REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te cenK ifadesini içeren 50 kelime bulundu...

averd

  • Harp, muhârebe, savaş, cenk. (Farsça)

cahid

  • Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

ceng-cu / ceng-cû

  • Kavgacı, dövüşçü, cenkçi. (Farsça)

cengaver

  • (Çoğulu: Cengâverân ) Cenkçi. Yiğit olan. Kahraman. İyi harbeden. (Farsça)

cidal

  • Sözle mücadele. Ateşli konuşma. Niza.
  • Muharebe. Cenk. Kavga.

dır'

  • (Çoğulu: Dırâ'- Duru') Cevşen. Cenkte, muharebede giyilen zırh.

eblak-süvar

  • Alaca ata binmiş kişi. (Farsça)
  • Mc: Savaşçı, cenkçi yiğit. (Farsça)

esbak

  • Geçenki, geçen, evvelki, önceki. Daha önce geçmiş olan. Evvel gelen.

esliha

  • (Tekili: Silâh) Silâhlar. Muharebe ve cenk âlet ve edevâtı.

fell

  • (Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
  • Yaralamak.
  • Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
  • Kılınç yüzündeki açılan gedik.
  • Susuz kır yer.
  • Güruh, cemaat.
  • Muvakkat delilik.

gaza

  • (Çoğulu: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek.

gazv

  • Kasdetmek.
  • Küffarla cenk edip savaşmak.

gazve

  • Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat

girudar / gîrudar

  • Savaş, muharebe, cenk, cidâl, kavga. (Farsça)

heyc

  • Heyecan, telaş.
  • Galeyan, tahrik.
  • Kavga, harp, savaş, cenk.

heyca

  • Cenk, cidal, vuruşma, birbirini öldürme, kıtal.

irtibat

  • Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık.
  • Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.

kar-zar / kâr-zâr

  • (Kâr ü zâr) Kavga, cenk, savaş, harp, muharebe. (Farsça)

kastal

  • Cenk ederken olan toz, dövüşürken çıkan toz.

kebbe

  • İzdihamlık, kalabalık.
  • Cenk ve kıtal içinde sür'at etmek. Savaşta acele hareket etmek.

kerih

  • İğrenç, tiksindirici.
  • Muharebe ve cenkte olan şiddet.
  • Pis, çirkin, fena şey.
  • Nefse kerahetlik vercek kabahat.

keyd

  • Tuzak. Kötülük, hile.
  • Men'etmek.
  • Kusmak.
  • Çakmağın tezce ateşi çıkmayıp geçmek.
  • Cenk etmek, dövüşmek.
  • Karganın ötmesi.

ma'maa

  • (Çoğulu: Meâmi) Acele etmek.
  • Ateşten çıkan ses.
  • Bahâdırların cenk içindeki haykırmaları.

ma'reke

  • Muhârebe meydanı, çarpışma yeri.
  • Çarpışma. Kıtal. Cenk.

mahrab

  • (Çoğulu: Mehârib) Cenk edecek, dövüşülecek yer.

masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî

  • (Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme

me'zem

  • (Çoğulu: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı.

mekerr

  • Cenk edecek yer, savaş meydanı.

melahim

  • Muharebe ve cenk yerleri.

mu'terek

  • Cenk ve kıtal yeri. Savaş meydanı.

mübareze

  • Cenk, kavga, uğraşma.

muharebe

  • (Çoğulu: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal.

muharib

  • Harbeden. Cenkci. Cengâver.
  • Cesur. Atılgan. Kahraman.
  • İyi harbeden. Harb usullerini iyi bilen.

mukaraa

  • (Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme.
  • Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları.
  • Bir şeyin taksiminde atışmak.

musaf

  • Cenk, harp.

musaff

  • (Çoğulu: Misâf) Cenk etmek için durulan yer. Dövüş yeri.

muzarebe

  • Vuruşmak. Cenk etmek.
  • Bir yerden diğer yere gidip seyretmek.

resül-ül melahim / resül-ül melâhim

  • Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Cenk ve muharebe ile de vazifeli olduğundan ümmeti ve kendisi din için, dinin ihyası uğrunda büyük muharebelere mükellef olduğundan bu isim ile de yâd edilmiştir.

rezm

  • Cenk, muharebe, çarpışma, savaş. (Farsça)

şa'r

  • (Çoğulu: Şüur-Eşâr) Kıl. Saç.
  • Ateş yakmak.
  • Cenk koparmak, kavga çıkarmak.

şebb

  • Meşhur taş.
  • Ateş yakmak.
  • Cenk koparmak, kavga çıkarmak.

şürta

  • (Çoğulu: Şurat-Şuratâ) Malı mülkü ile tanınan meşhur bir kimse.
  • Askerin önünde yürüyüp düşman ile evvel cenk eden taife. Öncü kuvvet.

tahavüz

  • Birbirini cenkten men'etmek. Dövüşten alıkoymak.

te'z

  • Yara.
  • Cenk edip döğüşürken birbirine yakın olup yoldaşını gözetmek.

tebarüz

  • Belli olma, belirtme. Görünme.
  • İki hasım cenk için meyadan çıkma.

temsik

  • Cenk etmek, dövüşmek, vuruşmak.
  • Bir kimseye deri vermek.
  • Deriye renk vermek.

tevaggun

  • Cenk içinde ikdam etmek. Savaşta sebat edip ilerlemek.

va'ke

  • Cenk yeri, dövüş alanı.

vakıa' / vâkıa'

  • Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise.
  • Olan olmuş.
  • Rüya, düş.
  • şiddetli hâdise.
  • Meşakkat, musibet.
  • Kıyamet.
  • Cenk, savaş.

zacc

  • Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın