REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te biya ifadesini içeren 93 kelime bulundu...

ab-ı hayat

  • Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
  • Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle

adab / âdâb

  • (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar,

akademi

  • yun. Yüksek mekteb.
  • Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
  • Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
  • Çıplak modelden yapılan insan resmi.
  • Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl

akib / âkib

  • Kendisinden sonra peygamber gelmeyen Hz. Hâtem-ül Enbiyâ Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.)
  • Bir diğerinin arkasından gelen.

alim / âlim

  • Bilen, ilim sâhibi.
  • Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
  • Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),

allame / allâme

  • İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.

anka-meşrebane

  • Anka meşrebi halinde, kanaat sahibi. Eski edebiyatta kanaat sahiplerine kinaye olarak söylenir.

arabiyat

  • Arap dili ve edebiyatı.

arabiyyat

  • (Tekili: Arabiyyet) Arapçaya dâir ilimler, kitab veya fikirler. Arap edebiyatı.

arabiyyet

  • Arapça ile ilgili olan (İlim, fikir veya kitap). Arap edebiyatı.

babil / bâbil

  • Asurlular devrinde Irak'ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "Çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve birçok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir.

belagat / belâgat

  • Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
  • Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,

belagat-ı arabiye / belâgât-ı arabiye

  • Arab belâgati, edebiyatı.

beyza'

  • (Çoğulu: Biyâz) Kasaba, köy.
  • Güzel yüzlü kadın. (Müz: Ebyaz)

bia

  • (Çoğulu: Biyâ) Kilise.

biyaet

  • (Çoğulu: Biyâât) Satılık mal.

bülega

  • (Tekili: Belig) Beliğ olanlar, Belâgat sâhipleri. Belâgat ilmi mütehassısları. Edebiyatçılar.
  • Belâğatçiler, edebiyatçılar.

bülega-yı arab

  • Arap belâğatçıları, edebiyatçıları.

cahız / câhız

  • Ünlü bir edebiyatçı.

dahiye-i edeb / dâhiye-i edeb

  • Edebiyatta dâhi olan, eşine az rastlanan büyük edib.

dahiye-i edep / dâhiye-i edep

  • Edebiyat dâhisi.

de'b-i edeb

  • Edebî usul, kaide. Edeb kaidesi. Edebiyat âdeti, şekli, tarzı.

doktrin

  • yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
  • Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.

eazım-ı üdeba / eâzım-ı üdebâ

  • Ediplerin, edebiyatçıların en büyükleri.

edeb / ادب

  • Terbiye; edebiyat.
  • Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ.
  • Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek.
  • Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye.
  • Edebiyat ve ondan bahseden ilim. (Kur'anın edebi ise: Öyle
  • Terbiye. (Arapça)
  • Utanma duygusu. (Arapça)
  • Edebiyat. (Arapça)

edebi / edebî

  • Edebe dâir. Güzel söylenmiş yazı. Edebiyata âit. Ehl-i edebe, terbiyeli, ahlâklı ve edebli olanlara dâir ve edebe mensup ve müteallik.
  • Edebiyata uygun, edebiyata ilişkin.

edebiyat

  • Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu.
  • Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemek

edebiyat-ı arabiye

  • Arap Edebiyatı.

edebiyat-ı cedide

  • 1896 - 1901 tarihleri arasında Avrupa te'siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad.

edebiyat-ı ecnebiye

  • Yabancı edebiyat.

edebiyyun / edebiyyûn

  • Edebiyatçılar. Edebiyatla uğraşanlar.
  • Edebiyatçılar.

edib / edîb / ادیب

  • Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan.
  • Edebli, terbiyeli.
  • Edebiyatçı, güzel konuşan ve yazan.
  • Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
  • Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.
  • Edebiyatçı, edepli, terbiyeli.
  • Edebiyatçı. (Arapça)
  • Edepli. (Arapça)

edib-i bi-müdani / edib-i bî-müdanî

  • Eşsiz edebiyatçı.

edib-i şehir / edib-i şehîr

  • Meşhur edebiyatçı, yazar.

edibane / edibâne / edîbâne

  • Edibe yakışır, terbiyeli bir surette. Edebiyatçı gibi. (Farsça)
  • Edebiyatçıya yakışır edebî bir üslupla.
  • Edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice.

edibe / edîbe / ادیبه

  • Bayan edebiyatçı. (Arapça)
  • Edepli bayan. (Arapça)

edip

  • Edebiyatçı.

ehass-ül havas / ehass-ül havâs

  • En hâlisin hâlisi. Şuhudi imân sahibleri olan evliyalar. Cenab-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olan enbiyâ ve evliya. Efdallerin efdali, sâlihlerin sâlihi.

ehl-i belağat / ehl-i belâğat

  • Edebiyatçılar, söz ve ifade uzmanları.

ehl-i şuhud

  • Kâinatta tevhid delillerini aynen seyreden, İlâhi ve gizli sırlarını Hakkın izni ile gören şuhud ehli. Veli. (Farsça)
  • Görecek derecede kat'i kanaat sâhibi olan enbiyâ ve evliyalar. (Farsça)

esalib-i arab / esâlîb-i arab

  • Arap edebiyatında kullanılan üsluplar, ifade ve anlatım tarzları, Arap kelâmının kalıpları.

esalib-i arap / esâlîb-i arap

  • Araplar'ın üslupları; Arap Edebiyatında kullanılan ifade tarzları.

farisiyyat

  • Fars edebiyatı, İranlıların edebiyatı.

fenn-i meani / fenn-i meânî

  • Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.

fikr-i edebiyat

  • Edebiyat düşüncesi.

fürsiyyat

  • Fars dili ve edebiyatı bilgisi.

hame-i edeb / hâme-i edeb

  • Edebiyat kalemi.

hammamiyye

  • Edb: Divan Edebiyatında giriş kısmı hamam eğlencesi tasvirine tahsis olunan kaside.

hancer

  • Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere benzetirlerdi.

hece vezni

  • Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine ha

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

ibn-i hümam

  • (Hi: 788-861) Hanefî fukahasından meşhur bir zattır. Şer'î ilimlerde, edebiyatta mütehassıs idi.

idiyye / îdiyye

  • Bayramlık.
  • Divan Edebiyatı şairlerinin bayram vesilesiyle büyüklerin medhine dair yazdıkları kasideler.
  • Bayram kutlaması.

ilm-i belagat / ilm-i belâgat

  • Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.

ilm-i beyan

  • Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.

intibak

  • Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme.

kadi iyaz / kadî iyaz

  • Lâkabı: Ebu-l Fadl bin Musa el Yahsabî'dir. Muhaddislerin meşhurlarından ve edebiyatçılardan olup, 476 hicrî tarihinde Site kasabasında doğmuş, sonra Endülüse geçerek Kurtuba'da ve diğer ilim merkezlerinde ilim tahsili yapmıştır. Daha sonra Site kasabasında uzun bir zaman durmuş, bir ara Garnata şeh

kalenderi / kalenderî

  • Feylesofluk; kalenderlik; dervişlik; serserilik. (Farsça)
  • Edb: Halk edebiyatı tâbirlerindendir. Halk şâirleri "mef'ulü, mefaîlü, mefaîlü, feûlün" vezninde tanzim ettikleri gazele bu adı verirler. (Farsça)

kanun-u edebi / kanun-u edebî

  • Edebiyatta geçerli olan kanun.

kerbela

  • Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer. (Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)

kitab-ı edeb

  • Edebiyat kitabı.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

lisan-ı edeb

  • Edeb ve edebiyât dili, lisânı.

meşhud

  • Görünen. Şehadet edilen.
  • Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş olduğundan kendilerine verilen bir isim.
  • Suç üstü yakalanan.
  • Göz ile görülmüş.
  • Cuma g

mesnevi / mesnevî

  • Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) yirmi altı bin beytten meydana gelen ve altı defter olan meşhûr eseri.
  • Edebiyâtta bir nazım şekli olup, iki mısrânın bir biri ile kâfiyeli hâli. Bu sebeple her beyti kâfiyeli olan eserlere mesnevî denir.

mu'amma / mu'ammâ

  • Gizli, örtülü, anlaşılmaz veya anlaşılması güç şey.
  • Edebiyâtta bir ad sorulacak şekilde düzenlenmiş manzûm bilmece.

muhkemat-ı kur'aniyye

  • Mânası açık ve te'vile ihtiyacı olmayan âyetler. Başka bir mânaya ihtimali olmayıp sarih emir ve nehiyleri müştemil olan âyetler. Bu âyetler mensuh veya anlaşılmayan şekilde müteşabih ve muhtemel olmayıp muhkem ve mübeyyin olmakla aslâ te'vile muhtaç olmazlar. Bâzı şeylerin haram olması veya enbiya

mukaffi / mukaffî

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)

münacat / münâcat

  • Dua etme, yalvarma.
  • Divan edebiyatında Allah'a dua için yazılan manzume çeşidi.

müsnedün ileyh

  • Özne, fail. Edebiyatta sözün birinci rüknüne denir. Kendine isnad edilen. (Nahivde buna mübtedâ denir)

müsteşrik

  • Oryantalist; Avrupalı olduğu halde, Doğu milletlerinin tarih, dil, din ve edebiyatıyla ilgili araştırma yapan kimse.

nakile

  • (Çoğulu: Nekâyil) Ayakkabıya yapılan yama.

paskal

  • Hristiyanlıkta dindarlığı ile beraber fizik, edebiyat, hesap, hendese ve felsefede (Milâdi 17. asırda) büyük bir âlim olarak tanınmıştır. (Fransızca)

rüstem

  • Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem diye veya "Rüstem-i Sistanî" nâmiyle meşhur İran'lı bir kahramandır. (Farsça)
  • Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem, İran'ın efsanevî ünlü kahramanı.

rüstem-i sistani / rüstem-i sistanî

  • Şark edebiyatında kuvvet ve cesaret timsali olarak şöhret bulan Zaloğlu Rüstem.

şadi

  • Mahkeme hademesi. Mübâşir.
  • İlimden, edebiyattan hissesi olan.
  • Nağme ile şiir okuyan.

sekkaki / sekkakî

  • (Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.
  • Büyük bir edebiyat âlimi.

servet-i fünun

  • Fenlerin (ilimlerin) zenginliği mânasına gelen bu tabirde, 1891-1900 tarihleri arasında çıkmış olan bir mecmua ve bu mecmua etrafında toplanmış olan kimselerin 1895'den 1901'e kadar meydana getirmiş oldukları Edebiyat-ı Cedide denilen edebî çığıra verilen addır.

şi'r

  • (Şiir) Anlama, idrak.
  • Edb: Edebiyatta kıymeti olan, nazımlı ve kafiyeli şair sözü.

şit

  • Hz. Âdem'in (A.S.) oğullarından ve ondan sonra peygamber olan zât olup kendisine 50 sayfalık kitab nâzil olmuştur. Kâbe-i Mükerreme'yi ilk önce taştan bina eden zât olduğu Kısas-ı Enbiya'da mezkûrdur.

şüsu'

  • Uzak olma.
  • Ayakkabıya kayış tasma takma.

terane / terâne / ترانه

  • İran edebiyatına özgü rubai şekli. (Farsça)
  • Makam, ahenk. (Farsça)
  • Şarkı. (Farsça)

türkiyyat

  • Türklerin dil, edebiyat, tarih ve ırki hususiyetlerini tedkik eden ilim.

üdeba / üdebâ

  • (Tekili: Edib) Edibler, edebiyatçılar.
  • Edeb sâhibleri. Zarif kimseler.
  • Edipler, edebiyatçılar.
  • Edebiyatçılar.

ulema / ulemâ

  • Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i

ulema-yı arabiye

  • Arap dil bilimcileri ve edebiyatçıları.

ulum-u arabiye / ulûm-u arabiye

  • Arap Dili ve Edebiyatı ilimleri.

üslub-u arabiye / üslûb-u arabiye

  • Arap edebiyatı ve dilindeki ifade tarzı.

üslub-u müzeyyen

  • (Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.

usul-ü edebi / usul-ü edebî

  • Edebiyat kuralı.

vilayet-i kübra / vilâyet-i kübrâ

  • Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı. Bu vilâyete, Vilâyet-i enbiyâ da denir.

yabani edep / yabanî edep

  • Yabancı edebiyat.

yunus emre

  • (Vefat Mi: 1320) Porsuk Nehri'nin Sakarya'ya döküldüğü yere yakın Sarıköy'de doğduğu söylenir. Tasavvufî halk edebiyatının veli şâiri olan Yunus Emre, yaşadığı devirde halk tabakasını irşad ve tenvir etmiştir. Bir çok memleketleri ve bu arada Konya, Şam ve Azerbeycan'ı dolaştı. Konya'da Mevlâna ile

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın