Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
cani
ifadesini içeren
125
kelime bulundu...
abdulkahir-i cürcani / abdulkahir-i cürcanî
(Bak: Cürcanî)
afv-i anil ceraha
Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
aned
Cânib ve nâhiyeler.
bezl-i can
Canını esirgemeden vermek.
camit
Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır.
can-efşan
Bir dâvâ uğrunda canını veren, canını feda eden.
(Farsça)
can-nisar
Canını harcayan, canını fedâ eden.
(Farsça)
canbaz / cânbâz / جانباز
(Çoğulu: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz.
Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse.
Aldatan, hilekâr, hile yapan.
Eskiden atlı fedai asker.
Canını hiçe sayan.
(Farsça)
Fedai.
(Farsça)
Cambaz.
(Farsça)
canbeleb
Ölecek halde, canı dudakta.
canefşan / canefşân / جان افشان
Canını hiçe sayan, fedai.
(Farsça)
canfeşan / cânfeşân / جان فشان
Canını hiçe sayan, fedai.
(Farsça)
cani
Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, irade
canibeyn
İki taraf, iki cânib, iki yan.
caniha
(Bak: CANİH)
caniyane / câniyâne
Canicesine.
Câni gibi, cânice.
caniye
Cani; acımasız ve gaddar; cinayet işlemiş olan.
cannisar / cânnisâr / جان نثار
Canını feda eden.
(Farsça - Arapça)
cansipar / cânsipâr / جان سپار
Canını feda eden.
(Farsça)
cansiper
(Cansupâr): Canını feda eden.
(Farsça)
cansiperane / cansiperâne / cânsiperâne / جان سپرانه
Canını feda edercesine.
(Farsça)
Canını fedâ edercesine, canını siper ederek.
Canını verircesine.
Canını feda edercesine.
(Farsça)
cenab
(Çoğulu: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi.
Cânib.
Nâhiye.
cerim
Kabahatli, câni, suç işlemiş.
(Çoğulu: Cirâm) Kuru hurma.
Hurma çekirdeği.
cevanib
(Tekili: Cânib) Cânibler, yanlar, taraflar.
cinayetkar / cinayetkâr / جنایتكار
Câni, cinayet işleyen.
(Arapça - Farsça)
cürcani / cürcanî
(Abdülkahir) Hicri beşinci asrın ikinci yarısında yaşamış büyük âlimlerden ve Arapçanın dâhi mütehassıslarındandır. Dindarlığı ve takvası da çok ileri olduğu nakledilir... Asıl adı: Abdülkahir-el Cürcanî olan bu Zâtın ilk tahsilini memleketi Cürcan'da yaptığı biliniyor. Adı ve künyesi şu şekilde olu
delail-i i'caz / delâil-i i'câz
Kur'ân'ın mu'cizeliğini gösteren deliller (Kur'ân'ın mu'cizeliğini ispat eden Abdülkahir Cürcânî'nin belâgat ilmine dair eserine telmih vardır.).
delailü'l-i'caz / delâilü'l-i'câz
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, Kur'ân-ı Kerim'in edebî yönünü anlattığı bir eseri.
dercan / dercân
Canına sokma, içine alma.
deri
Farsçanın sahihi, fasih olanı. (Kapı demek olan "der" ismi Farsça olduğu halde Arapça sayılarak müennesi "deriyye" yapılmıştır.)
(Farsça)
Havası hoş ve lâtif. Yeşilliği bol olan dağ eteği.
(Farsça)
diyet-i kamile / diyet-i kâmile
Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.
dürr-i can / dürr-i cân
Canın incisi. Çok sevgili.
(Farsça)
ehl-i salib / ehl-i salîb
Haç sâhipleri. Târihte papalığın teşvikiyle müslümanlara karşı birleşerek seferler tertipleyen, milyonlarca insanın canına kıyan, devletlerin yıkılmasına sebeb olan hıristiyan milletler topluluğu, haçlılar, hıristiyanlar.
elif
Birinci harf-i hecânın adı.
(Ülfet. den) : Bütün harflerle ülfet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir. Ebcedî değeri de bire delâlet eder.
enha
(Tekili: Nahv) Nahvlar, taraflar, canibler, cihetler, yanlar.
Yollar, tarikler.
esrarü'l-belaga / esrarü'l-belâga
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, belâgat hakkında bir eseri.
esrarü'l-belagat / esrarü'l-belâgat
Abdülkâhir-i Cürcânî'nin, belâgat hakkında bir eseri.
etraf
(Tekili: Taraf) Taraflar, yanlar, canibler, yönler, uçlar, kıyılar.
feda'i / fedâ'î / فدائى
Yoluna canını hiçe sayan.
(Arapça)
feda-yı can / fedâ-yı cân
Canını feda etme, yolunda canını verme.
Canını verme, canını fedâ etme, kendini kurban etme.
fedakarane / fedakârane
Canını ve herşeyini feda eder derecesinde. Her türlü eziyet ve zahmetlere göğüs gererek, dâvası uğruna sebat edene yakışacak surette.
(Farsça)
fevd
Tavşancıl kuşunun kanadı.
Ölmek.
Canip, taraf, yön.
giran-hatır
Canı sıkılmış, gücenmiş.
(Farsça)
guş-i kabul-i cane / gûş-i kabul-i câne
Canın kabul kulağı; birşeyi can kulağıyla dinleme.
hafif ikrah / hafîf ikrâh
Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.
halvet-i faside / halvet-i fâside
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni olmasına rağmen birleşmeleri.
halvet-i sahiha
Karı-kocanın aralarında şer'î mâni bulunmaması halinde birleşmeleri.
hamme
(Çoğulu: Humm) Kaplıcanın sıcak suyu.
Kuyruk yağının kıkırdağı.
Kızdırmak mânasına mastar da olur.
hareket-i ahmakane ve caniyane / hareket-i ahmakâne ve câniyane
Aptalca ve cânice yapılan hareket.
hattiyye
(Çoğulu: Hatyât) Canı, kıymeti yüce olmak.
Küçük ok.
hazafir
(Tekili: Hizfâr - Hazfur) Cânibler.
Bir kavmin meşhurları, ileri gelenleri, şereflileri.
Hepsi. Tümü. Mecmu'u.
hazık
(Çoğulu: Havâzik) Mesti dar olan.
Cânip, taraf.
heyet-i hafife
Cümledeki her bir parçanın tek tek mânânın hafiif olduğunu göstermesi; hafif yapı.
hıdn
Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak.
Nahiye.
Canip, taraf.
hıfz-ı emanet
Canı muhafaza etme.
Bırakılan emaneti koruma.
hırz-ı can
Bağrına basıp canı gibi korumak. Canı koruyan. Canını teslim ederek sığınmak.
hırzıcan / hırzıcân
Canı gibi koruma.
hışaş
Başı küçük adam.
Küçük başlı yılan.
Devenin burnuna geçirdikleri burunduruk.
Kuşlardan, dimağı olmayan.
Çuval.
Cânip, taraf.
Sinir.
hiyal
Taraf, yan, cânib. Hizâ.
Bir hayvanın kısır olma hâli.
hukuk-u zevciye
Karı ile kocanın birbirlerine karşı hâiz olduğu haklar. Aile hukuku.
icane
(Çoğulu: Ecanin) Hamam taşı.
İçinde bez ve kaftan yıkanılan kap.
icazet / icâzet
İzin, diploma, şehâdetnâme. Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine, yetiştiğine dâir verdiği belge, diploma.
icazet-i mutlaka / icâzet-i mutlaka
Çeşitli ilimlerde üstâdın (hocanın) talebesine yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verdiği izin veya bu izni ifâde eden belge, diploma.
ihtika'
Bir şeyin sağlamlığı, muhkemliği.
Dimağ heyecanı.
ila / îlâ
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
ilye
Sağrı, but. Kalçanın üst kısmı.
intihar / intihâr / انتحار
Kendini öldürme, canına kıyma.
(Arapça)
İntihâr etmek:
Kendini öldürmek, canına kıymak.
(Arapça)
istifa-yı kısas
Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması.
kars
İki parmağıyla çimdiklemek.
Karıncanın ısırması.
kayın
Kadının veya kocanın erkek kardeşi.
keşih
(Çoğulu: Küşuh) Perâkende olmak, parça parça dağılmak.
Böğür.
Cânip, taraf.
keyfemayeşa / keyfemâyeşâ
Canı nasıl isterse.
kıbel
Yan, taraf, yön, cihet, cânib.
kütfane
(Çoğulu: Kütfân-Ketâyif) Çekirgenin evvel kanatlanıp uçanı.
kutr
Taraf. Canib.
Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
Çap.
Bölük. Bölge.
Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.
lisan-ı nahvi / lisan-ı nahvî
Arapçanın bir vasfı; intizam ve kaidelere, düsturlara bağlı belâgatlı dil.
masruf
Sarfolunmuş, harcanılmış olan.
meccaniyet
Ücretsizlik, meccanilik.
melekut
Tam bir hâkimiyyetle, Saltanat-ı İlâhiyyenin müessiriyyet ve idâresinin esrarı. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti.
Hükümdarlık. Saltanat.
Ruhlar âlemi.
menbic
Mevzi ismi. (Oraya nisbetle "menbicâni" derler.)
mevetan
Canı olmayan nesneler.
İhya olunmayan, ekilip biçilmeyen arazi.
mikleb
Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın adı.
müfarakat
Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek.
Fık: Karı-kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları.
muhafaza-i nefis
Kişinin kendisini ve canını koruması.
münfail
İnfiâl eden. Te'sir ile harekete geçen.
Muztarib, kederli ve muğber olan. Bir şeyden canı sıkılan. Alınmış, gücenmiş.
müntekim
İntikam alıcı. Zâlim ve mütekebbir (kibirli) cânîleri başkalarına ders olacak şekilde cezâlandıran, âsîleri ve taşkınlık yapanları şiddetli azâb ile azablandıran.
müste'min
Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu
naks
Nakletmek.
İfsad etmek, bozmak.
Evmek. Acele etmek.
Kimseye lâkap takmak.
Ayıplamak.
Kilise çanını çalmak. Çan çalmak, çana vurmak.
nakus
Kiliselerde asılı bir vaziyette durup belirli vakitlerde çalınan çan. Kilisenin büyük çanı.
nevadir haberler / nevâdir haberler
Hanefî mezhebi imâmlarından İmâm-ı Muhammed'in (El-Keysâniyyât), (El-Hârûniyyât), (El-Cürcâniyyât), (Er-Rukıyyât) adındaki kitablarıyla bildirilen din bilgileri, haberler.
pakbaz / pâkbâz / پاكباز
Fedai.
(Farsça)
Canını hiçe sayan aşık.
(Farsça)
ratanet
Arapçanın hâricindeki bir dille konuşma.
reca
Emel, ümit, yalvarmak.
Cânib, taraf.
İstek, arzu, dilek.
rekme
Cem'olmuş, toplanmış.
Yön, cânip.
Parça, cüz'.
rica
Yalvarmak, niyaz eylemek.
Canib. Taraf.
ruh u canımla
Ruh ve canımla, bütün içtenlikle.
şafak
Tan zamanı. Güneş doğmağa yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca karanlık. Gündüz.
Nahiye. Cânib.
Nasihat eden kimsenin "Nasihatım te'sir etsin, sözüm tutulsun" diye ıslah için gayret göstermesi.
Merhamet.
Harf.
şati'
(Çoğulu: Şevâti) Kenar, kıyı. Cânip, taraf, yön.
şehid / şehîd
Şâhid olan.
Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren. (Naklinde ve gaslinde Rahmet melekleri hazır oldukları için yahut kıyamette ümem-i sâlife hakkında istişhad olunan zevattan olduğu için yahut vefat etmeyip
Allah yolunda canını feda eden Müslüman.
serfeda eden / serfedâ eden
Başını, canını feda eden.
şerhu'l-mevakıf / şerhu'l-mevâkıf
Meşhur kelâm âlimlerinden Seyyid Şerif Cürcânî'nin eseri.
seyyid şerif-i cürcani / seyyid şerif-i cürcanî
(Bak: Cürcanî)
şezen
Nahiye, cânip, taraf.
Kaba ve sağlam yer.
sıbr
(Çoğulu: Esbâr) Beyaz bulut.
Taraf, yön, cânip.
Çoğul, cemi.
ta'ciz
(Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak.
Eğlendirmek.
Âciz etmek.
Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.
taarrus
(Çoğulu: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.
tam şehid / tam şehîd
Allah yolunda canını fedâ eden; dînini, vatanını, bayrağını, nâmusunu müdâfaa ederken ölen, haksız yere öldürülen müslüman.
tassuc
(Çoğulu: Tasâsic) Cânip. Nâhiye. İki tane.
tefci'
(Çoğulu: Tefciât) Canını yakma, acıtıp ağrıtma. Dertli kılma.
tefdiye
Canını başkası uğruna feda etme.
tefeccu'
Canı yanma, acıma. Kaygılı olma, dertli olma.
Belâ ânında hüzünlü olma.
tenasan / tenâsân / تن آسان
Canının kıymetini bilen, rahatına düşkün.
(Farsça)
tenperverlik
Devamlı kendi canını ve rahatını düşünme, tenbellikten hoşlanma.
teslim-i rıza ve can
Kendi rızasıyla ve canıyla teslim olma.
ticani / ticanî
Kuzey Afrikada, hicri 1200 tarihlerinde Ahmed Ticanî adında bir şahıs tarafından kurulan bir tarikattır.
ticani meselesi / ticanî meselesi
Ticanî tarikati konusu.
ticaniyye / ticâniyye
Evliyânın büyüklerinden Ebü'l-Abbâs Ticânî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
tunb
Nâhiye, cânip, taraf, yön.
urz
Mania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran.
Hâcet, ihtiyaç.
Taraf, nâhiye, cânip.
Vasat, orta.
varak-pare-i fazılane / varak-pâre-i fâzılâne
Sizin çok değerli yaprak parçanız, kağıt parçanız.
vecd-efza / vecd-efzâ
Vecdi artıran, heyecanı çoğaltan.
(Farsça)
veled-i manevi / veled-i manevî
Evlâdlığa kabul edilen, âhiret evlâdı. Bir hocanın talebesi. Mürid.
zeval / zevâl
Yok olma, sona erme. Ölmez imiş âşık cânı, Hiç çürümez imiş teni, Aşk her kimi kıldı fânî, Ona zevâl ermez imiş.
zevc
Çift. İki şeyden meydana gelen.
Sınıf, cins, nev'.
Karı ve kocanın herbiri.
Koca, eş.
zevlak
Taraf, cânib.
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
Kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
güşe
rububiyet
Bilad
benın
ab-ı ru
alu
mahcir
İnhın
Arabî
umumi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
cani
Durumum
aleyhde
Çeviri
kabul edilen
Apartman
sual
mela
baş
zahm