REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te birinin ifadesini içeren 243 kelime bulundu...

mu'anaka / mu'ânaka

  • İki kişinin birbirinin boynuna sarılması.

a'raf / a'râf

  • Cennet ile Cehennem arasında yer alan ve birinin te'sirinin diğerine geçmesine mâni olan sûrun (engelin) yüksek kısımları.

adam

  • İnsan.
  • Erkek kişi.
  • Birinin tarafını tutan kimse.
  • İyi ve terbiyeli yetişmiş insan.

adid

  • (Adide) Çok. Bir çok sayı. Çok şeyler. Müteaddid. Birinin dengi.

akd

  • Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.

ale-l-kavl

  • Birinin sözüne, iddiasına göre.

arv

  • Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme.
  • İş için birinin yanına varma.
  • Yemişsiz bir çeşit ağaç.

ast

  • Alt.
  • Birinin emri altında olan kimse, mâdun.
  • Askerlikte rütbe veya kıdemce küçük olan asker.

atfen

  • Birinin adına, birine yükleyerek.

avukat

  • Mahkemede ücret mukabilinde taraflardan birinin müdafaasını ve davasını üzerine alan hukukçu.
  • Mc: Müdafaaya muktedir, çeneli, cerbezeli.

azin / âzin

  • Kefil. Birinin yerine kefalet eden.
  • Kapıcı, perdeci.
  • İzin veren.

bahile

  • Arap kabilelerinden birinin ismi.
  • Dul kadın.

beddua / bedduâ

  • Birinin kötü olması için edilen dua.

bedhah / bedhâh / بدخواه

  • Birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli. (Farsça)

bel'am

  • Terbiyesiz, açgözlü, obur.
  • Hz. Musa (A.S.) hakkında, yalan ve fena söyleyerek Beni-İsrail'i kandıran Bel'am bin Baura adında birinin adı.

bia-biyat / bîa-biyat

  • Birinin hakimiyetini kabul etmek, emirlerine uyacağına söz vermek.

bimare

  • Hasta, alil. (Farsça)
  • Muharebeler veya akınlar esnasında ele geçirilen kadın esirlerin ayrıldıkları sınıflardan birinin adı. (Farsça)

bronş

  • yun. Tıb: Nefes borusunun akciğerlere giden iki kolundan her birinin adı.

çağrışım

  • Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de

canişin / cânişin / جانشين

  • Birinin yerine geçen, birinin yerine vekâlet eden. Vekil.
  • Halef, birinin yerine oturan. (Farsça)

cay-nişin

  • Yer tutan. Birinin yerine geçen. (Farsça)

caynişin / câynişîn / جاینشين

  • Birinin yerine geçen, halef. (Farsça)

cevher-dar / cevher-dâr

  • Elmaslı. (Farsça)
  • Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi. (Farsça)
  • Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi. (Farsça)
  • Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç. (Farsça)

conta

  • Birbirinin üzerine kapanan iki madeni parça arasında, açıklık kalmamasını te'min etmek için konulan karton, kösele, lâstik vs. şey.

delv

  • (Delve) Kova. Su koyulan ve kuyudan su çekilen bakraç.
  • Oniki burçtan birinin adı.

deveran-ı umumi / deveran-ı umumî

  • Genel dönüş, akış; birinin diğerine sebep zannedilecek biçimde iki şeyin devamlı bir şekilde var ve yok sanılması.

devir / دَوِرْ

  • İki şeyden herbirinin valığının diğerine dayanması.

devle

  • "Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
  • İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)

devriye

  • Dairesel, çember gibi; birbirinin yerini alma.

duha vakti / duhâ vakti

  • Kuşluk vakti. Oruç zamânının yâni imsak ile iftar vakti arasındaki müddetin dörtte birinin tamam olmasından îtibâren başlayan vakit.

eser

  • Yapı, birinin meydana getirdiği şey.
  • Bir hususa dâir Peygamberimizden (A.S.M.) rivâyet bulunması. Sünen-i Resul.
  • Bir şeyin varlığına delâlet eden te'sir.
  • Meydana getirilen kitap. Kitap te'lifi.

eser-i cedid

  • Eskiden imâl edilen kâğıt cinslerinden birinin adı idi.

esir / esîr

  • Köle. Savaşan iki taraftan birinin eline geçen karşı tarafa âit kimse.

ezdad

  • Zıdlar. Mukabil ve muhalif olan şeyler. Birbirinin tersi veya zıddı olanlar.

faiz / fâiz

  • Ödünç vermekte, rehnde (ipotek yâni ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka âdil bir kimsede emânet bırakmada) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden birinin ötekine karşılıksız vermesi şart edilen fazla mal, para veya menfaa t. Ribâ.

füvk

  • (Çoğulu: Efvâk) Ok gezi.
  • Rum meliklerinden birinin adı.

gabane

  • Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması.

gaben

  • Aldatma, aldanma, alıcı ve satıcıdan birinin diğerini aldatması.

galyot

  • Baş ve arka tarafları birbirinin aynı olan eski cins bir gemi.

gayya / gayyâ / غيا

  • Cehennemdeki kuyulardan birinin adı. (Arapça)

gıybet / غِيْبَتْ

  • Birinin ardından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme, dedikodu.

gureba-i yemin

  • İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı B

habil

  • İlk insan Hz. Adem'in (A.S.) oğullarından birinin ismi.

hadis-i mürsel / hadîs-i mürsel

  • Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.

halb

  • Parçalama, pençeleme.
  • Birinin aklını başından alma.

halef / خَلَفْ

  • Birinin yerine sonradan geçen kimse. Babadan sonra kalan oğul.
  • Birinin yerine geçen.
  • Birinin yerine geçen.

halefiyyet

  • Haleflik, birinin yerine geçmiş olma.

halif

  • İki dağ arasındaki yol.
  • Eski elbise.
  • Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen.

halife / halîfe

  • Birinin yerine geçen.
  • Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
  • Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.

hamel

  • Kuzu.
  • Ast: Burçlardan birinin adıdır. Bu burcu teşkil eden yıldızlar kuzuya benzediği için arapça kuzu demek olan hamel denilmiştir. Güneş bu burca 21 Mart'ta girer ve gece ile gündüz bir olur.

hane-i ayine / hane-i âyine

  • Her yanı birbirinin aynı olan oda, salon veya köşk.

hareket-i devriye

  • Dairesel hareket; birinin gidip yerine başkasının geçmesi.

harut / hârût

  • Sihir belleten iki melekten birinin ismi.

hayrulhalef / خَيْرُ الْخَلَفْ

  • Birinin yerine geçen hayırlı kimse.

hazine-i amire / hazine-i âmire

  • Tar: Para işlerini yönetmek üzere kurulmuş olan müesseselerden birinin adı. Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrelerinde para işleri "Beytülmal" denilen ve "Defterdar" adı verilen bir memurun idaresinde iken, sonraları teşkil olunan yeni idarelere göre çeşitli adlar verilmiştir. Hazine-i âmire, devlet k

hecagu / hecagû

  • Nazım veya nesir yoluyla birinin aleyhinde bulunan. Birini zemmeden, bir kimseyi hicveden. (Farsça)

hilafet / hilâfet / خِلَافَتْ

  • Birinin yerini tutma.
  • Peygamberin vekilliği, halifelik.
  • Birinin yerine geçme, Peygamber vekili olarak âlem-i İslama reislik etme.

hilafeten / hilâfeten

  • Birinin yerine geçerek.
  • Halife olarak.

hile-i batıla / hîle-i bâtıla

  • Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

hisse

  • Bölünebilen bir mal veya şeyin her ortağa âit olan kısmı, ortaklardan her birinin hakkı, payı.

hitaben

  • Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.

hıyar-ı şart

  • Âkitlerden birinin veya herbirinin akdi, muayyen bir müddet içinde fesh veya icazetle infaz edebilmek hususunda muhayyer olmasıdır.

hıyar-ı tağrir

  • Âkitlerden birinin diğer taraftan aldatılarak bir malı gabn-ı fâhiş ile satmasından veya satın almasından dolayı satış muamelesini fesh hususunda muhayyer olmasıdır.

hizmet

  • Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
  • Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.
  • Birinin işini görme.

hulul

  • Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş.
  • Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek.
  • Halletmek.
  • Vuku' bulmak. Zuhur etmek.
  • Gelip çatmak.
  • Bir menzile inmek.
  • Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâ

hurufiye

  • Fazlullah-ı Hurufi adında birinin kurduğu bâtıl bir meslektir. Harflerden kendilerince manalar çıkarıp, dine aykırı iddiaları olan bir dalâlet fırkasıdır.

huzur / huzûr

  • Birinin yanında bulunma, rahatlık.

i'tilak

  • Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma.

ibdal

  • Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.

icaz-ı hazf

  • Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.

ıflık

  • Eski çalgılardan birinin adıdır.

iftira

  • Birinin üzerine suç atmak. Bühtan. İfk. Yalan yere birisini suçlu göstermek.

ihbas

  • Birinin hakkını yeme.

ihfaf

  • Hafifletmek. Birinin şerefine dokunacak şekilde konuşmak.

ihsandide

  • (Çoğulu: İhsandidegân) İhsan görmüş, bağış almış. Birinin lütfunu görmüş, minnettar. (Farsça)

ihtikak

  • Hakkını istemek. Niza' etmek. Birbirine husumet etmek. Hapseylemek.
  • Fık: İki taraftan her birinin haklı olduğunu iddia etmesi.

ihtilaf-ı dar / ihtilaf-ı dâr

  • Huk: Mirası bırakan ile vâristen her birinin başka başka ülkeler ahâlisinden olması.

ihzariye

  • Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
  • Birinin mahkemeye çağrılması için

ikbal

  • Bir şeye yönelmek. Teveccüh etmek. Reddetmeyip kabul etmek. Bir şeyi birinin önüne götürmek. Baht açıklığı. Talih. Refah.
  • İstemek.

iktida

  • Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.

iktisas

  • Birinin izinden, ardından gitmek.
  • Kısas istemek. İntikam almak.
  • Kıssa.
  • Hikâyeyi veya bir haberi doğruca söylemek.

iltizam

  • Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma.
  • Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma.
  • Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı.

ilva

  • Çevirmek. Baş eğmek. Başı eğilmek.
  • Başkasının sözünü maksadı olmayan başka tarafa çevirmek.
  • Birinin hakkını inkâr eylemek.
  • Bayrağı kaldırmak. Sancak dikmek.

inak

  • Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma.

indiyyat

  • (Tekili: İndî) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri.

intifah

  • Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak.
  • Vücud organlarından birinin büyümesi.

is'af / is'âf

  • Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.

isaf

  • Asr-ı saadetten evvelki câhiliyet devrinde Mekke putlarından birinin adı.

istislaf

  • (Selef. den) Birinin yerine geçme. Selef olma.

istital

  • Gözyaşları inci gibi dökülme.
  • Birbiri ardınca çıkma. Birbirinin peşinden çıkma.

ithaf

  • Yazılan kitapta birinin adını anma.

kadr

  • Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.

kafil / kâfil

  • Birinin yerine ödemeyi kabul eden. Kefil olan.

kaim-makam

  • Birinin yerine geçen. Kaymakam. Bir kazayı (İlçe) idâre eden memur. Osmanlılarda, binbaşı ile miralay arasındaki askeri rütbe. Yarbay.

kefalet-i binnefs

  • Birinin şahsına kefil olma.

keşakeş

  • Münâkaşa, çekişme. (Farsça)
  • Keder, hüzün, tasa, gam. (Farsça)
  • Sıkıntı, felâket, ıztırab. (Farsça)
  • Tereddüt, kararsızlık. (Farsça)
  • Pehlivanların birbirleriyle mücâdeleleri. (Farsça)
  • İki kişinin, bir şeyi birer uçlarından tutup, her birinin kendine doğru çekmesi. (Farsça)

kıtmir / kıtmîr

  • Eshâb-ı Kehfin (Îsâ aleyhisselâmın dîninden olup, din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda dinlerini korumak için her şeylerini terkedip hicret eden Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişiden birinin köpeğinin adı.

kıyas

  • Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek.
  • Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak.
  • Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid ille

kuddise sirruh

  • Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.

lakab

  • Asıl isminden başka sonradan takılan ad. Meşhur olan birinin sonradanki adı.

lakap / lâkap

  • Asıl isminden başka sonradan takılan ad, meşhur olan birinin sonraki adı.

livaz

  • Sığınma, iltica etme.
  • Birbirinin arkasına gizlenme.

ma'kusen mütenasib

  • Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.

ma'şer

  • Cemâat, müttehid cemâat. Birinin ehil veya iyâli. İns ve cin cemaatı.
  • Bölük, topluluk.

mahkum / mahkûm

  • Hükmolunan, birinin hükmü altında bulunan
  • Hüküm giymiş.
  • Katlanma, zorunda olma.

maiyet

  • Birinin yanında bulunan, emrinde çalışan.

maktel / مقتل

  • Birinin öldürüldüğü yer. Bir katlin yapıldığı yer.
  • Öldürme yeri. (Arapça)
  • Ünlü birinin ölümü üzerine yazılan şiir. (Arapça)

mebsuten mütenasib

  • Birbirlerine nisbetli olan iki şeyden birinin artmasıyla, diğerinin de aynı nisbetle artması; veya eksilmesiyle diğerinin de eksilmesidir. Doğru orantılı.

meharic-i huruf / mehâric-i hurûf

  • Kur'ân-ı kerîm harflerinin herbirinin ağızdan ses olarak çıktığı yer.

memluk / memlûk

  • Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr.
  • Birinin malı olan.
  • Birinin malı olan.
  • Kul, köle.

menab

  • Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri.

menfa

  • Nefyolunan yer. Birinin sürüldüğü yer. Nefiy yeri.

mihenk

  • Mihenk taşı, denek taşı; birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.

mihrgan

  • Sonbahar. Güz mevsimi. (Farsça)
  • Eski İranlıların iki büyük bayramlarından birinin adı. (Farsça)

milk

  • Birinin tasarrufunda bulunan şey veya yer.

misleyn

  • Birbirine benzeyen iki şey, birbirinin aynısı olan iki şey.

mu'ayede / mu'âyede

  • Bayramlaşma. Birbirinin bayramını kutlama.

mu'tenik

  • Birinin boynuna sarılan.

muanaka / muânaka

  • Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma.
  • Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma.

muanık

  • Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan.

muanik

  • (Unk. dan) Birbirinin boynuna sarılan, kucaklaşan.

müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr

  • Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)

mufavada şirketi / mufâvada şirketi

  • Sermâyedeki hisseleri, kâr ve kullanma hakkı, ortaklar arasında eşit olan ve ortakların müslüman olması ve herbirinin sermâyesinden başka parası bulunmaması şartlarıyla kurulan bir şirket. Müsâvat şirketi.

muhasara

  • Bir kişinin, diğer kimsenin elini tutup yürümesi veya ellerini birbirinin kuşağına sokup yürümeleri.

muhazi / muhazî

  • (Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.

mukırr

  • (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen.
  • Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.

muktebis

  • (Çoğulu: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan.

müna

  • (Minâ) Arzular.
  • Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
  • Suya giden yol.
  • Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.

münafat / münâfât

  • Birbirinin aksine olan. Birbirine aykırı olmak. Aykırılık, mugayeret, münafi, muhalefet.
  • Aykırılık, birbirinin aksine olma.

munassab

  • (Nasb. dan) Birbirinin üzerine tertiplenmiş olan.

münhadi'

  • (Had'. dan) Birinin hilesine aldanmış olan.
  • Bir kimsenin hile ve tuzağına düşme.

münhasır

  • Yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan.

müntemi

  • (İntimâ. dan) İlgisi ve ilişiği olan. Yakınlık peydâ eden.
  • Birinin adamı olan.

mürsel hadis / mürsel hadîs

  • Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişen mübârek insanların) ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbe-i kirâmı görüp, sohbetinde yetişen kimselerden) birinin, doğruca, Resûl-i ekrem buyurdu ki, diyerek bildirdiği hadîs-i şerîfler.

musafaa

  • Birbirinin boynuna sarılma.

müşakelet

  • Şekilde bir olma ve uygunluk, benzeyiş.
  • Cinsiyet birliği.
  • Edb: Birinin söylediği bir sözü diğerinin az çok evvelki mânaya zıd olarak kullanması.

müşareme

  • Birbirinin başını yarmak.
  • Hediyeleşmek, atâ etmek.

müselselen

  • (Silsile. den) Birbirinin ardından, aralıksız. Teselsül ederek, zincirleme, birbirine bağlı olarak.

müstainen

  • (Avn. dan) Birinin yardımına sığınarak, istiane ederek, yardım dileyerek.

mustazill

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölgede oturan.
  • Birinin koruyuculuğu ve himâyesi altında bulunan.

müstazıll

  • (Zıll. dan) Gölgelenen, gölge altına girmiş olan.
  • Mc: Birinin himayesine sığınmış olan.

müste'di / müste'dî

  • Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
  • Birini sıkıştırıp malını zorla alan.

müstenhic

  • Birinin mesleğine giren.

müteanik

  • Birbirinin boynuna sarılmış durumda olan.
  • Birinin boynuna sarılan.

müteanika

  • Birbirinin boynuna sarılmış.

mütebadil

  • (Bedel. den) Birbirinin yerine geçen, tebâdül eden.
  • Nöbetle değişen.

mütedahil

  • İç içe, birbirinin içine girmiş vaziyette olan. Karışan.
  • Ödenmemiş, gecikmiş maaş.

mütekalib / mütekâlib

  • (Çoğulu: Mütekâlibîn) (Kelb. den) Köpek gibi birbirinin üstüne atılan.

mütekalibane / mütekâlibâne

  • Köpek gibi birbirinin üstüne sıçrayarak. (Farsça)

mütelahik

  • (Lühuk. dan) Biribirinin arkasından gelen. Birbirine katılan.

mütemasil

  • Birbirine benzer, eş.
  • Birbirinin benzeri, naziri olan.

mütenazır

  • (Nazar. dan) Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. Simetrik olan.

müteradif

  • Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden.
  • Gr: Yazılışı ayrı, fakat mânası aynı olan kelime.

müteselsilen / متسلسلا

  • Zincirleme olarak, birbirinin ardı sıra. (Arapça)

mütetabian

  • Birbiri ardınca. Birbirinin peşinden.

mütevasib

  • Birbirinin üzerine sıçrayan.

mütevazinü't-tarafeyn

  • Varlığı da yokluğu da birbirine denk, birbirinin seviyesinde.

mütevelli

  • (Vely. den) Birinin yerine geçen.
  • Bir vakfın idaresine memur edilmiş kimse.

mütezadd

  • Birbirine zıt, birbirinin aksi olan.

mütezahif

  • (Çoğulu: Mütezahifîn) Harpte birbirinin üzerine yürüyüp çatan.

mütezahim

  • (Çoğulu: Mütezahimîn) (Ziham. dan) Birbirini iterek, herbirinin üstüne çıkarak biriken kalabalık.
  • Halkın kalabalığından sıkıntıya uğrayan.

mütezahimin / mütezahimîn

  • (Tekili: Mütezahim) İzdihamdan dolayı birbirinin üstüne çıkanlar. Kalabalıktan sıkışanlar.

muvasebe

  • Birbirinin üstüne atlama, zıplama, sıçrama.

müvekkel

  • Birinin yerine vekil tâyin edilmiş kimse.

na'ra

  • (Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
  • Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s

naib / nâib

  • (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen.
  • Şeriat hâkimi olan kadı vekili.
  • Nöbet bekleyen.
  • Vekil, birinin yerine geçen.
  • Birinin yerine geçen, vekil.

nakiz

  • (Nakz. dan) Zıt, karşı. Birbirine karşı, zıt olan şey veya iş.
  • Man: Bir şeyin, bir kaziyenin hükmüne, mânasına muhalif olan veya ondan başka kaziye. Bir şeyi ref'eden şey. (Meselâ: "Her insan hayvandır. Bazı insan hayvan değildir." kaziyeleri birbirinin nakizidir. Nakiz ile zıd beyni

naz-perdar

  • Birinin nazını çeken. (Farsça)

nemm

  • Birinin sözünü başkasına götürüp ikisinin arasını bozma. Koğuculuk.

nesr

  • Hamele-i Arş'tan olan bir melek.
  • Akbaba, kartal.
  • Nuh kavminin putlarından birisinin ismi.
  • Yarayı deşmek.
  • Kuşun, eti didiklemesi.
  • Birinin aleyhinde konuşmak.
  • Güneyde bir parlak yıldız. Buna Nesr-ül vâki' denir. Batıdaki yıldıza ise: Nesr-üt-Tair

nevvab

  • Nâiblik eden. Birinin yerine vekil olarak iş gören.

öşr-ı mi'şar-ı aşr / öşr-ı mi'şâr-ı aşr

  • Onda birin onda birinin onda biri; yani binde bir.

perde

  • Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey. (Farsça)
  • Mc: Irz, namus, iffet. (Farsça)
  • Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi. (Farsça)
  • Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri. (Farsça)
  • Ekran, (Farsça)

pey-a-pey

  • Birbiri ardınca, birbirinin arkasından. (Farsça)
  • Azar azar, tedricen, peyderpey. (Farsça)

piyango

  • Bir kumar çeşidi. Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a.

radıyallahü anh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.

radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ

  • Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.

rağmen ala-enfihi / rağmen alâ-enfihi

  • Tahkir maksadıyla, birinin kibrini, burnunu kırmak için.

rahmetullahi aleyh

  • Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi ale

raiyet / رَعِيَتْ

  • Birinin idaresi altındaki halk.

raiyyet

  • Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. Devletin idâresindeki umum insanlar.
  • Sürü. Otlatılan hayvan sürüsü.

riba / ribâ

  • Fâiz; ödünç vermekte, rehnde (ipotekte) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden (satıcıdan) birinin ötekine karşılık olarak vermesi şart edilen fazla mal.

rubu'

  • (Tekili: Rub') Dörtte birler.
  • Metrenin kabulünden evvel ipekli, yünlü, basma ve emsali kumaş, bez ve sairenin ölçülmesinde kullanılan çarşı arşınının kesirlerinden birinin adıdır.

rukbi / rukbî

  • İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.

şahid / şâhid

  • Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.

şahsiyyat

  • Kişinin şahsına, kendine ait sözler.
  • Birinin kendine ait münasebetsiz sözleri.

sakar

  • Yedi Cehennemden birinin ismi.

sam

  • Ölüm, mevt.
  • Yer altındaki altın damarı.
  • Gök kuşağı.
  • Ateş.
  • Sersemlik hastalığı.
  • Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.

şehadet / şehâdet

  • Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
  • Şehîdlik, şehîd olmak.

selam / selâm

  • Esmâ-i hüsnâdan (Allahü teâlânın güzel isimlerinden). Zâtı ayıplardan (kusurlardan), sıfatları noksanlıklardan ve işleri kötülüklerden uzak, temiz olan.
  • İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni dünyâda ve âhirette sel

selamün aleyküm / selâmün aleyküm

  • İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.

serm

  • Birinin dişlerini kırma.

şevk

  • Diken.
  • Birinin hiddet ve şevketi görünmek.
  • Ekin.

silahdar

  • Tar: Sarayın ileri gelen erkânından birinin ünvanıdır. "Silahdar-ı şehriyarî" de denilirse de mâruf olan "Silahdar Ağa"dır.

silsile-i rivayet

  • Birinin diğerine nakletmesiyle gelen rivayet, nakil zinciri.

sırrdaş

  • Birbirinin sırrını bilen.
  • Sır saklıyan.

staj

  • Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma. (Fransızca)

sulbi / sulbî

  • Birinin sulbünden gelme. Kendi evlâdı. Kendi oğlu.

sünnet-i kifaye / sünnet-i kifâye

  • Başkalarının meselâ beş-on kişiden birinin işlemesiyle, diğerlerinden sâkıt olan (düşen) sünnet.

tabi / tâbi

  • Birinin arkasından giden, ona uyan, boyun eğen.

tabi'

  • Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden.
  • Gr: Kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan.
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan.

tagut

  • İnsanları Allah'a (C.C.) karşı isyana sevkeden. İsyankâr.
  • Her bâtıl mâbud.
  • Şeytan.
  • İslâmiyetten önce Kâbe'deki putlardan birinin ismi.

tahasür

  • Birbirinin beline elini sokup yürümek.
  • Eli böğürüne koymak.

takıyye

  • Sakınmak. Kendini koruyup çekinmek.
  • Birinin mensub olduğu mezhebi gizlemesi.
  • Mümâşât.
  • Sakınmak, kendini koruyup, çekinmek.
  • Birinin bağlı olduğu mezhebi gizlemesi.

takriri sünnet / takrirî sünnet

  • Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, sahabelerinden birinin söylediğini veyahut işlediğini gördüğü halde, onu menetmiyerek sükût buyurmaları.

tarafdar

  • Birinin tarafını tutan, bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran. (Farsça)

tazallüm

  • Bir haksızlıktan sızlanmak. Şikâyet etmek.
  • Birinin hakkını veya malını gasbetmek.
  • Mazlum olmak.
  • Zulmü kendi nefsine isnad etmek.

teanuk

  • Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma.

tebadül / tebâdül

  • Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa.
  • Birbirinin yerine geçme, yer değiştirme.

tecavüp / tecâvüp

  • Birbirinin ihtiyacına cevap verme.

tecessüd

  • Cisimleşme; batıl dinlerde, Allah'ın herhangi bir maddi varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi şeklinde inanılan batıl bir Allah inancı.

teçhil

  • Birinin veya bir topluluğun cahil olduğunu iddia etmek.

teebbün

  • İzine uyma. Tâbi olma, birinin yolundan gitme.

tefaul / tefâul

  • Birbirinin fiilinden etkilenme.

tehafüt

  • Düşürmek, düşmek.
  • Birbirinin üstüne atılmak. Birbirinin ardınca olmak.

tekafi / tekâfi

  • (Tekâfü') Birbirinin dengi olma.

tekarün

  • (Karn. dan) Birbirinin yanına gelme. Birbirine yanaşma. Mukarenet.

tekrarat-ı kur'aniye

  • Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması.

telepati

  • Birinin düşündüklerini veya uzakta geçen bir olayı hiçbir bağlantı olmadan algılama, uza duyum.

temasül / temâsül

  • Birbirinin aynısı olma, karşılıklı benzeyiş.

temsil eden

  • Birinin veya bir topluluğun adına davranan.

tenasi

  • Birbirinin nâsıyesine yapışmak.
  • Birbiri karşısına düşmek.

tenasüh

  • İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
  • Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.

teraküb

  • Birbirine bağlanıp kenetlenme.
  • Birbirinin üzerine binme.

terfik

  • (Refik. den) Birinin yanına katma. Arkadaş etme.

terfikan

  • Birinin yanına katarak. Arkadaş ederek.

teselsül

  • Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri. Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi.

teslimiyet

  • Kendini Allah'a veya başka birinin iradesine terketmek, boyun eğmek.

tetra

  • Birbiri ardınca olmak. Birbirinin peşinden gelmek.

tevali / tevâli

  • Uzayıp gitme, birbirinin ardından gelme.

tevcih

  • Döndürmek, yöneltmek.
  • Tefsir etmek.
  • Birisini bir tarafa göndermek.
  • Rütbe vermek.
  • Bir kimseye söz atmak.
  • Edb: İki zıd mânaya gelebilen ve birbirinin zıddı mânada söz kullanmak.

tevcih-i kelam / tevcih-i kelâm

  • Sözle işarette bulunmak.
  • Birbirinin zıddı muhtelif mânaya gelebilen kelimeyi sözde kullanmak.

tolga

  • Başlık, miğfer nevilerinden birinin adıdır.

uzme

  • Aşiret.
  • Birinin mensub olduğu âile.
  • Akrabâ.

vekalet / vekâlet

  • Birinin yerini tutma.

velediyet

  • Birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri.

velsan

  • Birbirinin boyunlarına el atarak yürüme.

vila'

  • Birbirinin ardı sıra gelmek.
  • Abdest esnasında uzuvları yıkarken birisi kurumadan diğerini yıkamağa başlamak.
  • Ahbablık, yakınlık, dostluk.

yeser

  • Kolaylık, sühulet.
  • Birinin sağ tarafından gelme.
  • Yün, ip gibi şeyleri bükme.

yüsr-ü vahdet

  • Birliğin kolaylığı; bir işin birinin idaresinde ve bir merkezde yapılmasının kolaylığı.

zem

  • Zemm. Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme.

zemm

  • Birinin kötülüğünü söyleme, ayıplama, yerme, çekiştirme.

zıddeyn

  • Birbirinin aksi olan iki şey. İki zıt.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın