REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te cima ifadesini içeren 144 kelime bulundu...

ahen-dil

  • Demir yürekli, kahraman. (Farsça)
  • Merhametsiz, acımasız kimse. (Farsça)

ahendil / âhendil / آهن دل

  • Acımasız. (Farsça)

anet

  • Cimâdan âciz olmak.
  • Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.

arzu-yu merhamet

  • Başkalarına merhamet etme, şefkat ve acıma arzusu.

asd

  • Cimâ etmek.
  • Döndürmek.
  • Bozmak.

ased

  • Cimâ etmek.
  • İp bükmek.

atıfet

  • Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme.
  • Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi.

ays

  • Cimâ etmek.
  • Meni denilen su.

bi-din / bî-din

  • Dinsiz. (Farsça)
  • Merhametsiz, acımasız. (Farsça)

bi-insaf / bî-insaf

  • Acımasız, insafsız. (Farsça)

biaman / bîaman

  • Amansız, acımasız.

bıd'

  • (Bıd'a) Geceden bir kısım.
  • Üçten ona ve onikiden yirmiye varana kadar olan sayılar.
  • Cima, nikah.

biinsaf / bîinsaf

  • Acımasız, insafsız.

bilamerhamet / bilâmerhamet / بلامرحمت

  • Acımasızca. (Arapça)

bimerhamet / bîmerhamet / بى مرحمت

  • Acımasız. (Farsça - Arapça)

birahm / bîrahm / بى رحم

  • Merhametsiz, acımasız. (Farsça - Arapça)

caniye

  • Cani; acımasız ve gaddar; cinayet işlemiş olan.

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.
  • Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı

cima' / cimâ' / جماع

  • Cinsel ilişki. (Arapça)
  • Cimâ' etmek: Cinsel ilişkide bulunmak. (Arapça)

çımacı

  • Vapurda ve iskelede çımayı atıp tutmak vazifesiyle görevli tayfa.

da's

  • Cimâ etmek.
  • Süngü ile vurmak.
  • Az olan nesne ve eser.

da'z

  • Cimâ etmek.

dagz

  • Yutmak.
  • Defetmek.
  • İğrenmek.
  • Cimâ etmek.

dekdeke

  • Yerin deprenmesi.
  • Sancıma.
  • Def etme, kovma.

düşman-ı gaddar

  • Gaddar ve acımasız düşman.

emr-i biemani / emr-i bîemânî

  • Amansız, acımasız emir.

fart-ı şefkat

  • Aşırı şefkat ve acıma.

fat'e

  • Vurmak.
  • Yarmak.
  • Cimâ etmek.
  • Yere vurmak.

fatv

  • Bir şeye el ile vurmak.
  • Cimâ etmek.

fazl u rahmet

  • Faziletli kişinin lütfu, merhameti ve acıması.

fi'l-i şeni'

  • Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.

gaddar / gaddâr / غدار

  • Acımasız, çok zulmeden.
  • Acımasız.
  • Zalim, acımasız. (Arapça)

gaddar telezzüzü

  • Çok acımasız davranın kişinin lezzet alması.

gaddarane / gaddârâne

  • Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine. (Farsça)
  • Acımasızca, zulmederek.
  • Acımasızca.

gaddarlık

  • Acımasızlık.

gadir

  • Zulüm, acımasızlık, hıyanet.

gadr

  • Zulüm, acımasızlık.

gafk

  • Hücum etmek, vurmak.
  • Birbiri ardınca cima etmek.

gayl

  • Irmak, nehir.
  • Ağaç, şecer.
  • Cima etmek.
  • Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi.

gıllim

  • Cimâı şiddetle arzu eden.

gışyan

  • Bürünmek, örtünmek.
  • Cimâdan kinâye olur.

gulame

  • Cima arzusu.

gulumiyye

  • Cimaa şehveti olan kimse.

hain / hâin / خائن

  • Hain. (Arapça)
  • Acımasız. (Arapça)

hal'

  • Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı.
  • Vurmak.
  • Men etmek, engel olmak.
  • Hediye vermek, atâ etmek.
  • Cima etmek.

hanan

  • Merhamet, şefkat, acıma.

hanen

  • şevk.
  • Nefsin cima arzusu.

hasur

  • Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
  • Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
  • Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
  • Oğlu ve kızı olmayan.
  • Avrete cimâ edemeyen.
  • İhlili dar olan deve.

hat'et

  • Vurmak, darb.
  • Düşürmek.
  • Cima etmek.

hediye-i rahmani / hediye-i rahmânî

  • Acıma ve merhamet sahibi Allah'ın hediyesi.

hirmet

  • Cima şehveti.

hucee

  • Çok nikâh ve çok cima eden erkek.
  • Şişman ve ağır kimse.

hufas

  • Isırdığı yer acımayıp zarar vermeyen yılan.

iftiraş

  • İzine uyma.
  • Namusa dokunur söz söyleme.
  • Yayılma.
  • Cima.
  • Döşemek.

ihna'

  • Acıma, merhamet etme, şefkat etme.

ıniz

  • Cimâa kadir olmayan erkek.
  • Cimâdan safâlı olmayan avret.

innin / innîn

  • İhtiyârlık, tenâsül hastalığı veya sihir sebebi ile cimâ yapamayan. İktidârsız erkek.

insaf / insâf / انصاف

  • Acıma. (Arapça)

insafsızca

  • Acımasızca.

isti'taf

  • Yardım taleb etme.
  • Acımayı isteme.

kafta

  • Cima etmek.

kamt

  • Kuş, dişisine cima etmek.
  • Doğan çocuğu beze sarmak.

kasvet

  • Katılık, sertlik.
  • Merhametsizlik, acımasızlık.
  • Sıkıntı, gönül darlığı.

katam

  • Cimâ arzulamak.
  • Et arzulamak.

kıra'

  • Cimâ etmek.
  • Sağlam, muhkem.
  • Şiddetli.

kıraf

  • Cima etmek.
  • Karışmak.

kırban

  • Yakınlık.
  • Cimadan kinâye olur.

kişaf

  • Bir kaç yıl üstüne yük vurulmayan deve yavrusu.
  • Dişi deve hâmile iken erkek devenin ona cimâ etmesi.

let'

  • Atmak.
  • Doğurmak.
  • Cima etmek.

lıkve

  • Cimanın evvelinde gebe olan kadın.
  • Tez yüklü olan deve.
  • Kova.

mahc

  • Cima etmek.
  • Kovayı azıcık çekip yine dolsun diye suya vurmak.

mahn

  • Cima etmek.
  • Ağlamak.
  • Kuyudan su çekmek.
  • Uzun boylu adam.

masd

  • Cima etmek.
  • Emmek.

mazaz

  • Musibet, felâket ve belâ acısı.
  • Acıma, üzülme, kederlenme.

merahim

  • (Tekili: Merhamet) Acımalar, merhametler.

merhamet / مرحمت

  • (Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek.
  • Şefkat, acıma, bağışlama.
  • Acıma, şefkat.
  • Acıma.
  • Acıma. (Arapça)
  • Merhamet etmek: Acımak. (Arapça)

merhamet-disar

  • Çok merhametli, acıma hissi fazla olan.

merhamet-i kudsiye

  • Kutsal merhamet, acıma.

merhametperverane

  • Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle. (Farsça)

merhametsiz

  • Acımasız.
  • Acımasız. (Arapça - Türkçe)

merhametsizlik

  • Acımasızlık.

mesis

  • Cimâ etmek.
  • Yapışmak.

meth

  • Yerinden koparmak ve çıkarmak.
  • Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması.
  • Vurmak ve uzaklaştırmak.

misas

  • El sürme, değme, dokunma.
  • Cima etmek.
  • Almak.

mübazaa

  • Cimâ etmek.

mücameat

  • Cima etmek.

müfakame

  • Cima etmek.
  • Büyük olmak.

müharece

  • Hasımlık, düşmanlık.
  • Cima etmek.

mümazeha

  • Yapışmak. (Ekseriya cimadan kinâye olur.)

müridd

  • Cima hırsı ve iştihası galip kişi.
  • Suyu çok olan deniz.

nekh

  • (Nikâh) (Çoğulu: Enkihe) Tezevvüc, evlenme, cimâ etme.
  • Akit.

neyk

  • Cima etmek.

nezib

  • Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses.

niza

  • Cima etmek.

oruç

  • İslâm'ın beş şartından biri. Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.

rafit

  • Nikâh. Cima. Fuhşiyyat.

rahm / رحم

  • Acıma, koruma, esirgeme, şefkat etmek.
  • Hısımlık, karabet, akrabalık.
  • Acıma, esirgeme.
  • Acıma, merhamet. (Arapça)
  • Rahm etmek: Acımak, merhamet etmek. (Arapça)

rahmet / رحمت

  • Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek.
  • Mc: Yağmur.
  • Bağış, acıma, esirgeme.
  • Acıma, merhamet.
  • Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed'in isimlerinden.
  • Kur'ân-ı kerîm.
  • Yağmur.
  • Acıma, esirgeme, şefkat.
  • Acıma, merhamet. (Arapça)
  • Yağmur. (Arapça)

rahmet-i ilahiyye / rahmet-i ilâhiyye

  • Allahü teâlânın merhameti, acıması.

re'fe

  • Esirgemek, korumak. Acımak. Şefkat etmek.

re'fet

  • Acıma, merhamet.
  • Merhamet, acımak.
  • Yüce.

re'fet-i rabbaniye / re'fet-i rabbâniye

  • Allah'ın acıması.

refes

  • (Rüfâs) Kinayesi icab eden şeyi açık söylemek.
  • Kinâye olarak.
  • Cimâ, nikâh.
  • Fuhşiyyât.

refet

  • Esirgeme, koruma, acıma, şefkat etme.
  • Merhamet, acıma.

rikkat / رقت / رِقَّتْ

  • Acıma, incelik, yufka yüreklilik. Yumuşaklık.
  • Acıma, yufka yüreklilik.
  • İncelik, yufkalık.
  • Acıma, yürek etkilenmesi.
  • Acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği.
  • İncelik, hassaslık. (Arapça)
  • Acıma. (Arapça)
  • İncelme, acıma.

rikkat-amiz / rikkat-âmiz

  • Acıma veren, kalbe hüzün verecek olan, acındıran.

rikkat-aver / rikkat-âver

  • Acıma ve merhamet uyandıran. (Farsça)

rikkat-i cinsiye / رِقَّتِ جِنْسِيَه

  • Cinsi şefkat. İnsanın kendi cinsinden olana acıması.
  • Kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi.
  • Kendi cinsine acıma.

ruh-u gaddar

  • Acımasız, çok zulmeden.

şat'

  • Yerden yeni çıkan taze ekin yaprağı. Ekinlerin taze çıkan filizleri, yaprağı.
  • Su arkı.
  • Cima etmek.
  • Bağlayıp sağlamlaştırmak.

savm

  • Oruç. Fecrin (tan yerinin) ağarmasının evvelki vaktinden (imsaktan) akşam namazı vakti girinceye kadar, yemeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek.

şebak

  • Şehvet galip olup cimaa çok hırslı olmak.
  • Koyu karanlık.

sebeb-i merhamet

  • Acıma, merhamet sebebi.

şefakat

  • Şefkat, acıyarak şefkatle sevmek. Karşılık istemeden merhamet edip acımak, sevmek.

şefikane

  • Merhametlice, acıyarak. Acımak suretiyle. şefkat ederek. (Farsça)

şefkat

  • Acımak, merhamet etmek.

şefkat-i neviye

  • Kendi nevinden olana duyulan şefkat, acıma.

şefkatsiz

  • Merhametsiz, acımasız.

sengdil / سنگ دل

  • (Çoğulu: Sengdilân) Taş yürekli, merhametsiz, acımaz. (Farsça)
  • Taş yürekli, acımasız. (Farsça)

sengdilane / sengdilâne / سنگ دلانه

  • Acımasızca. (Farsça)

siba'

  • Cima.
  • Kesret-i cima ile iftihar edişmek.
  • (Tekili: Sebu) Canavarlar, yırtıcı hayvanlar.

şiddet-i şefkat ve rikkat

  • Çok güçlü şefkat ve acıma duygusu.

şilak

  • Cima etmek.
  • Vurmak.
  • Kulağı uzunlamasına yarmak.

sirr

  • (Çoğulu: Esrar-Esirre) El ayasında ve alında olan hatlar.
  • Gizli nesne.
  • Cima etmek.
  • Zikir.
  • Hâlis.
  • En iyi, en faziletli.

sıyam / sıyâm

  • Oruç tutmak. Fecrin ağarmasından (imsaktan) güneş batıncaya kadar, yemeyi, içmeyi ve cimâ'ı terk etmek.

taattuf / تَعَطُّفْ

  • (Atıf. dan) Acıma, şefkat gösterme.
  • Verme.
  • Esirgeme.
  • Acıma, esirgeme.
  • Acıma, merhamet etme.

tabaka'

  • Kelâmdan âciz kimse, konuşamayan kişi.
  • Cimaı yerince yapamayan kimse.

tah

  • Atmak.
  • Uzaklaştırmak, ırak etmek.
  • Cimâ etmek.

tahannun

  • Fazlaca acıma.

tahazzün

  • Kederlenmek, hüzünlenmek. Birine acımak. Mükedder olmak.

tams

  • Kadının hayız görmesi, aybaşı olması.
  • Kir, vesah.
  • Cima etmek.
  • Yapışmak.

tecamu'

  • Cima etmek.
  • Toplanmak, cem'olmak.

tefeccu'

  • Canı yanma, acıma. Kaygılı olma, dertli olma.
  • Belâ ânında hüzünlü olma.

terahhum / ترحم / تَرَحُّمْ

  • Merhamet etme, acıma. Şefkatte bulunma, esirgeyip besleme.
  • Acıma, merhamet etme. (Arapça)
  • Terahhum etmek: Acımak, merhamet etmek. (Arapça)
  • Terahhum kılmak: Acımak, merhamet etmek. (Arapça)
  • Merhamet etme, acıma.

terahhumat / terahhumât

  • (Tekili: Terahhum) Acımalar, merhamet etmeler.

terakkuk

  • Merhamete gelme, acıma.

teveccu'

  • (Çoğulu: Teveccuât) Ağrıma, vecâlanma. Acımak.

tiyaka

  • Cimaa pek ziyade düşkün olmak.
  • Şehvetin galip olması.

vahşi / vahşî / وحشى

  • Yabanî. (Arapça)
  • Acımasız. (Arapça)

vatı'

  • Ayak altına alıp çiğneme. Basma.
  • Cima'.
  • Uygun hale koyma.
  • Tümseklikler arasında basık ve engin yer.
  • Ayak altına alıp çiğneme, uygun hale getirme, cima.

vaty etmek

  • Erkeğin hanımına yaklaşması; cimâ etmek.

veca'

  • Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak.

zakt

  • Cima etmek.

zalimane

  • Zâlimcesine, zulmederek, acımasızca. Acımasız ve haksız olarak.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın