REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te cezb ifadesini içeren 48 kelime bulundu...

bast

  • Yayma, açma.
  • Özellikle hurufilikte cezbe ve tefekkür içinde kendinden geçmeyi ifade eder.

cazibe / câzibe

  • Cezbeden, çeken, yer çekimi.

cebz

  • Çekmek, cezb.

cerr

  • Kendine doğru çekmek. Çekmek. Cezb.
  • Para almak.
  • Uçurum.
  • Kale hendeği.

cezb / جذب

  • Kendine çekme. (Arapça)
  • Cezb edilmek: Kendine çekilmek. (Arapça)
  • Cezb etmek: Kendine çekmek. (Arapça)

cezb-i rahmani / cezb-i rahmânî

  • Allah tarafından cezbedilme.

cezbe-eda

  • Cezbeli olmak. Çekici olmak (Farsça)

cezbedar

  • Cezbeli, çekici. (Farsça)

cezbekarane / cezbekârâne

  • Cezbeye tutulmuşçasına.

cezebat

  • (Tekili: Cezbe) Cezbeler.

cezzab

  • Fazla çekici olan. Cezub. Çok cezbeden.

dar-ül-gurur / dâr-ül-gurûr

  • İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ.

dil-keş

  • Gönlü çeken, kalbi cezbedici. (Farsça)

ehl-i cezbe

  • Cezbeye kapılanlar.

eshab

  • Çekmek, cezb.

füsun

  • Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. (Farsça)
  • Büyü. (Farsça)

füsunkar / füsunkâr

  • Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici. (Farsça)

füsunperver

  • Büyüleyici, hayranlık verici, cezbedici, celbedici. (Farsça)

hal / hâl

  • Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
  • Cezbe.
  • Dert, keder, elem.
  • Mecâl. Kuvvet.
  • Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken

halk-ı ezdad

  • Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.

ictiba / ictibâ

  • Seçmek, seçilmek. Evliyâlıkta, vâsıtanın, aracının şart olmadığı cezbe (çekilme) ile ilerleme.

ictizab

  • (Cezb. den) Çekip uzatma.
  • Etrafına toplanma.

incizab / incizâb

  • Cezbedilme, çekilme.
  • Cezbedilme, çekilme.
  • Cezbedilme, çekilme.

incizabat / incizâbât

  • Cezbedilmeler, çekilmeler.
  • Cezbedilmeler, çekicilikler.

istimale

  • Avutmak. Meylettirmek. Cezbettirmek.
  • Gönül almak. Çok mal sahibi olmak.

kehrübai / kehrübaî

  • Kehribar gibi, cezbedici, elektrikli olan.

keyfiyet-i meczubane / keyfiyet-i meczubâne

  • Cezbeye kapılıp kendinden geçme hâli.

mecazib

  • (Tekili: Meczub) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar.

meczub / meczûb / مجذوب

  • Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş.
  • Deli. Divane. Mecnun.
  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.
  • Cezbeli, kendini kaptırmış, başkasının etkisiyle davranan.
  • Cezbedilmiş. (Arapça)
  • Tanrı sevgisiyle cezbeye kapılan. (Arapça)
  • Deli. (Arapça)

meczubane / meczubâne / meczûbane

  • Cezbeye gelenler gibi, kendinden geçerek.
  • Cezbeye kapılmışcasına.

meczube / meczûbe

  • Cezbeye tutulmuş, İlâhî aşkla aklî dengesi değişmiş kadın, mecnun.

meczubin / meczubîn

  • (Tekili: Meczub) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar.

mevadd-ı müncezibe

  • Cezbolunan, çekilen maddeler.

mevlevi-vari / mevlevi-vâri

  • Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi.

mücazebe

  • Karşılıklı birbirini çekme ve cezbetme.

müncezib

  • Beriye çekilen, cezbedilen. İncizab eden.
  • Çekilen, cezbedilen.

müncezibane / müncezibâne

  • Cezbedilircesine, çekilircesine.
  • Çekilerek, çekilircesine, cezbedilerek. (Farsça)
  • Kendini kaptırmak suretiyle. (Farsça)

müncezip

  • Cezbedilmiş, tutkun.

neşl

  • Taan etmek.
  • Cezbetmek, kendine çekmek.

netk

  • Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek.
  • Atmak.
  • Yüzmek.
  • Kendine çekmek, cezbetmek.
  • Depretmek, silkmek, harekete geçirmek.
  • Oğlu ve kızı çok olmak.

netr

  • Cezbetmek, kendine çekmek.
  • Taan etmek, çekiştirmek.
  • Bozulmak, fâsid ve zâyi olmak.

salik-i meczub / sâlik-i meczûb

  • Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik.

şatahat

  • Mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken şeriata aykırı söz söyleme.

tecazüb / tecâzüb

  • Birbirini cezbetme, yakınlaşma.

tecazüp

  • Birbirini cezbetme; birbirine duyulan yakınlık, sempati.

tesbihat-ı cezbe-eda / tesbihat-ı cezbe-edâ

  • Cezbeli tesbihler.

vedud

  • Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. (Vedud ismine mazhar olan muhakkıkin-i evliya: "Bütün kâinatın mâyesi, muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir. Bütün mevcudattaki incizab ve cezbe ve câzibe kanunları, muhabbettendir." demişler.)

vücud-i adem / vücûd-i adem

  • Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın