REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te cesın ifadesini içeren 383 kelime bulundu...

hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn

  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye

  • Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.

ahdeb

  • Hiç kimsenin fikir ve düşüncesini beğenmeyen, ahmak.
  • Uzun boylu.

ala-meratibihim / alâ-meratibihim

  • Rütbesine ve derecesine göre sırasıyla.

ala-yı illiyyin-i yakin / âlâ-yı illiyyîn-i yakîn

  • Şüphesizlik derecesinin en yükseği, doruğu.

alakadarane / alâkadarane

  • İlgi gösterircesine.

alamescid köyü

  • Afyon'un Sandıklı ilçesine bağlı bir köy.

amirane / âmirane / âmirâne / آمرانه

  • Emredercesine. Amir imiş gibi. (Farsça)
  • Emreden büyük kimseye yakışır şekilde. (Farsça)
  • Emredercesine. (Arapça - Farsça)

anudane / anûdâne

  • İnat edercesine, inat ederek.

areometre

  • yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.

ashar

  • (Tekili: Sıhr) Evlenme neticesinde akraba olan erkekler. (Kayınbiraderler, kayınpederler, güveyler.)

asiyane / âsiyâne

  • İsyan edercesine.

asiye / âsiye

  • Kederli, hüzünlü kadın.
  • Sütun, kolon, direk.
  • Hz. Musa'yı (A.S.) Nil nehrinden çıkararak büyütüp yetiştiren kadın. Firavunun zevcesinin ismi.

aşk-ı ilahi / aşk-ı ilâhî

  • İlâhî aşk, Allah'a duyulan aşk derecesindeki sevgi.

aval

  • Sersemlik derecesinde saf olma, bönlük.

aynelyakin / aynelyakîn

  • Göz ile görmüşçesine kesin biliş.

azim / azîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi

azizan / azîzan

  • Azizler. Kelimenin sonundaki ân takısı Arabça'da ikilik, Farsça'da çokluk ifâde eder.
  • "İki azîz (velî)" mânâsına İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerinden Ali Râmitenî hazretlerine verilen lakab.
  • Büyükler, evliyâ. Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa Kalbindeki dünyâ düşüncesini s

bahadırane

  • Yiğitçesine, kahramana yakışır surette. (Farsça)

bedbinane / bedbinâne

  • Kötümser şekilde. Ümitsizce, bedbincesine. (Farsça)

beligane

  • Beliğcesine, düzgün ve fasih olarak. (Farsça)

beraet / berâet

  • Temize çıkma. Temizlik, münezzehiyet. Bulaşık ve giriftâr olmama. Âri olma.
  • Huk: Bir davânın neticesinde suçsuz olduğu anlaşılma.

beşaretkarane / beşaretkârâne / beşâretkârâne

  • Müjde verircesine.
  • Müjdelercesine.

beyan-ı fikir

  • Düşüncesini açıklama.

biaynelyakin / biaynelyakîn

  • Gözle görürcesine kesin bilerek.

bihakkalyakin / bihakkalyakîn

  • Yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.

bil'iştiyak

  • Aşk derecesinde severek.

bülbül-i bağistan-ı kur'an / bülbül-i bağistan-ı kur'ân

  • Kur'ân bahçesinin bülbülü.

burak

  • Peygamber efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gece (mîrac gecesinde) üzerine bindiği ve kendisini Mekke'den Kudüs-ü şerîfe kadar götüren (taşıyan) Cennet hayvanı. Burak, dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği ve dişiliği yoktur. Çok hızlı giderdi.

cadu-suhen

  • Sihirlercesine söz söyleyen. (Farsça)

çağatay

  • Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir.

cahiliyyet

  • Cahilliğe âit.
  • İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil

çakerane / çâkerâne

  • Kölecesine, köle gibi. (Farsça)

caniyane / câniyâne

  • Canicesine.

cansiperane / cansiperâne / cânsiperâne / جان سپرانه

  • Canını feda edercesine. (Farsça)
  • Canını fedâ edercesine, canını siper ederek.
  • Canını verircesine.
  • Canını feda edercesine. (Farsça)

çariçe

  • (Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı.

carure / carûre

  • Kapı ökçesinin yeri.

cedi

  • Güneş medarının oniki burcundan birisi. Oğlak burcu. (Güneşin cenuba doğru inişinin en aşağı derecesini bildirir.)
  • Keçinin erkek yavrusu, erkek oğlak.

cehulane / cehûlâne

  • Pek câhilcesine.

celaldarane / celâldarâne

  • Haşmetlice, büyüklük gösterircesine.

celbkarane / celbkârâne

  • Kendine çekercesine.

cemalperverane / cemâlperverâne

  • Güzelliği severcesine.

çerağ-ı leyle-i isra / çerağ-ı leyle-i isrâ

  • İsrâ gecesinin lâmbası.

cesurane / cesurâne

  • Yiğitçesine, cesaretli olarak, yüreklice, cesaretle. (Farsça)

cezbedarane / cezbedarâne

  • Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.

ciğer-suz / ciğer-sûz

  • Çok acı. Ciğer yakar derecesindeki teessür. (Farsça)

dalalete seyf-i hemta / dalâlete seyf-i hemta

  • Sapkınlık ve inkarcılık düşüncesini yok edecek seviyede güçlü olan kılıç.

Dalyarak / dalyarak

  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "sallamak" anlamına gelir.
  • Türkiye Türkçesinde dal-1 "sallamak" fiilinden türetilmiştir.
  • Dalyarak kelimesi tarihte bilinen ilk kez dallamak "sallamak, eliyle tartmak" TDK, Tarama Sözlüğü (1600 yılından önce) eserinde yer almıştır.
  • Dalyarak kelimesi Türkçe'de "Budalalığı yüzünden her zaman densizlik, küstahlık eden (kimse)." anlamına gelir.

derece-i rububiyette

  • Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi derecesinde.

dilirane / dilirâne

  • Mertçesine, yiğitçesine, bahadırcasına. (Farsça)

dinsizdarane / dinsizdârâne

  • Dinsizcesine.

divane-rev

  • Çılgın, delicesine davranan. (Farsça)

divanecesine

  • Delicesine.

eblehane / eblehâne

  • Ahmakçasına. Eblehçesine. (Farsça)

ehemmiyetkarane / ehemmiyetkârâne

  • Önem verircesine.

evliya-yı ümmet

  • İslâm ümmeti içinden velilik derecesine çıkanlar.

ezeliyet-i ruh

  • Ruhun öncesinin ve başlangıcının olmaması.

fakih / fakîh

  • Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
  • Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine

fakirane / fakirâne

  • Fakir bir kimseye yakışacak surette. Fakircesine. (Farsça)

fart-ı muhabbet

  • Aşırı sevgi, ifrat derecesinde sevme.

fedakarane / fedakârane

  • Canını ve herşeyini feda eder derecesinde. Her türlü eziyet ve zahmetlere göğüs gererek, dâvası uğruna sebat edene yakışacak surette. (Farsça)

fena / fenâ

  • Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.

feyz

  • (Çoğulu: Füyuz) Bolluk, bereket.
  • İlim, irfan. Mübareklik.
  • Şan, şöhret.
  • İhsan, fazıl, kerem. Yüksek rütbe almak.
  • Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su.
  • Bir haberi fâş etmek.
  • İçindeki düşüncesini izhar etmek.

firaset

  • Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
  • Yiğitlik.

gaddarane

  • Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine. (Farsça)

gafilane / gafilâne

  • Körü körüne, ihtiyatsızca, dalgınlıkla. Gafilcesine. (Farsça)

gafletkarane / gafletkârâne

  • Gaflet edercesine.

gaiyye

  • Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği.
  • Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm)

galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî

  • Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi

garazkarane / garazkârane / garazkârâne

  • Garaz edercesine.
  • Garaz edercesine, kin tutarak.

garibane

  • Garip gibi, garip kimselere yakışır şekilde, garipçesine. (Farsça)

gayret-i merdane

  • Mertçesine gayret.

geda-çeşmane

  • Açgözlülükle, açgözlücesine. (Farsça)

gıptakarane / gıptakârâne

  • İmrenircesine.

gülşen-ara / gülşen-ârâ

  • Gül bahçesini süsleyen. (Farsça)

gulüvv

  • Ayaklanma. Taşkınlık.
  • Üşüşme. Hücum. Saldırış.
  • Edb: Mübalağanın son derecesi. Üçe ayrılan mübalağanın diğer iki derecesinden biri tebliğ, öteki iğraktır. Aşağıdaki parçada mübalağa gulüv derecesindedir: Gökler gürüldese, şimşekler çaksa Volkanlar fışkırsa, lâvları aksa,Kıyısı

haben

  • Kısaltma, azaltma, kasma.
  • Edb: Aruzda "fâilâtün" den "ât" hecesini atarak, nazmı "fâilün" veznine sokma.

habt

  • Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
  • Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
  • Fesada vermek.
  • Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
  • Cin çarpmak.

hadd-i tam

  • Tam sınırında, derecesinde, kıvamında.

hadd-i tevatür

  • Tevatür derecesinde; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan topluluklar tarafından aktarılan en doğru haber seviyesi.

haifane

  • Korkakcasına, ödlekçesine.

hainane

  • Hâincesine, hâin bir kişiye yakışır şekil ve surette.

hakaretkarane / hakaretkârâne

  • Hakaret edercesine.

hakikat-i leyle-i kadir

  • Kadir Gecesinin gerçek mânâsı, sırrı.

hakikat-i leyle-i kadr

  • Kadir Gecesinin mânâsı, sırrı.

hakikatperestane / hakîkatperestâne

  • Hakikata düşküncesine.

hakim-i ezel ve ebed / hâkim-i ezel ve ebed

  • Varlığının başı ve sonu olmayan, hâkimiyeti zaman öncesinden sonsuza kadar devam eden Allah.

hakim-i pür-kemal / hakîm-i pür-kemâl

  • Her işini hikmetle, yapan ve mükemmelliğin sonsuz derecesine sahip olan Allah.

hakimane / hâkimâne

  • Hükmedercesine.

hakirane / hakirâne

  • Hakircesine. Hakir bir kimseye yakışacak tarz ve şekilde. (Farsça)

hali'

  • Boşanmış erkek, zevcesini şer'an terketmiş adam. (Müennesi: Hâlia'dır.)
  • İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız.
  • Kovulmuş.
  • Soyulmuş.

hamiyet-mendane / hamiyet-mendâne

  • Hamiyetlicesine. Hamiyetli olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette. (Farsça)

hararet-bin

  • Termometre. Sıcaklık derecesini gösteren âlet. (Farsça)

hartavi / hartavî

  • Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.

hasidane / hâsidane

  • Kıskanarak, kıskançlıkla. Hased edercesine. (Farsça)

hasr-ı örfi / hasr-ı örfî

  • Örfen bir şeye ait kılma; örfe göre "el" takısı bazı cins isimleri özel isim derecesine yükseltir. Meselâ, "el-Kitap" sözüyle Kur'ân'ın kastedilmesi gibi.

hatakarane / hatâkârâne

  • Hata edercesine.

hatemane

  • Hâtem'e yakışacak şekil ve surette. Cömertçesine. (Farsça)

hatibane

  • Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına. (Farsça)

hayatperverane / hayatperverâne

  • Hayatı severcesine.

hayretkarane / hayretkârâne

  • Hayret edercesine.

hazine-i hassa / hazine-i hâssa

  • Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.

heveskarane / heveskârâne

  • Heves edercesine.

hikayet-i ayani / hikâyet-i ayânî

  • Görürcesine hikâye etme, anlatma.

hikmetperverane / hikmetperverâne

  • Hikmetsevercesine.

hilal / hilâl

  • Yeni ay şekli. Yeni ay.
  • Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
  • Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.

hilekarane / hîlekârâne

  • Hile edercesine.

hırkapuşane

  • Fakircesine, dervişçesine. (Farsça)

hısım

  • Soyca ve evlenme neticesinde aralarında bağ bulunanların beheri. Akraba.

hışır

  • Kavun ve karpuzun kabuk kısmı.
  • Olgunlaşmamış kavun.
  • Kötü bir tabaklama neticesinde, bazı kısımları sert kalan deri.
  • Mc: Kaba, görgüsüz ve salak kimse.

hıyre-serane

  • Alıkçasına, sersemcesine. (Farsça)

hizmet-i bendegane / hizmet-i bendegâne

  • Kölecesine hizmet etmek.

hodfikirlik

  • Sadece kendi düşüncesini beğenme; düşüncelerinde bencil davranma.

hodpesendane / hodpesendâne

  • Kendini beğenmişcesine.

hodserane / hodserâne

  • Serkeşçesine, dik başlılıkla.
  • Dik başlılıkla, serkeşcesine. Kimseyi dinlemeden. (Farsça)

homa

  • Denizli'nin Çivril ilçesine bağlı ve şimdiki ismi Gümüşsu olan bir kasaba.

hornito

  • İsp. Küçük fırın.
  • Jeo: Genellikle patlamalar neticesinde meydana gelen, lâv fışkırmalarının volkan selleri yüzeyinde meydana getirdiği kabarcık.

hülasa-i fikr-i küfri / hülâsa-i fikr-i küfrî

  • Küfür düşüncesinin özeti.

hunharane / hunharâne

  • Kan içercesine. Çok zâlimce. Öldürerek. (Farsça)
  • Kan içercesine, zalimce.

hürmetkarane / hürmetkârâne

  • Hürmet edercesine.

i'caz

  • Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
  • Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
  • Mu'cizelik olan şey.

i'caznüma

  • Mu'cize gösterir derecede. Mu'cize derecesinde eser göstermek. Âciz bırakmayı göstermek.

iane-i cihadiye

  • Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra

iblisane

  • Şeytanca. İblisçesine, müfsidane.

ibtila / ibtilâ

  • Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
  • İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.

iddet-i vefat

  • Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.

iddia / iddiâ / ادعا

  • Düşüncesinde ısrar etme. (Arapça)
  • Dava etme. (Arapça)
  • İnat. (Arapça)

iddianame / iddiânâme

  • İddia yazısı; savcının, yapılan soruşturmalar neticesinde tutuklu hakkındaki suçlamalarını bildirmek üzere mahkemeye sunduğu yazı.

ifratkarane / ifratkârane

  • Aşırı gidercesine.

ifratperverane / ifratperverâne

  • Aşırılığı severcesine.

iftihar

  • Övünmek. Kendini beğenircesine kendinden ve yaptıklarından bahsetmek.
  • Başkasının iyi bir hali ile sevinmek.

iftiharkarane / iftiharkârane

  • Övünürcesine.

ihanetkarane / ihânetkârâne

  • İhanet edercesine.

ihfik

  • Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, çatlaklıklar.

ihsan

  • (Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek.
  • Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak.
  • Ehl-i azamet olmak.

ihtimamkarane / ihtimamkârâne

  • İhtimam gösterircesine, özenerek.

ihtiyacat-ı şedide-i aşknüma / ihtiyâcât-ı şedîde-i aşknümâ

  • Aşk derecesindeki şiddetli ihtiyaçlar.

ilama / ilâma

  • Isparta'nın Eğirdir ilçesine bağlı bir köydür.

illet-i tamme / illet-i tâmme

  • Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.

iltifatkarane / iltifâtkârâne

  • İltifat edercesine.

iltizamperverane / iltizamperverâne

  • Taraf tutmayı severcesine.

iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî

  • İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i

imarkarane / îmarkârâne

  • İmar edercesine.

inayetkarane / inâyetkârâne

  • Yardım edercesine.

indettahkik

  • (İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde.

insidad-ı em'a / insidad-ı em'â

  • Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.

intizamperverane / intizamperverâne

  • Düzensevercesine.

inzal / inzâl

  • İndirmek.
  • Kur'ân-ı kerîmin, Ramazân-ı şerîf ayında Kadir gecesinde Levh-i mahfûzdan, dünyâ semâsındaki Beyt-ül-izze denilen makâma bir defâda, topluca indirilmesi.

irşadkarane / irşâdkârâne

  • İrşat edercesine.

irticakarane / irticakârane / irticâkârâne

  • Geri dönmeyi istercesine.
  • Geri dönercesine.

işaret-i i'caziye / işaret-i i'câziye

  • Mu'cize derecesindeki işaret.

işrirak

  • Ağlaya ağlaya boğulma derecesine gelme.

istibşarkarane / istibşârkârâne

  • Müjdelercesine.

istigrak

  • Gark olmak, dalmak.
  • Dalgınlık.
  • Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek.
  • Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk-ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek.
  • Gr: "El" harf-i ta'rifinin, isimleri umu

istiğrakkarane / istiğrakkârâne / istiğrâkkârâne

  • Allah aşkıyla kendinden geçercesine.
  • Kendinden geçercesine.

istihsankarane / istihsânkârane

  • Beğenircesine.

istihzakarane / istihzâkârâne

  • Alay edercesine.
  • Alay edercesine.

istimdadkarane / istimdâdkârâne

  • Yardım istercesine.

istimdatkarane / istimdatkârâne

  • Yardım istercesine.

istinbat

  • Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak.
  • Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması.
  • Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması.
  • Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.

iştiyak-ı hayat

  • Hayatı aşk derecesinde istemek.

itirazkarane / îtirazkârâne

  • İtiraz edercesine.

ittifakkarane / ittifâkkârâne

  • Birleşircesine.

kabe kavseyn / kâbe kavseyn

  • Peygamber efendimizin Mîrac gecesinde bilmediğimiz bir şekilde Allahü teâlâya yakınlığından kinâye olan bir tâbir.

kadim / kadîm

  • Eski.
  • Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.

kahharane / kahhârâne

  • Kahharcasına. Kahredercesine.
  • Kahredercesine.

kahilane / kâhilane

  • Tembelce, tembelcesine, tembel olana yakışır surette. (Farsça)

kamervari

  • Ay gibi, kamere benzercesine. (Farsça)

kanaatkarane / kanaâtkârâne

  • Kanaat edercesine.

kardeşane / kardeşâne

  • Kardeşçesine.

kasırane

  • Âcizane, beceriksizcesine.

katibane / kâtibane

  • Kitâbet kaidesine göre, kâtipcesine.

ketkete

  • Kahkaha derecesinden azca gülmek.
  • Toy kuşunun sesi.

kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnaî

  • Bir hükmün neticesinin aynı veya nakzı, mukaddemelerinden birinde bilfiil zikredilirse, ona kıyâs-ı istisnâi denilir. Başka bir tâbirle: Neticesi veya zıddı bizzat kendisinde zikredilen kıyas. "Eğer bu cisim ise, mutlaka bir yer tutar" gibi. Veya "Güneş doğmuş ise, gündüz olmuştur" gibi.

kuddus

  • Kusur ve noksanlıklardan müberrâ olan, en mukaddes. Hiç eksiği olmayan, pâk, temiz. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındandır.
  • Mübarekliğin hadsiz derecesini ifâde eder. "En mukaddes" gibi.

küf

  • Yetiştiği satıhta kimyevî değişikliklere sebep olan küçük boylu mantarlara verilen umumi ad.
  • Maddelerin oksitlenme neticesinde dış tarafını kaplayan tabaka. Pas.

kurane / kûrâne

  • Körcesine. (Farsça)

kuşluk vakti

  • Orucun başlaması (imsak) ile güneşin batması arasındaki zamânın ilk dörtte biri geçince başlayan ve güneşin zeval (tepe) noktasına ulaşmasından, bir müddet öncesine kadar devâm eden vakit, duhâ vakti.
  • Güneşin doğup bir miktar yükselmesinden başlayıp Günişin gökyüzünün tam ortasına gelmesinden biraz öncesine kadar olan vakit.

lahiyane / lâhiyâne

  • Eğlenircesine, oynarcasına.

laübalicesine / lâübâlicesine

  • Ciddiyetsizcesine.

layemutane / lâyemûtâne

  • Ölümsüzcesine.

levendane / levendâne

  • Leventçesine, hızla, süratle. (Farsça)

leyle-i nısf-ı regaib

  • Regaib Gecesinin yarısı.

lian / liân

  • Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu

lütufkarane / lütufkârane

  • Lütuf edercesine.

magrurane

  • Gururlanarak. Kendini beğenircesine. Kibirlenerek. Güvenilmesi boş olan şeye güvenip kendini aldatırcasına. (Farsça)

mahmuz

  • (Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet.
  • Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek için kullanılan mâden tekerlekçik.
  • Bir yapıyı veya duvarı, dıştan beslemek için kullanılan dest

mahrumane

  • Mahrumcasına. Bahtsız ve nasipsizcesine.

mahtumane / mahtûmâne

  • Bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi.

mahviyetkarane / mahviyetkârane

  • Benliğini silercesine.

mazbata

  • Bir toplantıda konuşulanların neticesinin yazılı şekli. Kararnâme.

mazlumane / mazlûmâne

  • Zulüm görmüşcesine.

mecnunane / mecnûnâne / مجنونانه

  • Çılğınca, delicesine. (Arapça - Farsça)

mededkarane / mededkârane

  • Medet ve yardım edercesine. (Farsça)

mefturane

  • Bitkin bir halde, bezmişcesine. (Farsça)

mekatib-i rüşdiyye / mekâtib-i rüşdiyye

  • Orta mekteb derecesinde ve altı sınıflık olan Osmanlı Devleti devrindeki mektebler.

merdane

  • Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. (Farsça)
  • Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir. (Farsça)
  • Yufka açmağa yarıyan oklava. (Farsça)
  • Erkek ayakkabısı. (Farsça)

merhametkarane / merhametkârâne

  • Merhamet edercesine.

meşhur hadis veya hadis-i meşhur

  • Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.

mest

  • Ayakkabı.
  • Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında "mest olmak" şeklinde kullanılır.

meyyitane / meyyitâne

  • Ölü gibicesine. Ölmüşçesine. (Farsça)

mezbuhane / mezbuhâne

  • Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. (Farsça)
  • Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle. (Farsça)

mi'rac

  • Merdiven, süllem.
  • Yükselecek yer.
  • En yüksek makam.
  • Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk'ın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mu'cizesi ki; en büyük mu'cizelerinden birisidir.

mikyas-ül harare

  • Harâret derecesini ölçen âlet. Termometre.

mikyas-ül mayiat / mikyas-ül mâyiat

  • Sıvıların yoğunluk derecesini ölçen âletin adı.

miskinane / miskinâne

  • Tenbelcesine, miskincesine. (Farsça)

miyar

  • Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.

mu'ciz-eda

  • Mu'cize gösteren. Başkalarının yapamıyacağı kadar mu'cize derecesinde iş ortaya koyan. Edası mu'ciz olan. (Farsça)

muannidane

  • İnat edercesine.

muavenetdarane / muâvenetdârâne

  • Yardım edercesine.

mübalağacuyane / mübalağacuyâne

  • Haddini aşar dercede izah edercesine. Mübâlağa yaparcasına. (Farsça)
  • Mübâlağa arayan. (Farsça)

mübtediyane

  • İlk olarak, yeni ve acemi bir talebe gibicesine. (Farsça)

müctehid

  • İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.

müdakkikane / müdakkikâne

  • İncelercesine.

müfritane

  • Aşırı gidercesine.

müfteriyane

  • İftira edercesine. (Farsça)
  • İftira edercesine.

muhabbetdarane / muhabbetdârâne

  • Severcesine.

muhabbetkarane / muhabbetkârâne

  • Severcesine.

muhakkirane / muhakkirâne

  • Tahkir edercesine. Hakarette bulunurcasına. (Farsça)

muhassasat

  • (Tekili: Muhassas) Devlet bütçesinden, devlet dâireleri için ayrılan para.
  • Bir kimseye verilmiş olan maaş veya tayın.

muhlisane / muhlisâne

  • Muhliscesine.

muhtebirane / muhtebirâne

  • Yoklar ve denercesine. Tecrübe eder tarzda. (Farsça)

mukaddirane / mukaddirâne

  • Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde. (Farsça)

mukallid

  • Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
  • İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
  • Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.

mukallidane / mukallidâne

  • Benzetmeğe, taklide özenircesine. Taklid edercesine. Benzemeğe çalışırcasına. (Farsça)

mukarrebun

  • Büyük meleklerden bir zümre.
  • Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Cenab-ı Hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar.
  • Yakınlaşmış olanlar.

mukniyane / muknîyâne

  • İkna edercesine, inandırarak.

mükrimane

  • İkram edercesine.

mülaane / mülâane

  • Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.

mültezimane

  • İltizam edercesine. (Farsça)

müncezibane / müncezibâne

  • Cezbedilircesine, çekilircesine.
  • Çekilerek, çekilircesine, cezbedilerek. (Farsça)
  • Kendini kaptırmak suretiyle. (Farsça)

münkirane / münkirâne

  • İnkâr edercesine.
  • İnkâr edercesine.
  • Münkircesine, inkâr edercesine. (Farsça)

muntazırane / muntazırâne

  • Beklercesine.

münzeviyane / münzeviyâne

  • İnzivaya çekilircesine, tek başına kalır gibi. (Farsça)

mürebbiyane

  • Terbiye edercesine.

mürüvvetkarane / mürüvvetkârâne

  • Yiğitçesine. Mertçesine. (Farsça)
  • Mürüvvetlicesine. (Farsça)

musahhihane

  • Düzeltircesine.

müsamahakarane / müsamahakârâne

  • Müsamaha gösterircesine, göz yumarak.

müsamid

  • Oyun âleti yapan kimse.
  • Bahçesine ters ve pislik döken kişi.

müşevvikane / müşevvikâne

  • Teşvik edercesine, isteklendirircesine.

müşfikkarane / müşfikkârâne

  • Şefkat edercesine.

müsrifane / müsrifâne

  • İsraf edercesine.
  • İsraf edercesine.

müsta'tıfane / müsta'tıfâne

  • Şefkat istercesine, sevgi taleb edercesine. (Farsça)

müstahsinane / müstahsinâne

  • Beğenerek, beğenmek suretiyle, beğenircesine. (Farsça)

müştakane

  • Şevkle, çok isteyerek, severcesine. (Farsça)

müstecirane / müstecirâne

  • Aman dileyerek, müstecircesine. (Farsça)

müstehcen

  • Açık, saçık. Edepsizcesine, ayıp, iğrenç.
  • Açık saçık, ayıp, edepsizcesine.

müstehziyane / müstehziyâne

  • Alay edercesine.
  • Alay edercesine.

müştekiyane / müştekiyâne

  • Şikayet edercesine.
  • Şikâyet edercesine, şikâyet eder gibi. (Farsça)

müsterhimane

  • İstirham ederek, merhamet dilercesine.

müsterşiyane

  • Rüşvet istercesine. (Farsça)

müsteşfiane / müsteşfiâne

  • Şefaat dilercesine. (Farsça)

müstevliyane / müstevlîyane

  • İstilâ edercesine, kaplayarak.

müteassıbane

  • Taassup gösterircesine, körükörüne.

mütecavizane / mütecâvizane

  • Tecavüz edercesine, saldırırcasına.

mütecenninane / mütecenninâne

  • Çıldırmışcasına, delicesine, mecnuncasına, delirerek. (Farsça)

mütecevvizane

  • Mecazlı konuşarak, mecazlı söz söyleyerek. (Farsça)
  • Caiz olmayan şeyi caiz görürcesine. (Farsça)

mütedafiane / mütedafiâne

  • Düşmanı defedercesine. İtişir kakışırcasına. (Farsça)

müteellimane

  • Acı hissedercesine.

müteessifane

  • Üzülürcesine.

mütefe'ilane / mütefe'ilâne

  • Hayra yorarak, tefe'ül edercesine. (Farsça)

mütegabiyane

  • Ahmakçasına, eblehçesine. (Farsça)

mütehaciyane

  • Hicvedercesine. (Farsça)

mütehakkimane

  • Hükmedercesine, zorlayarak.

mütehamikane

  • Ahmakçasına, eblehçesine. (Farsça)

mütehamiyane

  • Sakınarak, korunarak. Kendini himaye edercesine. (Farsça)

mütehekkimane / mütehekkimâne

  • Alay edercesine. (Farsça)

mütehezzicane / mütehezzicâne

  • Makamla şarkı söylercesine. (Farsça)

mütekehhinane / mütekehhinâne

  • Falcılıkla, kâhincesine. (Farsça)

mütekellimane

  • Konuşarak, söz söylercesine.

mütekerrihane / mütekerrihâne

  • Tiksinircesine. Surat asarcasına. (Farsça)

müteleffitane

  • İltifat edercesine. (Farsça)

mütemerridane

  • Direnircesine.

müteneffirane / müteneffirâne

  • Nefret edercesine.

mütenezzihane / mütenezzihâne

  • Tenezzüh edercesine, gezip eğlenircesine. Mütenezzihcesine. (Farsça)

muterizane / mûterizane

  • İtiraz edercesine.

mütesallitane / mütesallitâne

  • Musallat olarak, sırnaşarak, tasallut edercesine. (Farsça)

müteşekkirane / müteşekkirâne

  • Şükrederek, teşekkür edercesine.

mütevehhimane / mütevehhimâne

  • Vehimlenircesine, evhamlanırcasına. (Farsça)

mütevekkilane

  • Tevekkül edercesine, Allaha güvenerek.

müteyemmimane / müteyemmimâne

  • Teyemmüm edercesine. (Farsça)

müzeyyifane / müzeyyifâne

  • Alay derecesine, hakaret edercesine. Aşağı görürcesine. (Farsça)

na-merdane / nâ-merdâne

  • Namerdcesine, alçakçasına. (Farsça)

nakıl / nâkıl

  • Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.

nazdarane / nâzdârâne

  • Naz edercesine.

nefisperverane / nefisperverâne

  • Nefsini severcesine.

nemrudane / nemrudâne

  • Nemrud gibi dinsizcesine.

neşide

  • Manzume. Şiir.
  • Yüksek sesle okunan şiir.
  • Darb-ı mesel (atasözü) derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısrâ.

nimetperverane / nîmetperverâne

  • Nimet vermeyi severcesine.

nimmürde

  • Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan. (Farsça)

niyaz-ı istirhamkarane / niyaz-ı istirhamkârâne

  • Rahmet dilercesine dua.

pederane / pederâne

  • Babaya yakışır tarzda, pedercesine. (Farsça)

perestişkar / perestişkâr

  • İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.

pozitif

  • Tecrübe neticesine dayanan, müsbet, isbatlı. Negatifin zıddı. (Fransızca)

rakibane / rakîbane

  • Denetlercesine.

rapor

  • Bir tedkik neticesini bildiren yazı. (Fransızca)

refetkarane / refetkârane

  • Merhamet edercesine.

regaib nemazı / regâib nemazı

  • Receb ayının ilk Cumâ gecesi olan Regâib gecesinde kılınan nâfile namaz.

rezzakane

  • Rızık verircesine.

ricakarane / ricakârâne

  • Rica edercesine.
  • Umarak, ümit edercesine.

riyazetkarane / riyâzetkârâne

  • Az gıda ile yaşayıp nefsi terbiye edercesine.

rü'yet

  • Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek.
  • Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek.
  • Araştırmak.

rubehane

  • Kurnazca, tilkicesine. (Farsça)

rüşdiye

  • Eskiden orta tahsil derecesindeki mektep.
  • Rüşde dair.

rüsum / rüsûm

  • Resmler, âdetler. Bir cemâatin veya bir milletin müşterek düşüncesinden doğan âdetler, alışılagelen, yapılagelen şeyler.

sadakatkarane / sadâkatkârâne

  • Sadakat edercesine, bağlılığını gösterircesine.

sadıkane / sâdıkane

  • Doğruluk üzerine, samimiyetle, bağlılığını gösterircesine.

safeviler devleti

  • (1499-1737) Safeviler adında bir hanedana mensub olan Şah İsmail'in kurduğu bir devlettir. İran'da kurulmuş olan bu devlet şii idi. Osmanlılarla münasebetleri iyi değildi. Çaldıran'da 1514'de Yavuz Sultan Selim tarafından büyük bir mağlubiyete uğratıldılar. Nihayet 1737'de bir ayaklanma neticesinde

saff-derane / saff-derâne

  • Yiğitçesine. (Farsça)

sahirane / sahirâne

  • Büyülercesine olan. Büyüleyici gibi. (Farsça)

sahn-i gülşen

  • Gül bahçesinin ortası.

sahn-i lale-zar / sahn-i lâle-zâr

  • Lâle bahçesinin ortası.

sahret

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddeste çok eski ve tarihi bir kaya. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da der. Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mîrac Gecesinde bu kayadan Burak'a binerek semâya çıktığı hakkında rivâyet vardır.

sahretullah

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddes'te çok eski ve tarihî bir kaya. Hazret-i Peygamber (A.S.M.), Mir'ac gecesinde bu kayadan uruc ettiği hakkında rivayet vardır. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da denir.

sara

  • Hâlis, saf, katıksız. (Farsça)
  • Hz. İbrahim'in (A.S.) birinci zevcesinin ismi. (Farsça)

şebabane

  • Genç ve yiğit olarak. Genç gibi, yiğitçesine. (Farsça)

sebatkarane / sebâtkârâne

  • Sebat edercesine.

sebike-i hak

  • Hak külçesi.
  • Mc: İşlenmemiş külçe halindeki altın kıymetinin zâhiren görünmemesi gibi; hakkın bâtıl ile mücadelesinin olmadığı zamanda, hakkın kıymet ve lüzumu derecesinin bir cihette bilinememesi.

şefaatkarane / şefaatkârâne

  • Şefaat edercesine.

şefkatkarane / şefkatkârâne

  • Şefkat edercesine.

şefkatperverane

  • Şefkat etmeyi severcesine, severek.

şegaf

  • Delicesine sevme.

sehavetperverane / sehâvetperverâne

  • Cömerliği severcesine.

şematetkarane / şemâtetkârâne

  • Başkasının başına gelene sevinircesine.

semiane / semîane

  • İşitircesine.

senakarane / senakârane / senâkârâne

  • Senakârlıkla. Övercesine. Medheden birine yakışır şekilde. (Farsça)
  • Övercesine.

şerab / şerâb

  • Alkollü içkilerden. Pişmemiş üzüm suyunun havasız fıçılarda durmasıyla gaz habbeleri (kabarcıkları) ve köpük çıkararak kokuşup mayalanması netîcesinde meydana gelen ve içilince sarhoş eden içki. Hamr.

şerh-i sadr

  • Peygamber efendimizin çocukluğunda ve peygamberliği sırasında (mîrâc gecesinde) mübârek göğsünün açılarak kalbinin çıkarılması ve yıkanıp ilim, hikmet ve mârifet ile doldurulduktan sonra yerine konması hâdisesi.
  • Göğsün yâni kalbin ilâhî nûr, ilim, hikmet ve mârifet ve sekîne (ferahlı

şevkengizane

  • İsteklendirircesine.

sibak u siyak

  • Sözün gelişi. Sözün (öncesinin sonraya olan) uygunluğu.

şiddet-i zuhur

  • Açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti.

şifte / şîfte / شيفته

  • Delicesine aşık. (Farsça)

şiftedil / şîftedil / شيفته دل

  • Gönlünü kaptırmış, delicesine aşık. (Farsça)

siyak

  • Söz gelişi, bir sözün hemen öncesinde geçen sözler.

siyak ve sibaka mülayemet / siyak ve sibaka mülâyemet

  • Sözün öncesinin sonrasına, sonrasının öncesine uygunluğu.

şöhretperverane / şöhretperverâne

  • Şöhretsevercesine.

sulhkarane / sulhkârâne

  • Barış edercesine.

ta'kibat / ta'kibât

  • Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.

taharrüf / تَحَرُّفْ

  • Kalem karıştırma neticesinde bozulma.

tahlil

  • Müşkül meseleyi halletmek.
  • Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
  • Eritmek.
  • Bir şeyi helâl kılmak.
  • Yemine kefaret etmek.
  • Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
  • Fiz:

tahribkarane / tahribkârâne

  • Tahrip edercesine.

tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan

  • Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
  • İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.

takdirkarane / takdirkârâne

  • Takdir edercesine.
  • Takdir edercesine.

talak-ı selase / talâk-ı selâse

  • Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.

tasdikkarane / tasdîkkârâne

  • Tasdik edercesine.

taziyane / tâziyâne

  • Eziyet edercesine.

tazyik-i mecnunane / tazyik-i mecnunâne

  • Delicesine baskı ve sıkıntı verme.

tebessümkarane / tebessümkârane / tebessümkârâne

  • Gülümsercesine.
  • Gülümsercesine.

tecrübevari / tecrübevâri

  • İmtihan edercesine.

tehattüm

  • Pek lüzumlu ve vâcib olmak. Vücub derecesinde bulunmak.

tehdidkarane / tehdidkârâne

  • Tehdid edenlere yakışır şekilde. Tehdid edercesine. (Farsça)

tehditkarane / tehditkârâne

  • Tehdit edercesine.

tekfur

  • Tar: Bizans İmparatorluğunun valilik derecesindeki idarî hizmetlerinde bulunan kimseler.

tekmil makamı / tekmîl makâmı

  • Olgunlaştırmak, tamamlamak, kemâle erdirmek makâmı. Tasavvufta başkalarını yetiştirebilmek derecesine ulaşma.

temeddühkarane / temeddühkârâne

  • Kendini övercesine.

temlik / temlîk

  • Mülk olarak vermek.
  • Erkeğin, talak (boşama) hakkını zevcesine (hanımına) vermesi.

tenkidat-ı rakipkarane / tenkidat-ı rakipkârâne

  • Rekabet edercesine yapılan eleştiriler.

tenkidkarane / tenkidkârâne

  • Eleştirircesine.

tenkitkarane / tenkitkârâne

  • Tenkit edercesine.

terbiyekarane / terbiyekârane

  • Terbiye edercesine.

tesbihkarane / tesbihkârâne

  • Tesbih edercesine.

teşebbüskarane / teşebbüskârâne

  • İşe girişircesine.

tesellidarane / tesellidârâne

  • Teselli edercesine.

teselliyatdarane / teselliyâtdârâne

  • Teselli edercesine.

teşvikkarane / teşvikkârâne

  • İsteklendirircesine.

tetimme-i itiraz

  • İtiraz dilekçesinin eki, ilâvesi.

tevatür-ü bilmana / tevatür-ü bilmânâ

  • Mânâ yönünden tevatür derecesinde olan.

tevazukarane / tevâzukârâne

  • Tevazu edercesine.

tevehhümkarane / tevehhümkârâne

  • Kuruntu edercesine.

tevekkül

  • İşi başkasına ısmarlamak.
  • Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek.
  • Yeis ve kederden uzak olmak.
  • Âcizlik göstermek

tezahür

  • Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş.
  • Birbirini korumak, birbirine arka olmak.
  • Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
  • Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek.

tezyifkarane / tezyifkârâne

  • Küçük düşürürcesine.

ubudiyetkarane / ubûdiyetkârâne

  • Kulluk edercesine.

uhuvvetkarane / uhuvvetkârane / uhuvvetkârâne

  • Kardeşçesine, kardeş gibi olarak. Birlik, beraberlik ve karşılıklı sevgi ile. (Farsça)
  • Kardeşcesine.
  • Kardeşçesine.

ulema / ulemâ

  • Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i

ulüvv-ü mertebe

  • Derecesinin yüksekliği.

ümidkarane / ümidkârâne

  • Ümit edercesine.

vacibe / vâcibe

  • Yapılıp yerine getirilmesi vâcib derecesinde lüzumlu olan şey.

vecd

  • Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.

yakin-i imaniye / yakîn-i imanîye

  • İmanî kesinlik; kesin olan inanç. Gözle görür derecesinde kesin iman.

zalimane

  • Zâlimcesine, zulmederek, acımasızca. Acımasız ve haksız olarak.

zann-ı kabul-ü cumhur

  • Bir hükmün doğruluğunu ekseri müçtehidlerin ve ehl-i reylerin zann derecesinde, yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri. (Ümmeti da'vetle teşri' edemez, fehmi şeriatten olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etme

zaruret derecesinde

  • Zorunluluk derecesinde.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın