Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
boga
ifadesini içeren
159
kelime bulundu...
abt
Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak.
Kazılmamış yeri kazmak.
Yarmak.
ahiyane
Damak.
(Farsça)
Tıb: Boğaz.
(Farsça)
Beyin kemiği.
(Farsça)
ahtal
Çabuk yürüyen.
Boşboğaz, çok konuşan kimse. Çenesi düşük.
akabe
(Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
Muhatara, tehlike.
Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
akar
Köşk, yüksek bina.
Bâbil vilayetinde bir yer adı.
Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.
akonitin
Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde.
(Fransızca)
atire
Receb ayında keferenin putları için boğazladıkları koyun ki, o puta "itrâ" derler.
ayn-üs sevr
Boğa gözü.
Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
bab-ul mendeb / bâb-ul mendeb
Kızıldeniz'de Hint Denizi yakınlarında bulunan bir boğazın adı.
bademcik
Tıb: Boğazın iki tarafında, badem biçimindeki bezler.
bahbaha
Boğazdan boğuk ses çıkartmak.
bahh
Ses kesilmek, boğaz kısılmak.
bazende-zeban
Boş boğaz, geveze, çok konuşan.
(Farsça)
behv
(Behve) Misafir odası.
Yer altında hayvan ağılı. (Bu iki mananın cem'i Ebhâ-Bühüvv şeklindedir)
Geniş meydan, yer.
Göğüsün içi, boğazdan mideye kadar olan aralık.
Rahim ile mahrecinin arası.
bel
t. Geminin orta kısmı.
Bedenin ortası. Göğüs ile karnın arası.
Yüksek dağın iki zirvesi arasındaki kavisli kısmı veya alçakça olan geçit ve boğazı.
belka'
Tenha çöl. Harap ve boş yer.
Yazı.
Yalan yere yemin etmek.
Su, süt gibi boğaz ıslatan şeyler.
Bir hurma cinsi.
benderek
Küçük iskele.
(Farsça)
Boğaz ve liman ağızlarında yapılan küçük kale. Mendirek.
(Farsça)
bevk
Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
Musibet, felâket.
İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
Çalıp çırpma.
Yalan söz.
Boşboğaz (adam).
Şiddetli yağmur.
beyhan
Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.
bezer
Gevezelik, boşboğazlık, çok konuşmaklık.
bildem
Göğüs önü.
Boğaz.
Akılsız kimse.
bismil
Boğazlanmış, kesilmiş.
(Farsça)
bismil-şüde
Boğazlanmış, kesilmiş.
(Farsça)
bizlah
Geveze, boşboğaz, çenesi düşük.
boğaz
İstanbul Boğazı.
buhha
Boğaz kısılmak.
burc-u sevr
Boğa (öküz) burcu.
cendere
yun. Tazyik. Baskı, basınç.
Dar dere, boğaz.
Kalın oklava.
Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet.
Mc: Sıkı ve dar yer.
Sıkı ve dar yer, boğaz.
cezur
(Çoğulu: Cüzür) Boğazlanacak deve. Hem erkeğe hem dişiye denir. (Boğazlanacak yere meczer derler. Boğazlayan kimseye cezzar derler.)
ciran
(Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.
der-bend
Dağda ve tepede zahmetlerle geçilen yer, dar geçit, boğaz. Hudut. Kale.
(Farsça)
Anahtarsız kapı.
(Farsça)
ekele
(Tekili: Âkil) Çok yiyenler, oburlar, pisboğazlar.
ekul / ekûl / اكول
(Ekl. den) Çok fazla yiyen, obur, pisboğaz.
Pisboğaz.
(Arapça)
ezlem
Boğazı altında sarkık uzun kılları olan keçi.
ferah-dehen
Geveze, boşboğaz.
(Farsça)
Geniş ağızlı, ağzı büyük.
(Farsça)
fuzuli / fuzulî / fuzûlî / فضولى
Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna.
Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden.
Haksız olarak fiile çıkarılan iş.
Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse.
Büyük bir şâi
Zevzek, boşboğaz.
(Arapça)
Gereksiz, boşuna, fazladan.
(Arapça)
gafir / gafîr
Çok fazla, sayısız, kalabalık.
Örten, etrafını çeviren.
Umumi.
Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler.
galsame
Solungaç. Suda yaşıyan hayvanların nefes alma organları.
Gırtlak ağzı, hançere.
Boğaz deliğinin başlangıcı.
gargara
Suyu, içilen ilâcı veya başka bir sıvıyı, boğazda oynatıp çalkalama.
Tavuk ve güvercinin ötmesi.
Can boğaza gelip tereddüt etmek.
Çömleğin kaynayıp fıkırdaması.
Çoban koyuna haykırıp çağırması.
gark eyleyen
Boğan, batıran.
gasas
Dolu olma.
Yediği ve içtiği şeyin boğazda durması.
gelu / gelû / گلو
Boğaz.
(Farsça)
Boğaz.
(Farsça)
gelu-gir
Dağ armudu. Ahlat.
(Farsça)
Boğazdan geçmesi zor olan şey.
(Farsça)
gülu
İnsan veya hayvan boğazı.
(Farsça)
gülubend
Boyna sarılan sargı, boğaz sargısı.
(Farsça)
gülugir / gülugîr
Boğazda kalan, boğazdan zor geçen (şey).
(Farsça)
Ahlat armudu.
(Farsça)
gussa
Keder. Tasa.
Gam.
Boğaza takılan yemek.
Ağaç, diken.
hafz
Aşırı olmama hali.
Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
Sözü boğaz içinden söylemek.
hakıne
Boğaz altındaki çukurcuk.
halakim
(Tekili: Hulkum) İnsan ve hayvanlarda boğazlar.
halic / halîc
Liman. Boğaz. Kanal. Körfez. Koy. Denizin kara içine nehir gibi uzanmış kısmı.
Irmak.
Büyük çanak.
İp.
Deve ağzı.
halk / حلق
Boğaz.
Tıraş etmek.
Boğaz.
(Arapça)
hamata
Katılık.
Yanmak.
Boğaz ağrısı.
Darı samanı.
Kalbin ortası.
hançere
Gırtlak, boğaz.
hanık
(Hunk. dan) Boğucu, boğan.
Küçük dar yarık ve sokak.
hank
(Hınk) Boğmak. Boğazını sıkıp öldürmek. Boğazı sıkılıp boğulmak.
hankan
Boğmak suretiyle, boğarak.
hannak
Boğan, boğucu.
hasıb
Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.
helahil / helâhil / هلاهل
Zehir, ağı, boğanotu.
(Arapça)
herzevekil
Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan.
(Farsça)
hıçkırık
t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması.
Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.
hılk
Boğaz balgamı.
hulak
Boğaz ağrısı.
hulkum / حلقوم
Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
İnsan veya hayvan boğazı. Ağızdan mideye giden yol.
Boğaz.
(Arapça)
hunak
(Çoğulu: Havânik) Boğazda olan şiş.
hunan
Kuşların boğazında olan bir hastalık.
huncur
Boğazın başı.
hunnak
Tıb: Boğaz hastalıkları.
huruf-u halk
Sesi boğazdan çıkan harfler. (Hâ, hı, ayn, gayn, he, hemze gibi)
ihtinak
(Hank. dan) Boğazın sıkılıp tıkanmasından dolayı nefes alamama. Boğulma.
ilkam
Yutturma, boğazından geçirtme.
insan-ı boşboğaz
Boşboğaz insan.
jajhay / jâjhây / ژاژخای
Boşboğaz, zevzek.
(Farsça)
kasar
Üşenme, tembellik etme.
Güç ve kuvvetin son sınırı.
Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet.
kezz
Boğazına çıkana kadar yemek.
Çok yemekten dolayı ağırlaşmak.
kudar
Büyük yılan.
Aşçı, tabbah. Deve boğazlayıcı, deve kasabı.
kur-boğaz / kûr-boğaz
Obur, körboğaz.
(Farsça)
laşe
Cife. Kokmuş et parçası.
Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
Zayıf ve cılız hayvan.
Mc: Kıyıda
lebbe
Göğsün gerdanlık takılan yeri.
Devenin ve sığırın, göğsünden boğazladıkları yeri.
Evlâdını ve erkeğini seven kadın.
leca
Su boğası.
letm
Davarın boğazlanacak yerine bıçak çalmak.
leyy
Def'etmek, kovmak.
Harcamak, sarfetmek.
İlaç yapmak.
Aciz olmak.
Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.
lihat
(Çoğulu: Lehâ-Lehevât-Leheyât-Lihâ') Boğaz ağzında olan dilcik.
lıks
Boğazına düşkün, obur.
Lokma sezdiği yere can atan kimse.
lütre
Ancak konuşanların anlıyabileceği, başkalarının anlıyamıyacağı şekilde görüşülen uydurma dil, kuşdili.
(Farsça)
Boşboğaz.
(Farsça)
magmag
Boğaz düdüğü.
Yemeği yağlı yapmak.
mahnak
Boğazın boğacak yeri.
mahnuk
Boğulmuş. Boğazı sıkılmış. Boğuk.
mahnukan
Boğazı sıkılarak, boğulmuş olarak.
makmaka
Sözü boğazı içinden söylemek.
mançurya
(Mançu memleketi) Asya'nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı'na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibir
meczir
(Çoğulu: Mecâzir) Deve boğazlayacak yer.
menahir
(Tekili: Menhar) Hayvan kesilecek yerler. Hayvan boğazlıyacak yerler. Mezbahaneler.
menhar
(Çoğulu: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha.
merad
Boğaz.
Talep mevzii, isteme yeri.
merdega
(Çoğulu: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası.
mes'al
Boğazda öksürecek yer.
meseke
(Çoğulu: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.
mesna
İkişer ikişer.
Derenin büklüm ve boğaz yeri.
Çalgının ikinci teli.
mevt-i esved
Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.
mezbuh / مذبوح
Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış.
Kurban edilmiş.
Boğazlanmış.
(Arapça)
mezbuhane / mezbuhâne
Boğazlanırcasına, boğazlanan bir hayvan gibi.
Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine.
(Farsça)
Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle.
(Farsça)
mihneka
(Çoğulu: Mehânık) Maktul.
Gerdanlık.
Boğacak âlet.
mişya'
Boşboğaz. Çok konuşan.
muhnik
(Hank. dan) Boğucu, boğan.
mukamik
Sözü boğazı içinden söyleyen.
müsag
Kolay yutulmuş. Boğazdan kolaylıkla geçirilmiş.
mütenahnihin / mütenahnihîn
(Tekili: Mütenahnih) Boğazından hırıltı ile ses çıkaranlar, soluyanlar.
mütenattı'
Boğaz içinden konuşan kişi.
İşlerinde mübâlağa eden.
mütevelvil
İşi velveleye boğan. Gürültü ve şamata yapan.
müzmer
Omuz, boğaz ve bunların etrafı.
nah'
Kesme, boğazlama.
nahham
Tamahkâr, cimri, hasis, pinti.
Boğazını temizlemek için fazlaca soluyup balgam çıkaran adam.
nahir
(Nahr. dan) Kesilmiş, boğazlanmış.
nahr
Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek.
İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması.
Boyun. Boğaz çukuru.
Sadır.
Gündüzün evveli.
Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
Boğazlama.
nakia
(Çoğulu: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek.
Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun.
Damat için hazırlanan yemek.
Ziyafet.
nazıyy
(Çoğulu: Enzâ) Boğaz.
nehih
Boğaz içinden gelen ses.
nehr
Boğazlamak, kesmek.
Namazda sağ elini sol eli üzerine koymak.
Sadr, göğüs.
nimbismil
İyice boğazlanmayıp yarı kesilmiş olan.
(Farsça)
nüda
(Çoğulu: Endâ-Endiye) Yağmur.
Boğaz ıslatıcı nesne.
Çiy, rutubet.
Atâ, bahşiş.
Sesin uzaklara gitmesi.
nugnug
(Çoğulu: Negânig) Boğaz içinde olan et.
Kulak içinde fazlalık olan nesne.
raa'
Boğazına hizmet eden adi insan.
ratbüyabis / ratbüyâbis / رطب و یابس
Yaş ve kuru.
(Arapça)
Düşünmeden konuşan, boşboğaz.
(Arapça)
reym
Alçak yer.
Kabir.
Derece.
Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik.
Ziyâde çok, fazla.
rezeme
(Çoğulu: Ruzum) Devenin ağzını açmadan boğazından çıkan ses.
sahl
Ses kısıklığı. Ses bozukluğu.
Boğazını boğup şiddetle çağırmak.
saht
Boğazlamak.
saig
Boğazdan kolay ve hoş geçen yiyecek veya içecek.
saigan
Boğazdan kolayca geçerek.
se'd
Zayıf yağan yağmur.
Yaz gecelerinde olan rutubet.
Boğaz ıslatan her cins nesne.
sener
(Çoğulu: Senânir) Kedi.
Ulu kişi.
Boğaz kemiği.
Kuyruk sokumu.
sevg
Aşağı batmak. Suyun boğaza girmesi.
Kolay, âsan ve yumuşak olmak.
sevr / ثور
Öküz, boğa; Boğa burcu.
Öküz, boğa.
Koz: Boğa burcu.
Dünyaya müekkel melâikeden birisinin ismi.
Öküz, boğa burcu.
Boğa.
(Arapça)
Öküz.
(Arapça)
Boğa burcu.
(Arapça)
sevr burcu
Boğa Burcu.
şikemperver
Yemek tiryakisi, boğazına düşkün.
(Farsça)
Boğazına düşkün.
sugre
(Çoğulu: Sügur) Göğüs çukuru.
Boğaz çukuru.
Gedik.
ta'nik
(Unk. dan) Boğazını tutup sıkmak.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
telil
Boğaz.
tenahnuh / تنحنح
Öksürerek boğazını açmak, öksürmek. Öhö öhö demek.
Fık: Zaruret olmasa bu öksürük namazı bozar.
Boğazını temizleme.
(Arapça)
tengna
Dar yer. Geçit, boğaz. Sıkıntılı yer.
(Farsça)
Mezar.
(Farsça)
tesrid
Davar boğazlandığında daha soğumadan bir yerini kesmek veya kırmak.
tezabüh
Bir karış miktarı yeri yarmak.
Birbirini boğazlamak.
tezbih
Çok boğazlatmak.
tezkiye
Tamam etmek.
Boğazlamak.
İhtiyarlamak.
Ref'etmek.
urş
Boğazın iki tarafında olan iki uzun etin birisi.
ürümek
Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır.
(Farsça)
vasat
Orta; burada, boğaz ile dudak arası harflerin çıkış yeri olan damak kastedilmiştir.
ye'cüc ve me'cüc
Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk.
Kısa boylu olacakları söylenen ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen ve ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
Kur'ân-ı Kerim'de bahse konu edilen ve kısa boylu olacakları söylenen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin adı.
ye'cüc-me'cüc
Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen, ortalığı fitne ve anarşiye boğacak olan bir kavmin ismi.
za't
Boğmak. Boğazlamak.
zabih / zâbih / ذابح
(Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen.
Boğazlayan.
(Arapça)
zebh / ذبح
Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" denir.)
Kesme, boğazlama.
Boğazlama, kesme. Hayvanın boğazındaki yemek borusu, hava borusu, iki yandaki kan damarından üçünü bir anda kesmek.
Kesme, boğazlama.
Boğazlama, kesme, kurban kesme.
Boğazlama.
(Arapça)
Zebh edilmek:
Boğazlanmak, kesilmek.
(Arapça)
Zebh etmek:
Boğazlamak, kesmek.
(Arapça)
zebih / zebîh / ذبيح
Kesme, boğazlama. Kesilecek hayvan.
Hz. İsmail'in (A.S.) ve Hazreti Muhammed'in (A.S.M.) babası Hz. Abdullah'ın lâkabı.
Kesilmiş hayvan, boğazlanmış.
(Arapça)
zebiha
Boğazlanmış veya kesilecek hayvan.
zeleme
Keçinin boğazı altında sarkık olan kıllar. (Müz: Ezlem. Müe: Zelmâ)
zemzeme
Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek.
Cemaat.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
muzdar
Ārıza
mütehaddi
güzin
gayr-ı mülayim
hüsn
tab'
kemmiyet
hamd ü sena
ibtira'
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
boga
iştigal etmek
DUZ
degme
Ordusu
tekvir
hari
vad
boyun eğme
muncer olmak