Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
bulunmak
ifadesini içeren
107
kelime bulundu...
abadile / abâdile
Abdullahlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) arasında fıkıh ve hadîs-i şerîf ilimlerinde şöhret bulmuş Abdullah adını taşıyan sahâbîler. Abâdile, Abdullah kelimesinin çokluk şeklidir. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmı arasında Abdullah isimli üç yüz kadar sahâbi bulunmaktaydı.
abdiyet
Kulluk.
Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve itaatte bulunmak.
araziş
Hayır ve iyilik yapma.
(Farsça)
Tasaddukta bulunmak.
(Farsça)
asar / âsâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.
ayn harfi
Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.
batıl
Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.
be's
Azab, şiddet. Korku.
Zarar, ziyan.
Zorluk, meşakkat, zahmet.
Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)
benimsemek
Sahip çıkmak, bir şey hakkında benimdir iddiasında bulunmak. Kabullenmek.
(Türkçe)
berhayat / berhayât / برحيات
Hayatta olan, sağ.
(Farsça - Arapça)
Berhayât bulunmak:
Yaşamak, hayatta olmak.
(Farsça - Arapça)
cenb
Yan taraf. Koltuk altının aşağısı.
Def'etmek, kovmak.
Müştak olmak.
Bir yere gitmek için bir yere inmek.
Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak.
Büyük ve çok olan.
Engin taraf.
Şetmetmek, söğmek.
cerbeze
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
cima' / cimâ' / جماع
Cinsel ilişki.
(Arapça)
Cimâ' etmek:
Cinsel ilişkide bulunmak.
(Arapça)
da'va-yı halk / da'vâ-yı halk
Yaratmak iddiasında bulunmak, halk etmeyi, yaratmayı dâva etmek.
delef
Tekaddüm etmek, ileri geçmek. Önde bulunmak.
dermeyan etmek
Anlatmak, söylemek, iddia ve defi'de bulunmak. Beyân. İleri sürmek.
ebva'
Medine-i Münevvere'ye bağlı olup, Mekke-i Mükerreme yolunda bir köyün adıdır. Medine'ye yirmiüç mil uzaklıktadır. Köyün üstünde dik ve kuru bir dağın adı da Ebvâ'dır. Bu köy iki şey ile meşhurdur. Biri: Peygamberimizin annesi Hz. Amine'nin kabri orada bulunmaktadır. İkincisi ise: Hicretin birinci se
emanet
Eminlik. İstikamet üzere bulunmak.
Birisine koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için teslim edilen şey. Birisine bir şeyi koruması için bırakma. Emniyet edilip inanılan şey.
Başkasının hukuku emniyet edilip, inanılabilen.
Osmanlılar Devrinde ba
enes ibn-i malik
Ensardan ve Ashâb-ı Kiram'ın fakihlerindendir. Hicretin ibtidasından itibaren on sene Resul-i Ekrem Efendimizin (A.S.M.) hizmetinde bulunmakla şeref kazanmıştır.Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 2630 Hadis-i Şerif rivâyet etmiştir. 100 yaşına kadar yaşamış, hicri 92 veya 94 senelerinde Basra'da ebedî hayat
fazl u ihsan / fazl u ihsân
Cömertlik ve bağışta bulunmak.
gaybet
Başka yerde bulunmak. Hazırda olmamak. Gıybet. Bir şeyin diğer bir şey içinde gaib olması.
hadaret
Bir şeyin yanında bulunmak.
Huzur. Yakında olmak.
Hazır etmek. Hazır olmak.
Medeniyet.
hakkaniyet
Haktan ve doğruluktan ayrılmamak. Adalet üzere bulunmak. Adalet ve insaf ile lâzım olanı icra etmek.
hasan
İyilik. Güzel muamelede bulunmak.
huruc-i fahiş / huruc-i fâhiş
Haddini aşmak.
Büyük isyan hareketinde bulunmak.
huzur
Hazır olmak. Mevcud bulunmak.
Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak.
İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
i'sar
İkindi zamanında bulunmak.
Kızın gelinlik çağına gelmesi.
Kasırga.
i'tikaf / i'tikâf
İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.
iad
Korkutmak, tehdit etmek. Vaidde bulunmak.
ibtihal
Halktan alâkayı keserek Allaha tazarru' ve niyazda bulunmak.
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
ihtilaf-ı din
Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.
ihtimam
Elem ve kederden uyuyamamak.
Perhizkârlık etmek, riyazette bulunmak.
ihtiyat
Sakınmak. İşleri iyi düşünmek. Tedbirlilik. İşlerde basiret üzere bulunmak. Yedek.
iktisad
Tutum, biriktirme. Her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak.
Edb: Beyit veya kasideyi birbirine vasl ile uzatmak.
iltimas
Tavsiye. Rica. İstirham.
Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak.
Yapılmasını isteme.
imamet
İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı.
Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.
imkan / imkân
Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak.
isaet
(Sû'. dan) Kötü iş işlemek. Kötülükte bulunmak. Yaramazlık.
isbat-ı vücud / isbât-ı vücûd
İsbât-ı vücûd etmek:
Bir yerde bulunmak, varlığını göstermek.
isna
Medih ve senâ etmek, sitâyişte bulunmak.
Şükretmek.
istihsan
Beğenmek, güzel bulmak. Bir şeyin iyi olduğu kanaatında bulunmak. Beğenilmek.
Fık: Kıyası terkedip, nassa, yani, âyet ve hadis-i şeriflerin hükümlerine en uygun olanı almak. Şeriatta; zorlaştırmayan hükümle, râcih delil ile amel etmektir.
istikamet
Hatt-ı hareketi doğru olmak. Doğruluk, nâmuslu hareket. Her işte itidal üzere bulunmak. Adâletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek.
Allah'a kulluk etmek.
Bir şeyin bir tarafa doğru olarak uzanması.
Yön, cihet.
istişare
Meşveret etmek. Fikir danışmak. Müşâverede bulunmak.
istitale
Uzanmak. Uzantı. Uzayıp gitmek.
Birisi üzerine faziletlilik dâvasında bulunmak.
Tecvidde: Harf okunduğunda sesin imtidadına, uzamasına denir. Bu harfe müstatıl harfi de denir. Bu sıfat Dad harfine aittir.
Tıb: Vücutta bazı organların uzaması.
ıtlak
Salıvermek. Bırakmak. Koyuvermek. Serbest bırakmak. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan kurtarmak.
Boşama. Boşanma. Afvetmek.
itmi'nan-ı kalb / itmi'nân-ı kalb
Yürekten inanma, kalbinde şüphe ve vesvese bulunmaksızın tam bir kanaatla inanma.
ittiham
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
izahat / îzâhât / ایضاحات
Açıklamalar.
(Arapça)
Îzâhât vermek:
Açıklamada bulunmak, açıklama yapmak.
(Arapça)
kaside / kasîde
Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
keffaret-i savm
Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.
kehanet / kehânet
Kâhinlik. Gaybı, gizli şeyleri bilirim iddiâsında bulunmak. Bu işi yapana kâhin, falcı denir.
küfran-ı ni'met
Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği ni'metleri bilmemek ve hürmetsizlikte bulunmak.
kundak sokmak
Mc: Ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir harekette bulunmak.
Yangın çıkarmak.
kurb-i velayet / kurb-i velâyet
Velâyet, evliyâlık yoluna âit yakınlık. Allahü teâlâdan gelen feyz ve bereketlere, arada vâsıta bulunmak sûretiyle kavuşma.
kusur
Bk. kusûr
Kusur eylemek:
İhmalde bulunmak, hata yapmak.
masuniyet
Eminlik, sağlamlık, muhafaza altında bulunmak, dokunulmazlık.
medhaldar bulunmak
Parmağı olmak; müdahalesi bulunmak.
(Arapça - Farsça - Türkçe)
merhamet
(Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek.
meşrutiyet
Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.
meşveret etmek
Danışıp görüşmek, fikir alış venişinde bulunmak.
meydan dayağı
Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi büyük kabahatlerden dolayı verilen bu dayak cezası, saf saf dizilen bütün talebelerin; asker ise kışladaki askerlerin
mücameat
Karşılıklı iyi ilişkiler kurmak.
Cinsî münasebette bulunmak.
müdafaa
Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
Düşman hücumunu men'etmek.
Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
müdara
Dost gibi görünme. Yüze gülme.
Başkalarının fikirlerine uyarcasına hareket etmek.
Sulh ve salâh üzere bulunmak. (Meşru bir surette ve iyi bir netice için yapılan müdârâ memduhtur. Fena bir netice için ise, kötüdür; İslâmlığa yakışmaz, İslâm onu men'eder.)
muhazat
Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak.
mümtaz bulunmak
Benzerlerinden ayrılmış, seçilmiş bulunmak.
münacat-ı rahman
Rahman'a yalvarmak. Cenab-ı Hakk'a dua ve niyazda bulunmak.
mürtecel
Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese
müvaele
Necat talep etmek. Kurtuluş için talepte bulunmak.
müvamere
Müşavere etmek, istişarede bulunmak.
müvazea
Tevzi edişmek. Paylaşmak.
Danışmak, istişârede bulunmak müşavere etmek.
Muvafakat etmek, uygun olmak.
na'ma
Rahatlık, nimet. Minnet, ihsan ve atiyye. İyi halde bulunmak.
nazır
(Çoğulu: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis.
Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere musi veya hâkim tarafından tayi
nedret
Azlık, seyreklik, az bulunmak.
riyaset
Reislik. Bir işi idarede başta bulunmak. Başkanlık.
sebat
Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.
seferi / seferî
Seferde olma hali. Harbe ait, muharebe ile alâkalı.
Namazı kısaltmak veya oruç tutmak gibi sefere ait bir hâlde bulunmak. Fık: Ortalama 90 km. lik bir mesafeyi veya daha fazlasını giden seferi (müsafir) sayılır. Zıddı mukimdir.
sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.
şügül
(Çoğulu: Eşgâl) Meşgul ve gafil olmak. Gaflette bulunmak.
ta'zim
Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.
tafaddul
Faziletlilik iddia etmek, üstünlük iddiasında bulunmak.
tafsilat / tafsilât / تفصيلات
Ayrıntılı açıklama.
(Arapça)
Ayrıntı.
(Arapça)
Tafsilât vermek:
Ayrıntılı açıklamada bulunmak.
(Arapça)
takayyüd
Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak.
Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak.
Dikkatli davranmak.
takrir-i kelam / takrir-i kelâm
Söylemek. İfadede bulunmak.
tasannu yapmak
Yapmacık harekette bulunmak, birşeyi zorla daha iyi göstermeye çalışmak.
tavzih
Açıklamak. Açık olarak beyanda bulunmak.
tazminat / tazmînât / تضمينات
Zarar ödemeleri, tazminat.
(Arapça)
Tazmînat vermek:
Zarar ödemesinde bulunmak.
(Arapça)
te'min
Güvenlik, emniyet hissi vermek.
Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
Elde etme.
teaşür
Muaşeret etmek, iyi muamelede bulunmak.
teavün etmek / teâvün etmek
Yardımda bulunmak.
tebe-i tabiin / tebe-i tâbiîn
Peygamber efendimizin Eshâbını gören ve sohbetinde bulunmakla Tâbiîn denen büyükleri görmekle şereflenenler.
teberru'
Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
tefaddul
Faziletlilik iddiasında bulunmak. Üstünlük taslamak.
Bir kimseyi inâyet, ihsan ve kerem ile memnun etmek.
tehattüm
Pek lüzumlu ve vâcib olmak. Vücub derecesinde bulunmak.
tekaddüm
Geçmiş bulunma.
Öne geçme. İlerleme.
Birine gelmesi muhtemel bir zararın def'i için evvelceden iş'ar ve tenbih eylemek.
Fık: Mürur-u zaman olmak. Zamanı geçmiş bulunmak.
tekbir / tekbîr
Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
"Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
Ramazan ve Kurban
tekrim
Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.
telhiye
Gâfil olmak, gaflette bulunmak.
Meşgul olmak.
tesavi
İki şeyin birbirine denk olması. Birbirine müsavi ve misil olmak. İki taraf da aynı ve bir derecede bulunmak (Tesâvi-i tarafeyn de denir.)
tesavüb
Esnemek.
Gafil olmak, gaflette bulunmak.
teşebbüs / تشبث
Girişim.
(Arapça)
Teşebbüs etmek:
Girişmek, girişimde bulunmak.
(Arapça)
tevcih-i kelam / tevcih-i kelâm
Sözle işarette bulunmak.
Birbirinin zıddı muhtelif mânaya gelebilen kelimeyi sözde kullanmak.
tiba'
Birbiri ardınca olmak. Peşpeşe bulunmak.
ülfet
Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.
vaki' / vâki' / واقع
Olan, meydana gelen, gerçekleşmiş olan.
(Arapça)
Vâki' olmak:
(Arapça)
Olmak, meydana gelmek, gerçekleşmek.
(Arapça)
Bulunmak, yer almak.
(Arapça)
vücud / vücûd
Varlık. Var olmak. Bulunmak.
Cesed, cisim, ten, gövde.
Varlık, var olmak, bulunmak, cesed, cisim, ten, gövde.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
kutu
feza-yı kainat
KUH
rey-i
Dirayet
halk-ı kur'an
mabud
gevher-bâr
haliyet
Metrukât
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
bulunmak
Kıymetlı
Tahil
Cerâ
PARA
Davud
seyr
çarda
yiyecek
innâ