaypak taş.
Taş gibi çok dayanıklı şey.
Dağa çıkmak.
Şiddetle ellerini yere vurmak.
sar
Yer, mekân bildiren, birleşik kelimeler yapılan bir ek'tir. Bir şeyin kesretle bulunduğunu gösterir. Meselâ: Kühsar : Çok dağlık yer.
(Farsça)
şarapnel
Ask: Bir çeşit top mermisi.
(Fransızca)
Top mermisinden dağılan herbir parça.
(Fransızca)
şatbe
(Çoğulu: Şütab-Şütub) Hurma ağacının budağı.
Yaş ekin yaprağı.
Yarmak.
Kesmek.
Uzun boylu kadın.
sav'
Perâkende etmek, dağıtmak, parça parça yapmak.
sayasi
(Tekili: Sisâ) Dağın uçları.
Herhangi bir şeyin asılları.
Çulha tarakları.
Muhkem ve yüksek kaleler.
şayk
Dağ, cebel.
şea'
Dağılıp parçalanmak.
şeafe
(Çoğulu: Şüuf-Şiâf-Şeafât) Dağ başı.
Her nesnenin âlâsı ve üstü.
şearir
Davar yanırına üşüşen sinek ve üvez.
Her yöne dağılmak.
sebil / sebîl / سبيل
Açık ve büyük yol. Büyük cadde.
Allah rızası için su dağıtılan yer.
Cadde, su dağıtımı.
Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
Yol; su dağıtılan yer ve dağıtılan şeyler.
Yol.
(Arapça)
Su dağıtım yeri, sebil.
(Arapça)
sebilhane
Sebil olarak su dağıtılan yer.
(Farsça)
sebin
Bir dağın adı.
sebir / sebîr
Mekke civarında bir dağın adıdır.
Mekkede bir dağ.
şefevi / şefevî
(Şefeviye) Dudağa ait. Dudakla alâkalı.
Dudağa ait, dudakla ilgili.
sefh
(Çoğulu: Süfuh) Dağ eteği.
Su dökmek.
Kan dökmek.
sehavet / sehâvet
Cömert olmak. Parayı, malı hayırlı, iyi yerlere dağıtmaktan, lezzet almak.
sela'
Bir acı ağaç.
Medine'de bir dağ.
Yarmak. Parçalamak.
Ayak yarığı. (Bu mânâya Çoğulu: Sülu)
selasil
(Tekili: Silsile) Silsileler.
Zincir gibi olanlar. Zincirler.
Sıradağlar.
selasil-i cibal / selâsil-i cibal
Sıradağlar.
self
Yeri düzeltmek.
Büyük dağarcık.
şemarih
(Tekili: Şimrâh) Dağ tepeleri.
Hurma veya üzüm salkımları.
şemel
Perâkendelik, dağınıklık.
Toplanmak, cem'olmak.
Az nesne.
şemim-i cibal
Dağların güzel kokusu.
şemtit
Perakende, dağınık, müteferrik.
şenn
(Çoğulu: Şinân) Eski kırba.
Araptan bir kabile.
Dağılıp perâkende olmak.
şerce
Dağdan aşağı sahraya inen akıcı su.
sered
Dudağın yarılması.
sereyan / sereyân
Yayılma, dağılma.
Geçme, sirayet.
Yayılma, dağılma, sirâyet etme.
şetat
Dağılmak, perakende ve dağılmış olmak.
şetet
Perişaniyet, dağınıklık, teşettüt.
setih
Arkası üstüne yatmış.
Dağarcık.
Büyük tulum.
şetit
Dağılmak, müteferrik olmak. Çeşitli.
şett
Dağınık olmak, târumar etmek, dağıtmak. Başka başka olmak.
şette
Perâkende olmak, dağılmak.
şevarid
(Tekili: Şâride) Dağılmış, dağınık şeyler.
şevazi / şevazî
Dağların dik tepeleri.
sevdager
(Çoğulu: Sevdagerân) Sevdalı, âşık. Meftun.
(Farsça)
sevm
Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme.
Su-i kasd. Zulüm ve minnete giriftar etmek. Derde sokmak.
Dağlamak.
Başına buyruk olup istediği yere gitmek.
Kuş havada dolaşmak.
Satışa arzetmek.
Satın almak istemek.
Fâide yetiştirmek.<
şezre-mezre
Darmadağınık.
şi'b
(Çoğulu: Şiâb) Keçiyolu, dar yol, dağ yolu.
şiab
(Tekili: Şi'b) Dar yollar. Dağ yolları. Patikalar.
(Şube) Şubeler.
şib
Üzerine kar düşen dağ.
Su içerken devenin dudağından çıkan ses.
sıhve
(Çoğulu: Sahevât) Dağ üstünde yapılan burc.
şikab
İki dağ arası.
İki kaya arası.
şıkşaka
(Çoğulu: Şekâşık) Devenin ağzında olan dağarcığı. (Ağzından çıkarıp kükretir.)
Zayıf, yaşlı kimse.
Uzun ince çubuk.
Ağzın çevresi.
sil'
(Çoğulu: Eslâ) Dağ yarığı.
silsile / سلسله
Birbirine bağlanan, bir sıra meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi birbirine ekli ve bitişik olan.
Soy, sop.
Sıradağ.
Seri. Dizi.
Ard arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra.
Zincir.
(Arapça)
Hanedan.
(Arapça)
Sıradağ.
(Arapça)
Dizi.
(Arapça)
silsile-i cibal
Dağ silsilesi, sıra dağlar.
Dağ silsilesi. Sıra dağlar.
şimrah
(Çoğulu: Şemârih) Hurma veya üzüm salkımı.
Dağ tepesi.
sina / sînâ
Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir.
İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi.
Bir dağ ismi.
sinin
(Tekili: Sene) Sünun. Seneler.
Sina Dağı.
sinn
(Çoğulu: Esnân) Yaş. Yaşanmış olan zaman.
Diş.
Medine'de bir dağın ismi.
Yaban öküzü.
siny
(Çoğulu: Esnâ) Her nesnenin büklümü.
Dağın kısıkdar yeri.
Orta, vasat.
şirad
Dağılmak.
Kaçmak.
sırr-ı icma / sırr-ı icmâ
İcmâ sırrı, dağınık şeyleri bir araya toplama sırrı.
sudd
Dağ.
südd
Dağ.
Bulut.
Mâni, engel.
sudg
(Çoğulu: Esdâg) şakak.
şakaklardan sarkan saç.
südg
(Çoğulu: Esdâg) Göz ile kulak arası ve onun üzerine sarkan zülüf.
sufn
Çobanların dağarcığı.
suhare
Yağ kıkırdağı.
suhre
(Çoğulu: Suhar) Geniş ve düz olan iki dağ aralığı.
Kırmızıya benzer renk.
sümmeha
Yalan ve bâtıl nesne.
Yer ile gök arası.
Her tarafa dağılıp gitmek.
şümruh
Hurma budağı.
şünan
Perâkende, dağılmış.
şünhub
(Çoğulu: Şenâhıb) Dağbaşı.
şünzuve
(Çoğulu: Şenazi) Dağ kenarı.
surre
(Çoğulu: Surer) Para kesesi, para çıkını.
Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.
şütürleb
Deve dudaklı. Dudağı deve dudağı gibi sarkık olan kimse.
(Farsça)
şüyu / şüyû / شيوع
Yayılma.
(Arapça)
Dağılma.
(Arapça)
Duyulma.
(Arapça)
şüzzaz
Müteferrik, perâkende, parçalanmış, dağılmış.
Az olan cemaat. Kabilenin haricinde kalan.
ta'diye
Dağılmak.
Koyunun yününü kırkmak.
tahallüb
Sızma. Ter çıkarma.
Sütlenme. Süt peyda etme.
İmrendiğinden ağzının suyu akmak.
Pâre pâre etmek, dağıtmak, parçalamak.
taharüc
Tevzi etmek, dağıtmak.
tahcir
Bir yere taş koymak, taş yığmak.
Fık: Kimsenin girmemesi için arazinin etrafına taştan sınır yapmak.
Hayvanı dağlayıp nişanlamak.
tahlil
Dağılma, ayrışma.
tahsim
Kestirmek.
Dağılmak.
taif
Etrafını dolaşarak ziyaret eden. Tavaf eden. Dolaşan.
Hicaz'da Mekke-i Mükerreme'nin yüz kilometre güneydoğusunda, Gazva Dağı'nın güney eteklerinde ve bir takım tepelerin batı eteklerinde olarak 1882 metrelik yükseklikte bir şehirdir. Peygamber (A.S.M.) hicretin sekizinci yılında Hun
takavvuz
Ayrılmak. Dağılmak.
Yıkılmak.
tanef
Kayış.
Dağ burnu. Dağ başı.
Kapı üstüne yapılan örtü.
Duvar üzerine yapılan saçak.
tar ü mar
Dağınık, karmakarışık, perişan.
(Farsça)
Paramparça, darmadağın.
tarümar / târümar / târümâr / تارومار
Darmadağınık etme, parçalama.
Darmadağın.
Dağınık.
(Farsça)
Perişan.
(Farsça)
Târümâr etmek:
(Farsça)
Dağıtmak, karıştırmak.
(Farsça)
Perişan etmek.
(Farsça)
Tarümâr olmak:
(Farsça)
Dağılmak, karışmak.
(Farsça)
Perişan olmak.
(Farsça)
tasa'su'
Deprenmek, hareket etmek.
Perakende olmak, dağılmak.
tasaddu'
Yarılıp çatlama.
Dağılma.
tasdi'
Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak.
Yarmak.
Perâkende etmek, dağıtmak.
tavd
Büyük dağ. Tepe.
Sebât.
tebeddüd
Perâkende olmak, dağılmak.
tebtit
Kesmek.
Dağıtmak.
Bitirmek.
tebzir / tebzîr
Boş yere malını sarf etmek.
Serpmek. Dağıtmak.
İsraf etmek, lâyık olmayan yere malını sarfetmek.
Malı, İslâmiyet'in ve aklın uygun görmediği yerlere dağıtma, isrâf.
tedekdük
Taşlıkta ve kum arasında olmak.
Dağ, yerinden ayrılıp pâre pâre olmak.
Zelzele olup yerin deprenmesi.
teellüb
Cem'olmak, toplanmak.
Dağ keçisinin erkeği.
teferruk
(Fark. dan) Dağılma, ayrılma.
teferruk etmemek
Dağılmamak, kollara ayrılmamak.
tefeşşi
İntişar etmek, dağılmak.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman sesin ağız içinde dağılıp uzatılmasına denir. Sin, sad, se, ra, fe, şın, mim, dad harflerine mütefeşşi harfleri denir.
tefessüh / تفسخ
Alçaklaşmak. Bozulmak.
Çürümek. Kokup dağılmak.
Tâkattan düşmek.
Çürüme, çürüyerek dağılma.
(Arapça)
Tefessüh etmek:
Çürümek, çürüyerek dağılmak.
(Arapça)
tefire
Üst dudağın ortasında olan çukur.
tefrika / تَفْرِقَه
Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma.
Ayrılma, dağılma, anlaşmazlık.
teharüc
Çıkışmak.
Tevzi etmek, dağıtmak.
Fık: Ortakların bir kısmı akar (para getiren mülk), bir kısmı arazi, bazısı da para üzerine yaptıkları anlaşma.
tehdid / tehdîd / تهدید
Göz dağı verme, birisini korkutma. Korkutulma.
Gözdağı varma.
Gözdağı.
(Arapça)
Tehdîd edilmek:
Gözdağı verilmek.
(Arapça)
Tehdîd etmek:
Gözdağı vermek.
(Arapça)
tehdidamiz / tehdîdâmîz / تهدید آميز
Gözdağı vererek, tehdit edici.
(Arapça - Farsça)
tehdidat / tehdidât
(Tekili: Tehdid) Korkutmalar, göz dağı vermeler.
Gözdağı vermeler.
tehdiden / tehdîden / تهدیدا
Gözdağı vererek tehdit ederek.
(Arapça)
tehdidkar / tehdîdkâr / تهدیدكار
Gözdağı verici, tehdit edici.
(Arapça - Farsça)
teheyyüz
Perâkende olmak, dağılmak.
tekbiratü'l-huccac fi arafat / tekbirâtü'l-huccac fî arafat
Hacıların Arafat Dağına çıktıkları zaman tekbir getirmeleri.
telaşi / telâşî / تلاشى
Önem ve ehemmiyetini kaybetme.
Dağılma.
Telâş.
Dağılma.
(Arapça)
telbid
Bir yere toplayıp yığmak.
İhramda olan kimsenin saçı dağılmasın diye başına sakız yapıştırması.
temzig
Ayırmak.
Dağıtmak.
tenadd
(Nudud. den) Dağılma, darmadağın ve perişan olma.
Birbirinden ürkme.
tenahüd
Tevzi etmek, dağıtmak.
Hediye vermek, atâ etmek.
tenaşür
Dağılmak.
tenessür
Dağılma, saçılma, yayılma, serpilme.
tenfiz
Silkmek.
Saçmak, dağıtmak.
tenize-i kuh / tenize-i kûh
Dağ eteği.
teşbit
Dağıtmak, perâkende etmek.
teşe'ub
Budaklanmak.
Perâkende olmak, dağılmak, saçılmak.
teşettüt / تَشَتُّتْ
Dağınık olma. Dallara ayrılma. Çatallaşma. Dağılma. Perişan olma.
Dağınıklık.
Dağınıklık, çatallaşma.
Dağılma, perişan olma.
teşettüt-ü ara / teşettüt-ü ârâ
Fikir dağınıklığı, kargaşası.
teşettüt-ü efkar / teşettüt-ü efkâr
Fikirlerin ayrılması, dağılması.
teşettüt-ü hal
Dağınıklık, perişanlık.
teşezzüb
Dağılma, dağınık olma.
tesir-i muharribane
Yıkıp dağıtan etki.
teşneleb
Dudağı kurumuş, çok susamış. Yanık, susuz.
(Farsça)
teşrid
Ayırma, dağıtma. Dilim yapıp kesmek.
Nefyetme, kovalama.
Belâya atma. Ürkütüp kaçırma. Sevketme.
Birisinin ayıbını teşhir eylemek.
teştit
Dağıtma, dağıtılma. Perişan etme.
tesvim
Davarı otlamaya salmak.
İşaretlemek, nişan etmek.
Dağlamak.
tetayür
(Tayeran. dan) Uçuşma. Uçuşup dağılma.
tetliye
Nezretme. Adağı yerine getirme.
Farzdan sonra nafile namaz kılma.
tevakkul
Dağ üstüne çıkmak.
tevezzü' / توزع
Yer tutma.
Dağılma. Bölünme, taksim olunma.
Dağılım.
(Arapça)
tevr
(Çoğulu: Etvâr) Ağzı büyük gönden olan bardak.
Su bardağı. Abdest ibriği.
tevsi-i malumat / tevsi-i malûmat
Malûmatın dağılması, bilginin yayılması.
tevsim
Hacıların hac zamanı toplanmaları.
Dağlamak sureti ile ten üzerine işaret koyma, döğme yapma.
İsimlendirme, ad verme.
tevzi / tevzî
Dağıtma.
Dağıtma, paylaştırma.
tevzi edilen
Dağıtılan.
tevzi' / tevzî' / توزیع / تَوْز۪يعْ
Dağıtmak. Herkesin hisselerini ayırıp vermek. Pay ederek dağıtmak.
Dağıtım, dağıtma.
(Arapça)
Tevzî' edilmek:
Dağıtılmak.
(Arapça)
Tevzî' etmek:
Dağıtmak.
(Arapça)
Dağıtma.
tevzi' etmek
Dağıtmak.
tevziat / tevziât / tevzîât / تَوْز۪يعَاتْ
Dağıtım.
Tevziler, dağıtmalar.
(Tekili: Tevzi') Tevziler, dağıtmalar.
Herkese payını vermeler.
Dağıtmalar.
tezerruk
Ayrılmak, dağılmak.
tille
Basamak.
Sıradağ.
tugve
Dağ başı.
Yüksek mekân.
tugye
Dağ başı.
Yüksek mekân.
tur / tûr
Dağ.
Had ve mikdar.
Dağ.
Dağ, cebel, Tûr-ı Sina denilen ünlü dağ, Hz. Musa'ya burada vahiy gelmiştir.
tur-i sina / tûr-i sinâ / tûr-i sînâ
Sinâ Dağı; Cenab-ı Hakkın Hz. Mûsâ'ya göründüğü ve Tevrat'ı indirdiği dağ.
Tûr dağı. Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâmı peygamberlikle müjdelediği ve sonra Tevrât'ı indirdiği, Kızıldeniz'in kuzeyinde, Asya ve Afrika kıtalarının arasındaki Sinâ yarımadasının güney kısmında yer alan dağ.
tur-u musa-i şeriat / tûr-u mûsâ-i şeriat
Tûr dağında Hz. Mûsâ'ya (a.s.) inen şeriat.
turfe
(Çoğulu: Etrâf) Nâziklik, yumuşaklık.
Nimet.
Güzel yemek.
Zarif, iyi nesne.
Üst dudağın ortasında fazlalık olarak yumru et olması. (O kişiye "etref" derler.
türk
Türkler, Asya'nın en büyük ve en meşhur milleti olup, Turan milletlerindendir. Türkler en evvel Sibirya ile Çin arasında olan Altın Dağı taraflarında yaşamışlar ve oradan defalarca güney ve batıya doğru yayılarak Çin'de ve Türkistan memleketlerinde fetihler yapmışlardır.Türkler eskiden beri iki şube
tuva
Övünmüş, senâ edilmiş şey.
Tur-i Sina dağı eteğinde bir vâdinin adı.
Örülmüş kuyu.
uhud
Hicazda bulunan mübarek bir dağ.
uhud muharebesi
Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur.Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşlile
uhud-u tevhid
Tevhidin Uhud Dağı; sağlam ve sarsılmaz tevhid inancı için bir benzetme olarak kullanılmış.
ulcum
(Çoğulu: Alâcim) Erkek kurbağa.
Dağ keçisinin erkeği.
Deve kuşu.
Sağlam ve dayanıklı deve.
Çok su.
Gece karanlığı.
ulufe
Yeniçerilere ve sipahilere dağıtılan maaş.
Bir nevi hayvan yemi.
ulum-u şetta / ulum-u şettâ
Dağınık bilgiler, çeşit çeşit ilimler.
ürviyye
(Çoğulu: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi.
usluc
(Çoğulu: Asâlic) Yeni belirmeğe başlamış ağaç budağı.
uvvar
(Çoğulu: Avâvir) Korkak adam.
Dağ kırlangıcı.
üyel
(Çoğulu: Eyâyil) Dağ keçisi.
vadi / vâdî
İki dağ arasındaki uzun çukur. Dere. Bir nehrin aktığı yer. Nehir yatağı.
Yol, tarz, usül.
Saha.
Bir nehrin yatağı.
İki dağ arasındaki uzun çukur.
Yol, tarz, metod, dere.
İki dağ arası uzun çukur.
vahdet-i saki midadı / vahdet-i sâki midadı
Su dağıtıcının birlik mürekkebi.
vaşık
Dağ köpeği. Vaşak.
vatavit
(Tekili: Vatvât) Korkak ve geveze olan kimseler.
Yarasalar.
Dağ kırlangıçları.
vatvat
(Çoğulu: Vatâvit) Korkak ve geveze olan adam.
Yarasa.
Dağ kırlangıcı.
vefd
Çokluk. Cemaat.
Bir iş için giden heyet. Elçilik.
Dağ başı.
Gelme, ulaşma, erişme, varma, vürud.
vefk-i müselles
Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.
vera-i cebel
Dağın arkası.
veşak
Dağ köpeği.
vesm
Damga. İşaret.
Dağlama.
Döğerek toz hâline getirme.
Damga, işaret, dağlama.
vesmedar / vesmedâr
Dağlanmış, damgalı.
(Farsça)
Rastıklı.
(Farsça)
vesvas
Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.
vezer
Sarp dağ. Sığınılacak yer. Kale. Hisar.
Galib olmak.
virat
Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak.
volkan
Yanardağ.
(Fransızca)
vüsema
(Tekili: Vesim) Damgalılar, dağlanmış olanlar.
Güzel yüzlüler.
Rastıklılar.
ya eyyühel hoto
Ey vahşi, kaba dağ adamı!
zai'
Yayılmış olan. Dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey.
zenub
Sakaların su dağıttıkları bir kapdır ki; Kur'ân'da azabdan nasib mânasına istiare olunmuştur.
zeval-i gaflet
Gafletin dağılması; Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâlinin sona ermesi.
zevh
Develeri dağıtıp toplamak.
zevv
Irak diyarında bir dağın adı.
Kadr, kıymet.
Miktar.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
müebbe
سرآغاز
ramâd
Münasebet
ehadiyet
HİRASET
zerre miskal
mavera
faruk
maraz
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
dağ
İlgini
Düşünceli
ağız
Takdire lâyık
mavera
Ramadan
Zamana bırakmak
fark
büyük isyan