Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
birbirine
ifadesini içeren
529
kelime bulundu...
a'taf
(Atf. dan ) En âtifetli. Pek müşfik, çok merhametli adam.
Boynuzları birbirine eğilmiş koyun. (Müe: Atfâ')
ahna
Çapraz ve birbirine zıt işler. Çarpık, eğri şeyler.
akran / akrân
Birbirine benzeyenler, em-sâl, yaşıt, denk.
aks-ün nakiz / aks-ün nakîz
Birbirine zıt olan iki şey.
Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."
asakir-i müteavine
Birbirine yardım edip dayanışma içinde olan askerler.
atfetmek
Meyletmek. Sevgi beslemek.
Gr: Mânâyı birbirine bağlamak.
atıf / âtıf
(Atf. dan) Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden, yönelen.
Bağlaç.
Şefkat edici kimse. Merhametli, müşfik.
Yarış atlarının altıncısı.
Gr: İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime.
bari'
Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (C.C.)
berhem-zened
Birbirine çarpıyor. Beraber çarpıyor. Birlikte çalışıyor.
(Farsça)
berkata
Birbirine yakın olan adım.
beşel
İki kimsenin birbiriyle tutuşması. İki şeyin birbirine sarılması.
(Farsça)
Beşelîden masdarından emir ki; asıl, sarıl, mânâlarına gelir.
(Farsça)
bilvasıta
Vâsıta ile. Birisinin vâsıta olması, aracılığı ile.
Edb: Terci' ve terkib-i bentleri teşkil eden parçaları birbirine bağlayan beyit.
blok
Birbirine bitişik yapılar.
(Fransızca)
Büyük ve ağır yığın.
(Fransızca)
Resim kağıtları saklanan karton kap.
(Fransızca)
bünyan-ı mersus
Kaynaşmış sağlam bina. Birbirine kurşunla kenetlenmiş sağlam yapı.
Birbirine lehimlenmiş, kenetlenmiş yapı.
cem'iyet
Tenasüp ve tezat gibi söz san'atları yoluyla birbirine uyan veya zıt olan sözleri bir arada bulundurma san'atı.
cem-i ezdad
Birbirine zıd şeylerin bir arada bulunması.
cıvata
Arkası iri başlı ve ucu somun geçmek üzere yivli vida. Başlıca potrelleri, demir ve tahtaları birbirine bağlamaya yarar.
cüsacis
Büyük deve.
Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması.
dalif
(Çoğulu: Düllef) Nişandan öteye düşen ok.
Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam.
dara'
Düz yer.
Birbirine girmiş olan sık bitmiş ağaçlar.
davc
(Çoğulu: Edvâc) İki şeyin birbirine eğilip ulaşması.
derem
Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.
dereman
Kişinin adımlarının birbirine yakın olması. (O kimseye "dârim" derler).
dest-be-dest
Elden ele, el ele.
(Farsça)
Peşin satış.
(Farsça)
Birbirine bitişik olan.
(Farsça)
düsür
(Tekili: Disar) Perçinler, halatlar, kenetler. Geminin tahtalarını birbirine bağlayan rabıtalar.
düvab
İşi birbirine ulaştırmak.
efanin
(Tekili: Üfnûn) Değişiklikler.
İşler, şartlar, hâller.
Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları.
ehadis-i müteşabihe / ehâdîs-i müteşabihe
Çok mânâlara gelebilen ve bu mânâların arasında benzerlik olduğu için mânâları birbirine karıştırılan hadisler.
ehl-i vifak
Beğenilen işlerde birbirine muvafakat edip uyanlar, anlaşanlar.
elsine-i terkibiye
Birbirine eklenen kelimelerle konuşulan diller. Terkibli ifâdesi çok olan, Arabçaya uymayan lisanların hususiyeti. (Arabî Lisanına "Tasrifî" denilir. Çünkü aynı kökten kelimeler rahatlıkla yapılmaktadır. Arabçaya bu hususta yetişen başka bir lisan yoktur.)
emsah
Yürürken uylukların birbirine sürtmesi.
emşak
Yürürken uylukların birbirine sürtmesi
emzah
Yürürken uylukları birbirine sürüyüş.
ervah
Halk içinde yürürken at üzerindeymiş gibi görünen uzun boylu kimse.
Adımları birbirine yakın olan.
esakk
Yürürken dizlerini birbirine vuran.
esir
Birbirine yakın olmak, mütekarib.
ess
Otun vaya saçın çok ve sık olup birbirine dolaşması.
eşya-yı mütezad
Birbirine zıt şeyler.
etelan
Adım birbirine yakın olmak.
etenan
Adım birbirine yakın olmak.
eyke
Sık ve birbirine karışmış ağaç.
Yumuşak.
Ağaç bitiren bataklık.
eyne's-sera mine's-süreyya / eyne's-serâ mine's-süreyyâ
"Yer nerede, Ülker takım yıldızı nerede?" (birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
farika / fârika
Ayırıcı özellik; birbirine benzememe özelliği.
fasid daire / fâsid daire
Man: A yı B ile, B yi A ile ispat etmek. Bir düşünceyi isbat etmek için isbat edilmemiş başka bir düşünceyi delil olarak kullanmak ve bunu da isbat için isbatı istenen ilk düşünceyi doğru sayıp buna delil diye kullanmak. Yani isbat edilen ile isbat edeni birbirine delil saymak olup isabetsizdir.
fehc
(Çoğulu: Efhac-Fahcâ) İnsanın veya hayvanın iki baldırının arası birbirine yakın olması.
feth-i mübin
Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i
fetk
Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma.
Tıb: Dikilmiş bir şeyi söküp ayırmak.
Kasık yarığı, kasık zarının yarılması ile barsakların torba içine dolmasından ibaret sakatlık. Fıtık hastalığı.
Şafak sökmesi. Fecir ağarması.
Parçalanıp birbirine düşmüş cemaat.
garif / garîf
(Çoğulu: Guruf) Birbirine girmiş sık ve çok ağaç.
gatt
Birbirine tâbi olmak.
Gizlemek.
Mükedder etmek, üzmek.
Suya dalmak.
gayne
Aralarından su akamayan birbirine girmiş ve dolaşmış ağaçlar.
gılab
Birbirine galip olmasını dilemek.
girift
Yakalama, tutma.
(Farsça)
Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık.
(Farsça)
Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir.
(Farsça)
Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç
(Farsça)
hablü'l-metin-i milliyet / hablü'l-metîn-i milliyet
Kopmaz bir bağ ile insanları birbirine bağlayan milliyet, millî özellikler.
hadis-i muddarib / hadîs-i muddarib
Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.
hafelleh
Ayaklarının uç kısmı birbirine yakın olup, ökçeleri uzak olan.
halk-ı ezdad
Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
hamile / hamîle
Sıklığından dolayı birbirine girmiş olan ağaçlar.
Ağaç ve ot bitmiş kumlu yer.
Döşek çarşafı.
harf-i atıf
Gr: İki kelime veya cümleyi birbirine bağlayan harf. Vav ve fe gibi. Bunlar bir kelimeyi veya cümleyi diğer bir kelime veya cümle üzerine atıf ve rabtederler. Bu harflerden evvelkine: ma'tufun aleyh, sonrakine ise, ma'tuf denir.
hasf
Ayakkabı dikmek.
Birbirine yapıştırmak.
Tasmalı nâlin.
Ağacın yaprağının dökülmesi.
hatk
Yürürken adımların birbirine yakın olması.
Yönelmek, teveccüh etmek.
hatt-ı muvasala / hatt-ı muvâsala
Erişme ve vâsıl olma yolu. Birbirine kavuşup buluşma ve birleşme yeri. Birbirine münasebet kurabilme yolu.
(Farsça)
hayt
İp. Kalın ip.
İplik. Bağ.
İki şeyi birbirine bağlayan.
Dikiş dikmek.
Tanyeri ağarması.
hem-hudud
Hudutları bir olan, sınırları birbirine bitişik olan memleket veya arazi.
(Farsça)
hem-kadd
Boyları birbirine eşit olan, uzunlukları aynı olan.
(Farsça)
hengame / hengâme
Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata.
(Farsça)
hılf
Birbirine yardım etmek.
Ahdetmek.
hoşbeş
Selâmsabah, hatır sorma, birbirine rastlayan iki ahbab arasında söylenilen ilk sözler.
huzuk
Adımları birbirine yakın olan kısa boylu kimse.
i'tidal
Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak.
Yumuşaklık. Uygunluk.
Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması.
Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
i'tikar
Birbirine karışıp sayılamama.
ibda'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
ibşas
Bazı bitkilerin veya çiçeklerin birbirine sarılıp karışması.
icma' / icmâ'
Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı
içtimaü'z-zıddeyn
Birbirine zıt iki şeyin birleşmesi, bir araya gelmesi.
iddirak
Akıl etme, idrak etme, anlama, fehmetme.
Bir yere toplanmak.
Birbirine yetişmek.
idgam / idgâm
Gizlemek.
Bir şeyi bir yere koymak.
Tecvidde: Aynı cinsten olan harfleri birbirine katarak iki def'a okumak. Şeddeli okumak veya yazılmak.
Birbirine benzeyen iki harfi bir yazıp şeddeli okuma.
ifrat ü tefrit
Birbirine tamamıyla ters olan iki uç. Çok fazla ve çok az.
ihfa / ihfâ
Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak.
ihtikak
Hakkını istemek. Niza' etmek. Birbirine husumet etmek. Hapseylemek.
Fık: İki taraftan her birinin haklı olduğunu iddia etmesi.
ikfa'
Edb: Sesleri birbirine yakın olan harflerle kafiye yapmak.
iktiran-ı kevakib
Ast: İki gezegenin zâhiren birbirine yakın bir mevziye gelmeleri veya aynı burçta bulunmaları.
iktisad
Tutum, biriktirme. Her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak.
Edb: Beyit veya kasideyi birbirine vasl ile uzatmak.
ilel-i müteselsile
Zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, illetler.
Zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, illetler.
ilmam
İki şey birbirine yaklaşma.
Küçük günah işleme.
iltibas
Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık.
Tereddüt. Şüphe.
Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
iltibassız
Birbirine karışmayan.
iltiham
Lehimleme, birbirine yapıştırma.
iltisak
İki uzvun birbirine yapışık olması.
Bitişmek. Yapışmak. Kavuşmak. Yapışık olmak.
iltisak-ı ecfan
Tıb : Ağrı ve sızıdan dolayı gözkapaklarının birbirine bitişmesi.
iltiva
Burulmak.
Kıvrılmak, bükülmek.
Sarılıp birbirine dolaşmak.
Dalgalanma.
Eğri durma.
Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.
inan şirketi / inân şirketi
Ortakların birbirine vekil olup, kefil olmadıkları şirket.
indimac
Kenetlenme. Dürülüp birbirine geçme.
inhişaş
(Çoğulu: İnhişâşât) Birbirine dokunup hışırdama, hışırtı. Şakırtı, şakırdama.
inşibak
Şebeke şeklinde olma.
Balık ağı gibi birbirine geçme.
insidad-ı em'a / insidad-ı em'â
Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
irtikaş
Harpte askerlerin birbirine karışması.
irtima'
Birbirine atışma.
irtisa'
Dişler sık olma.
İki şey, birbirine bitişik olma.
Taneleri, iki taş arasında döğüp parçalama.
ism-i mevsule
O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
ısmi'lal
Muhkem olmak, sağlam olmak.
Otların birbirine dolaşmaları.
ısparmaca
Deniz içinde birkaç zincirin birbirine karışması.
iştibah
Birbirine benzeme, karışıklık.
iştibak
Karışıklık; birbirine geçme.
(Şebeke. den) Örülmek. Örgülenmek.
Karşılıklı birbirine geçmek.
Perişanlık.
Zâhir olmak.
Koz: Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar.
iştibak-ı tesanüd-ü nazm / iştibak-ı tesânüd-ü nazm
Bir ağ gibi birbirine bağlanıp dayanmış olan nazım, diziliş.
ıstıdam
İki şeyin birbirine şiddetli çarpması.
istihlal
Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.
istikak
Bitkilerin sık ve çok olmalarından dolayı birbirine dolaşık olmaları.
istira'
İki tâne odun parçasını birbirine sürte sürte tutuşturma.
Çakmak taşında ateş çıkartma.
ittisal
Ulaşmak. Bitişmek.
Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.
izdivac
Çift olmak, birbirine eş olmak. Meşru nikâhla evlenmek.
ka'kaa
Silâh çatırtısı. Kılınç veya süngü gibi silâhların birbirine çarpmasından çıkan ses.
kabil
Gibi, türlü, biraz evvel, az önce. Aşikâr. İleri gelen. Kabul eden.
Sınıf, nevi, soy.
Kefil.
Birbirine muhalif kavimden üç beş kişi.
kafadar
Arkası sıra giden, peşinden ayrılmayan.
(Farsça)
Kafaları birbirine uyan, kafaca birbirine denk olan arkadaş.
(Farsça)
kasırga
Çevrintili rüzgâr. Tozu ve toprağı birbirine katarak, ağaçları sökerek bir an esip kesilen rüzgâr.
kayyım
İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.
kaza
Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
Hâkimlik, hâkimin hükmü.
İstemeden yapılan zarar.
Hükmeylemek, hüküm.
Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.
kenet
(Esâsı: Kinet) İki sert cismi birbirine bağlamak için çakılan iki ucu kıvrık madeni parça.
kifa
Bir parça veya iki bez (ki birbirine dikip çadır eteğini yaparlar.)
Eşitlik, beraberlik, müsâvât.
kıran / قران
Yakınlaşma.
(Arapça)
İki gezegenin aynı burçta birbirine yaklaşması.
(Arapça)
kırmeta
Kitapla satırların veya yürürken adımların birbirine yakınlığı.
kıyas maa'l-farık / kıyas maa'l-fârık
Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas.
kıyas-ı maalfarık / kıyas-ı maalfârık
Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan geçersiz kıyas.
Birbirine benzemiyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yani, doğru olmayan ve hakikata uymayan mukayese.
kıyasımaalfarık / kıyâsımaâlfârık
Birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması.
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
küfüvv-ü şer'i / küfüvv-ü şer'î
Şeriatın eşler arasında uygun gördüğü denklik; birbirine uygunluk.
kurb-i ebdan / kurb-i ebdân
Bedenlerin birbirine yakın olması.
kutbiye
Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
lafk
İki şeyi birbirine çarpma.
lebh
Bir büyük ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa filhâl o kişiye uyuşukluk gelir; o ağaçtan tahtalar biçip gemi yaparlar. Rivâyet olunur ki, iki tahtasını birbirine bitiştirip bir yıl su içinde dursa ikisi bir olup yekpâre olur, Mısır'da yetişir. Ahter-i Kebir'den)
leys
(Çoğulu: Lüyus) Arslan.
Sinek avlayan örümcek.
Arasında yaş ot bitmiş olan kuru ot.
Birbirine girmiş ot.
Semiz ve şişman kimse.
lübed
Çok mal mânasınadır ki sanki birbiri üstüne yığıla yığıla keçe gibi birbirine geçmiştir.
lüzub
Yapıştırma, yapışma. Birbirine kafes gibi girdirip yapıştırma.
Sâbit olma.
ma'kusen mütenasib
Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.
madrubeyn
Mat: Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri.
masur
Birbirine katılmış şey. Mümtezic.
mazrubeyn
Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri.
mebsuten mütenasip / mebsûten mütenasip
Doğru orantı; birbirine bağlı olan ve biri arttığında öteki de artan iki büyüklük arasındaki nispet.
memzuc
Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş.
Şakalaşmak.
Oynamak.
menşur
(Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş.
İşleri dağınık. Perişan.
Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı.
Bayrak.
Mat: Alt ve üst tabanları birbirine müsavi ve müvâzi (eşit ve paralel), kenarları da müsâvi ve müvâzi olup yüzleri b
mersus
Sağlam yapı. Birbirine kenetlenmiş, kurşun veya lehim ile birbirine bağlanmış sağlam yapı.
mesha'
İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük.
Ufak taşlı, otsuz düz yer.
Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın.
Uylukları ince ve zayıf olan kadın.
mesrude
Ulaştırmak.
Zırh halkalarının birbirine girmesi.
mevadd-ı münasebe
Birbirine uyan maddeler.
misak
Sürme, gütme, sevketme.
Havada uçarken kanadını birbirine vurup uçan güvercin.
misleyn
Birbirine benzeyen iki şey, birbirinin aynısı olan iki şey.
mu'cize-i tevafukıyye
Kur'ân'daki tevafuka ait mu'cize, kelimelerin mu'cizeli bir şekilde birbirine uygunluğu.
mu'tazıb
Birbirine yardım eden. Birbirine muavenette bulunan.
muamelat
İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları.
Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.
muaraza
Bir şeyden yan verip sapmak.
Biri ile yarışmak.
Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi.
muaşaka / muâşaka
Birbirine âşık olma.
muatat
Birbirine atâ etmek, karşılıklı hediyeleşmek.
Vermek.
mübahele
Birbirinden nefret etme.
Birbirine lanet okuma. Beddua etme.
mübayenet / مُبَايَنَتْ / mübâyenet
Zıtlık, birbirine benzememe.
Birbirine benzememe, zıtlık.
mübayenet-i mahiyet / مُبَايَنَتِ مَاهِيَتْ
İçyüzü itibariyle zıtlık, birbirine benzememe.
mücahafe
İzdiham etmek, kalabalık yapmak.
Birbirine kılıç ve bıçak çekip vuruşmak.
mücavebet
(Cevab. dan) Birbirine cevap verme, cevaplaşma, mektuplaşma. Karşılıklı cevap verme.
müdabere
(Dübr. den) İki kişi birbirine arkalarını dönme.
müdaree
Def'edişmek.
Muhalefet edişmek, birbirine zıt ve karşı olmak.
muhabere
Haberleşme. Karşılıklı birbirine haber verme.
muhacere
Birbirini men'etmek, birbirine engel olmak.
mühadat
Birbirine bahşiş ve hediye vermek.
muhadese
(Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme.
muhakat
Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek.
Birbirine hikâye söylemek.
muhalif
Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan.
Başka şekilde düşünen.
Karşı duran.
muhareşe
Kışkırtma, halkı birbirine düşürme.
muhasama
(Muhasamet) (Çoğulu: Muhâsamât) Muhalefet. İki taraf arasındaki düşmanlık. Birbiri ile çekişmek. Birbirine husumet etmek.
muhasımeyn
Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse.
muhataba
Birbirine söz söyleme, hitabetme.
Mc: Çekişme.
mühatat
Birbirine atâ ve bahşiş etmek, hediye vermek.
muhtelef
Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş.
muhtelif
Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan.
Çeşit çeşit, birbirine uymayan.
muhtemel-üz zıddeyn
Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.
mükafele / mükâfele
Karşılıklı olarak birbirine kefil olma.
mukarib
Birbirine yakın ve karib olan. İyi ve kötü ortasında orta hâlli olan.
mükaşefe / mükâşefe
Gizli şeyleri birbirine açıp keşf ve izhar etmek, açığa çıkarmak. Meydana çıkarmak.
Bir hususu keşif yolu ile anlamak, bilmek.
Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarına ve sâir sırlarına vukufiyyet.
mukassa
Kısas etmek.
Üzerlerinde olan borcu birbirine takas edişmek.
mükatebe / mükâtebe
Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.
Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle ile yapılan azatlık sözleşmesi.
mülabese / mülâbese
Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek birbirine karıştırılması.
Münasebet, yakınlık.
mülabeset / mülâbeset
(Lebs. den) Karışma. Münâsebet. Ülfet ve ihtilât etmek. Birbirine benzeyen iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi.
Takribi cihet.
Karışma, münasebet, iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi.
mülaene
Birbirine bedduâ etme. Lânetleşme.
mülamese
(Lems. den) Birbirine dokunma, değme, el ile tutma, temas etme.
Yapışmak.
mülatafa
(Mülâtefe) (Lutf. dan) Birbirine lâtife etmek. Şakalaşmak. İltifat etmek. Güzel muâmele.
mülatama
Birbirine şamar vurma, tokat atma.
mülaveze
Birbiri ardınca gizlenmek.
Birbirine sığınmak.
mülmi'
Abanoz ağacının âlâsı.
Birbirine karışmış nesne.
mültebis
Birbirine karıştırılmış.
mülteff
(Mülteffe) Birbirine sarılmış. Karışmış.
mültesik
(Lüsuk. dan) Birbirine bağlanmış. Yapışık, bitişik.
mümanaa
Birbirine engel olma.
mümasaha
Sözle birbirine yumuşak davranma.
mümaselet
Benzeyiş, müşabih olmak. şekilce, suretçe birbirine benzeyiş.
mümasse
Birbirine değme. Dokunma, temâs etme.
mümtezic
İmtizac eden. Birleşmiş olan, birleşik.
Birbirine tamamen uygun olarak karışmış olan.
Aralık bırakmayan, birbirine karışık, tamamen kapanan.
Birbiriyle iyi geçinen.
mümtezicen
Karışmış olarak. Birbirine tamamen uyar bir hâlde.
münadea
Süngü ile birbirine hücum etmek.
Kucaklaşmak.
münafat
Birbirinin aksine olan. Birbirine aykırı olmak. Aykırılık, mugayeret, münafi, muhalefet.
münakaza
İki sözün mânasının birbirine zıd olması.
Bir sözü evvelce söylediği kelâma zıd ve muhâlif söylemek.
münakız / münâkız
Birbirine zıt.
münasara
Birbirine yardım etme. Muavenette bulunma.
münasebat-ı tevafukiye / münâsebât-ı tevafukiye
Birbirine uygun gelişmelerdeki bağlantılar, ilişkiler.
münharif
(Harf. den) İnhiraf eden, yoldan çıkmış. Eğilmiş, çarpık. Usulünden çıkmış, sağlam olmayan.
Tecviddeki mânâsı için "İnhirâf"a bakınız.
Geo: Dört kenarlı, fakat hiçbir kenarı birbirine müsâvi ve müvâzi (eşit ve paralel) olmayan şekil. Sadece iki kenarı birbirine müvâzi (parale
muntabık
İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun.
müraat-ı nazir / müraat-ı nazîr
Edb: Mânâca birbirine uygun kelimeleri bir cümlede toplamak.
müramat
(Remy. den) Birbirine atma. Atışma.
murassa'
Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı.
Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş.
Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit.
Bir nevi yazı.
mürekkebat-ı müteşabike-i mütesaide-i kainat / mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesâide-i kâinat
Kâinatta bir ağ gibi birbirine bağlanarak gittikçe genişleyen terkipler, bileşikler.
murtabıt / murtâbıt
Birbirine bağlı, birbiriyle bağlantılı.
murtabit
Bağlı. İrtibatlı. Birbirine bitişik. Ekli.
mürtebit
(Murtabıt) Bağlı, birbirine bitişik, bağlantılı, beraber.
mürtekış
Birbirine giren. Karmakarışık olan.
müşaare
(Şiir. den) Karşılıklı olarak birbirine şiir söylemek. Şiir yarışı.
müşabehet / müşâbehet / مُشَابَهَتْ
Birbirine benzeme.
müşacere
Sözle karşılıklı çekişme. Kavga, niza.
Birbirine ağaçla vurma.
müsademat
(Tekili: Müsademe) Vuruşmalar, birbirine çarpmalar. Müsademeler.
müsademe
(Çoğulu: Müsademat) Vuruşma, birbirine çarpma.
Silâhlı çarpışma.
müsademe-i efkar / müsademe-i efkâr
Fikirlerin çarpışması, muhtelif fikirlerin birbirine karşı söylenişi.
müsafat
Hastayı tedâvi etme.
Birbirine kötü muâmele yapma.
müsafeha / müsâfeha
İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması.
müşagabe
Birbirine şer ve fenalık etmek. Aldatmak.
Fls: Mübahase ve münakaşayı bir gaye sayanların yolu, usulü. (Didimcilik, eristik)
müşakelet
Üslûp, tarz ve şekilce birbirine benzeme.
müşareket
Birbirine ortak olmak, ortaklık. Beraber olup bir iş yapmak.
Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil.
Karşılıklı anlaşma, birbirini anlama.
müşateme
(Şetm. den) Atışma, birbirine sövme. İki kişinin birbirine sövmesi.
müsavi
Birbirine denk olmak, aynı seviyede olmak. Denk, aynı derecede.
müsaviyü't-tarafeyn / müsâviyü't-tarafeyn
İki tarafın birbirine denk olması; varlık veya yokluk konusunda eşit durumda olma.
musayaha
(Sayha. dan) Birbirine haykırıp çağırışma.
müsayefe
(Seyf. den) Kılıçla vuruşma. birbirine kılıç çekme.
müselsel
(Silsile. den) Teselsül eden, birbirine bağlı olan, bir sırada devam eden. Zincir halkaları gibi bir sırada olan.
Edb: Bütün mısraları kafiyeli manzume.
müselselen
(Silsile. den) Birbirinin ardından, aralıksız. Teselsül ederek, zincirleme, birbirine bağlı olarak.
müserred
Halkaları birbirine girmiş olan zırh.
musfac
Yassı başlı.
Ellerini birbirine vurup sesini işittirdikleri kişi.
müştebih
Birbirine benzer, benzeyen; şüpheli.
Birbirine benzeyen.
müstetbeat-üt terakib
Sözdeki birbirine bağlı, işaretli mânalar.
müstetbeü't-terakip / müstetbeü't-terâkip
İşaret, telmih, remiz gibi asıl sözün etrafında bulunan birbirine bağlı ikinci derecedeki mânâlar; çağrışımlar.
mutabık
Birbirine uyan, uygun.
mutaraha
Birbirine söz söyleme.
mutatabık
Münâsib gelen. Birbirine uyan. Uygun.
mutayebe / مطایبه
Şakalaşma, birbirine fıkra anlatma.
(Arapça)
müteadid
Birbirine kuvvet veren, omuz omuza veren.
müteadil
Birbirine denk ve eşit gelen. Teadül eden.
müteakis / müteâkis
Tersine dönmüş. Birbirine zıd.
Birbirine ters, zıt.
mütearif
(Örf. den) Bilinen, bilinir, meşhur.
Birbirine tanıyan, tanışan.
mütearız
Birbirine zıt ve muhâlif olan.
müteati
Birbirine veren.
müteavin
(Avn. dan) Yardımlaşan. Birbirine yardım eden.
müteazid
(Adad. dan) Kol kola tutunan, birbirine yardım eden, kol veren.
mütebagiz
Birbirine düşman olan, kin güden, hased eden.
mütebayin
Birbirine uymayan. Birbirine zıt olan. Birbirinden ayrı.
mütecavibe
Birbirine cevap veren, birbirini destekleyen.
mütedarib
(Darb. dan) Birbirine vuran karşılıklı vuruşan.
mütegalibe
Sıra ile birbirine galib gelen.
mütegamız
(Çoğulu: Mütegamızin) Birbirine göz ucu ile işâret eden.
mütegamızin / mütegamızîn
(Tekili: Mütegamız) Birbirine göz ucu ile işaret edenler, gözle işaretleşenler.
mütegayir / mütegâyir / متغایر
Mügayir olan. Birbirine zıt olan.
Değişik, birbirine zıt.
Birbirine zıt.
Birbirine zıt.
(Arapça)
mütehabb
(Hubb. dan) Birbirine dost olan. Birbirini dost sayan.
mütehacim
Birbirine hücum eden, saldıran.
mütehacimane / mütehacimâne
Birbirine saldırır ve hücum eder şekilde.
(Farsça)
mütehacimin / mütehacimîn
(Tekili: Mütehacim) Birbirine hücum edenler, saldıranlar.
mütehalif / mütehâlif / متخالف
Birbirine muhalif olan. Birbirine uymayan. Birbirini tutmayan.
Birbirine karşı, uymaz.
Farklı, birbirine uymayan.
Birbirine uymayan.
(Arapça)
mütehasid
Birbirini kıskanan, çekemiyen. Birbirine hased eden.
mütehasım
(Çoğulu: Mütehasımîn) (Husumet. den) Karşılıklı düşmanlık eden ve birbirine hasım olan.
Karşılıklı olarak dâvâ edenlerden herbiri.
mütehassir
Birbirine hasretle bağlanma.
mütehatıb
Birbirine hitab eden, söyleşen.
mütekabiletan
Birbirine karşı olan iki şey.
mütekafi / mütekâfi
(Mütekâfiyye) Birbirine denk ve akran olan. Eşitleşen.
mütekafiyen / mütekâfiyen
Birbirine eşit, denk, müsavi ve akran olarak.
mütekarib
(Kurb. dan) Yaklaşan, tekarüb eden. Birbirine yakın olan, gittikçe birbirine yaklaşan.
mütekarin
(Karn. dan) Birbirine birleşmiş, bitişmiş olan.
Yaklaşmış, yakınlaşmış, tekarün eden.
mütekatil
(Katl. den) Karşılıklı olarak birbirine öldüren, katleden.
mütekayid / mütekâyid
(Çoğulu: Mütekâyidîn) Birbirine hile yapan.
mütelahik
(Lühuk. dan) Biribirinin arkasından gelen. Birbirine katılan.
mütelakim
Birbirine yumruk atan, telâküm eden.
mütelatım
(Mütelatıma) Birbirine çarpan, çarpışan, çalkalanan. Dalgalı.
mütemasil / mütemâsil
Birbirine benzer, eş.
Birbirinin benzeri, naziri olan.
Birbirine benzer.
mütemazih
Şakalaşan, birbirine lâtife ve şaka yapan.
mütenadi
(Nida. dan) Birbirini çağıran. Birbirine nida eden.
mütenakız / mütenâkız / مُتَنَاقِضْ
Birbirine uymayan, birbirine zıt olan, birbirini bozup nakzeden, birbirini bozup nakzeder olan. İkinci söylediği sözü, birinci söylediği söze zıt olup uymayan.
Birbirine zıt, çelişen.
Birbirine zıt.
Birbirine zıt olan.
mütenasib / mütenâsib
Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
Münasib, birbirine uygun, benzer, denk.
Uygun, birbirine yakışan.
mütenasiben / mütenâsiben
Birbirine uygun olarak.
mütenasık / mütenâsık
Birbirine uygun olan, münâsib ve nizam üzerine dizilmiş olan.
Dizili, birbirine uygun biçimde.
mütenasika
Bir düzen içinde, tertipli; birbirine uygun, insicamlı.
mütenasip / mütenâsip
Birbirine uygun.
mütenasır
Birbirine yardım eden, muavenette bulunan, yardımlaşan.
mütenazır / mütenâzır / متناظر
Birbirine bakan.
(Arapça)
Simetrik.
(Arapça)
müteradif
Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden.
Gr: Yazılışı ayrı, fakat mânası aynı olan kelime.
müterasıf
Saf şeklinde birbirine yanaşıp sıkışmış olan.
müterettibe
Birbirine uyumlu şekilde sıralanan.
müteşabih / müteşâbih
Birbirine benzeyenler.
Fık: Mânası açık olmayan âyet ve hadis. Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin mecazî mânalara gelen ifadeleri. "Muhkem" olmayan âyet veya hadis.
Zâhirî mânası kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla hakikatlerin beyanında kullanılan ifade.
Birbirine benzeyen.
Kur'ân-ı Kerim'de mânâ ve lafız bakımından tevile elverişli olan âyetler. Muhkem olmayan âyet.
Birbirine benzer, mânâsı kapalı âyet ve hadîs.
müteşabihat / müteşabihât
Birbirine benzeyenler.
Lafız ve mânâ bakımından tevile elverişli âyetler.
Müteşabih olan âyetler.
Birbirine benzer olanlar.
müteşabik
Beraber ve karışık olanlar, birbirine karışanlar. Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift.
müteşabike / müteşâbike
Birbirine girmiş, örgülenmiş, karışık.
mütesadim
(Sadme. den) Birbirine çarpışan, birbirine çarpıp vuran.
müteşaib
Şu'belenen.
Birbirine karışmamış.
Dallı, budaklı. Kollara ayrılmış.
müteşakil
Şekli birbirine benzeyenlerden herbiri, bir şekilde olan.
Bir aruz vezninin ismi.
mütesanid
Birbirine dayanıp kuvvet alan.
Kuvvetli itimat ile birbirine bağlı olan, tesanüd eden.
mütesanidane / mütesânidâne
Birbirine dayanıp kuvvet vererek.
müteşatim
(Müteşâtime) Karşılıklı olarak birbirine söven.
mütesavi / mütesâvi
(Siva. dan) Birbirine müsavi ve eş olan.
Birbirine eşit.
müteşavir
Birbirine danışan, müşavere eden.
mütesaviy-üt tarafeyn
İki tarafı birbirine müsavi ve denk olan.
mütesaviyen
Birbirine eş değerde.
mütesaviyü't-tarafeyn / mütesâviyü't-tarafeyn
İki tarafı birbirine denk olan; varlık veya yokluk konusunda eşit durumda olan.
mütesayif
Birbirine kılıçla vuran.
müteşebbek
(Şebk. den) Ağ gibi birbirine geçen.
müteşebbik
Şebeke hâlinde olan, ağ gibi birbirine geçen.
müteselsil
Zincirleme, birbirini izleyen, zincir gibi birbirine bağlı olan.
müteselsile
Zincirleme olarak, birbirine bağlı şekilde sıralanan.
müteselsilen
Birbirine bağlanmış sıra halinde, zincirleme şekilde.
mütetabık / mütetâbık
Birbirine uygun olan.
mütetabıkan / mütetâbıkan
Birbirine uygunluk içinde.
Birbirine uyarak.
mütevadd
Birbirine sevgi gösteren.
mütevafık
Birbirine uygun olan, tevafuk eden.
Birbirine uyan.
mütevaid
Birbirine söz veren. Sözleşen.
mütevasi
Birbirine teveccüh edip yönelen. Birbirine tavsiye eden.
mütevasık
Birbirine güvenip itimad etmek suretiyle anlaşan.
mütevasıl
(Vasl. dan) Birbirine bitişmiş. Birbirine ulaşan, gelen.
mütevati
Birbirine benzeyen.
mütevazi
(Vezy. den) Birbirine müvazi olan. Paralel.
mütevazinü't-tarafeyn
Varlığı da yokluğu da birbirine denk, birbirinin seviyesinde.
mutezad / mûtezad
Birbirine zıt.
mütezadd
Birbirine zıt, birbirinin aksi olan.
mütezadde / mütezâdde
Birbirine zıt.
muvaneset
(Üns. den) Birbirine alışıp berâber yaşama. Ünsiyet peydâ etme.
İnsana alışma, insandan kaçmayış.
muvanis
(Üns. den) İnsana alışık, insandan kaçmayan.
Ünsiyet peydâ eden, birbirine alışıp birlikte yaşıyan.
muvasaka
Birbirine söz verip anlaşma.
muvazenet
Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek.
Düşünmek.
İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.
muvazin
(Vezn. den) Ağırlıkça birbirine eşit ve denk olan.
Denk, uygun.
müzahame / müzâhame
Bir yere yığılarak fertlerin birbirine zahmet vermesi.
müzahamet
Birbirine zahmet verme. Kalabalıktan gelen sıkıntı, sıkıştırma.
Bir yere itişe kakışa hücum etme.
müzahametsiz
Birbirine engel olmaksızın, birbirini zorlamaksızın.
muzaheret
Birbirine yardım etmek.
Arka olma, destek olma.
müzayakasız
Birbirini sıkıştırıp birbirine engel olmaksızın.
muzayefe
Ziyâfet vermek.
Birbirine konaklamak.
nahr
Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek.
İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması.
Boyun. Boğaz çukuru.
Sadır.
Gündüzün evveli.
Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.
nahv
(Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön.
Misâl.
Miktar.
Kasd ve azmeylemek.
Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile Arapça kelimelerin yeri ve usulü bilinir, yani cümle tahlili yapılır.
nakiz
(Nakz. dan) Zıt, karşı. Birbirine karşı, zıt olan şey veya iş.
Man: Bir şeyin, bir kaziyenin hükmüne, mânasına muhalif olan veya ondan başka kaziye. Bir şeyi ref'eden şey. (Meselâ: "Her insan hayvandır. Bazı insan hayvan değildir." kaziyeleri birbirinin nakizidir. Nakiz ile zıd beyni
nakızeyn / nâkızeyn
Birbirine zıt iki şey.
nakzeyn
İki zıt, zıtlar. Birbirine muhalif iki şey.
nekaiz
(Tekili: Nakize) Nakizeler. Birbirine zıd şeyler.
nekre-i mevsule
İki kelime veya mânâyı birbirine bağlayan kelime.
neyseb
Karıncaların birbirine bitişerek yol almaları.
nez'
Halkı birbirine düşürmek, ifsâd, bozmak.
nezzare / nezzâre
Birbirini takip eden, birbirine bakan.
peşrev
(Aslı: Pişrev) Önde giden.
(Farsça)
Türk müziğinde bir saz eseri.
(Farsça)
Güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine veya dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun.
(Farsça)
Bir çeşit ok.
(Farsça)
rabıta
Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
Tertip, sıra, düzen, usûl.
İki şeyi birbirine bağlayan nesne.
İlgi, münasebet, bağlılık, mensupluk.
Düzen, tertip.
rabıta-i iman
İman bağı, insanları hususan iman edenleri birbirine bağlayan iman.
rabt
Bağlamak, bitiştirmek, bir şeye bağlamak.
Nizam vermek, intizam bulmak.
Gr: Cümleleri lüzumlu edatlarla birbirine bağlamak.
rabt edatı
Gr: Bağlama edatı. Kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan harf veya kelime. (Hem, ve... gibi)
rampa
İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi.
(Fransızca)
Şose veya demiryolundaki yokuş.
(Fransızca)
Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set.
(Fransızca)
rasf
Oka kiriş sarmak.
Birbirine zammetmek.
Kaldırım döşemek.
rass
Binayı sağlamlaştırmak.
Birbirine darlık getirmek.
Bazısını bazısına ulaştırmak.
retk
Adımların birbirine yakın olması.
Deve kuşunun sür'atle gitmesi.
revban
(Çoğulu: Rübâ) Sütün yoğurt olması.
Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.
şa'şaa
Parlama. Zahirî parlak görünüş.
Bir şeyi birbirine katıp karıştırmak.
şagva'
(Çoğulu: Şuguv) Dişleri birbirine muhalif olup kimi fazla kimi eksik olan kadın.
sahb
(Sahab) Figan, seslerin birbirine karışması, gürültü, patırtı.
salkame
Azı dişlerinin birbirine dokunması.
salsale
Demirlerin birbirine dokunmaktan ses çıkarmaları.
şebbake
(Çoğulu: şebâbik) Birbirine girmiş nesne.
sec'
Nesirde cümle sonlarının kâfiye şeklinde birbirine uygunluğu.
seci'
Edb: Nesrin kafiyesidir. Seci'ler, ya cümlelerin sonunda yahut arasında bulunur. Sondaki seci'ler bir kelime vasıtasiyle birbirine bağlanır, onlara "Seci'-i mukayyed" denilir. Aradaki seci'ler ise yekdiğerlerine bağlı olmadıklarından onlara sec'i-i mutlak tâbir olunur. İçiçe olan seci'lere "Seci' en
seradan süreyya'ya kadar / serâdan süreyya'ya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
seradan süreyyaya / serâdan süreyyaya
Yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir ifadedir.
seradan süreyyaya kadar / serâdan süreyyaya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
şerare
(Şerâr) Kıvılcım. Elektrik kıvılcımı. Müsbet ve menfi (+ ve -) elektrik kutuplarının birbirine çok yakın olmasından veya dokunmasından hâsıl olan kıvılcımların parlayışı.
serd
Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek.
Halkaları birbirine geçirmek.
Delmek.
Dikmek.
Vurmak.
silsile
Birbirine bağlanan, bir sıra meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi birbirine ekli ve bitişik olan.
Soy, sop.
Sıradağ.
Seri. Dizi.
Ard arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra.
sırr-ı tezad
Birbirine zıt olma esprisi; zıtlık sırrı.
sistem
Bir bütün meydana getirecek şekilde, karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların hepsi.
(Fransızca)
İlimde bir bütün meydana getirecek esasların hepsi.
(Fransızca)
Bir nizâm dâiresinde çalışan takım.
(Fransızca)
Proğramlı çalışmak.
(Fransızca)
Manzume.
(Fransızca)
siyyan
(Tekili: Siyy) Birbirine denk ve eşit. Müsavi.
siyyanen
Birbirine denk ve eşit olarak. Müsavi bir tarzda.
şücne
Sıklığından birbirine girmiş ağaçların damarları.
süveyş
Akdeniz'le Kızıl Deniz'i birbirine bağlayan büyük kanal.
taac'uc
Çeşitli seslerin birbirine karışması.
tadadd
Birbirine düşmanlık etmek.
tadarr
Birbirine zarar etmek.
tahadd
Muhalefet edişmek, birbirine karşı gelmek.
takadi
Birbirine hakkını vermek.
takadu'
Birbirine süngü ile vurmak.
takarüb
Birbirine yakın olmak.
takasüm
Kısmet edişmek.
Birbirine yemin vermek.
takazüf
Birbirine iftira edip atışmak.
takriş
Birbirine rağbet etmek.
tali
Tilavet eden, okuyan.
İkinci derecede. Sonradan gelen.
Man: Birbirine bağlı iki kaziyeden ikincisi. Meselâ: "Duman çıkıyorsa ateş vardır" sözünde "Ateş vardır" sözü tâli'dir.
tarsif
Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
tasaduk
Birbirine inanmak.
tasalsul
Demir ve ona benzer madenlerin birbirine değmelerinde ses çıkarmaları.
tasayuh
Birbirine çağırmak.
tasfik-i esnan
Soğuktan dişlerin birbirine çarpması.
tatalu'
Birbirine bakmak. Gözlemek.
tatavül
Uzun olmak.
Büyüklenmek, kibirlenmek.
Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek.
te'hıye
Hayvana yatacak ahır yapmak.
Birbirine kardeş olmak.
te'z
Yara.
Cenk edip döğüşürken birbirine yakın olup yoldaşını gözetmek.
teadud
(Adud. dan) Kol kola girme.
Birbirini tutma. Karşılıklı yardımda bulunma. Birbirine yardım etme.
teadül
(Çoğulu: Teâdülât) (Adl. den) Birbirine denk gelme. Eşitlik, denklik, beraberlik.
teanuk / teânuk
Birbirine sarılma.
tearüf
Tanışmak. Birbirini tanımak. Birbirine tanış çıkmak.
tearuz / teâruz
Çatışma, birbirine zıt düşme.
tearuzan / teâruzan
Birbirine zıt, her biri diğeriyle çelişiyor olarak.
tearuzen
Birbirine zıt olarak, muarız olarak.
teati / teâtî / تعاطى
Birbirine verme.
(Arapça)
Teâtî edilmek:
Birbirine verilmek.
(Arapça)
teatuf
Birbirine şefkat, muhabbet ve sevgi göstermek.
Birbirine bağlanma.
teavün
Yardımlaşmak. Birbirine muâvenet etmek.
tebagi
Birbirine zulüm etmek.
tebazül
Birbirine bahşiş etmek.
tebelleş
Birbirine geçmiş, karmakarışık, karışmış.
tebellüd
Ağır, tembel olma.
Bir şeye tahassür ve teessüf etme. Pişmanlıktan dolayı "hay meded" diye ellerini birbirine çarpma.
Yere düşme.
tecanüs
Bir cinsten olma.
Birbirine sıkı sıkı bağlılık, benzeyiş ve uygunluk.
tecavüb / tecâvüb
Birbirine cevap verme.
tecazüb
Birbirine karşı duyulan yakınlık.
İncizab etme. Çekme.
tecazüp
Birbirini cezbetme; birbirine duyulan yakınlık, sempati.
tecnis
İki şeyi birbirine benzer şekle sokma.
Edb: Cinas yapma. İki mânalı söz söyleme.
tedafü / tedâfü
Birbirine karşı savunma vaziyeti alma.
tedahül / tedâhül
İç içe olmak, birbirine dahil olma.
Birbirine girme.
tederrü'
Birbirine muhâlefet etmek, birbirine karşı gelmek.
tefahuş
Birbirine çirkin sözler söylemek.
tegalüb
Birbirine galebe etmek, birbirine üstün gelmek.
tegamüz
(Gamze. den) (Çoğulu: Tegamüzât) Birbirine göz ucu ile işâret etme.
tehacüm
Birbirine hücum etme.
Bir yere istekle, hızlıca toplanmak, üşüşmek.
tehalüf / tehâlüf
Birbirine zıt olmak. Birbirine muhalif olmak, uymamak.
Birbirine zıt olma.
tehasum / tehâsum / تخاصم
Birbirine düşmanlık gütme.
(Arapça)
Birbirine düşmanlık gütme.
(Arapça)
tehatub
(Hatb. dan) Hitablaşma. Karşılıklı birbirine hitab etme.
tehnid
Lâtifeleşmek, şakalaşmak, birbirine lütuf etmek.
tekabül
Birbirine karşılık olma, bir ayna gibi karşısında olma.
tekalüb / tekâlüb
(Kelb. den) Köpek gibi birbirine saldırma.
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
tekarüb
Birbirine yaklaşma. Birbirine yakın gelme.
Tedenni etme.
Birbirine yakınlaşma.
tekarün
(Karn. dan) Birbirinin yanına gelme. Birbirine yanaşma. Mukarenet.
tekayüd / tekâyüd
(Çoğulu: Tekâyüdât) (Keyd. den) Birbirine hile yapma.
tekazüb / tekâzüb
(Kizb. den) Birbirini aldatma. Birbirine yalan söyleme.
tekrarat-ı kur'aniye
Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması.
telafif
Birbirine sarmaşmış bölük bölük nebatlar.
Büklümler, kıvrımlar.
Birbirine girmiş ve sarmaşmış vaziyette olma. Lif lif olma.
telah
Birbirine inatçılık etmek.
telahi
Birbirine sövmek.
telahuk / telâhuk
Birbirine katılmak. Birbiri arkasından gelip birleşmek.
Birbirine katılma, birleşme.
telahuk-u efkar / telahuk-u efkâr
Fikirlerin birbirine eklenmesi ve ilâve edilmesi.
telaki
Kavuşma. Buluşma, birbirine kavuşma.
telasuk
(Lüsuk. dan) Bitişme, yapışma. Birbirine bitişik olma.
telatum
Birbiri ile çarpışmak, vuruşmak. (Deniz dalgaları gibi)
Birbirine şamar vurmak.
telaun
Birbirine karşılıklı lânet okuma.
telavüm
(Levm. den) Birbirine levmetme. Birbirini çekiştirme.
telebbüs
Giymek. Giyinmek.
İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek.
Örtülü olmak.
temanü'
Çatışma ve birbirine mani olma. İhraç. Adem-i kabul. Tard.
temass
(Mess. den) Yan yana bulunma.
Birbirine değme.
Münasebette bulunma.
temasül
Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak.
Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak.
Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.
tenabüz
Birbirine lâkap takıp çağırmak.
tenaci
Fısıltı ile birbirine gizli söylemek.
tenad
Birbirine nidâ etmek, birbirine bağırışmak.
tenadi
Birbirine nida etmek, çağırmak.
Bir araya toplanma.
tenadüs
Birbirine lâkap koyup bağırışmak.
tenafi
Birbirine zıt ve muhâlif olma.
tenakür
Bilmezlikten gelmek. Tecâhül etmek.
Birbirine adâvet etmek.
tenakuz / tenâkuz / تَنَاقُضْ
Sözün birbirini tutmaması. Konuşmada beyan edilen söz ve fikirlerin birbirine zıt olması.
Man: İki şeyin birbirine nakiz olması. Bir şeyin nakizi, o şeyin ref'inden (kaldırılmasından) ibarettir.
Zıtlık, birbirine zıt olma.
tenasüb
Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma.
Anlamca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek amacı ile kullanmak.
Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma.
Nisbet, kıyas.
İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü.
Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek.
tenaşüd
Birbirine şiir okuma.
tenasuh
Birbirine nasihat etme.
tenasüp / tenâsüp
Birbirine uyumluluk, uygunluk.
tenatuh
(Hayvanların) birbirlerine süsüşme (si).
Birbirine başla vurmak.
tenatül
Birbirine muhâlif olmak, ters olmak.
tenazu'
Kavgalaşmak, çekişmek. Birbirine husumet etmek.
tenazuk
Birbirine öğretmek.
tenazük
Birbirine süngü ile vurmak.
tenazur
Birbirine karşı olmak. Simetri hâli.
Bakışmak. Bir iş hususunda birbirine bakmak.
terafüd
Birbirine yardım etme. Yardımlaşma.
terafuk / terâfuk / ترافق
Yardımlaşma.
(Arapça)
Terâfuk etmek:
Birbirine yardım etmek.
(Arapça)
teraküb
Birbirine bağlanıp kenetlenme.
Birbirinin üzerine binme.
terasuf
(Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.
terci'-i bend
Gazel şeklinde aynı vezinde yazılı manzumelerin "vâsıta" denilen bir beyti ile birbirine bağlanmış şekli. Vâsıta beyti tekerrür ederse terci-i bend; tebeddül ederse (değişirse) terkib-i bend olur. Bendlerin her birisine, terci-i bendlerde "terci'hâne"; terkib-i bendlerde "terkibhâne" denir. (Edb. L.
(Farsça)
tercih bila müreccih / tercih bilâ müreccih
Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak.
terkib
Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
Birbirine karıştırılmış maddeler.
Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin
terkib-i bend
Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.
tersi'
Oymacılık.
Mücevherler takarak süslemek.
Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer
teşabüh / teşâbüh
Benzeşme. Birbirine benzeme.
Birbirine benzeme.
Birbirine benzeme, benzerlik.
teşabüh-ü asar / teşabüh-ü âsâr
Eserlerin birbirine benzemesi; varlıklardaki benzerlik.
teşabür
Birbiriyle karışlarını ölçmek.
Kavga etmek için birbirine karşı gelmek.
teşacür
(şecer. den) Sopalarla vuruşma. Birbirine girme kavga, dövüş.
teşakül
(şekl. den) şekil ve suretçe bir olma. Birbirine uyma.
tesamuh
Hoş görme. Hoş görürlük. Birbirine kolaylık gösterme. Kayıtsız olma. Gaflet etmek.
İhmal etmek.
tesanüd
Karşılıklı yardımlaşma. Birbirine istinad etme.
teşarük
Ortaklık etme. Birbirine ortak olma.
Ortaklık, birbirine ortak olma.
tesaül
Birbirine sual etme, soru sormak.
tesavi
İki şeyin birbirine denk olması. Birbirine müsavi ve misil olmak. İki taraf da aynı ve bir derecede bulunmak (Tesâvi-i tarafeyn de denir.)
tesavi-i tarafeyn / tesâvi-i tarafeyn
İki tarafın birbirine eşit olması.
tesavi-i tarafeyn olan / tesavî-i tarafeyn olan
İki tarafı birbirine eşit olan; varlığı ve yokluğu eşit olan.
tesavüm
Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak.
teşbih
(Çoğulu: Teşbihât) Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek.
Edb: Aralarında maddi veya mânevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmek san'atı.
teşebbük
(Şebeke. den) Ağ şeklini alma. Şebekeleşme.
Parmaklarını birbirine giriştirmek.
teselsül / تَسَلْسُلْ
Zincirleme. Zincir gibi birbirine bitişik kısımlar olma. Silsile peyda etme.
Ulaştırma.
Man:
İddiâyla delilin birbirine bağlı olmasıyla ihtilâfın sürüp gitmesi.
tetabu-u izafat
Bir çok kelimenin birbirine muzaf ve muzafün ileyh olması. Zincirleme isim takımı. (İhtizazat-ı esvat-ı beşeriye misalinde olduğu gibi.)
tetabuk / tetâbuk / تَطَابُقْ
Birbirine uygun ve muvafık olmak. Uymak. Birşeye uygun düşmek.
İki şeyin birbirine uygunluğu.
Birbirine uygun düşme.
tetavül
Uzun olma, uzama.
Zulüm etme.
Birbirine muhalefet, kibir ve taazzum etme.
Musallat olma.
Mugayeret eylemek.
tevafuk / توافق / tevâfuk / تَوَافُقْ
Birbirine uygunluk. Muvâfık oluş. Rast gelme hali. Nizamlanmış biçimde birbirine uygun olmak.
Birbirine uygunluk.
Birbirine denk gelme.
Birbirine uygun olma.
tevafuk-u remzi / tevafuk-u remzî
İşaretlerin birbirine denk gelmesi, uygun düşmesi.
tevafukat-ı müteşabihe
Birbirine benzeyen tevafuklar, uyumluluklar.
tevafuklu
İçerisinde tevafuk bulunan; düzgün bir biçimde birbirine denk gelen.
tevasi
(Vasiyet. den) Vasiyetleşme. Birbirine tavsiye etme.
tevasuk
(Vusuk. dan) Birbiriyle andlaşma. Birbirine güvenip itimad ederek andlaşma.
tevasül
Birbirine ulaşma.
tevaüd
(Va'd. den) Birbirine söz verme. Va'dleşme.
tevazi
(Vezy. den) İki çizginin birbirine değmeden sonsuza kadar yanyana uzaması, paralellik.
teverrük
Kadınların namazda oturma şekli; kaba etlerini yere koyup, uyluklarını birbirine yaklaştırarak, ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarıp, sol uylukları üzerine oturmaları.
tevfik / tevfîk
İnsan iradesiyle ilâhî iradenin birbirine uygunluğu.
tezad
İki şeyin birbirine zıt olması. Aksilik. Terslik.
Edb: Mânaca birbirine zıt olan kelimeleri bir arada toplamak.
İki şeyin birbirine zıt olması, aksilik, terslik.
Anlamca zıt olan kelimeleri bir arada toplamak.
tezafür
Birbirine yardımcı olma.
Bir yere toplanma.
tezahüm / tezâhüm
Birbirine sıkıntı vermek. Halk kalabalık edip birbirine sıkıntı vermek.
Birbirine sıkıntı verme, sürtüşme, sıkışma.
tezahür
Meydana çıkma, belirme, görünme. Gösteriş.
Birbirini korumak, birbirine arka olmak.
Arkalaşmak; yâni birbirine yardım etmek.
Avretine zıhar etmek, yani zevcesinin arkasını validesinin arkasına teşbih ederek "zuhruki kezuhri ümmî" demek.
tezvic
Nikâhla bir kadını aldırmak. Birbirine eş yapmak. Evlendirmek.
tıbak
Uyma, uygunluk.
Tabakalar. Katlar.
Birbirine uygun olan şey.
Bir şeyi diğerine uydurup müsavi ve münasib kılmak.
tıktıka
Taşların birbirine dokunması sonucu çıkan ses.
ulase
Yağ. Birbirine karışmış olan iki şey.
umur-i izafiye
Biri birisiz olmayan ve birbirine nisbet ve kıyaslamayla anlaşılan nitelikler; karanlık-aydınlık, acı-tatlı gibi.
umur-u izafiye / umur-u izâfiye
Birbirisiz olmayan ve birbirine nisbet ve mukayese ile anlaşılan vasıflar. (Meselâ: Karanlık olmasa, aydınlığın bilinmemesi gibi)
umur-u mütezadde
Aralarında uygunluk olmayan birbirine zıt şeyler.
ünsiyetkar / ünsiyetkâr
Birbirine alışmış.
ünsiyetkarane / ünsiyetkârâne
Birbirine alışmışçasına.
üşer
Dişlerini birbirine sürüp keskinleştirmek.
vasıta / vâsıta
İki şeyi birbirine ulaştıran.
Aracı. Arada bulunan. Vasıtalık eden.
vasl
Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak.
Birleştirmek, ulaştırmak.
Gr: Ulama, ekleme.
Edb: Sözü teşkil eden cümlelerin atıf ve rabt suretiyle birbirine bağlı olarak yazılması usulü ki, buna Sebk-i Mevsul da ta'bir edilir.
Bir kelimenin sonundaki harfi, bir sonrak
vav-ı atıf
Atıf vavı, kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan Arapçadaki vav harfi.
Gr: Atıf vavı, kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan vav harfi.
velvele
Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.
vifak
Birbirine uyma.
za'zaa-i esnan / za'zaa-i esnân
Dişlerin şiddetle birbirine vurması.
zekk
Zayıf.
Yürürken adımların birbirine yakın olması.
zemu'
Aceleci ve seri kimse.
Sıçraması birbirine yakın olan tavşan.
zerr
Düğmeyi iliklemek.
Birbirine pekitip bağlamak.
zevf
Adımını birbirine yakın atmak.
zeyek
İki uyluk arasının geniş olup birbirine uzak olması.
zıddeyn
Birbirine aksi olan iki şey, iki zıt şey.
zıddiyet
Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu.
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
zıvana
İki ucu açık küçük boru.
(Farsça)
Birbirine geçen şeylere açılan boru şeklinde delik.
(Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
terki
Bedîa
iktiza
Funun
eberre
melfuf
NaZar
şamil
Kemalat
ihtizal
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
birbirine
kâv
Hoş
ışık
şân
sunu
Görünür olmak
kurtlu
AŞ
Mekretmek