Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
bulunan
ifadesini içeren
780
kelime bulundu...
a'raf / a'râf
Cennetle cehennem arasında bulunan bir yer.
a'raf eshabı / a'râf eshâbı
A'râf denilen yerde bulunanlar.
a'zel
Yalnız veya silâhsız bulunan.
ab-ı hufte
Durgun su.
Buz.
Billur.
Kınında bulunan kılınç.
acbü'z-zeneb
Kuyruk sokumundan bulunan ve insanın tekrar yaratılışında çekirdek görevini görecek olan hücre; bir tür genetik şifre.
adem-i merkeziyet-i siyasiye
Siyasî olarak yerinden yönetim; bir ülke sınırları dahilinde bulunan eyâlet ve bölgelerin tek merkezden değil, yerel yönetimler tarafından idare edilmesi.
adin / âdin
Otlakta bulunan dişi deve.
ahval / ahvâl
Hâller. Tasavvuf yolunda bulunan kimselerin, kalblerinde meydana gelen değişmeler. Hâl'in çokluk şeklidir.
akabe
(Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
Muhatara, tehlike.
Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
Sarp ve çıkılması zor yokuş, bâdire.
Tehlike.
Tehlikeli geçit.
Bugün Ürdün sınırları içinde bulunan bir şehir.
akademi
yun. Yüksek mekteb.
Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
Çıplak modelden yapılan insan resmi.
Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl
akarib
(Tekili: Akreb) Kuyruğunda zehiri bulunan bir hayvancık olan akrebler.
akdiyye
Mafsallarda bulunan yumru ve düğüm.
akide-i velediyet
Hıristiyanlık ve Musevîlikte bulunan ve hâşâ Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Üzeyr'in (a.s.) Allah'ın oğlu olduğunu kabul eden bâtıl inanç.
akli / aklî
Akıl ile bilinen veya bulunan şey. Akla mensub. Akla dâir ve müteallik.
akliyye
Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları.
akraba / akrabâ
Aralarında neseb (soy), süt ve evlilik bakımından yakınlık bulunanlar.
akreb-i mekniyyat
Huk:Meşrut-un lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ: Bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu "A" ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tabirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın merci'i bulunan "A" nın çocuklarına hamlolunur. (Huk.L.)
akzef
Çok iftira atan. Çok kazifte bulunan.
alabalık
Akıntısı sert olan soğuk ve tatlı sularda bulunan bir cins leziz balık.
(Türkçe)
albümin
Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde.
(Fransızca)
alem-i ceberut / âlem-i ceberut
Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).
alem-i melekut ve ervah / âlem-i melekût ve ervâh
Ruhlar âlemi; hiçbir vasıta ve sebebin müdahele etmediği, hüküm ve idaresi doğrudan Allah'ın elinde bulunan âlem.
alem-i misal / âlem-i misâl
Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i.
alicah / âlicah
(Ali-câh) Mevkii yüksek. Yüce mevkide bulunan.
(Farsça)
alüfte madam / âlüfte madam
Namus dışı hareketlerde ve faaliyetlerde bulunan kadın.
ampul
İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe.
(Fransızca)
İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe.
(Fransızca)
anasır-ı külliye / anâsır-ı külliye
Külli ve dünyanın her tarafından yayılmış bulunan unsurlar.
anonim
yun. Yapıcısının adı belirtilmeyen eser.
Sermayesi hisselere bölünerek, her ortağın mes'uliyet ve salâhiyeti sermayedeki hissesiyle orantılı bulunan ortaklık, şirket.
apsis
Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
(Fransızca)
Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı.
(Fransızca)
arafat / arafât
Mekke-i mükerreme şehrinin yirmi beş kilometre güneydoğusunda bulunan ve haccın farzlarından biri olan vakfenin yapıldığı mübârek yerin adı.
aramide / ârâmide
Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan.
(Farsça)
arazi-i mevat / arazi-i mevât
Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
İşlenmemiş toprak.
artuşi
Van çevresinde bulunan büyük aşiretlerden birisidir, "Ertoşi" ve "Ertuş" adıyla da anılmaktadır.
arz-hane
İstanbuldaki Topkapı sarayında bulunan Hırka-i Şerif odasının dışında kalan aralık oda.
(Farsça)
arz-ı mukaddes
Kudsi, mübarek yer. Eski peygamberlerin çok eseri bulunan Kudüs, Filistin.
arzın halifesi
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
asab-ı veçhiye / âsâb-ı veçhiye
İnsanın yüzünde bulunan sinirler.
ashab-ı bedir / ashâb-ı bedir
Hz. Peygamber (a.s.m.) ile Bedir muharebesinde bulunan sahâbiler.
Hz. Peygamber (A.S.M.) ile Bedir muharebesinde bulunan sahâbeler (R.A.)
ashab-ı matlub / ashâb-ı matlub
Huk : İflâs hâlinde bulunan şahsın, kanuni alacaklılarının yekûnü.
ashab-ı meş'eme / ashâb-ı meş'eme
Uğursuz, kötü, dine muhalif olanlar.
Solak, sol tarafta, alçak mevkide bulunanlar.
ashab-ı meymene / ashâb-ı meymene
Dinen ihtiram mevkiinde bulunan yüksek haysiyet sahibleri. Hayırlı kimseler.
aşir / âşir
İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.
aşiret / aşîret
Dil ve kültürü büyük ölçüde aynı türden olan, birçok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında sosyal, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk; oymak.
atabahş / atâbahş / عطا بخش
Bahşiş veren, ihsanda bulunan.
(Arapça - Farsça)
atol
Mercan adası. Mercan iskeletlerinin birikmesiyle meydana gelmiş olan halka biçiminde ve ortasında bir göl bulunan adacık.
avarız-ı müktesebe
Cehil, sarhoşluk, hezel, sefeh, hata, ikrah gibi insanın ibtidâen dahli bulunan şeyler.
aviz
Asılan, asılı bulunan.
(Farsça)
avize / âvize
İçinde ampul bulunan ve tavana asılan süs.
ayanısabite / ayânısâbite
Varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.
ayet-i zulümat / âyet-i zulümat
Dalâlet ve inkâr karanlıklarında bulunan kâfirlerin durumunu açıklayan Nur Sûresinin 39. ve 40. âyetleri.
ayin-han / âyin-han
Mevlevihâne ve semâhânelerde sema edilirken, yüksek bir yerde bulunan ve mutribhâne adı verilen mahfilde âyin okuyan kimse.
(Farsça)
ayn
Birşeyin kendisi.
Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal
ayn-ı lezzet-i sefihane / ayn-ı lezzet-i sefihâne
Yasak zevk ve eğlencelerde bulunan lezzetin kendisi.
ayn-üs sevr
Boğa gözü.
Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
azm-i ku'bere
Tıb: Kolumuzun ön tarafında bulunan önkol kemiği. (Önkol kemiğinin arkasında dirsek kemiği bulunur).
bab harcı
Mahkemelerde kadıların, naiblerin, mal ve mukataa kalemlerinde bulunan memurların aldıkları bir nevi harç.
bab-ı şerif / bâb-ı şerîf
Konya'da bulunan Mevlana türbesinin kapısı.
bab-ul mendeb / bâb-ul mendeb
Kızıldeniz'de Hint Denizi yakınlarında bulunan bir boğazın adı.
bab-üs-selam / bâb-üs-selâm
Mekke-i mükerremede bulunan Mescid-i Haram'ın doğu tarafına açılan kapı. Bâb-ı Şeybe de denir.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı Mescid-i Nebî'nin batı duvarında kıbleye yakın olan kapısı. Bâb-ı Mervân diye de bilinen bu kapı, Mescid-i
babil / bâbil
Asurlular devrinde Irak'ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "Çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve birçok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir.
bağ
Büyük bahçe. Bostan.
(Farsça)
Üzüm asmaları bulunan yer.
(Farsça)
Üzüm asması.
(Farsça)
bagsa'
Tüyü siyahlı beyazlı olan ve yer yer de benler bulunan koyun.
bahreyn
İki deniz. (Basra Körfezi ile Hind Denizi veya Karadenizle Akdeniz. Yahut da Akdenizle Hind Denizi)
Basra Körfezi'nde bulunan bir devlettir. 1971 yılında İngilterenin körfezden çekilmesi üzerine istiklâliyetini ilân etmiştir. Bahreyn, Manama ve Muharrak Adalarından müteşekkildir. Hal
bahtiyari / bahtiyarî
Bahtiyarlık, saadetlilik, mutluluk.
(Farsça)
İran'da bulunan şöhretli bir kavim.
(Farsça)
banliyö
Bir şehrin yakın çevresinde bulunan mahalle ve yerleşme yerleri.
(Fransızca)
başid dağı / bâşid dağı
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, kayıtlarda "Başet Dağı" olarak anılır.
basik
Gövde damarı. (Dirsek içinde bulunan üç damarın aşağısında olandır.)
başit
Van civarında bulunan ve yüksekliği 3750 m. olan bir dağdır, günümüzde "Başet Dağı" olarak anılır.
batarya
İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.
batha
Mekke-i Mükerreme'de iki dağ arasında bulunan bir dere.
batıni / bâtınî
İnsanın içinde bulunan, içsel, görünmeyen.
bayezid
İstanbul'da bulunan ve ismini Bayezid Camiinden alan semt.
bayezid meydanı
İstanbul'da bulunan, tarihî Bayezid Camii ile günümüzde İstanbul Üniversitesi arasında yer alan meydan.
baykal
Asya Türk ülkelerinde bulunan yaban kısrağı.
bedii / bedîî
Bedi' ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlahî ve güzel eserlere müteallik bulunan.
bediüzzaman
Zamanın bedi'i olan. Zamanında kendisi gibi görülmedik olan. Kimseye benzemiyen ve zamanın garib ve acibi bulunan.
bedr-bedir
Dolunay, ayın ondördü.
Mekke ile Medine arasında bulunan Bedir gazasının yapıldığı yer.
bedre
Eğirdir-Barla yolu üzerinde merkeze 11 km mesafede, Eğirdir gölü kenarında bulunan bir köydür.
behreyab / behreyâb
Nasibi olan, payı bulunan.
bekre
Kuyu ve benzerlerinde kullanılan makara, çıkrık, çark.
Mafsallarda bulunan makara şeklindeki kemik.
bende-zade
Köle çocuğu.
(Farsça)
Mc: Çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzi muâmelede bulunan.
(Farsça)
beraber
Birlikte bulunan.
(Farsça)
Müsavi, eşit.
(Farsça)
Bir hizada olan.
(Farsça)
Refakat, birlik.
(Farsça)
berbar
Evin dam kısmında bulunan oda.
(Farsça)
Çardak.
(Farsça)
Kemeriye.
(Farsça)
Tahtaboş. Damın düz bir kısmı ki, en çok çamaşır sermeye yarar ve çinko ile döşelidir.
(Farsça)
berdiyy
Suriye'de bulunan iki nehrin, bir köyün ve Hicaz'da da bir dağın adı.
berilyum
yun. Zümrüt gibi bazı taşların bileşiminde bulunan bir elementtir. (Be) sembolü ile gösterilir.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyda
Tehlikeli mevki.
Sahra, çöl.
Medine ile Mekke arasında bulunan düz bir yer.
beyincik
Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.
beyt-i mamur
Kâbe'nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan ve melekler tarafından tavaf edilen bir köşk.
beytullah
Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
Câmi, mescid.
bira
(Felemenkçe) İçinde alkol bulunan ve bu sebeple haram olan bir cins içki.
burcas
Hedef. Yüksek bir yerde bulunan nişangâh.
çağz
Kurbağa.
(Farsça)
Korku, havf.
(Farsça)
Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara.
(Farsça)
Ah ü fizar. İnilti.
(Farsça)
çal
Alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at.
cami
İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina.
Cem'edici, toplayıcı, içine alan.
Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan.
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
Ehl-
cami-ül mehasin
Güzel vasıfları huyları kendinde toplamış bulunan.
camiü'l-ezher üniversitesi / câmiü'l-ezher üniversitesi
Mısır'da bulunan, İslâm dünyasının en önemli ve en eski sayılan üniversitesi.
cani
Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler de birer cani sayılırlar. Çünkü Allah'ın eserleri olan canlı ve cansız varlıklar onun sonsuz kudretini, ilmini, irade
çar-erkan-ı cuvani / çar-erkân-ı cuvanî
Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
çarha
Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim.
(Farsça)
Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
(Farsça)
çavuş
Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi subaylara denilirdi. Tanzimattan evvelki Osmanlı saray teşkilatında çavuşlar, padişahın yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi.
Onbaşıdan üstte ve assubaydan alttaki derecede olan asker.
İşçilerin b
cebbar / cebbâr
İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah.
Zalim, müstebit kişi.
Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
cem'iyyet-i kelam / cem'iyyet-i kelâm
Kelâmın câmi olması. Müteaddid mânası bulunan kelâm, söz.
cemaat / cemâat
Topluluk.
İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
cemaat-ı muvahhidin ve musallin / cemaat-ı muvahhidîn ve musallîn
Cenâb-ı Hakkın birliğine inanıp dua ve niyazda bulunan ve namaz kılan topluluk.
cemal ve kemal-i zati / cemâl ve kemâl-i zâtî
Zâtında bulunan güzellik ve mükemmellik.
cemal-i zati / cemâl-i zâtî
Zâtî güzellik; kendinde ve özünde bulunan güzellik.
cemil / cemîl
Sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah.
cemre
Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı
cendel
Nehirlerde bulunan ve büyükçe olan kaya.
cerge
Bir mevki'de bulunan insan topluluğu.
(Farsça)
çete
Bölük, birlik, takım. Bir reisin idaresi altında bulunan birlik.
Asker bölüğü, müfreze.
Çapulcu ve akıncı takımı.
cevad-ı mutlak
Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.
cevahir
(Tekili: Cevher) Cevherler. Çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler, çok kıymetli mâden veya taşlar.
Mc: Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar.
cezalet
Rekâketsiz ifade.
Güzellik.
Müdebbirlik, akıllılık.
Azim, büyük.
Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld
cihazat-ı hayvaniye / cihâzât-ı hayvaniye
Canlılarda bulunan organlar.
cin
Ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen; evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklar. Fârisî dilinde cine peri denir.
cinas-ı muharref
Edb: Yalnız harflerde beraberlik, harekelerde ayrılık bulunan cinâs. (merd, mürd gibi.)
civelek
Tar: Yeniçeri Ocağı'nda bulunan ve aşçıbaşı maiyetinde yaver gibi kullanılan gençler.
Canlı, hareketli ve neş'eli deve yavrusu veya genç.
cudi / cûdi
Hz. Nuh'un (A.S.) tufandan sonra gemisi ile sahile çıktığı dağın ismi.
Şırnak İlinin 6 kilometre güneydoğusunda bulunan bir dağın adı.
Şırnak şehrinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağ.
çuhadar
Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe.
cümle-i mu'tarıza
Parantez içinde bulunan cümle, açıklayıcı mahiyetteki cümle. Ara cümlecik.
cüz-ü ihtiyari / cüz-ü ihtiyârî
İnsanda bulunan sınırlı irade.
dağıstan
Dağlık yer.
(Farsça)
Kafkasya'nın kuzeydoğusunda ve Hazer Denizi'nin batı kıyılarında bulunan bir bölgedir ki, eskiden buraya Albanya denirdi.
(Farsça)
dar-ı şura-yı askeri / dâr-ı şura-yı askerî
1296 yılında lağvolunan bu yüksek askeri meclis 1253 yılının muharrem ayında kurulmuştu. 1259 tarihinde çıkarılan kanun ile vazifesi tesbit edildi. Askeri ve mülki ricâlden onbir daimi, altı tane ise geçici azası bulunan bu mecliste bir reis ve bir de müftü yer alıyordu.
dar-ün nedve / dâr-ün nedve
Müslümanlıktan evvel, Kureyş kabilesinin münakaşalar için toplandığı bir yerin adı olup, Kusey ibn-i Kilâb tarafından kurulmuştur. (Sonradan Hz. Muhammed'e (A.S.M.) karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesat ve münafıkların toplandıkları yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.)
davlumbaz
Çarkları yandan olan vapurlarda çarkların döndükleri yerleri örtmek için vapurun iki tarafında bulunan iki büyük yarım daire.
dedektif
Hususi araştırma yapan, tâkib ve tarassudda bulunan polis.
(Fransızca)
dedikodu
Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.
delail-i akliye
Aklı ile bulunan deliller. Akla âid deliller.
delil-i akli / delil-i aklî
Akıl yolu ile bulunan delil. Nakil yolu ile olmadan, düşünülerek bulunan delil.
der-kar / der-kâr
Mâlum, âşikâre olan.
(Farsça)
İçinde olan. İçte bulunan.
(Farsça)
der-kenar
Kenarda bulunan, hâşiye. Bir sahifenin kenarına çıkarılan yazı.
derpiş
Önde olan, göz önünde bulunan.
(Farsça)
deşt-i kıpçak
Dinyester ile İrtiş arasında bulunan geniş step.
diger-bin
Başka kişilerin faydaları için fedakârlıkta bulunan kişi.
(Farsça)
dinamik
yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu.
Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli.
Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi,
dua ordusu / duâ ordusu
Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, velîler.
eazım-ı esma / eâzım-ı esmâ
İçinde çok isimlerin mânası bulunan, isimlerin en büyükleri. Cenab-ı Hakk'a mahsus isimlerin en mühim ve büyükleri.
ebcel
Cüssesi büyük olan iri yapılı adam.
Atta ve devede bulunan bir damar. (İnsanda o damara, "ırk-ı ekhal" derler.)
ebu iyaz seleme bin amr bin el ekva / ebu iyaz seleme bin amr bin el ekvâ
Biat-ı Rıdvanda hazır bulunan, gayet cesur, nişancı, hamiyetperver bir sahabedir. 77 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Hicrî 74 tarihinde, 80 yaşında iken Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (R.A.)
ecvef
Ortası boş. Kof.
Mc: Boş kafalı. Çok cahil.
Gr: Ortasında harf-i illet sayılan elif, vav, yâ harfleri bulunan fiil kökü.
ecza / eczâ
(Tekili: Cüz) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler.
Ciltlenmemiş kitab ve saire.
Cüz'ler, parçalar, kısımlar.
Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
edille-i akliye
Akıl ile bulunan isbat vâsıtaları, akli deliler.
edille-i şer'iyye
Din bilgilerinin elde edilmesine esâs olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.
edser
Gaflette bulunan, gafil adam.
efahis
(Tekili: Ufhus) Taşların aralarında veya kayalıkta bulunan kuş yuvaları.
efektif
Nakit para, elde bulunan para.
(Fransızca)
efrenc
(Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız.
(Fransızca)
ehl-i idare ve zabıta
Şehir güvenliğini sağlamakla vazifeli bulunan idare, polis.
ehl-i kalb ve iman
Kalp ve iman ehli olanlar, kalbiyle mânevî olarak terakkide bulunanlar.
ehl-i kitab
Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan.
(Farsça)
Müslüman, Hristiyan veya Yahudi olan. (Hakiki Hristiyanlık veya Yahudilikten çıkmamış bulunan.)
(Farsça)
ehl-i kıyam
Ayaklananlar, ihtilal girişiminde bulunanlar, isyan edenler.
ehl-i salib
Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar.
(Farsça)
Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
(Farsça)
ehl-i semavat ve arz / ehl-i semâvât ve arz
Göklerde ve yerde bulunan varlıklar; melekler gibi ruhanî varlıklar ve dünya üzerinde yaşayanlar.
ehl-i sünnet
Îtikâdda (inanılacak şeylerde) ve yapılacak işlerde Peygamber efendimizin ve O'nun Eshâbının (arkadaşlarının) ve sonra gelen müctehid İslâm âlimlerinin yolunda bulunan müslümanlar, sünnîler.
ehl-i sünnet itikadı / ehl-i sünnet îtikâdı
Peygamber efendimizin veEshâb-ı kirâmın (arkadaşlarının) ve onların yolunda bulunan İslâm âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd, inanış.
ehl-i zimmet
İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar.
elcezire
Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.
emir-ül ma'
Amiral. Deniz kuvvetlerinde albaydan büyük rütbede bulunan subaylar.
emirber
Subayların kıt'a ve daire dışında emirlerinde bulunan erler.
(Farsça)
emlak
(Tekili: Mülk) Mülkler. İnsanın tasarrufunda bulunan yerler.
Melekler.
emval-i batına / emval-i bâtına
Nakit paralarla, evlerde, mağazalarda bulunan ticaret malları.
ender / اندر
(Nâdir. den) Çok az, pek az bulunan, daha nâdir.
(Çoğulu: Enâdir) Harman yeri.
Pek az bulunan.
Çok az bulunan.
(Arapça)
enfüsi / enfüsî
Nefsî, nefiste meydana gelen, ferdî zihne ait bulunan, subjektif.
enis
(Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
Yaban horozu.
enva-ı alem / envâ-ı âlem
Kâinataki nev'iler, türler; kâinatta bulunan çeşitli varlıklar.
erkan / erkân / اركان
Direkler.
(Arapça)
Temeller, esaslar.
(Arapça)
İleri gelenler, üst düzeyde bulunanlar.
(Arapça)
Önderler.
(Arapça)
ervam
(Tekili: Rumi) Romalılar, Roma imparatorluğu halkından olanlar, rumlar.
Rumiler, Arap diyarının haricinde bulunanlar.
esedi / esedî
Arslana aid.
Üzerinde arslan resmi bulunan mâdeni para.
eshab-ı kehf / eshâb-ı kehf
Mağara arkadaşları; Îsâ aleyhisselâmdan sonra din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişi ile Kıtmîr adındaki köpekleri. Kur'ân-ı kerîm de Kehf sûresinde kıssaları uzun bildirilmektedir
esir
Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.
esleb
İnsanın vücudunda veya yüzünde bulunan ben, nokta.
Süprüntü, moloz.
esra'
Daha çabuk. Pek çabuk. Çok sür'atli. Çok seri.
(Çoğulu: Esâri) Asma filizi.
Başı kırmızı, gövdesi beyaz olup, kum içinde bulunan bir böcek.
etba'
Tâbi olanlar, bağlı olanlar, emri altında bulunanlar.
evliya-i umur / evliya-i umûr
İş başında bulunanlar, işleri idâreye vazifeli olanlar.
İş başında bulunan kimseler.
eyvan-ı kisra
Dicle Nehri kenarında sol tarafta Medâyin şehrinde yıkıntıları bulunan eski İran (Acem) Padişahına mahsus bir saray. Bu saray, Peygamberimizin (A.S.M.) doğduğu gece çatlamıştır.
ezfar
Tırnaklar.
Tırnakbahuru denilen tıbbi bir koku.
Şimal kutbunda bulunan küçük yıldızlar.
ezhel
Gafil kimse. Gaflette bulunan kişi.
Pek dalgın.
ezher
Mısırda bulunan büyük bir üniversite.
fail-i muhtar / fâil-i muhtâr
Kendi iradesiyle faaliyette bulunan, istediğini yapan Allah.
familya
Aile. Soy. Zevce. Kadın. Eş.
(Fransızca)
Aynı cinsten olan nebat grubu. Aynı soydan veya cinsten olan. Aralarında benzerlik bulunan grup.
(Fransızca)
farıt
Geçmiş, önceki, önde bulunan. Sâbık, mukaddem.
fatımi / fatımî
(Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.
fedakar / fedakâr
Özveride bulunan.
fena tabiatlı
Kötü özellikleri bulunan, mizac ve karakteri kötü olan.
ferid
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
ferraşin ovası / ferrâşîn ovası
Hakkari sınırları dahilinde bulunan ve rakımı 2.000 m'nin üstünde olan bir ova.
fetva emini
Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İ
fil
(Çoğulu: Efyal-Füyul) Daha ziyade Hindistan ve Asya gibi yerlerde bulunan iri vücudlu, hortumlu bir hayvan.
fil-i mahmudi / fil-i mahmudî
Yemen Valisi Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkmak için geldiği zaman, ordusunda bulunan Mahmud adlı fil.
fir'avn
Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar.
İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan.
firaş-ı sahih
Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz
firavunlaşmış
Firavun gibi kendisini üstün gören, tanrılık iddiasında bulunan.
fırka-i naciye / fırka-i nâciye
Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.
füfs
Kırman dağlarında bulunan bir taife.
ganiyy-i mutlak
Hiçbir şeye hiçbir şekilde muhtaç olmayan ve bütün varlıkların her türlü ihtiyaçları gayb hazinelerinde bulunan sınırsız zenginliğe sahip olan Allah.
garib / garîb
Yabancı, memleketinden uzakta bulunan, kimsesiz.
garr
Aldatmak.
Hırsa düşmek.
Alnında dirhemden büyücek beyazlık bulunan at.
garre
Gafil kişi, gaflette bulunan kimse.
gavafil
(Tekili: Gafile) Gafiller, gaflette bulunanlar.
gavs-ı ferid
Eşsiz, eşi olmayan gavs; velilerin başında bulunan en büyük veli.
gaybü'l-gayb
Gayb âleminden de ötede bulunan gizli âlem.
gayr-ı mebzul
Bol olmayan; nâdir olan, az bulunan.
Çok kullanılmayan. Az bulunan şey.
gergedan
Burnu üzerinde boynuzu bulunan ve file benzeyen vahşi bir hayvan.
gıbta
İmrenmek. Kişinin, başkasında bulunan iyi bir şeyin ondan gitmesini istemeyip, benzerinin kendisinde de bulunmasını istemesi.
gılman-ı hassa
Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v
gul
Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak.
Ölüm.
Belâ.
gurbet-zede
Memleketinden başka yerde bulunan, gurbete düşmüş olan.
(Farsça)
hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun
Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb
hacer-ül esved
(El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir. (İslâm Ansiklopedisi'ne göre: Kâbe'nin şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiş, üç büyük ve bir kaç tane de küçük parçadan müteşekkil ve gümüş bir h
hacer-ül-esved
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
hacerü'l-esved
Kabe'nin doğu köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte bulunan semavî, kutsal siyah taş.
hacerülesved
Kâbede bulunan ünlü kara taş.
hadıyd
(Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer.
Dağ eteği. Zir. Alçak yer.
Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
hakaik-ı şeriat / hakâik-ı şeriat
Allah'ın koyduğu kanunlarda bulunan hakikatler.
hakikat-ı kur'aniye / hakikat-ı kur'âniye
Kur'an'da bulunan hakikat.
hal / hâl
Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d
hali kalmayan / hâli kalmayan
Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).
halid bin sinan abesi aleyhisselam / hâlid bin sinân abesî aleyhisselâm
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber Muhammed aleyhisselâm arasında geçen fetret devrinde, Aden beldesinde bulunan bir kavme gönderilmiştir.
halife
Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
hamd ü senahan / hamd ü senâhan
Cenâb-ı Hakka şükür ve övgüde bulunan.
hamil / hâmil
(Hâmile) Yüklü yüklenmiş.
Gebe.
Taşıyan, götüren.
Hâiz.
Mâlik, sahib.
Uhdesinde bir poliçe bulunan.
hamiyet-furuş
Hamiyetlilik taslayan; hamiyet ve gayret iddiasında bulunan.
hane-gi / hane-gî
Evcil, evde beslenen. Evde bulunanlardan, evdekilerden.
(Farsça)
hanif / hanîf
Sapıklıktan, yanlış inanışlardan Hakk'a, doğruya meyleden, dönen, müslüman. İslâmiyet'ten önce Arabistan'da putlara tapmayıp, hazret-i İbrâhim'in dîni üzerine bulunanlara verilen isim. Çoğulu hunefâ'dır.
hannane / hannâne
Resûlullah efendimizin dayanarak hutbe okuduğu, Mescid-i Nebevî'de dikili bulunan hurma kütüğü.
harbi / harbî
Dâr-ül harbde bulunan ve müslim olmayan kimse. Arada anlaşma yapılmamış düşman.
Harbe mensub ve müteallik.
Tüfek temizliği için kullanılan demir çubuk.
İslâm devleti ile harb halinde bulunan gayr-i müslimlere âit ülke halkından olan kimse.
Harble ilgili.
Savaş yerinde bulunan ve müslüman olmayan kimse.
Anlaşma yapılmamış düşman.
Tüfek doldurma âleti.
harbiye nazırı
Askerlik işleriyle alâkalı dairenin başında bulunan memura verilen ünvandır. Kuva-yı Milliyenin Anadolu'da kurduğu hükümette "Milli Müdafaa Vekili" adını taşıyan bu ünvan, Osmanlı Hükümetine 1908 Temmuz inkılâbı arifesinde kurulan Said Paşa kabinesiyle girmiştir. Ondan evvel "Serasker" adını taşıyor
haremeyn-i şerifeyn
Mekke'de bulunan Kâbe-i Şerif ve Medine'de bulunan Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mescidine (Mescid-i Nebevî) verilen isim.
harikulade / hârikulâde
Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
hassa-i münhasıra / hâssa-i münhasıra
Bir şeyde bulunan ve sadece ona mahsus olan özellik.
hassa-i zatiye / hâssa-i zâtiye
Birşeyin bizzat kendinde bulunan temel nitelik.
hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret
Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü
hav
Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.
havass / havâss
(Tekili: Hâss - Hâssa) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar.
Zenginler sınıfı.
Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat
havernak
Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk.
havz-ı kebir
Fık: Büyüklüğü 45 - 50 metre kare genişliğinde olan akmayan, durgun su bulunan havuzdur. Genişliği bu ölçüden küçük olursa ona havz-ı sagir denilir.
havza
Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.
hayat-ı takdiriyye
Huk: Ana rahminde bulunan çocuğun hayatı.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
hazine-i hümayun
Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.)
hazır / hâzır
Her yerde hazır bulunan Allah.
Meydanda, göz önünde olan.
hazır ve nazır
Bizzat bulunan ve gören.
hazire / hazîre
Etrafında duvar veya çit bulunan ağıl, bahçe.
Mezarlık.
hazirin / hazirîn
(Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.
hazırun / hâzırûn / حاضرون
Huzurda olanlar, yakında bulunan topluluk.
Bulunanlar, hazır olanlar.
(Arapça)
hecagu / hecagû
Nazım veya nesir yoluyla birinin aleyhinde bulunan. Birini zemmeden, bir kimseyi hicveden.
(Farsça)
helikopter
Pervanesi tepesinde bulunan ve olduğu yerde durabilen, dikine kalkış ve iniş yapabilen bir uçak.
(Fransızca)
hem-aşiyan
Bir yerde beraber bulunan, bir yuvada birlikte olan.
(Farsça)
hem-dil
Fikirleri, düşünceleri aynı olanların her biri. Bir maksad ve istekte bulunanları beheri.
(Farsça)
hem-huy
Bir ahlâk ve tabiatda bulunan. Huyları bir olan.
(Farsça)
hicaz demiryolu madalyası
Şam-Hicaz demiryolunun yapımı için para yardımı bulunanlarla, demiryoluna ait işlerde hizmetleri görülenlere verilmek üzere II.Abdülhamid tarafından çıkartılan üç ayrı madalya. 16.9.1902 tarihli nizamname ile çıkarılan bu madalyanın bir tarafında "Hamidiye Hicaz demiryoluna hizmet eden hamiyyetmendâ
hicret
Bir yerden başka bir yere göç etmek.
Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.
Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.
İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere
hıfzıssıhha
(Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
hilafetpenah
Hilafetin dayanak yeri. Halifeliği haiz bulunan, hilafeti koruyan kimse. Halife, padişah.
(Farsça)
hilafgir
(Çoğulu: Hilâfgirân) Zıt düşüncede olan, karşı fikirde bulunan, aleyhinde olan.
(Farsça)
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hill
Helâl. Yapılması günah olmayan.
Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha.
hılt
Bir şeye karışık, karışmış bulunan.
Eski tıbda: Ahlât-ı erbaa (Kan, salya, safra, dalak) dan birisi.
Soyu, nesebi karışık kimse.
hinas
(Tekili: Hünsâ) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler.
hipotenüs
Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.)
(Fransızca)
hıra
Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (A.S.M.) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i Nur da denilmektedir.
hisarlı
Hisarla çevrili yer.
Hisarda oturan, kalede mukim.
Ask: Sınırlarda bulunan şehir ve kalelerde topçuya ait hizmetlerde kullanılan bir sınıf asker. Bunlara İstanbul'dan gönderilen "topçuağası" kumanda ederdi. Hisarlılar, bölük ve ortalara ayrılmamıştı. Sayıları sınırlı ve sabit
hısım
Soyca ve evlenme neticesinde aralarında bağ bulunanların beheri. Akraba.
hiss-i sadise-i batıniye / hiss-i sâdise-i bâtıniye
İnsanın içinde ve ruhunda bulunan altıncı his.
hissiyat-ı insaniye / hissiyât-ı insaniye
İnsanlarda bulunan hisler, duygular.
hissiyat-ı umumiye
Herkeste bulunan hisler, duygular.
hişt
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
hıyar
Hayırlılar.
(Çoğulu: Hıyârât) Huk: Bir işi yapıp yapmamada serbestlik. Genel olarak bir anlaşmadan vaz geçme. Hususi bir sözleşmenin fesh veya tasdiki. Muhayyerlik. Kendisinde böyle muhayyerlik bulunan kimse, yaptığı bir akdi diğer tarafın rızasına hâcet kalmaksızın bozabilir.
hıyar-ı vasf
Bir akitte vücudu şart kılınan veya örfen meşhud bulunan mergub bir vasfın mevcud olmaması sebebiyle âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir. (Sağılır diye satılan bir ineğin, sütten kesilmiş olması gibi.)
hizbullah
Allah'a bağlı olan topluluk; Kur'ân ve iman hizmetinde bulunanlar.
hoppa
Herşeye girişen hafif mizaçlı çocuk tabiatında olan kimse. Yersiz davranışlarda bulunan, dilediğince davranan kişi. Delişmen, şımarık.
hüccet-i zahriye
Kenarında sebebi yazılı bulunan hükmün tasdikli suretini ihtiva eden hüccet.
huddam / huddâm
Hizmette bulunanlar. Hizmetçiler.
Cin taifesinden olan hizmetçi.
Hizmette bulunanlar.
hüddam
İnsana hizmette bulunan cin.
hükumet-i gayr-i müstakille / hükûmet-i gayr-i müstakille
İstiklâliyet ve hâkimiyet haklarını tamamen haiz olmayıp, diğer bir devletin boyunduruğu altında bulunan hükûmet.
huleyme
(Çoğulu: Huleymât) Memecik.
Ciltte, bilhassa dil üzerinde bulunan küçük kabarcıkların beheri.
hums
Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse.
hünsa / hünsâ
Kendisinde hem erkeklik hem dişilik alâmeti bulunan kimse.
Aynı çiçekte erkeklik ve dişiliğin bulunması.
Erkek ve kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse.
huruf-ı mukattaa / hurûf-ı mukattaa
Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.
huruf-i mukattaa
Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler.
huruf-u mukattaa / hurûf-u mukattaa
Bazı sûre başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre niteliğinde olan harfler (Yâ sin, Elif lâm mim, Ha mim vb.).
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan Arapça hece harfleri.
huruf-ul mukattaa
Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.
hurumiyye / hurûmiyye
Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer bir adı. Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için, Hurûmiyye adını almışlardır.
hutbe-i şamiye / hutbe-i şâmiye
İçinde Üstadın Şam'da verdiği hutbe bulunan kitap.
hüzn
Üzüntü, keder. Sevincin zıddı. Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır. Tasavvuf yolunda bulunanlara âit bir hâl.
huzzar / huzzâr / حضار
(Tekili: Hâzır) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.
Hazır olanlar, bulunanlar.
(Arapça)
huzzar-ı meclis / huzzâr-ı meclis
Mecliste hazır bulunanlar.
i'rab
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
ibn-i arz
Garip, gurbette bulunan.
icad
(Ücâd) Kapı ve pencerelerin üstlerinde bulunan kemer.
içerlek
t. Dip, kuytu yer. Çıkmaz.
Daha geride, daha içeride bulunan.
idare-i mutlaka
Bir hükümdarla idare. Bir hükümdarın idare ve yönetimi altında bulunan devlet. Mutlakiyet idaresi.
ifratalud / ifratâlûd
Aşırılıkla karışık, aşırılık bulunan.
igrak
Suya batırmak, boğmak.
Kabı doldurmak.
Edb: İmkânsız bulunan mübalâğa.
ihale
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
Zayıf addetmek.
Muhal söz söylemek.
ihsan-didegan / ihsan-didegân
(Tekili: İhsandide) İyilik görmüş olanlar, bahşiş almış kimseler, minnettar bulunanlar.
iki imam
Her dönemde bulunan ve manevî açıdan önderlik konumunda bulunan iki şahıs.
ikrar / ikrâr
Îmânını açıkça, dil ile söylemek.
Bir kimsenin kendisiyle alâkalı olup, başkasına âit bulunan bir şeyi haber vermesi, îtirâf etmesi.
ıkta'
(Kat.'dan) Delil göstererek susturma.
Mülkiyeti devlete ait olan bir arazinin menfaatinin hazinede istihkakı bulunan kimseye padişah tarafından verilmesi.
Maktuan ihâle.
ilik
t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği.
Kemiğin içinde bulunan madde.
illiyyin / illiyyîn
Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet.
Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu yer.
ilm-i muhtar
Seçim serbestliği bulunan ve bağımsız hareket eden bir ilim sahibi.
imkanat / imkânat
Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler.
inayetkar / inayetkâr / inâyetkâr
Yardım ve iyilik eden. Lütuf ve inayette bulunan.
(Farsça)
Yardım ve iyilik eden, lütuf ve inayette bulunan.
inayetkarane / inayetkârâne
İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.
(Farsça)
inorganik
Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan.
(Fransızca)
ırk
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.
işarat-ı hadisiye / işârât-ı hadîsiye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hadîslerinde bulunan işaretler.
işkal / işkâl
Sözün kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebi san'attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalılık.
islam-ı mecazi / islâm-ı mecâzî
Nefsin, itminâna gelmeden yâni Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmeye başlamadan önce, kişide bulunan ve Cennet'e girmek için yeterli olan İslâmiyet.
ispir
Arabacı. Arabacının yanında bulunan at uşağı.
Zabıta memuru.
Beyaz doğan kuşu.
ıstıfa-gerde
Seçilen. Seçilmiş bulunan.
(Farsça)
istiğrak / istiğrâk
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin içinde bulunduğu mânevî hallere dalması sebebiyle kendisini ve çevresinde olanları unutması.
istihkam / istihkâm
Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
Kuvvet ve metanet vermek.
istihsan
Güzel bulma, güzel görme.
Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö
istinabe / istinâbe
Başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması.
istinafiyye / istinâfiyye
Yeniden başlamaya ait.
İstinaf mahkemesine ait.
Arapça'da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle.
japon
1911 yılında İstanbul'da bulunan ve İslâm âlimlerine Allah'ın birliği ve Peygamber Efendimizin nübüvvetiyle ilgili sorular yönelten Japon Başkumandanı Mareşal Nogi.
jardiniyer
Salonlara süs için konulan ve içine çiçek ekilmek üzere bir sandığı bulunan bir mobilya.
(Fransızca)
jengele
Çatal tırnaklı hayvan.
(Farsça)
Hayvanda bulunan çatal tırnak.
(Farsça)
kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama
Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.
kabile
Birlikte yaşayan, konup göçen, bir sülâleden türemiş insanlar. Bir reisin idaresi altında bulunan ve ekserisi aynı soydan gelen insanlar.
kadi-l kudat
Kadıların kadısı. En büyük kadı. Kazasker veya şeyhül islâm makamında bulunan kimse.
kadim / kadîm
Eski.
Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.
kahin / kâhin / كاهن
Gaipden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı.
İlkel dinlerin ruhani reisleri.
Gaipten haber veren, kehanette bulunan.
(Arapça)
kain / kâin / كائن
Olan. Var olan. Bulunan. Mevcut.
Var olan, bulunan.
Bulunan, yer alan.
(Arapça)
kainat seması / kâinat seması
Kâinatın ve bütün varlıkların üzerinde duran gökyüzü; burada bütün varlıklar âlemi dünyaya, onu kuşatan gökyüzü ise yücelerde bulunan manevî âlemlere benzetilmiştir.
kalb-i hakiki / kalb-i hakîkî
Yürek denilen et parçasında bulunan mânevî kuvvet.
kameriyye
Çardak. Bahçelerde, mehtaplı gecelerde oturmak üzere yapılıp, etrâfı sarmaşık v.s. çiçeklerle örtülü bulunan yer. Küçük köşk.
kamilin-i ehl-i suffe / kâmilîn-i ehl-i suffe
Suffede bulunan fazilet sahibi kâmil sahabeler.
kanber
Hz. Ali'nin (R.A.) sâdık, vefakâr ve sevgili kölesinin adı.
Mc: Bir evin gediklisi.
Herşeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan bir adamdan kinâye olarak kullanılır.
karbon
Lât. Basit olup kömürleşmiş hâlde bulunan bir temel unsur. Kömür. Billurlaşmış halde kömürleşmiş cisim.
karin
Yakın. Hısım. Akraba.
Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu.
Bir şeyi elde eden, nâil olan.
Pâdişahın daimi surette yakınında bulunan. Mâbeynci.
karz-ı hasen
Ödünç verme, çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme.
kaside / kasîde
Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
katalog
Kitaplık halinde, yahut neşriyata tabi bulunan bir şeye ait etraflı geniş liste, eşya listesi.
(Fransızca)
kategori
Aralarında herhangi bir bakımdan alâka veya benzerlik bulunan şeylerin hepsi.
Zümre, grup.
kavliracih / kavlirâcih
Üstün bulunan söz.
kayyum-i alem / kayyûm-i âlem
Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.
kazaskerler
Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfının en yüksek mertebesinde bulunan devlet görevlileri; askerî kadılar.
kazein
Sütte bulunan albüminli maddeler.
(Fransızca)
kazf haddi
Muhsan olan erkek veya kadına zînâ isnâd edenlere (iftirâda bulunanlara) verilen sopa cezâsı.
kaziye-i şartiyye
Man: İki cümleden ibâret, fakat bunlardan birinde olan hüküm diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan, yâni; aralarında mülâzemet ve irtibat bulunan kaziyedir.
kaziye-i vaktiye-i münteşire
Hükmü herhangi bir zamanda ve herhangi bir fertte gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan kaziye, önerme.
keffaret-i salat / keffâret-i salât
Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret.
kemal-i şuun / kemâl-i şuûn
Zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kemyab
Az bulunan. Nâdir. Bulunmayacak kadar az olan.
keramet-i ilmiye
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet.
İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübe
keştinişin / keştînişin
Gemide oturan. Gemide bulunan kimse.
(Farsça)
kihal
(Tekili: Kehl) Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar.
kırkanbar
İçinde çok çeşitli şeyler bulunan yer veya kap.
Çok şeyler bilen kişi.
kıtmir / kıtmîr
Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı.
kıyas / kıyâs
Bir şeyi diğer bir şeyle ölçme, bir şeyi başka şeye benzetme; hakkında nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunmayan bir mes'elenin hükmünü, buna benzeyen ve hakkında nass bulunan başka bir mes'elenin hükmüne benzeterek anlama.
kıyas-ı mukassim
Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")
kıyemi / kıyemî
(Çoğulu: Kıyemiyyât) Az bulunan pahalı şey.
kıyemiyyat
(Tekili: Kıyemî) Değerli nesneler, az bulunan pahalı şeyler.
kıymet-i zatiye / kıymet-i zâtiye
Bir şeyin veya bir kişinin bizzat kendisinde bulunan değer.
koloni
Bir ülkenin, sınırları dışında işgal ettiği ve yönettiği ülkeye sıkı bağlarla bağlı arazi.
(Fransızca)
Başka bir memlekete yerleşmeğe giden göçmen topluluğu veya bir topluluğun yerleştiği yer.
(Fransızca)
Bir memlekette bulunan yabancılar topluluğu.
(Fransızca)
komite
Bir komisyon arasından seçilmiş âzası bulunan, bir iş için toplanan hey'et. Meclis şubesi. Hey'et.
(Fransızca)
konsey
İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu.
(Fransızca)
Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul.
(Fransızca)
Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.
(Fransızca)
kuba mescidi / kubâ mescidi
İslâm târihinde Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hicreti sırasında Medîne-i münevvere yakınında bulunan Kubâ'da ilk defâ inşâ edilen mescid.
kubbe-i hadra / kubbe-i hadrâ
Medîne-i münevverede bulunan Peygamber efendimizin kabr-i şerîfinin üzerindeki yeşil kubbe.
külçe
Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden.
Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.
kulle
(Çoğulu: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve.
Kule.
Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
kumanya
ing. Bir gemi içinde bulunan kimselerin beslenmeleri için gemiye doldurulan erzak. Gemi zahiresi.
Eskiden piyade kayığının arka kısmındaki dolapçık.
Gemi kileri. Geminin erzak koymağa mahsus yeri.
kur'an-ı azim-i hakim / kur'ân-ı azîm-i hakîm
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan yüce, büyük Kur'ân.
kur'an-ı hakim / kur'ân-ı hakîm
Hikmetli Kur'ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur'ân.
kur'an-ı hakim ve kerim / kur'ân-ı hakîm ve kerîm
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan Kur'ân.
kur'an-ı hakimin nuru / kur'ân-ı hakîmin nuru
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve mu'cizeler bulunan Kur'ân'ın nuru, aydınlığı.
kurena
Bir padişâhın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler. Yakınlar. Arkadaşlar.
küreyvat-ı beyza
Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl
kürsi / kürsî
Oturulacak yüksekçe yer, taht, makam.
Arş-ı a'lâ'nın altında bulunan, yer ve gökleri kuşatan alan.
kürtaj
Dölyatağı (rahim) veya kemik apsesi boşlukları içinde bulunan yabancı cisim veya hasta organları özel bir âletle çıkarıp almak işlemi. Rahmin temizlenmesi ameliyesi.
kusva
Son derecede bulunan.
Son, nihayet.
Son sınır. Erişilecek olan en son nokta.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kutb-ul aktab
Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (A.S.M.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (A.S.M.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mazharı ve Esmâ-i İ
kuvvet
Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket ettikleri sükunete getirmeğe muktedir olan sebeb. (Kuvvet, te'sir ettiği cisimlerin hâricindedir.)
la / lâ
Arabçada kelimenin başında nefy edatı'dır. Cevap yerine veya yersiz inkârda kullanılır. "Yoktur, değildir" gibi. Mâzi fiilinin evvelinde bulunan Lâ, duâiye olur. Lâ zâle sıhhatehu: "Sıhhati zâil olmasın" sözündeki gibi.
Harf-i atıf da olur. Ve mâba'dını makabline nefyen rabt eder ve
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
lafz-ı müşterek
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
lakat
Yabandan toplanan nesne.
Mâdende bulunan gümüş ve altın parçaları.
lakit / lakît
Yerden kaldırıp alınmış ve sahipsiz kalmış bir şey. Sokakta bulunan mal, para.
Sokağa atılmış yeni doğmuş çocuk.
Üzerine ansızın gelinen kuyu.
lat / lât
İslâmdan önce Arapların Kâbe'de bulunan putlarından biri.
latif / latîf
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından. Lütf ve ihsân edici, dâimâ güzel muâmelede bulunan.
Yumuşak, hoş, güzel, nâzik. Âdem oğlu aç gözünü, yeryüzüne kıl bir nazar, Gör bu latîf çiçekleri, hangi kuvvet yapar, bozar.
Gözle görülmeyen.
latife / lâtife
Duygu, his; insanın mânevi yapısında bulunan ince duygular.
latife-i insani / lâtife-i insani
İnsanda bulunan lâtif duygulardan birisi.
lazım-ı zati / lâzım-ı zâtî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ, sıcaklık ateşin lâzım-ı zâtîsidir.
lazıme-i zaruriye-i naşie-i zatiye / lâzıme-i zâruriye-i nâşie-i zâtiye
Bizzat kendi zâtında var olan ve zâtından başka hiçbirşeyden kaynaklanmamış olan, bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ "Sıcaklık, ateşin bizzat kendisinden kaynaklanan ayrılmaz zorunlu bir özelliğidir." denilebilir.
leşker-i dua / leşker-i duâ
Duâ ordusu. Sıkıntı ve darda kalan müslümanlara duâları ile yardımda bulunan Allahü teâlânın sevgili kulları, sâlih müslümanlar, velîler topluluğu.
letafet-i asliye / letâfet-i asliye
Bir şeyin aslında ve temelinde bulunan tatlılık, hoşluk.
levha
Üzerinde yazı veya resim bulunan, duvara asılacak kâğıt.
Bir sayfanın üzerindeki kalın yazı.
levvam
(Levvâme) Levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.
luka incili / luka incîli
Meşhûr dört İncîl'den biri. Antakyalı papas Luka tarafından yazıldığı için bu ad verilmiştir. Şimdi elde bulunan İncîllerin en yanlış olanıdır.
lükata
Fık: Sâhibi belli olmayan sokakta bulunan şey. Bu malı yerden kaldırmağa İltikat, yerden kaldırana da Mültekit denir.
lut aleyhisselam / lût aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden. Bugün Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki Sedûm şehri halkına peygamber olarak gönderildi. İnsanlara İbrâhim aleyhisselâmın dînini tebliğ etti.
lütufkar / lütufkâr
İyilik ve bağışta bulunan.
lüzum-u zati-i tabii / lüzum-u zâti-i tabiî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ tam olmasa da "Ateşin lüzum-u zâti-i tabiîsi sıcaklıktır." denilebilir.
ma-vera
Bir şeyin gerisinde, arkasında veya ötesinde bulunanlar.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
madde-i musavvire
Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
madun / mâdûn
Alt, aşağı, alt derece, emir altında bulunan.
mafevk
Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir.
maftur
(Fıtrat. dan) Yaradılışta olan. Fıtratta bulunan.
Yaradılmış.
maglul
Susuz kalmış. Su sıkıntısında bulunan.
Eli bağlı. Zincirle bağlanmış kimse.
Hapsedilmiş olan.
magrib
(Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
mahfuz liman
Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar.
mahiyet-i beşeriye
İnsanların yapısında bulunan temel özellik.
mahkum / mahkûm
Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
Birisinin hükmü altında bulunan.
Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.
Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan
Hüküm giymiş.
Katlanma, zorunda olma.
mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak
Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.
mahluk-u musahhar / mahlûk-u musahhar
Emir altında bulunan ve kendinden istenilen şeyleri yerine getiren yaratık, varlık.
mahmud şevket paşa
31 Mart Hâdisesi patlak verdiği sırada Selânik'te bulunan Redif Tümeninin kumandanı.
mahmud-üş şiyem
Medhedilecek huylara sâhib olan. Beğenilen ve takdir edilen hasletler kendinde bulunan.
mahya
Ramazan-ı şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve şekiller.
maide
Yemek sofrası. Üzerinde nimetler bulunan sofra. Ziyafet.
Kur'an'ın 5. Suresinin adıdır ve Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
maişet
(Ayş. dan) Yaşayış. Yaşama. Ömür.
Yaşamaya lüzumlu bulunan maddeler.
maiyet
Birinin yanında bulunan, emrinde çalışan.
maiyyet
Beraberlik. Arkadaşlık.
Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et.
Yan. Nezd.
maiyyet-i seniyye
Pâdişâhın maiyyeti. Pâdişahın yakınında bulunanlar.
makam / makâm
Yüksek dereceli me'mûriyet, me'mûrluk yeri, mevkî, mansıb.
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin bu yolda ilerlerken kazandığı mânevî derecelerden her biri.
makam-ı ibrahim
Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.
makam-ı mahmud / makâm-ı mahmûd
Mahşer (kıyâmet) günü büyük bir sıkıntı ve ızdırab içerisinde bulunan mahlûkâtın hesaplarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâ tarafından Muhammed aleyhisselâma verilen şefâat izni. Buna Şefâat-i Kübrâ da denir.
makulat / mâkûlât
Akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar.
mal / mâl
Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli, lüzumlu şey. (Varlık, servet, para, ticaret eşyası gibi.)
Bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey.
malik-ül-mülk / mâlik-ül-mülk
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yaratılmışların ve onlarda bulunan her şeyin sâhibi olan.
mamelek
Elinde bulunan şeyler, sâhib olduğu şeyler. Nesi var ise, hepsi.
Huk: Bir şahsın alacak ve borçlarının hepsi.
mamure / mamûre
İnsan bulunan, bayındır, şenlikli yer, şehir, kasaba.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
mansıbdar / mansıbdâr
Mansıbda bulunan.
(Farsça)
mansubin / mansubîn
(Tekili: Mansub) Memuriyette bulunanlar. Hizmette olanlar.
masdar-ı mimi / masdar-ı mimî
Başında mim harfi bulunan masdar. (Ketb: Yazmak) masdarının mimisi (mekteb) olduğu gibi.
masl
Tarhana.
Yoğurt ve süt içinde bulunan yeşilimsi su.
maslak
Su yolu üzerinde bulunan su haznesi.
Dâima akan su borusu.
Büyük yalak.
mavera / mâverâ
Art, geri, bir şeyin ötesinde bulunan.
mayiat / mâyiât
(Tekili: Mâyi') Akıcı cisimler. Su halinde bulunan, akan şeyler.
maznun
(Zann. dan) Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen.
Huk: Bir suç dolayısı ile sorguya çekilen kimse. Sanık.
maznunin / maznunîn
(Tekili: Maznun) Zan altında bulunanlar. Şüpheli kimseler.
me'murin / me'murîn
(Tekili: Me'mur) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar.
mebzul
Bolca bulunan.
mecbul
(Cibillet. den) Yaratılmış. Yaratılışında bir hâl veya sıfat bulunan.
meclisiyan
Meclis ehli. Mecliste bulunan âzâlar.
mecrur
Sürüklenmiş.
Gr: Başında harf-i cer bulunan kelime. İzafet halinde son kelime. Cerr'li okunan kelime. (i, ı diye okunan kelime, yani esreli)
medarlar
Yirmi Dokuzuncu Söz'de bulunan bölümler; haşir ile ilgili deliller.
medine
Şehir.
Hicazda Hz. Peygamberin (A.S.M.) türbesi bulunan şehirdir. Buranın İslâmiyyetten evvel ismi "Yesrib" idi.
Şehir.
Eski adı Yesrib olan ve Peygamberimizin türbesi bulunan Hicaz şehirlerinden.
medsus
Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
İçine desise karışmış şey.
medyun
Borçlu. Vereceği bulunan.
meflul
Kınında bulunan kılınç.
Kapalı, kilitli.
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
melek-ül-mukarreb
Huzûru ilâhide bulunan melekler.
memnun
(Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan.
Kesilmiş.
menat
Cahiliye devrinde Kâbe'de bulunan bir putun adı.
menfi / menfî
Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan.
Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün.
Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen.
Hakikatın aksini iddia eden.
Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya cümle.
Nâkıs. Negatif, olumsuz.
mennan / mennân
Kullarına bol nimet ve ihsanlarda bulunan Allah.
mensub
Bir şeye veya kimseye nisbeti olan, alâkası bulunan. Bir şeyle ilgili olan.
meraki / merakî
Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse.
(Tekili: Mirkat) Merdivenler, basamaklar.
merkez
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
merkezi / merkezî
(Merkeziye) Merkeze mensub. Merkezde bulunan. Merkezle alâkalı.
Merkezde bulunan.
merve
Kâbe-i muazzamanın yakınında bulunan ve hacda, aralarında sa'y denilen ibâdetin yapıldığı iki tepeden biri.
meş'ar-i haram
Müzdelife'de şimdi üzerinde mescit bulunan yer.
meş'ar-ül-haram / meş'ar-ül-harâm
Mekke-i mükerremede, Arafât ile Minâ arasında bulunan Müzdelife'nin sonunda Cebel-i kuzah yakınında bir yer. Meş'ar, şiâr (alâmet) yeri demektir. Meş'ar denmesi; ibâdet yeri olması; haram diye vasıflandırılması ise, hürmeti ve kıymeti sebebiyledir.
mes'ele-i hilafiye / mes'ele-i hilâfiye
Hakkında ihtilaf bulunan mes'ele.
mesbuk / mesbûk
Geçmiş, arkada kalmış.
Önde bulunan, ondan evvel geçmiş.
Önce namaza durmuş, sonra imama uymuş.
meskun
İçinde oturanları olan yer. İnsan bulunan şenlenmiş yer.
meşlah
Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
meslu'
Vücudunda ur bulunan kimse.
meşmul
(Şümul. den) Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş.
Bir şeyin içinde bulunan.
mesnednişin
Bir mesned veya makamda bulunan.
(Farsça)
mevadd-ı hayatiyye
Hayata lüzumu bulunan maddeler.
mevcud
Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi.
Kâinat. Mükevvenat.
mevcud-u harici / mevcud-u haricî
Varsayıma dayalı olmayıp dışta maddi varlığı bulunan şey.
Maddî vücudu bulunan eşya.
mevcudin / mevcudîn
(Tekili: Mevcud) Mevcudlar, var olan ve bulunan şeyler. Mevcudât.
mevzu ilimler
Hali hazırda bulunan beşerî ilimler.
meyyal-i inhidam / meyyal-i inhidâm
Yıkılmak üzere bulunan. Neredeyse göçecek durumda olan.
meziyet-i zatiye / meziyet-i zâtiye
Bir şeyin veya bir kişinin bizzat kendisinde bulunan meziyet ve değerli özellik.
mıknatıs
yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe.
Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu bulunan bu mıknatıslı çubuğun şimale bakan kısmına şimal (kuzey) ucu, cenuba çekilen ucuna da cenub (güne
milk
Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk.
Birinin tasarrufunda bulunan şey veya yer.
millet
Din, dil ve târih berâberliği bulunan insan cemâati, topluluğu, kavim.
Din; kullarının dünyâda ve âhirette râhat ve huzûra kavuşmaları için Allahü teâlânın peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği yol.
Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve târih beraberliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk.
Bir sülâleden gelenlerin hepsi.
Maddi, mânevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi.
milliyet
Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hâl. Millet olma. Aralarında maddi mânevi birlik ve beraberlik râbıtaları bulunan topluluktaki vasıf.
mimi / mimî
(Mimiyye) Mim harfi ile alâkalı. İçinde mim harfi bulunan kelime.
mina / minâ
Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.
minnetkeş
(Çoğulu: Minnetkeşân) Minnet altında bulunan. Minnet çeken.
(Farsça)
minnetkeşan / minnetkeşân
(Tekili: Minnetkeş) Minnet altında bulunanlar, minnet çekenler.
misli / mislî
Çarşıda, pazarda aynı evsâfta, özellikte benzeri bulunan, fiyatları farklı olmayan mal.
mısra-i azade / mısrâ-i âzâde
Edb: Başlıbaşına mânası bulunan mısra.
mu'tazıb
Birbirine yardım eden. Birbirine muavenette bulunan.
mu'tell
İlletli. Hasta. Sakat. Alil.
Gr: İçinde harf-i illet bulunan kelime kökü.
muazzeb
Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan.
Azapta bulunan, çok sıkıntı gören, eziyet çeken.
muazzim
Tazimde bulunan, yücelten.
mubah
(İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey.
Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)
müblis
Mahrum.
Hasreti şiddetli olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.
mübrem
Kaçınılmaz olan. Vazgeçilmez olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.
mübtezel / مبتذل
Ele ayağa düşmüş.
(Arapça)
Orta malı.
(Arapça)
Çok bulunan.
(Arapça)
mücevherat-ı kur'aniye / mücevherât-ı kur'âniye
Kur'ân'ın içinde bulunan mânevî inciler.
müddei-yi umumi / müddei-yi umumî
Milletin umum haklarını korumak üzere muhakemede hazır bulunan vazifeli, hukuk tahsilini bitirmiş hükümet memuru. Adliye bakanlığına bağlı, icra kuvvetini birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden, adlî idare makamında bulunan şahıs. Savcı.
müdebber
(Dübur. dan) Azat olması efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle.
Düşünce ile hareket edilmiş.,
mufaddıl
Dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah.
müftera hadis / müfterâ hadîs
Peygamberlik iddiâsında bulunan Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbi ile inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.
muhassal
Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası.
muhat
İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.
muhayyile
Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti.
muhazi / muhazî
(Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.
muhkem
Sağlam kılınmış, tahkîm edilmiş. İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyet. Çoğulu muhkemâttır.
muhkemat
Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar.
İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar.
İçinde hüküm bulunan, mânâsı açık olan âyetler.
mühr-i nübüvvet
Peygamberlik mührü; Peygamber efendimizin mübârek sırtı ortasında, sol küreğine yakın kalbi hizâsında bulunan nübüvvet mührü. Gümüş teninde, letâfet vardı, İrice Mühr-i nübüvvet vardı. Sırtında idi, Mühr-i nübüvvet, Sağ tarafına yakındı elbet. Bildirdi bize edenler ta'rîf, Bir büyük ben idi, mühr-i
muhsin
Yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah.
muhsin-i kerim / muhsin-i kerîm
Yarattıklarına sonsuz bağış ve ikramda bulunan Allah.
muhteviyat / muhteviyât / مُحْتَوِيَاتْ
İçinde bulunanlar.
mükabir / mükâbir
Kendini büyük gören, karşısındakini küçümsüyerek, doğru sözünü kabul etmeyen. Haksız olduğu hâlde hak iddiasında bulunan.
mukaddemat
(Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar.
mukallid
Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.
mukarreb melek
Allahü teâlânın huzûrunda bulunan melekler.
mukarrebin-i sahabe / mukarrebîn-i sahabe
Devamlı Peygamber Efendimizin (a.s.m.) yakınında ve etrafında bulunan Sahabeler.
mükaşif / mükâşif
(Keşf. den) Mükâşefede bulunan.
mukattaa
Sûre başlarında bulunan şifreli harf.
mukattaat
Sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler.
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.
mukattaat-ı huruf / mukattaât-ı huruf
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.
mukayyed
Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı.
Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan.
Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.
mükellefin / mükellefîn
Vazifeliler. Mükellefler. Bir şeyi ödemek zorunda bulunanlar.
mükellel
(İklil. den) Başında taç bulunan. Taç giymiş olan.
Parlak, müzeyyen, süslü.
Tacına inci taşları dizilen.
mükrim
İkram eden, cömertlikte bulunan.
mülasık
(Lüsuk. dan) İltisaklı. Bitişik. Yapışık. Yanyana bulunan.
mümit / mümît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren.
mündemiç
İçinde bulunan, içine yerleşen.
mündemic / مندمج
İçinde yer alan, içinde bulunan.
(Arapça)
mündemiç olan
Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.
münderic
Yer almış. İndirac eden, derc olunan.
Bir şeyin içine konulmuş bulunan. İçinde bulunan.
münhallat / münhallât
(Tekili: Münhall) Açıklıklar. Açık bulunan memuriyetler.
münteşire-i muvakkate
Hükmü herhangi bir fertte ve herhangi bir zamanda gerçekleşmiş bulunan veya gerçekleşmesi mümkün olan.
murad / murâd
İstenilen; arzû edilen şey.
Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.
murafık
Refakat eden, beraber bulunan, yoldaş, arkadaş.
müreddede
İhtimâller arasında bırakılan, tereddüt içinde bulunan.
mürtecel
Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese
musahib
Beraber sohbet eden. Arkadaş. Arkadaşlık eden. Birlikte bulunan.
müsalif
Yol arkadaşı.
Birinden ileride bulunan.
Biriyle birlikte seyreden.
Bir işte beraber olan.
müşarik
(Şirket. den) Ortak, şerik. Bir işte birlikte bulunan.
Birlikte iş yapanlardan herbiri. Ortakların beheri.
müsavi / müsavî
Eşit, denk, aynı halde ve derecede bulunan.
müsellim
(Selm. den) Teslim eden, veren.
Tar: Eyalet valileriyle sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memuR edilen kimseler. Vali ve mutasarrıflardan uhdesine tevcih olunan iki yerden mühim olanında kendisi oturur, diğerini gönderdiği adam idare ederdi. Yine bunlar
müsliman
(Selâmet. den) İslâm olan. İslâm dininde bulunan, mü'min ve mütedeyyin olan.
müşrif
Yükselen, çıkan.
Ölüme pek yakın bulunan.
Etrafa bakan, etrafı gören.
Vakıf malı koruyan kimse.
müstahdem
Ücretle çalışan, hizmette bulunan, hademe.
müstahfız
Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine
müstakbel
Karşılanan, istikbâl edilen, önde bulunan. İlerdeki, gelecek.
Gelecek zaman.
müstakdim
(Kıdem. den) İleride ve önde bulunan. İstikdam eden.
(Kadem. den) Çok ayaklı olan.
mustazill
(Zıll. dan) Gölgelenen, gölgede oturan.
Birinin koruyuculuğu ve himâyesi altında bulunan.
müstebgi / müstebgî
Bir şeyin olması için yardımda bulunan.
müstekbelat / müstekbelât
(Tekili: Müstakbel) Gelecek zamanlar, istikbâller.
Önde bulunanlar.
müşteki
Şikâyette bulunan, şikâyetçi.
müştemel
(Şümul. den) Bir şeyin içinde bulunan. Bir şeyin hâvi olduğu, içine aldığı, ihtivâ ettiği.
müştemilat-ı arziye / müştemilât-ı arziye
Yerin içinde bulunan şeyler.
müstemleke
Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket, yer, sömürge.
Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.
müsterham
İstirham olunmuş, niyaz olunmuş, yalvarılmış bulunan.
müsteskıl
(Sıklet. den) İstiskal eden. Birine karşı kovarcasına muamelede bulunan.
müstetbeü't-terakip / müstetbeü't-terâkip
İşaret, telmih, remiz gibi asıl sözün etrafında bulunan birbirine bağlı ikinci derecedeki mânâlar; çağrışımlar.
mutasallıf
Dalkavuk, şarlatan; seviyesinin üstünde fazilet ve zerafet iddiasında bulunan.
mutasallif
Haddinden, iktidarından hâriç fazilet ve zerafet iddiasında bulunan. Şarlatan.
mutasallifin / mutasallifîn
Haddinden fazla fazilet ve zerâfet iddiasından bulunanlar. Şarlatanlar.
mutasarrıf
Kendinde kullanım hakkı bulunan.
mutasarrıf-ı fa'al / mutasarrıf-ı fa'âl
Her zaman Zâtına has ve lâyık iş yapan, daima faaliyette bulunan, idâre eden ve tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hak.
mutasarrıf-ı rahim / mutasarrıf-ı rahîm
Varlıklar üzerinde merhamet ve rahmetinin çok özel tecellîleri bulunan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi Allah.
mutazallil
(Zıll. den) Gölgede oturan, gölgede bulunan, gölgelenen.
Korunan, muhafaza ve himaye olunan.
müteazzir
Özürlü, özürü bulunan.
Mümkün olmayan, güç, zor.
mütebaid
Uzaklaşan. Bir birinden uzak bulunan.
müteberri'
Bağışlayan, teberru eden. Bağışta bulunan.
mütecavir
(Civar. dan) Komşu. Civarda bulunan.
mütedehhi
Üstün zekâlı ve anlayış sahibi gibi harekette bulunan.
mütedehhiyane
Üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda.
(Farsça)
mütegaffil
Gaflette bulunan. Bilmiyor görünen.
mütegallif
Kılıflanmış. Kılıflı. Kın içinde bulunan.
mütehammik
(Humk. dan) Ahmak gibi konuşan veya ahmakçasına hareketlerde bulunan. Ahmaklaşan.
mütehazzır
Hazır olan, huzurda bulunan.
mütekadim
Geçmiş bulunan, tekadüm eden.
mütekayyidin / mütekayyidîn
(Tekili: Mütekayyid) (Kayd. dan) Dikkatli davrananlar, kayıtlı bulunanlar.
mütekevvin
Hâsıl olan. Mevcud bulunan. Var olan.
mütemehdi
Mehdilik iddiasında bulunan.
mütenasib
Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
mütenasır
Birbirine yardım eden, muavenette bulunan, yardımlaşan.
mütenazır
(Nazar. dan) Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. Simetrik olan.
müteneffiz
Nüfuz sahibi, sözü geçer olan. İtibarı cari bulunan.
müterafık
Arkadaşlık eden, refekat eden, beraber bulunan.
Bir arada, karışık, karışmış.
Beraber bulunan, bir arada olan.
mütesahil
(Çoğulu: Mütesahilîn) Yumuşak davranan, iyi muâmelede bulunan.
mütesakkıb
(Sakb. dan) Ortası delik olan. Delinen, delinmiş bulunan.
mütesellim
(Selm. den) Teslim edilen şeyi alıp kabul eden.
Tanzimattan evvel vali ve mutasarrıfların uhdelerinde bulunan sancak ve kazâların idaresine memur edilen kimseler. Bunlara "voyvoda" denirdi.
Vergi tahsildarı.
müteşettit
(Müteşettite) Dağılan, dağınık olan. Karışan, karışık bulunan. Perişan olan.
mütevakkı'
Bir şeyin vukuuna muntazır olan, ümid eden, ricâ ve niyazda bulunan.
mütevati / mütevâtî
Bir cins içinde bulunan ferdlerin hepsinde müsâvî, eşit miktarda bulunan sıfat, husûsiyet, özellik.
müteyakkız
Uyanık bulunan,tetikte gözü açık olan.
mütezehhidin / mütezehhidîn
(Tekili: Mütezehhid) Zâhid olanlar, dine çok bağlı bulunanlar.
mutlak su
Yaratıldıkları hâl (durum) üzere bulunan sular.
mutlakıyyet
Kayıtsız şartsız bir hükümdarın idaresi altında bulunan hükümet şekli.
muttasıf
Vasıflanan, kendisinde bir hal, bir sıfat, bir vasıf bulunan.
müvasat / müvâsât
Tanıdıklarını ve arkadaşlarını, kendisinde bulunan nîmetlere ortak etmek, onlarla iyi geçinmek.
müzdelife
Mekke'de Arafat ile Mina arasında bulunan mukaddes bir yer.
Arafat ile Mina arasında bulunan yer.
Mekke-i mükerremede Minâ ile Arafât arasında bulunan, Âdem aleyhisselâmla hazret-i Havvâ'nın yeryüzünde ilk buluştukları yer.
nadide / nâdide
Ender bulunan, görülmedik.
nadir / nâdir
Az bulunan. Seyrek.
Az bulunan.
nadirat / nadirât / nâdirât
Az bulunan şeyler.
Az bulunanlar.
nadire / nâdire
Ender bulunan, benzersiz olan.
nadire-i cihan / nâdire-i cihan
Dünyada ender bulunan, benzersiz.
nadire-i hikmet
Hikmetin az bulunan harikası.
naimin / naimîn
(Tekili: Nâim) Uyuyanlar, uykuda bulunanlar.
nakd
(C?: Nukûd) Madeni para, akçe.
Bir şeyin bedelini peşinen ödemek.
Para olarak bulunan servet.
Vezin ve ayarı tamam olan para.
Bir şeye hırsızlamasına bakma.
Seçmek.
Saymak.
nakd-i mevcud
Mevcud olan para, elde bulunan para.
nakısat
(Tekili: Nâkıs) Nâkıslar. Noksanı olanlar. Eksiği bulunanlar.
nakisedar / nakisedâr
Eksiği bulunan. Kusuru olan. Kusurlu.
(Farsça)
nar-ı hayat
Canlıya lüzumlu bulunan sıcaklık. Vücudun harareti.
nazari / nazarî / نَظَر۪ي
Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.
Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teorik.
nazariye / نَظَرِيَه
Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teori.
nebh
Bir şeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak.
Ansızın bulunan. Yitik.
Ansızın yitirmek.
Uykudan uyanmak.
Şerefli olmak.
Meşhur olmak, ün salmak.
nefs-i insaniye
İnsanda bulunan ve onu kötülüğe yönelten duygu.
nefs-i natıka / nefs-i nâtıka
Konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan.
negatif
Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi.
(Fransızca)
Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi)
(Fransızca)
neşita
Bir şeyin, aramaksızın bulunması.
Ansızın bulunan nesne.
Gâzilerin kastettikleri yere varamadan yolda buldukları ganimet.
nevaciz
(Tekili: Nâciz) Azı dişlerinin arkasındaki altlı üstlü bulunan dişler.
nevadir
Az bulunanlar.
nigarhane / nigârhane
Resim ve heykeller bulunan yer. Resim ve heykel sergisi.
(Farsça)
Ressamların çalıştıkları atölye.
(Farsça)
Puthâne.
(Farsça)
Güzelleri çok olan yer.
(Farsça)
nil
Mısırda bulunan büyük bir nehir.
nimmürde
Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan.
(Farsça)
nişangah / nişangâh
Hedef yeri. Nişan tahtası.
(Farsça)
Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım.
(Farsça)
nizamiye
İlk askerlik devresi.
Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire.
Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı.
nüsha-i nadire-i zaman / nüsha-i nâdire-i zaman
Zamanın nadir bulunan bir nüshası, örneği.
obüs
Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.
ocak imamı
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.
ödünç vermek
Çarşıda misli yâni benzeri bulunan her şeyi, belirsiz bir zaman sonra, misli geri verilmek üzere verme.
pa-berca-yi hareket / pâ-bercâ-yi hareket
Hareket etmek üzere bulunan, âmâde.
padişah-ı maznun / padişah-ı maznûn
Sanık konumunda bulunan Padişah.
paşalı
Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.
pejmürde-hal
Kılığı kıyafeti pejmürde olan, üstü başı pis bir halde bulunan.
(Farsça)
pesmande
Geri kalmış, geride bulunan, bâkiye.
(Farsça)
Artmış, artık.
(Farsça)
piyade
Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi.
Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada da bu ad verilir. Yaya askeri.
Yaya.
posta
İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi.
Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri.
Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta.
Takım, kol.
Hizmet nöbetinde bulunan er.
Sefer.
pres ateşeliği
Bir ülkenin yabancı ülkede kendini temsil için açtığı büyükelçilik bünyesinde bulunan Basın Ateşeliği.
rabb-i zülcelal-i ve'l-ikram / rabb-i zülcelâl-i ve'l-ikram
Sonsuz heybet ve yücelik sahibi olmakla birlikte çok ikramda bulunan ve herşeyin Rabbi olan Allah.
raci / râci
Geri dönen.
Dokunan, ilgisi bulunan.
raiyye
Otlatılan hayvan sürüsü.
Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.
ravda-i mutahhera
Temiz bahçe. Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m. uzunluğundaki mübârek yer. Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir.
razık
Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)
reaya
(Tekili: Raiyet) Bir kimsenin emri altında bulunanlar.
Bir hükümdar idaresi altında bulunan halk.
Hristiyan tebaa.
Bütün halk.
reis / reîs
Başta bulunan kimse, başkan.
remy-i cimar / remy-i cimâr
Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da denilmektedir.
resul / resûl
Yaratılışı, huyu, ilmi, aklı ve her bakımdan zamânında bulunan bütün insanlardan üstün olan ve yeni bir din ile gönderilen peygamber.
Elçi, haberci.
ribac
Kanatlarının ortasında küçük kapısı bulunan büyük kapı.
rical / ricâl / رجال
Erkekler.
(Arapça)
Üst düzeyde bulunanlar.
(Arapça)
rical-i gayb / ricâl-i gayb
Her devirde bulunan ve herkesçe görülmeyen ve bilinmeyen ve Allah'ın (C.C.) emirlerine göre çalışan mübârek, büyük zatlar. Ricâlullâh.
Her devirde bulunan fakat herkesçe tanınıp bilinmeyen ve görülmeyen, dünyânın nizâmı ile vazîfeli mübârek, büyük zâtlar.
rikaz
Yer altında bulunan madenler.
Câhiliyet zamanından kalmış gömülü mal.
risale-i esma / risale-i esmâ
Allah'ın altı isminde bulunan bazı ince mânâları anlatan risale; Otuzuncu Lem'a.
riyasetpenah
Başkanlık makamında bulunan. Başkanlık eden, başkan olan. Reislik yapan.
(Farsça)
sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn
Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ
sadaka-i fıtır
İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v
sadaret-penah
Sadrazam bulunan kimse.
(Farsça)
sadef
İnci kabuğu, içinde inci bulunan kabuk ambalaj.
şadırvan
Etrafında bulunan bir çok musluklardan ve bir fıskiyeden su akan havuz tarzında kubbeli çeşme. Şadırvanlar daha ziyade cami avlularında halkın abdest almaları için yapılırdı.
sahabiye
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı sağ iken görmüş olan ve mü'mine olarak vefat etmiş bulunan kadın müslüman.
sahib-i tertib / sâhib-i tertîb
Tertîb sâhibi. Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
şahide
(Müe.) Kadın şâhid.
(Farsça)
Mezar taşı.
(Farsça)
Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları.
(Farsça)
Dilber, güzel.
(Farsça)
şahm
Etler arasında bulunan yağ, iç yağı. Don yağı.
sahra-yı ceziretü'l-arab / sahrâ-yı ceziretü'l-arab
Arap Yarımadasında bulunan çöl.
şahs-ı hazır
O anda orada bulunan kişi.
şahs-ı külli / şahs-ı küllî
Ferdlerde bulunan bütün özellikleri kendinde toplayan şahıs, ferd, kişi.
saka
Ordunun gerisi, ordunun gerisinde bulunan asker takımı.
Üzengi kayışı.
şaki
Şekavette bulunan.
sakin / sâkin
Bir yerde veya zamanda oturup yaşayan, bulunan.
sari kanun / sâri kanun
Her şeye geçen, yayılan, her şeyde bulunan; yerçekimi kanunu gibi.
şatır
(Şetaret. den) Neş'eli. Şen.
Çevik. Hizmete koşup, her işe hazır bulunan.
Vaktiyle vezirlerin yanında giden asker.
şazz
(Şâzze) Kaide hârici olan. Umumi nizamdan ayrılmış olan, müstesna bulunan.
seb'-ül mesani
İki defa nazil olan ve yedi âyetten ibaret bulunan Fâtiha Suresi.
Mükerrer okunup tekrarlanan.
sebr ve taksim
Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
sefer der vatan
Nakşibendiyye yolunun on bir temel esâsından biri. Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) kötü ahlâk, beşer (insan) tabiatının sıfatlarından kurtulması, beşerî sıfatlardan meleklere âit sıfatlara, kötü, çirkin vasıflardan, iyi, güzel ahlâka geçm esi.
sefil
Sefalet çeken, muhtaçlık içinde olan. Çok sıkıntıda bulunan.
Uslu huy sahibi.
şehr
Cemâati, en büyük câmiye sığmayan yer veyâ İslâmiyet'in emrini yapabilecek güçte müslüman vâli ve hâkimi bulunan yer.
sekene-i arz
Yeryüzünde bulunan mahlûkat.
sekine / sekîne
İçerisinde on dokuz harfli on dokuz âyet bulunan çok mühim, sükûnet ve emniyet veren bir dua.
şekl-i hazır / şekl-i hâzır
Göz önünde bulunan şekil.
selamet-i millet fedaileri / selâmet-i millet fedâileri
Milletin kurtuluşu ve esenliği için fedakârlıkta bulunan ve kendini feda eden kişiler.
selim / selîm
(Selâmet. den) Sağlam, kusursuz. Refah ve selâmet üzere bulunan.
Sağlam, kusursuz, refah ve selamet üzere bulunan.
semavi / semavî
Gökle alâkalı, semaya dair ve müteallik.
İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.
semi' / semî'
İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).
ser-amed
(Çoğulu: Ser-âmedan) İleri gelen, başta bulunan.
(Farsça)
serdab
Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir.
(Farsça)
Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen
(Farsça)
serdefter
Defterin başında yazılı olan. En ileri geçen, en başta bulunan.
(Farsça)
sertak
Evin üstünde bulunan etrafı açık oda veya daire.
(Farsça)
şeşhane
Namlusunda 6 yivi bulunan tüfek veya top.
(Farsça)
şevai'
(Tekili: Şâyi') Yayılmış bulunanlar. Şâyi olanlar.
sevda / sevdâ / سودا
Kara, siyah.
(Arapça)
İnsan yapısında bulunan dört maddeden biri.
(Arapça)
sevk-i insani / sevk-i insanî
İnsanda bulunan meyil.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi.
Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.
seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi.
şi'ra-ül yemani / şi'ra-ül yemanî
Semanın güney yarım küresinde bulunan "Kelb-i Ekber" denilen burcun ve bütün semanın görünen en parlak yıldızı. (Sirius)
sidret-ül-münteha / sidret-ül-müntehâ
Yedinci kat semâda (gökte) Arş'ın sağında bulunan ağaç. Bu hususta değişik rivâyetler vardır.
sıfat-ı ezeliye alemi / sıfât-ı ezeliye âlemi
Ezelden beri Allah'ın zatında bulunan nitelikler âlemi.
sıfat-ı sübutiyye / sıfat-ı sübûtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları. Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir.
sıla-i rahim
Gurbette bulunanın memleketine gelip akrabasına kavuşması.
silsile-i tefekkür
Tefekkür mânâları ve ifadeleri bulunan ve günlük olarak tekrarlanan bölümlerin zincirleme devam etmesi.
sırr
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
sorguç
Başa takılan tuğ.
Bazı kuşların tepelerinde bulunan tüyden süs.
su'ban
(Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)
subaşı
Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
şüf'a
Bir malı müşteriye, mal olduğu fiata satmak.
Huk: Satılmakta olan bir yerde hissesi bulunan veya oraya bitişik komşu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir.
<
süfli / süflî
Aşağıda bulunan.
Alçak, pek aşağı olan.
Aşağıda bulunan, alçak, âdi, bayağı, kılıksız, kıyafetsiz.
sülasi mezidün fih / sülasî mezidün fih
Gr: Zaid harf almış ve kökünde üç aslî harf bulunan kelime.
sultanahmed
İstanbu'lda bulunan ve ismini Sultanahmed Camiinden alan semt; Sultanahmed Camiinin olduğu yer.
şümus-u kur'an / şümus-u kur'ân
Kur'ân-ı Kerimin içinde bulunan ve her birisi güneş gibi iman hakikatlerini açıkça gösteren temel özellikleri.
sünnet
Kanun, yol, âdet.
Siret-i hasene.
Ist: Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözü, emri, hal ve takriri. Müslümanların ittibâında ve dinlemesinde maddî ve manevî pek çok fazilet bulunan, tatbikinde mühim sevablar, terkinde mühim zararlar bulunan İslâmî emirler. Sünnet'e Farz-ı
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
surre
Para kesesi, cüzdan. Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medîne) halkına ve buralarda geçici olarak bulunan müslümanlara, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölge sindeki diğer idârecilere gönderdikleri para ve d
şuun
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler.
şuun-u mukaddese / şuûn-u mukaddese
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuun-u münezzehe / şuûn-u münezzehe
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait münezzeh özellikler.
şuun-u zatiye-i rabbaniye / şuûn-u zâtiye-i rabbâniye
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuunat / şuûnât
İşler, faaliyetler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
İşler, faaliyetler
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
şuunat-ı kesireye malik / şuûnât-ı kesireye mâlik
Pek çok halleri, özellikleri, etkinlikleri bulunan; pek çok işi yapabilen.
şuunat-ı kudsiye / şuûnât-ı kudsiye
Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden özellikleri.
şuunat-ı rabbaniye / şuûnât-ı rabbâniye
Bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zât'a ait nitelikler.
şuunat-ı sübhaniye / şuûnât-ı sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevkeden Zâtına ait kutsal özellikler.
şuunat-ı zatiye / şuûnât-ı zâtiye
Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler.
ta'zir-i evsat
İçtimai mevkileri orta hâlde bulunan kimseler hakkındaki ta'zirdir ki, hem mahkemeye bilcelb ilâm suretiyle, hem de hapis suretiyle yapılabilir.
tabii lüzum-u zati / tabiî lüzum-u zâtî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ "Ateşin tabiî lüzum-u zâtîsi sıcaklıktır." denilebilir. Ancak gerçek lüzum-u zâtî Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
tabiin / tâbiîn
Hadîs-i şerîflerle medhedilen, Eshâb-ı kirâmdan sonra gelen şerefli nesil. Eshâb-ı kirâmı görüp, onların sohbetinde bulunanlar.
tacbeyt
Edb: Bir kasidenin sonlarında nazmedenin ismi bulunan beyit.
taglis
Fık: Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunanlar için o günün Sabah Namazını fecri müteakib daha ortalık karanlık iken kılmak. (Bu çok efdaldir)
Bir işi üzerine almak.
Sabah karanlığında sefer etmek.
talak-ı bain / talâk-ı bâin
Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya
taraf
Yan, yön.
Yer, memleket, ülke. Kıt'a.
Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak.
Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri.
tavaf-ı nafile / tavâf-ı nâfile
Mekke-i mükerremede bulunanların fırsat buldukça yaptıkları tavâf.
tebaa
Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi).
tebea
Bir devletin hükmünde bulunan (Türkiye Devletinin tebaası gibi).
tebuk gazvesi
Hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Şam'da bulunan Rumlar tarafından o civarın halkı, müslümanlara karşı ayaklandırıldığı Peygamberimiz tarafından duyulduğunda, onlara karşı asker hazırlayarak Tebuk'e gitmiş ve oranın ileri gelenleri Peygamberimize gelerek barışa çalışmışlardır. Tebuk'te on
tecemmülat-ı beytiye / tecemmülât-ı beytiye
Evde bulunan eşya. Evin nizamını tamamlayan eşya.
tefarikulasa / tefârikulasâ
Bir olmakla beraber türlü faydaları bulunan.
tekfur
Tar: Bizans İmparatorluğunun valilik derecesindeki idarî hizmetlerinde bulunan kimseler.
telafif-i dimağiye / telâfif-i dimağiye
Beyinde bulunan kıvrımlar.
temkin zamanı / temkîn zamânı
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı. Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır. Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufukta
terakkişiken
Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan.
(Farsça)
tercih ehli / tercîh ehli
Hanefî mezhebinde, dînî hükümleri bildiren fıkıh âlimlerinin beşinci tabakasında bulunan ve ictihâd (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden dînî hüküm çıkarma) gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebin kavillerinden (sözlerinden) ve hüküml erinden sahîh ve evlâ (en iyi) olanı seçen mukall
tertib sahibi / tertîb sâhibi
Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse.
teşbih
(Çoğulu: Teşbihât) Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek.
Edb: Aralarında maddi veya mânevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmek san'atı.
tevabi'
(Tekili: Tabi') Maiyyet. Bir kimseye tâbi olanlar. İman ve İslâmiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar.
Uşaklar.
Bir merkeze bağlı olan yerler.
Gr: Evvelki kelimeye göre hareke alan kelimeler.
tevafuklu
İçerisinde tevafuk bulunan; düzgün bir biçimde birbirine denk gelen.
tevfik-i hareket eden
Uygun davranışta bulunan.
tevil
Yorumlama, yorum; sözün ilk anlamını değil de ihtimal dahilinde bulunan başka anlamlarını (mecâzî) esas alarak yorumlama.
tezyinat-ı zahiri / tezyinat-ı zahîri
Dış görünüşte bulunan süslemeler.
tılsımat-ı kur'aniye / tılsımât-ı kur'âniye
Kur'ân'da bulunan sırlar, gizli gerçekler.
tuba
Ne hoş. Ne iyi. Her şeyin iyisi ve efdali.
İyilik, güzellik. Baht.
Cennette bulunan ve kökü göklerde dalları aşağıda olan ağaç ismi.
Çok berrak ve saf olan.
Saâdet. Hayır. Devlet.
ücra
Çok uçta ve kenarda bulunan.
uhud
Hicazda bulunan mübarek bir dağ.
uhuvvetkar / uhuvvetkâr
Kardeş gibi davranan. Kardeş gibi muâmelede bulunan.
(Farsça)
ukad
(Tekili: Ukde) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler.
umur-u hakikiye
Hakiki işler; maddi âlemde gerçekliği bulunan şeyler, işler.
umur-u mütenasibe
Aralarında uygunluk ve münasebet bulunan şeyler.
unsur
Kimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi.
Umumdan ayrılan kısım.
Tam olan şeyin her bir parçaları.
Madde, esas, kök. Element.
üslub-u bedi-i pür-maani / üslûb-u bedî-i pür-maânî
Çok mânâları bulunan güzel ifade tarzı.
üzeyr
(A.S.) Kur'an-ı Kerim'de ismi bulunan büyük zâtlardandır. Peygamber olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır.
uzza
İslâmdan önce Kâbede bulunan putlardan biri.
vacid / vâcid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ma'bûd, Rab, ilâh olan, zâtında bulunması lâzım ve lâyık olan bütün sıfatları kendisinde bulunan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan.
vadi-yi urene / vâdi-yi urene
Arafât ovasında bulunan bir vâdi.
vahdet-i vücud / vahdet-i vücûd
Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) muhabbetle zikir yapması esnâsında, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız O'nu bilmesi hâli.
vakıf-ı ahval / vâkıf-ı ahval
Durumdan haberli olan, işlere vâkıf bulunan.
vasıt / vâsıt
Ortada bulunan.
İkisinin ortası.
Ortada bulunan.
vasıta / vâsıta
İki şeyi birbirine ulaştıran.
Aracı. Arada bulunan. Vasıtalık eden.
vav-ı haliye / vâv-ı hâliye
Cümlede öznenin, tümlecin veya her ikisinin durumunu bildiren sözün başında bulunan "vav" harfi.
vecd
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.
vehhab-ı rezzak / vehhâb-ı rezzâk
Çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; Allah.
vekaletname / vekâletnâme
Birisine vekillik verildiğini isbat eden ve ekseriya noterlikçe tanzim edilmiş bulunan yazılı kâğıt.
(Farsça)
velediyet
Hıristiyanlık ve Musevîlikte bulunan ve hâşâ Hz. İsâ (a.s.) ile Hz. Üzeyr'in (a.s.) Allah'ın oğlu olduğunu kabul eden bâtıl inanç.
vitamin
Vücudda yokluğu bazı hastalıklara yol açan ve taze yiyeceklerde ve bazı meyvalarda bulunan organik madde. A, B, C, D, E gibi remizlerle gösterilen çeşitleri vardır.
(Fransızca)
vladivostok
Rusya'nın doğusunda bulunan ve Pasifik Okyanusuna açılan bir liman şehri.
vücud-u havai / vücud-u havâî
Ses dalgası gibi havada bulunan varlık.
vühub
Çok fazla bağışta bulunan, çok bağışlayan.
yafte
"Bulunmuş, bulmuş, bulunan" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeref-yafte : f. Şeref bulmuş.
(Farsça)
yaver / yâver
Yardımcı. Mededkâr. İmdatçı.
(Farsça)
En yakın memur.
(Farsça)
Devlet büyüklerinin yanında bulunan en yakın memur.
(Farsça)
Komutanların yanında bulunan ve onların emirlerini yazmakla ve gerektiğinde yerine ulaştırmakla görevli subay.
yerhamükallah
Aksırıp, Elhamdülillah diyene, yanında bulunan kimsenin; "Allahü teâlâ sana merhamet etsin" mânâsına söylediği mübârek bir söz, teşmit.
zahir / zâhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açı
zahiri mezheb / zâhirî mezheb
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değ
zaif-i kavi / zaif-i kavî
Zayıflığında kuvvet bulunan.
zani
Zina eden. Meşru olmayan nikâhsız cinsî münasebette bulunan.
zanin / zanîn / ظنين
Zan altında bulunan.
(Arapça)
zat-ı zülcelal ve'l-ikram / zât-ı zülcelâl ve'l-ikram
Sonsuz yücelik, haşmet sahibi olan, çok ihsan ve bağışta bulunan Allah.
zat-ül matali' / zât-ül matâli'
Birkaç matlâı bulunan akaside.
zaviye / zâviye
Eskiden büyük kervanların geçtiği ıssız yollarda veya köy ve kasabalarda; dînî ilimlerin, İslâm ahlâkının ve fen ilimlerinin öğretilmesi, yolcuların barınması maksadıyla kurulan yer; küçük tekke.
Tasavvufta bulunan kimselerin, ibâdet için çekildiği tenhâ yer.
zemzem kuyusu
Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.
zıllullah
Cenab-ı Hakk'ın namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. İlâhî kanunu tatbike çalışan halife ve pâdişahın nâmı.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
magsube
mabeyn
tabir-i di
tin
lugat
cefaset
ahenkdar
musavvir
تأسف
murad
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
bulunan
bedel
çakmak
Kül
temaşa
Kelime
hoş
uzun boylu kadın
güneş ışığı
mutluluklar