Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
bulut
ifadesini içeren
148
kelime bulundu...
a'ma
Kör. Gözü görmeyen.
Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik.
Yağmur bulutları.
acac
Toz.
Tütün.
Bulut.
Duman.
agzel
(Çoğulu: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.
Silahsız kimse.
Yağmursuz bulut.
ahfeş
Küçük gözlü, zayıf bakışlı.
Yalnız gece gören kimse.
Üç büyük Arab âliminin lâkabı.
Bulutlu günde görüp bulutsuz günde görmeyen.
anan / anân
Bulutlar.
Gökyüzü, semâ.
anane
Bir tek bulut.
arız / ârız
Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
Kalın ve geniş bulut.
Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
İnsanın yanağı.
ars
Şimşekli ve yıldırımlı bulut.
as'ase
(Is'as) Yönelme. Arka çevirme.
Gece karanlığı gelmeğe başlamak veya gitmek.
Bulutun yere yakın olması.
asbar
(Tekili: Sıbr) Akbulutlar.
barik
Şimşek. Işık. Şimşekli bulut. Yıldırım parıltısı.
basıka
Beyaz ve sâfi bulut.
Âfet, dâhiye.
Makbul bir cins sarı hurma.
büak
Yağmuru şiddetle yağan bulut.
cefl
Yağmuru yağmış bulut.
ceham
Yağmur vermeyen bulut.
cevebe
(Çoğulu: Cüveb) Bulut aralığı.
Dağ aralığı.
cülb
Su olmayan bulut.
dacia
Çok fazla bulut.
dahve-i sugra
Güneşin bulutsuz havada bakamayacak kadar parladığı vakit. İşrâk vakti.
decn
Bol yağmur, rahmet.
Havanın bulutlu olması.
Bir yerde mukim olma. Bir yerde oturma.
dücun
Bulutun göğü bürüyüp örtmesi.
dücünne
(Çoğulu: Dücünnât) Bulut kat kat olma.
Karanlık, zulmet.
Yağmur yağma.
ebr / ابر
Bulut.
(Farsça)
Bulut.
(Farsça)
ebr-i bahar
Bahar bulutu.
ebr-i baran / ebr-i bârân
Yağmur bulutu.
ebr-i ihsan
İhsan, lütuf bulutu.
ebralud / ebrâlûd / ابرآلود
Bulutlu.
(Farsça)
ebrkar / ebrkâr
Şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen adam. (Ebr'in "bulutun" yerinde durmayıp gezici olmasından kinâye olarak, bu mânayı aldığı sanılmaktadır.)
(Farsça)
ermiye
(Tekili: Remi) Remiler, kasırga bulutları ki, bu bulutlardan dolu yağar.
gamam
Bulut. Beyaz bulut.
Örtmek.
gavadi / gavadî
Sabah bulutu.
gaym
Bulut.
Sisli bulut tabakası.
Pek susayıp hararetlenmek.
gıfare
Kat kat bulut.
Başa örtülen bez parçası.
Yama.
giran-dud
Duman, sis.
(Farsça)
Kara bulut.
(Farsça)
guma
Hava bulutlu olduğundan ayın görünmemesi.
guyum
(Tekili: Gaym) Bulutlar.
hamek
Her şeyin küçükleri.
Siyah bulut.
hantem
(Çoğulu: Hanâtim) Kara bulut.
Desti.
İbrik.
Topraktan yapılan kap.
harc
Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Vergi.
Çıkmak.
Yeni çıkan bulut.
Yemâme vilayetinde bir yer.
Ecir.
Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
harisa / harîsa
Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut.
Kan çıkmayan azıcık baş yarığı.
harsa'
Dilsiz kadın.
Gürlemeyen bulut.
Belâ. (Müz: Ahrâs)
hasif / hasîf
(Çoğulu: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu.
Yağmuru çok olan bulut.
heydeb
Yere yakın olan bulut.
hıbve
(Çoğulu: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut.
Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak.
Bele takılan şey.
hicab-ı ebr
Bulut perdesi.
hiff
Yağmurunu döküp hafiflemiş bulut.
Biçilmediğinden tanesi dağılmış ekin.
Bir nevi balık.
hilal
Sâfi ve halis.
Sıdk ile dostluk etmek.
Ara. Aralık.
Zaman ve vakit.
İki şey arasına sokulmuş olan.
Buluttan yağmurun çıktığı yer.
Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull
hırba
Bukalemun adı verilen keler cinsi.
Güneşin bulutlara aksetmesinden hasıl olan renkler.
hudara
Karanlık gece.
Siyah bulut.
hulleb
Yağmursuz bulut.
idcan
(İdcican) Gökyüzü yağmur bulutlarıyla örtülme.
Hava çok sisli ve dumanlı olma.
iflilak
Yer yüzünü bulut kaplamak.
igame
Havanın bulutlu olması.
igmam
Kederlendirmek. Gamlandırmak. Hüzünlendirmek.
Gökyüzünün bulutlu olması.
igyam
Havanın bulutlu olması.
ıhlivlak
Eskimek.
Bulutun gökyüzünü kaplaması.
indira'
Bir işe girişme, bir şeye teşebbüs etme.
Öne geçme.
Buluttan kurtulma.
ıs'as
Gece karanlığı başlamak, karanlık basmak.
Karanlığın açılması.
Bulutun yere yakın olması.
Peşinden gitmek.
ısha'
Gökyüzünün açık ve bulutsuz olması.
istiare-i mekniye
(Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k
kalhebe
Beyaz bulut.
kanif
İnsan cemaati.
Çok yağmur ve bulut.
Geceden bir parça.
kazaa
Bulut parçası.
kenehver
Büyük beyaz bulut.
kerkere
Tavuğa çağırmak.
Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
kevar
Meyve veya üzüm küfesi.
(Farsça)
Bal arısı gömeci, petek.
(Farsça)
Geceleri havada peyda olan bulut. Sis.
(Farsça)
kırd
Atılmış yünü andıran bulut.
Maymun.
kirfi / kirfî
Bazısı bazısının üstüne yağılmış olan yüksek bulutlar.
Yumurtanın dış kabuğu.
kış'a
Bulut açılıp dağıldıktan sonra havada geri kalan parça.
kuzeh
Renk renk çizgiler.
Bulutları idâreye me'mur bir melek ismi.
lahh
Ulaşmak, varmak.
Yağmuru kesilmeyen bulut.
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
magmum
Gamlı. Kederli. Tasalı. Sıkıntılı.
Bulutlu. Kapalı.
mağmum / mağmûm
Gamlı, tasalı, bulutlu.
magmumiyet
Kederli, gamlı olma.
Hava bulutlu ve kapalı olma.
medcen
Bulutlu gün.
midrar
Yağmur yağdıran bulut.
Çok su döken.
mig
Duman, sis, duhân.
(Farsça)
Kara bulut.
(Farsça)
mignak
Dumanlı, sisli. Bulutlu.
(Farsça)
mücelcil
Gök gürlemesi olan bulut.
mücellel
Yağmuru her yere yağan bulut.
müdevvi / müdevvî
Gök gürültüsü olan bulut.
mükfehirr
Üstüste yığılmış karabulut.
Asık suratlı adam.
Yaşlanmış kimse.
mushıye
Gökyüzünün bulutsuz, açık olması.
mütegayyim
(Gaym. dan) Bulutlanan. Bulutlu hava.
müzn
Ak bulut, yağmuru az olan bulut.
müzne
Yağmurlu bulut.
Beyaz bulut parçası.
nagz
Devekuşunun erkeği.
Başını sallayıp depretmek.
Bulutun koyu ve kesif olması.
neşame
Yüksek beyaz bulut.
neşasa
Beyaz yüksek bulut.
neşr
Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak.
Başıboş cemaat.
Bulutlu günde yel esmek.
İzhar etmek.
Katetmek.
Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak.
ra'd
Gök gürültüsü.
Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)
raide
(Çoğulu: Revâid) Gürleyen bulut.
Sözü çok olan kişi.
rebabe
(Çoğulu: Ribâb) Bazısı bazısına binmiş olan beyaz bulut.
remi
(Çoğulu: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.
sabihalar / sâbihalar
Yüzen gemiler (gemi gibi yüzen bulutlar).
sabir
(Çoğulu: Sıber) Kefil.
Yağmursuz beyaz bulut.
sadiha
Bulutun kat kat olması.
saika
Yıldırım. Ölüm, mevt.
Nüzul ateşi.
Semadan gelen şiddetli ses.
Mühlik ve azab.
Bulutları sevke vazifeli melek.
sakıyy
(Çoğulu: Eskiye, Sakiyye) İri taneli yağmurlu bulut.
Hurma ağacı.
sariye
(Çoğulu: Sevari) Direk.
Gece yağmur yağdıran bulut.
sayyib
Yağmur veren bulut.
sebel
Tıb: Bulanık görme hastalığı.
Göze inen perde.
Buluttan çıkıp da henüz yere ulaşmamış yağmur.
Buğday başı.
sefiyy
Saçılmış toprak.
Bulut.
sehab / sehâb / سحاب
Bulut.
(Çoğulu: Sehâib) Bulut.
Karanlık.
Bulut gibi uçuşan böcekler.
Bulut.
Bulut.
(Arapça)
sehab-alud
Bulutlu.
(Farsça)
sehab-ı matir
Yağmur bulutu.
sehab-ı rahmet
Rahmet bulutu.
sehab-üs sikal
Ağır yağmur bulutları.
sehabalud / sehâbâlûd / سحاب آلود
Bulutlu.
(Arapça - Farsça)
sehabe
Tek bulut.
sehabi / sehabî
Bulut ile alâkalı.
sehaib
(Tekili: Sehâbe) Bulutlar.
sema
Gök yüzü. Asuman. Gök.
Her şeyin sakfı.
Gölgelik.
Bulut ve emsali örtü.
semhak
Yağmursuz bulut.
sıbr
(Çoğulu: Esbâr) Beyaz bulut.
Taraf, yön, cânip.
Çoğul, cemi.
sırme
(Çoğulu: Sırm) Bulut parçası.
Deve ve koyun sürüsü.
südd
Dağ.
Bulut.
Mâni, engel.
suhub
(Tekili: Sehâb) Bulutlar.
surrad
Yağmuru olmayan ince bulut.
tafa
İnce bulut.
tagyim
(Hava) bulutlu olmak.
taha
Bulut.
taha'
Yüksek bulut.
Gam, hüzün, keder.
tahaf
İnce ve şeffaf bulut.
Yüksek bulut.
tahatıh
Karanlık.
Bulutluluk.
tahlee
Bulut.
tahmire
Bulut.
tahye
Bulut parçası.
tarak
Bulutların bir yere toplanması.
Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının üstünde olması.
tarim
Kalın bulut.
Elleri ve ayakları kaba olan kimse.
tedcic
Gökyüzünün bulutlu olması.
Silâh kuşandırmak.
tegayyüm
(Çoğulu: Tegayyümât) (Gayb. dan) Bulutlanma.
tesehhub
Bulutlanma.
teshir-i sehab / teshir-i sehâb / تَسْخِيرِ سَحَابْ
Bulutların emre boyun eğdirilmesi.
Bulutu itaat ettirme.
tuhra
Yufka bulut.
tuhrube
(Tahrebe-Tıhrıbe) Bez parçası.
Bulut parçası.
tuhrure
(Çoğulu: Tahârir) Bulut parçası.
tuhur
(Çoğulu: Tahârir) Bulut parçası.
tuhve
Yufka bulut.
vaka'
Yufka bulut.
Taş.
Yerin taşlı olmasından ayak incinmek.
Cefa, eza.
Vurma, darp.
vemiz
Bulut arasından görünen ışık.
vıkr
(Çoğulu: Evkar) Ağır yük.
Çok su taşıyan bulut.
vücud-u sehab / vücud-u sehâb
Bulutların varlığı.
ya'bub
Hızla akan nehir.
Suyu çok olan ark.
Bulut.
Hızla giden at.
ya'lul
(Çoğulu: Yeâlil) Beyaz bulut.
Su üzerinde peydâ olan kabarcık.
Çift hörgüçlü deve.
yealil
(Tekili: Ya'lul) Suları berrak ve saf akan göller.
Beyaz bulutlar.
Su üzerinde meydana gelen kabarcıklar.
Çift hörgüçlü develer.
yevm-i şek
Şüpheli gün. Havanın bulutlu olup, Ramazan ayı hilâlinin görülmemesi sebebiyle Şâbân ayının otuzuncu günü mü, yoksa Ramazân-ı şerîfin ilk günü mü olduğu bilinmeyen, Şâbân'ın yirmi dokuzundan sonra gelen gün.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Delale
Ağaç
Bakara suresi
hitafe
çicek
GAZETE
istiab
fiil-i mazinin hey'eti
mefhum-ı muhalif
Mona
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
bulut
umut
iyileştiren
Fizani
Uçsuz bucaksız
birlik olma
Deper
sahabe-i kiram
zati kelam
Delale