REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te düşe ifadesini içeren 98 kelime bulundu...

akab-gir

  • Peşe düşen, kovalıyan. (Farsça)

çağlar

  • Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan.

cemre-i salise / cemre-i sâlise

  • Üçüncü cemre ki, toprağa düşer.

cemre-i saniye / cemre-i sâniye

  • İkinci cemre ki, suya düşer.

cemre-i ula / cemre-i ulâ

  • Birinci cemre ki, havaya düşer.

cerem

  • Ayrılmak.
  • Günâh. Cinâyet.
  • Hurma toplarken yere düşenleri yemek.

cüraşe

  • Tuz döğülürken etrafına düşen iri parçalar.

da'da'

  • "Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir.

dalif

  • (Çoğulu: Düllef) Nişandan öteye düşen ok.
  • Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam.

dülfin

  • Denize düşenlere yardım edip, onları kurtaran bir balık.

eftan

  • Düşerek. Düşen. (Farsça)

fariza / farîza

  • Namaz, oruç, zekât gibi kesin delil (mânâsı açık olan âyet-i kerîme) ile bildirilen emirler.
  • Miktârı bildirilen vârislerden her birine düşen hisse. Mîrâs payı.
  • Allah'ın emri, farz, vacip, gerek, vazife.
  • Mirasçılardan her birine şer'an düşen hisse, pay.
  • Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife.
  • Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.

farz-ı kifaye / farz-ı kifâye

  • Müslümanların bir kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden düşen farz.
  • Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.

fütan

  • Düşen, düşerek. (Farsça)

garizi / garizî / غریزی

  • İçgüdüsel. (Arapça)

gayya

  • Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer.

gurbetzede

  • Gurbete düşen.

habıt

  • (Hübut. dan) Yukarıdan aşağıya inen. İnici. Düşen. Hübut eden.

hacer-i semavi / hacer-i semavî

  • Gökten düşen taş.
  • Gök taşı.

hallac-ı mansur

  • Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.

harf-i zaid / harf-i zâid

  • Gr: Kelimenin bazı tasrifinde düşen harf. Fazla, zâid harf. Te'kid için yazılan harf. Sonradan ilâve olan harf.

harifane

  • Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan. (Farsça)

haris / harîs

  • Hırslı, bir şeye çok düşen, istekli.

haybet-zede

  • Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan. (Farsça)

hazm

  • Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
  • Birisine ansızın hücum etmek.
  • Ansızın bir şey üzerine inmek.
  • Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
  • Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini

heces

  • Gönüle düşen hatıralar.

hecs

  • Gönüle düşen hâtıralar.

heleke

  • Helâk.
  • Düşen.

hisse

  • Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım.

hulle

  • Ağır, pahalı.
  • Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
  • Cennet elbisesi.
  • Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,

hüma kuşu / hümâ kuşu

  • Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)

husare

  • Arpa, buğday ve pirinç gibi hububâtın kabuğundan düşen parçalar.
  • Her kabuklu nesnenin, kabuğundan ayrılıp temizlenmesi.
  • Şirâ sıkıntısı.
  • Her nesnenin fenâsı.

iltikat

  • Yere düşen şeyi almak.
  • Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak.

insiyaki / insiyâkî / انسياقى

  • İçgüdüsel. (Arapça)

intişar-ı arzani / intişar-ı arzanî

  • Hedefin sağ veya sol taraflarına düşen mermilerle, hedef arasında kalan mesafe.

irs

  • Mîrâs. Vefât eden bir kimsenin geriye bıraktığı terekesinden (malından) evlât ve akrabâsından sağ kalanlara düşen hisse, pay.

kàbil-i sukut

  • Düşebilir, düşmeye meyilli, eğreti olan.

kamkam

  • (Çoğulu: Kumâkım) Ulu, şerif kimse.
  • İyi, keskin kılıç.
  • Büyük deniz.
  • Çok adet.
  • Saç dibine düşen yavşak.
  • Küçük kene.

kaziye-i şartiyye-i muttasıla

  • Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)

kazze

  • (Çoğulu: Kuzâ) Su üstündeki çörçöp.
  • Göze düşen çöp.
  • Gözün çapağı.

kontenjan

  • İlgililerin her birine düşen pay ölçüsü.
  • Alâkalıların her birine düşen miktar veya yer. Pay miktarı. (Fransızca)

küfv

  • Denk olan, uygun düşen.

kürabe

  • Ağaç dibine düşen hurmaları toplamak.

ledm

  • Taşı taşla vurmak.
  • Yere düşen taştan çıkan ses.
  • Kaftana yama vurmak.
  • Defetmek, kovmak.

ma-fi-l yed

  • Fık: Bir terekenin taksimi yapılmadan varislerden biri veya birkaçı ölürse, bunların terekelerinden varislerine düşen kendi mikdarları.

mekid / mekîd

  • Tuzağa düşen veya düşecek olan.

meskat

  • Doğum yeri.
  • Düşecek yer.

meskıt

  • Düşecek yer.

muakkib

  • Ardına düşen, takib eden, ardından koşan.
  • Tağyir ve ibtal eden.

mudhak

  • Kendisine gülünen. Soytarı. Gülünç hâle düşen.

mudhike

  • Gülünç hâle düşen.

mükerrem

  • Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan. (İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. Mek.)

mükibb

  • (Kebb. den) Bir şeyin üzerine çok düşen. Gayretle çalışan.
  • Çok lüzumlu olan.
  • Yüzü üstüne sürünen, zelil olan.

münekkib

  • Yüzüstü düşen, kapanan.

münhemik

  • (Hemk. den) Bir işin üzerine çok düşen. Bir işte çok uğraşan.

mürata

  • Yüzden veya başka yerden yolunan kıldan düşen.

mürtedif

  • Arkasından giden, ardına düşen.
  • Hayvana binen kimsenin ardına binen.

müstahsir

  • Yorulup halsiz düşen.

mütegallit

  • Yanlışa düşen, yanılan, tegallüt eden.

mütehayyir

  • Hayrete düşen.

mütehemmik

  • İşinin üzerine düşen, ehemmiyet veren. İşine sıkı sarılan.

mütesakıt

  • Birbiri ardınca dökülüp düşen.

namahrem / nâmahrem

  • Mahrem olmayan, nikâh düşen.

nefaz

  • Ağaçtan kendi düşen yemiş ve yaprak.

nüfaz

  • Ağaçtan veya başka birşeyden silkmekten ve hareket ettirmekten dolayı düşen nesne.

pertab

  • Atılma, sıçrama. (Farsça)
  • Hız almak için geriden koşarak atılma. (Farsça)
  • Uzağa düşen ok veya başka bir şey. (Farsça)

pişaheng

  • (Piş-âheng) Önde giden, öne düşen.

rol

  • Oyun. Sahnede gösterilen oyun hareketlerinden her bir oyuncuya düşen kısım. (Fransızca)

rücbe

  • Canavar avlamak için yapılan yer. (İçine iple et bağlarlar ki canavar gelip yapıştığı gibi üzerine düşer.)

sakıt / sâkıt / ساقط / سَاقِطْ

  • Düşen, düşük. Kıymetsiz, sukut eden. Ölü olarak düşmüş çocuk.
  • Düşen, düşük.
  • Düşük, düşük cenin. (Arapça)
  • Düşen. (Arapça)
  • Sâkıt olmak: Düşmek. (Arapça)
  • Düşen.

şakul / şâkul

  • Düşeyliği ölçme âleti.

şakuli / şakulî / şâkulî

  • Şâkule bağlı, onunla alâkalı, onunla nisbeti olan şey. Geo: Düşey.
  • Düşey.

sebaya

  • (Tekili: Sebbî) Harbde esir düşenler.

sebi

  • (Çoğulu: Sebâyâ) Savaşta esir düşen kimse.

sebih

  • Kuş yeleğinin kopup düşeni.
  • Pamuk ve yün atıldıktan sonra dürüp eğirmek için koydukları bez parçası.

şib

  • Üzerine kar düşen dağ.
  • Su içerken devenin dudağından çıkan ses.

sıkt

  • Ana karnından ölü olarak düşen çocuk.
  • Çakmaktan düşen ateş.

sıracü'l-gafilin

  • Gaflete düşenlerin meşalesi anlamına gelen ve Gençlik Rehberi için kullanılan bir isim.

sükat

  • Yüksek yerden düşen nesne.

sukut eden

  • Düşen.

sünnet-i kifaye / sünnet-i kifâye

  • Başkalarının meselâ beş-on kişiden birinin işlemesiyle, diğerlerinden sâkıt olan (düşen) sünnet.

sus

  • Huy, tabiat, tıynet.
  • Buğday ve arpa biti. Hububata düşen kurt. Güve.
  • Miyan kökü.

ta'kiben / ta'kîben / تعقيبا

  • Takip ederek, ardına düşerek. (Arapça)

taife-i dalle / taife-i dâlle

  • Dalâlete ve inkârcılığa düşenler topluluğu.

tali '

  • Doğan. Tulu' eden.
  • Kısmet, kader, baht.
  • Nişangâhın arkasına düşen ok.
  • Yeni hilâl.

tasavvuran

  • Düşenerek, hayal kurarak.

tesakutan

  • Ardı ardına düşerek. Karşılıklı düşürmek suretiyle.
  • Birbiri ardına düşerek.

tevafuk eden

  • Denk gelen, uygun düşen.

tevekkül-ü tembelane / tevekkül-ü tembelâne

  • Tembelce tevekkülde bulunma; üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeden sonucu Allah'tan isteme.

tevfik-i hareket

  • Bir şeyin olmasına ve bir nizamın icablarına uygun düşen hareket.

üftan

  • Düşen. Düşerek. (Farsça)

üftanühizan / üftânühîzân / افتان و خيزان

  • Düşe kalka. (Farsça)

usafe

  • Buğday sapından düşen parça.

vaki' / vâki'

  • Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan.
  • Geçmiş olan, geçen.

varis / vâris

  • Cenab-ı Hakk'ın bir ismi.
  • Mirasçı. Kendisine miras düşen. Mirasa konan. Vefat eden birisinin maddî veya manevî mal ve mülkünde kullanmaya, tasarrufa salâhiyetli olan.

veşi'

  • (Çoğulu: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca.
  • Sümâme otundan yapılan hasır.
  • Ağaçlardan kuruyup düşen nesne.
  • Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken.
  • Az nesne.

zahif

  • Nişandan beri düşen ok.
  • (Çoğulu: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.

zelil

  • Sürçüp düşen.
  • Yanılan.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın