REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te bina ifadesini içeren 218 kelime bulundu...

abide

  • Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
  • Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
  • Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
  • Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.

ada

  • Etrafı su ile çevrili kara parçası.
  • Etrafı yollarla çevrili arsa ve binalar takımı.

adliye

  • Adalet yeri, mahkeme binası.

ahşab

  • Kereste. Tahta. Ağaçtan yapılan bina.
  • Ağaçtan olanlar.

ajende

  • Çamur. (Farsça)
  • Binalarda kullanılan harç. (Farsça)

akar

  • Köşk, yüksek bina.
  • Bâbil vilayetinde bir yer adı.
  • Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
  • Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.

arazi-i muhtekere / arâzi-i muhtekere

  • Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir ücret karşılığında kiraya verilen arazi. (Kiracı, kira bedelini her sene arâzi sahibine vererek o arâziyi devamlı sûrette elinde bulundurur.)

arsa

  • (Çoğulu: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.

asat

  • Binâ.

atam

  • (Tekili: Utum) Yüksek binalar, köşkler, hisarlar.

ayasofya

  • İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi : 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih

bab-ı ali / bâb-ı âlî

  • Yüksek kapı.
  • Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina.
  • Mc: Osmanlı Hükümeti.

bani / bâni / bânî

  • Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden.
  • Binâ eden; kuran, kurucu.
  • Bina eden, kuran, yapan.

bedel-i öşr

  • Huk: Arazi-i emiriye üzerinde bina yaparak veya meyvesiz ağaç dikerek koru haline koyma sebebiyle öşre bedel alınan kira.

behra

  • Ondan dolayı, ona binaen, onun için. (Farsça)

belagat / belâgat

  • Sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

belağat / belâğat

  • Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.

belağat-i ayet / belâğat-i âyet

  • Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.

belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye

  • Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

beliğane / belîğâne

  • Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.

benna

  • Mimar, usta, kalfa. Her türlü bina yapan. Yapıcı.

benne

  • (Çoğulu: Binân) Güzel, hoş koku.

ber-mucib / ber-mûcib

  • Gereğince, icabına göre. (Farsça)

beray / berây

  • İçin, dolayı, binâen. (Arabçadaki "Li, li ecli" yerinde bir tâbirdir.) (Farsça)

beynamaz

  • (Bak: Bînamaz)

beyt

  • Ev, bina.

beytullah

  • Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
  • Câmi, mescid.

bihasbilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

bihasebilhikmet

  • Hikmetin gereği, hikmete binaen.

bina / binâ / بِنَا

  • Bina etme, dayandırma.

bina-yı islamiyet / bina-yı islâmiyet

  • İslâmiyet binası.

bina-yı mechul

  • Fiilde fâilin, öznenin meçhul olması hâli. Meselâ: "Yazmak" fiilinin binâ-yı meçhulü olan "yazıldı" kelimesinde olduğu gibi. Fiilde fâilin belli olması hâlinde de "binâ-yı malûm" denir. "Nuri yazdı" gibi.

bina-yı sübhani / bina-yı sübhanî

  • Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın san'atla yarattığı bina; beden.

binaberin

  • Bunun üzerine, bu sebebe binâen, bundan dolayı. (Farsça)

binaenalahaza / binâenalâhaza

  • Bundan dolayı. Buna binaen.

buk'a

  • Yer parçası, ülke.
  • Boş ve ıssız yer.
  • Sağlam ve büyük bina.
  • Benek leke.
  • Ülke, yer.
  • Büyük bina.
  • Benek, leke.

bündad

  • Temel. Binanın esası. (Farsça)
  • Destek, payanda. Duvar, set. (Farsça)

bünlad

  • Destek, payanda, duvar, set. (Farsça)
  • Temel. Esas, bina. (Farsça)

bünyad / bünyâd / بنياد

  • Temel, esas. Yapı, binâ. (Farsça)
  • Temel, kök. (Farsça)
  • Yapı, bina. (Farsça)

bünyan / bünyân

  • Yapı. Bina. Duvar. Esas. Yapı yapmak.
  • Yapı, bina, bir şeyin yapısı.

bünyan-ı kavi / bünyan-ı kavî

  • Sağlam bina.

bünyan-ı mersus

  • Kaynaşmış sağlam bina. Birbirine kurşunla kenetlenmiş sağlam yapı.

burc

  • Kale, yüksek bina.
  • Herhangi bir şekli gösteren ve özel ad alan sâbit yıldızlar topluluğu, galaksi.
  • Güneşin girip çıktığı on-iki burçtan her biri: Yengeç, kova, akrep.

cami

  • İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina.
  • Cem'edici, toplayıcı, içine alan.
  • Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan.
  • Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel ve âhir güzel isim ve ahlâkı kendisinde cem'ettiğinden dolayı ona verilen bir isimdir.
  • Ehl-

cebhe

  • Yüz, ön taraf. Harp sahası. Muharebe edilen yer.
  • Alın.
  • Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı.
  • Gökteki ayın menzillerinden birisinin ismi olup arslan suretinin cephesidir, dört yıldız arslan alnına benzetilmiştir.
  • Bir kavmin ve cemaatin seyyidi.

cessas

  • Kireç ile bina yapan. Badanacı.

çünki

  • Zira, şundan dolayı ki, şuna binaen ki, şu sebebden ki. (Farsça)

cürsun

  • Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç.

darb-ı mesel

  • Misâl olarak söylenen meşhur söz. Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz. Ata sözü.

ders-i belagat / ders-i belâgat

  • Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.

deyn-i mütevassıt

  • Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.

diamet

  • Binaya vurulan destek, direk, payanda.
  • İleri gelen, makamca yüksek olan baş başkan, reis, şef.

ebcedi / ebcedî / اَبْجَدِي

  • Harflerin aritmetik değerleriyle ma'nâ ifade eden ebced hesabına ait.

ebniye / ابنيه

  • (Tekili: Bina) Binalar. Yapılar.
  • Binalar. (Arapça)

ebniye-i atika

  • Eski binâlar.

ebniye-i mürtefia

  • Yüksek binalar.

egniş

  • İnşa etme, bina yapma. Yapı meydana getirme. (Farsça)

emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker

  • Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi

erbab-ı belagat / erbab-ı belâgat

  • Belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san'atını bilenler.

esas-ı meslek

  • Bir meslek ve metodun üzerine bina edildiği temel.

eşveş

  • Göz ucuyla bakan kişi.
  • Yüksek bina.

ezec

  • (Çoğulu: Azec) Süleyman Aleyhisselâm'ın yaptığı bir bina adı.

febinaen ala zalik / febinaen alâ zâlik

  • Buna binaen, bundan dolayı.

firaş-ı sahih

  • Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz

gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş

  • Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.

gadab-ı ilahi / gadab-ı ilâhî

  • Allah'ın gazabı; bir hikmete binaen Allah tarafından gelen musibet, belâ.

gafil

  • Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)

gökdelen

  • Yirmi veya daha çok katlı bina. (Türkçe)

günbed

  • Kümbet, kubbe, üst tarafı yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı. (Farsça)

gunm

  • Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile al

gurfe

  • Yüksek, âli bina.
  • Yüksek derece.
  • Cennet köşkleri.

hakle

  • (Çoğulu: Hıkâl) İçinde binâ ve ağacı olmayan mezrea.

han

  • Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. (Farsça)
  • Ticaret ehlinin sakin olduğu yer. (Farsça)

harac-ı muvazzaf

  • Tar: Arazi üzerine her dönüm başına senevi maktuan muayyen bir miktar meblağ olarak alınacak bir vergidir. Buna "harac-ı vazife" adı da verilir. Bu vergi, zimmete taalluk eder ve araziden yalnız bilfi'l intifa edilmekle değil, intifaa temekkün ile de tahakkuk eder. Binaenaleyh, böyle bir araziyi sah

hareket-i dahil / hareket-i dâhil

  • Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.

hasanet / hasânet

  • Bir bina veya yapının sağlamlığı.

hava

  • (Hevâ) Hava. Dünyayı çeviren atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası.
  • Hafif yel.
  • Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı.
  • Bir yerin hâli ve sıhhat bakımından durumu.
  • Müzikte ezgili ses, sadâ.

havai / havaî

  • (Çoğulu: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı.
  • Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler.

havernak

  • Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk.

hedd

  • Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek.
  • Zayıf ve korkak.

hedem

  • Binadan yıkılan taş ve kerpiç.

helva sohbetleri

  • Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana

hevr

  • Birisini itham etmek, töhmet. Zan. Takdir ve tahmin etmek.
  • Binayı yıkmak, yıkılmak.
  • Sulu, ağaçlı yer.
  • Koyun sürüsü.

heykel

  • Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli.
  • Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide.
  • Mc: Soğuk ve duygusuz kimse.
  • Güzel ve yakışıklı kişi.

  • Arabça alfabede dokuzuncu harftir. Ebced hesabına göre 600 sayısına işaret eder.

hitap çiçeği

  • İnsanın Allah'ın hitabına muhatap olabilme özelliği.

hizmet

  • Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
  • Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.

hüdüd

  • Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak.
  • Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek.

hükumet konağı / hükûmet konağı

  • Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.

hutre

  • Bina için verilen yemek.
  • Tatmak.

iane-i askeriye

  • Tanzimattan sonra cizye yerine Hristiyan tebeadan alınan vergi. Bu vergi sonradan "bedel-i askerî" adını almış ve 1908 Temmuz inkılâbına kadar devam etmiştir.

ibtina / ibtinâ / ابتنا

  • Bina etme. (Arapça)
  • Dayanma. (Arapça)
  • Bina edilme. (Arapça)
  • İbtinâ etmek: (Arapça)
  • Kurmak. (Arapça)
  • Dayanmak. (Arapça)

ibtina'

  • (Binâ. dan) Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad etme.

icare-i faside / icare-i fâside

  • İn'ikad şartlarını câmi' olduğu halde sıhhat şartlarını tamamen veya kısmen cami olmayan icaredir. Bu, aslen meşru olduğu hâlde vasfen meşru bulunmamış olur. Binaenaleyh böyle bir icareyi mucir ile müstecirden herhangi biri fesh edebilir.

icareteyn

  • Müeccel ve muaccel icarelerle kiralanan vakıf emlâkı. Hem derhal alınan, hem ileride alınacak kirası olan vakıf bina.

ihtilaf-ı din

  • Biri müslim, diğeri gayr-ı müslim olmak gibi ayrı dinde bulunmak. Din ayrılığı miras almağa mânidir. Binaenaleyh gayr-i müslim, müslimin; müslim de gayr-i müslimin mirasına nâil olamaz. Fakat müslim olmayan milletler arasında din ayrılığı miras almağa mani değildir.

ılıca

  • Sıcak pınar suyu. Bunların yerden kaynayanına kaynarca; üzerine bina veya kubbe yapılmış olanına ise kaplıca denir.

illet-i hüküm

  • Hükmün illeti, sebebi; bir hükmün, üzerine bina edildiği temel sebebi, gerekçesi.

imad

  • Direk, kolon.
  • Temel, esas.
  • Kuvvet.
  • Bir kavmin reisi ve başta geleni.
  • Yüksek bina.

inhicam

  • (Bina) çöküp yıkılma.

inşaat

  • Yapmak, inşa etmek.
  • Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler.

inşaiyye

  • İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar.

ırgat

  • (Rumca) Rençber, işçi.
  • Yapı işçisi. Amele.
  • Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.

işade

  • Çağırmak. Sesini yükseltmek.
  • Dünyevi matluba yetişmek.
  • Binayı yükseltmek.

işarat-ı harika-i aleviye

  • Hz. Peygamberden (a.s.m.) aldığı derse binaen Hz. Ali'nin (r.a.) harika işaretleri.

iskele

  • Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
  • Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
  • Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
  • Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima

istibdal / istibdâl

  • Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kafes

  • Tel, ince demir veya ağaç çubuklarından yapılan ve içine kuş ve saire konulan şey.
  • Dışardan içerisi görünmesin diye, ince tahta çubuklarından yapılıp harem pencerelerine takılan siper,
  • Ahşap bir binanın kaplama ve sıvası olmaksızın direklerden ibaret taslağı.

kah / kâh

  • Köşk, kasır. (Farsça)
  • Tek oda. Bir gözlü oda. (Farsça)
  • Yüksek binâ. (Farsça)

kamed

  • Binanın temeli.

kaplıca

  • Üstüne bina yapılmış sıcak maden suyu, üstü örtülü kaynarca, ılıca.

karah

  • (Çoğulu: Akriha) Bina ve ağaç olmayan arazi.

kargil / kârgil

  • Kerpiçten yapılmış bina. (Farsça)

kasr

  • Köşk. Yüksek ve ferah bina. Taştan veya kârgir küçük saray.

kasr-ı müşeyyed

  • Tahkim edilmiş, sağlam yapılmış büyük bina. Büyük apartman.

kaziye-i ihtimaliyye

  • Man: Bir şeyin olması veya olmaması mümkün olmak ihtimâli üzerine bina olunan kaziyye.

kaziye-i makbule

  • Kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia. İtimad edilir zâtların söyledikleri ve bu itimada binâen kabul edilen kaziyye.

kıbab

  • (Tekili: Kubbe) Kubbeler. Tepesi yarım küre şeklinde olan binâ damları.

kirdar

  • Bir kimse, tasarruf ettiği yerin bir zirâ veya iki zirâ toprağını almak için başkasına satmak.
  • Bina.
  • Ağaç.

kışla

  • Askerlerin topluca barındığı büyük yapı; askerî birliklere ait bina.
  • Askerlerin barınmalarına mahsus bina veya yer.

kubbe

  • Yarım küre şeklinde yapılan bina damı.
  • Yarım küre şeklinde bina damı.

kubeb

  • (Tekili: Kubbe) Kubbeler, kemerler. Tepesi yuvarlak, yarım küre şeklinde yapılan binâ damları.

kütübhane

  • Kitapların bulunduğu salon veya bina.
  • Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün.
  • Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.

labirent

  • Bir defa içine girildiğinde çıkış yolu çok güçlükle bulunabilen bina. (Fransızca)
  • Çok karışık ve birbirini kesen yol. (Fransızca)

lihaza

  • Bundan dolayı, buna binaen, bunun için.

lisan-ı belagat / lisân-ı belâgat

  • Düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme dili, üslûbu.

ma'kul-ül-ma'na

  • Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele.

ma'ruş

  • Üstü çardak şeklinde yapılı bina.

mahkum-u aleyh / mahkûm-u aleyh

  • Bizzat kendisi üzerine hüküm binâ edilen (yani bu kaideyi şöyle açıklayabiliriz.

mahsub

  • Sayılmış. Hesaplanmış. Hesabına kaydedilmiş.
  • Bir zata mensub kabul edilen.

mahsuben

  • Hesaplanarak. Hesaplı olarak. Hesabına kaydedilerek.

makam-ı cifri / makam-ı cifrî

  • Cifir hesabına göre olan netice, sayı değeri.

maket

  • Bina, şehir gibi eserlerin, belirli bir ölçüde küçültülmüş modeli. (Fransızca)

makhur

  • (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.

makhur-u kahr-i ilahi / makhur-u kahr-i ilâhî

  • Allah'ın gazabına uğramış. Allah'ın kahrıyla kahrolmuş.

makhuriyet

  • Kahrolmuşluk, ezilmişlik, bitkinlik. Allah'ın kahr ve gazabına uğrama.

mal-i menkul

  • Taşınabilen ve nakledilebilen mal. (Arâzi ve binanın haricindekiler)

manastır

  • Hıristiyanlıkta ibâdet edilen ve din adamlarından bir râhib veya râhibenin idâre edip, barındığı binâ.

matruh

  • Tarh edilmiş, çıkarılmış.
  • Belirtilmiş, konulmuş (vergi)
  • Temeli atılmış (Binâ).

mebani / mebanî / mebânî / مبانى

  • Temeller. Esaslar.
  • Yapılar. Binâlar.
  • Yapılar, binalar, temeller.
  • Temeller. (Arapça)
  • Yapılar, binalar. (Arapça)

mebna / mebnâ / مبنى

  • Yapı, bina, yapı yeri, bina yeri.
  • Bina. (Arapça)

mebni / mebnî / مبنى / مَبْن۪ي

  • Yapılmış. Kurulmuş.
  • Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
  • ... den dolayı... e binâen.
  • Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
  • Bina edilmiş, dayandırılmış.
  • Dayanan. (Arapça)
  • Bina edilmiş. (Arapça)
  • Bina edilen, dayanan.

meclis

  • Oturulacak, toplanılacak yer.
  • Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu.
  • Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina.

medrese

  • (Ders. den) Ders görülen yer. Ders okutulan yer. İslâmi ilimleri okuyan talebelerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları vakıf odalarının bulunduğu binâ.

merek

  • Köy evlerinin yanında ot, saman ve yaprak gibi şeylerin ve umumiyetle hayvan yiyeceklerinin muhafazasına mahsus kârgir veya kerpiçten yapılmış bina. Samanlık.

meşid / meşîd

  • Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina.

mi'mar

  • İmar eden. Hüner sâhibi. İnşaat plânlarını yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr. Binâ inşa eden mühendis.

midmak

  • Binanın iskeleti.

mimar / mîmar

  • Bina tasarımcısı.

mimsiz medeniyet

  • Vahşilik, denîlik. Alçaklık.
  • Medeni kelimesinin, Kur'ân alfabesine göre "mim" harfini kaldırırsak, denî kelimesi kalır. Buna binaen, "mimsiz medeniyyet" de denî, alçak ve zâlim yerinde kullanılmıştır.

mübteni / mübtenî

  • (Binâ. dan) Bina edilmiş, kurulmuş, kurulu.
  • Dayanan, istinad eden, müstenid.

mücevher

  • Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli.
  • Mc: Kıymetli fikir veya söz.
  • Edb: Yalnız noktalı olan harfleri, ebced hesabına göre sayıldığı zaman, tarih çıkan beyt veya mısra.

müesses

  • Tesis olunmuş, temeli atılmış, bina edilmiş.

müessesat / müessesât

  • (Tekili: Müessese) Müesseseler. Kurumlar, kuruluşlar.
  • Yapılmış olanlar. Binalar. Daireler.

müessese

  • (Çoğulu: Müessesât) (Esas. dan) Bina, kuruluş.
  • Kurum.

muhabbet-i nefsaniye / muhabbet-i nefsânîye / مُحَبَّتِ نَفْسَانِيَه

  • Nefis hesabına olan sevgi.

muhabbet-i rahman / muhabbet-i rahmân / مُحَبَّتِ رَحْمٰنْ

  • Çokça merhamet eden Allah hesabına olan sevgi.

muhyi / muhyî

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga

mukteza

  • Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen.

mukteza-i hal / mukteza-i hâl

  • Duruma göre. İcabına göre. Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.

mukteza-yı hal / muktezâ-yı hâl

  • Halin gerektirdiği şekilde, icabına göre.

mukteza-yı hale mutabakat / muktezâ-yı hâle mutabakat

  • Hâlin icabına ve gereğine uygunluk.

mülk

  • Mal. Yer. Bina.
  • Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu.
  • İzzet, azamet, şevket.
  • Bir şeyin dış yüzü.
  • İnsanın sahip ve malik olduğu şey.
  • Akıl sahiplerini tasarruf etmek.
  • Mâlik olmak.

mülkiyet

  • Mülk sahipliği, vakıf olmayan bina ve mülkün durumu.

mümerred

  • Yüksek, mürtefi.
  • Duvarları yalçın kaya gibi olan düz bina.

musibet-i semaviye / musibet-i semâviye

  • Bir hikmete binaen Allah tarafından gökten indirilen musibet, belâ.

müverrih

  • Tarihçi, tarih yazan.
  • Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.

na-bina

  • (Çoğulu: Na-binayan) Kör, a'mâ, gözleri görmez. Anadan doğma kör.

na-binayan

  • (Tekili: Na-bina) Gözü görmeyenler, a'mâlar, körler.

nadi

  • Nidâ eden, haykıran, çağıran.
  • Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. Nitekim İslâmdan evvel Mekke'de Kureyş'in toplandığı meclis binasına "Darünnedve" denilirdi. Nâdi; orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki; bezm, meclis, mahfil, kongre tâbirleri g

nikz

  • (Çoğulu: Enkaz) Bina yıkıntısı.

nizam

  • Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış.
  • İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide.
  • Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.

nukaza

  • Binâdan yıkılmış veya örülmüş iplikten sökülmüş nesne.

nukuş-u hikmet

  • Her şeyi bir sebebe, gayeye, faydaya binaen yaratan Allah'ın san'atlı nakışları.

nukz

  • (Çoğulu: Enkâz) Binâ yıkıntısı.

nun

  • Kur'an alfabesinde yirmibeşinci harf. Ebced hesabına göre değeri ellidir.
  • Divid, kalem.
  • Kılıcın ağzı. Kılıç.
  • Çene çukuru.
  • Balık, semek.

nüşuta

  • Devenin ayağındaki ilmikli düğüm. (İcabına göre çekip uzatılarak çözülür.)

plan

  • Yapı, makine, bina...gibi yapılacak şeylerin ayrı ayrı parçalarını kâğıt üzerinde gösteren çizgilerin hepsi. (Fransızca)

radm

  • Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)

rafide

  • Binanın direği.

rass

  • Binayı sağlamlaştırmak.
  • Birbirine darlık getirmek.
  • Bazısını bazısına ulaştırmak.

rehhas

  • Kârgir bina yapan.

rehs

  • Kârgir bina yapmak.
  • Bir nesneyi çok sıkmak.

ruhsat

  • İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.

şah-ı levlaki / şâh-ı levlâki

  • Sen olmasaydın hitabına mazhar olan şah, Hz. Muhammed (a.s.m.).

sahrınç

  • Yağmur sularını biriktirmek için bina altında ve toprak içinde yapılan etrafı duvarlı veya çimento sıvalı su mahzeni.

saray

  • (Seray) Büyük kimselerin veya padişahların oturduğu yüksek ve büyük bina. Büyük, muntazam ve tantanalı konak, ev. (Farsça)
  • Büyük ve güzel bina.

savm'aa

  • Tepesi sivri yüksek bina. (Minarelere de verilen addır). İslâmiyetten önce hıristiyanların manastırlarına ve sabiaların zaviyelerine verilen ad.

sedd-i zerai'

  • Şer'an memnu olan bir şeye vesile teşkil eden mübah fiillerin de men edilmesi. "Def-i mefasid, celb-i menafiden evlâdır." Buna binaen insan, şer'an memnu olan herhangi bir şeye sâik olacak şeylerden sakınması icab eder, o şeyler hadd-i zâtında mennu olmasa da. Bu husus Mâlikî Mezhebinde delil kabul

sefarethane / sefârethâne / سفارت خانه

  • Elçilik binası, elçilik. (Arapça - Farsça)

şehnişin

  • Binanın dışarı çıkıntısı. Balkon. (Farsça)

şeyd

  • Binayı kireçle yapmak.

siper-i saika / siper-i sâika

  • Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs

şit

  • Hz. Âdem'in (A.S.) oğullarından ve ondan sonra peygamber olan zât olup kendisine 50 sayfalık kitab nâzil olmuştur. Kâbe-i Mükerreme'yi ilk önce taştan bina eden zât olduğu Kısas-ı Enbiya'da mezkûrdur.

sure

  • Kur'an-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.
  • Derece.
  • Duracak yer. Menzilet.
  • Şeref ve şan.
  • Güzel inşa edilmiş bina. Sur.
  • Refi'.
  • Alâmet, nişan.

suruh

  • (Tekili: Sarh) Köşkler, yüksek binalar.

tak / tâk

  • Bina kemeri. Yarım daire şeklinde kapı ve pencere üstü. Çardak. Kubbe. Kavisli bina. Eyvan.
  • Bina kemeri.

takabbüb

  • Binaya kubbe yapmak.

taksis

  • Kireç ile bina yapmak.
  • Kireç ile sıvamak.

takviz

  • Binayı yıkmak.

talel

  • (Çoğulu: Tulul-Atlâl) Yıkılmış binada kalan duvar temeli.

tarh-efgen

  • Düzenleyen, kuran, tertib eden. (Farsça)
  • Temel kuran, bina yapan. (Farsça)

tarif / târif

  • (Ar. gr.) Marife yapma; tanımlama; bir amaca binaen bir ismi belirlilik anlamı katan eliflâm takısı ile birlikte zikretmek.

tazyi'

  • (Çoğulu: Tazyiât) (Ziyâ. dan) Kaybına sebeb olma, bırakıp kaybetme. Boşuna harcama.

tebniye

  • Çok bina yapmak.

tecsis

  • Kireç karıştırmak.
  • Kireçle sıvamak.
  • Binayı kireçle yapmak.

temrid

  • Binayı yüksek yapmak.

tenkih-ül menat

  • Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bu

tesis etme

  • Kurma, bina yapma.

teşyid

  • Müşeyyed etmek. Binayı yükseltip sağlamlaştırmak.

tevafuk-u cifri ve ebcedi / tevafuk-u cifrî ve ebcedî

  • Cifir ve ebced hesabına dayalı uyum.

tevkir

  • Bina için yemek pişirip yedirmek. Ziyafet vermek.

vahdetü'l-mevcud

  • "Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.

vekalet / vekâlet

  • Vekillik. Birisinin nâmına iş görme. Kendi nâmına hareket etme salâhiyetini başkasına verme. Nezâret, bakanlık.
  • Vekilin vazife gördüğü bina.

vekire

  • Satın alınan veya yeni yapılan bina için, ahbaba, eşe dosta verilen ziyafet.

virane / vîrâne / ویرانه

  • Yıkıntı alan, harap yer, harap bina. (Farsça)

zay'a

  • (Çoğulu: Zıyâ') Geliri olan bina.
  • Tarla. Çiftlik.
  • Binasız arsa.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın