REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te bilgi ifadesini içeren 510 kelime bulundu...

hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn

  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
  • Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.

a'lem-i ülema / a'lem-i ülemâ

  • Alimlerin âlimi. Alimlerin en çok bilgilisi, büyüğü.

a'ma

  • Kör. Gözü görmeyen.
  • Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik.
  • Yağmur bulutları.

a'ref

  • Pek ma'ruf, çok bilen. Arif.
  • Çok anlayışlı, fazla bilgili.
  • Yelesi ve boynu uzun olan at.

abülhayat-ı marifet / âbülhayat-ı marifet

  • Hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah'ı tanıtıcı bilgi.

adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye

  • Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.

adem-i ilim

  • Bilmeme, ilim ve bilgisinin olmaması.

adem-i ma'lumat / adem-i ma'lûmât / عَدَمِ مَعْلُومَاتْ

  • (Bir konu hakkında) Bilgisizlik.

agahan / agâhân

  • (Tekili: Agâh) Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler. (Farsça)

ağleb-i hükema

  • Bilginlerin çoğu, filozofların ekseri.

agmar

  • (Tekili: Gamr) Yüce kimseler.
  • Seller.
  • (Gumr) Bilgisizler, cahiller.

agnostisizm

  • fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.

ahbar / ahbâr

  • Haberler. Haberin çokluk şekli.
  • Bir kavim, kabîle, şahıs, ülke, bölge, şehir veya bir hâdise hakkında nakledilen bilgiler.
  • Allahü teâlânın, Kur'ân-ı kerîmde, geçmişte olanlara, gelecekte ve âhirette olacaklara dâir bildirdiği şeyler.

ahkam-ı maneviyye / ahkâm-ı mâneviyye

  • Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgiler, tasavvuf bilgileri.

ahlakiyat / ahlâkiyat / اخلاقيات

  • Ahlak bilgisi. (Arapça)

akademi heyeti muvacehesinde

  • Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.

akaid / akâid

  • Akîdeler. Akîde kelimesinin çoğulu. İslâm dîninde inanılacak şeyler, îmân bilgileri.

akılcılık

  • (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herş

akl-ı mesmu'

  • Kabil-i hitab olan akıl. Sonradan tecrübe ve bilgiyle gelişen akıl. Hayrı ve şerri fark edebilen ve mümeyyiz olan kimsenin aklıdır.

akli ve nakli ilimler / aklî ve naklî ilimler

  • Fen ve din bilgileri.

akza

  • Kadılıkta ve fıkıh ilminde daha ileri, daha bilgili.

alim / alîm / âlim / عالم

  • Sonsuz bilgi sahibi Allah.
  • Bilen, bilgili.
  • Bilen, ilim sâhibi.
  • Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
  • Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),
  • Bilen, bilgili.
  • Çok şey bilen.
  • Çok okumuş, bilgiç.
  • İlim ile uğraşan. Hoca.
  • Bilgin. (Arapça)

alim-i küll / âlim-i küll

  • Her çeşit ilimde ileri bilgi sahibi olan.

aliyy

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Yüce olan. Mahlûkâtın (yaratılmışların) akıl, ilim (bilgi) ve anlayışlarının erişemediği yücelikte olan.

allame / allâme / علامه

  • Bilginlerin en bilgilisi.
  • Büyük bilgin. (Arapça)

almanak

  • Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir. (Fransızca)

ameliyyat

  • Ameller. işler.
  • Bir bilginin iş olarak tatbiki.
  • Tıb: Operatörlük. Cerrahlık.

amiyane / âmiyâne

  • Bilgisizce, körü körüne.

ampirizm

  • (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloj

analoji

  • Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedil

ansiklopedi

  • yun. Bir sahadaki bilgileri veya bütün bilgileri sistemli veya alfabetik bir şekilde sıralayan eser.

aposteriori

  • Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.

apriori

  • fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.

arif / ârif

  • (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen.
  • Sabırlı ve mütehammil.
  • Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
  • Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.
  • Anlayışlı, bilgili.
  • Bilgide ileri olan.

arraf

  • Falcı, kâhin, müneccim.
  • Hekim.
  • Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)

arş-ı marifet-i rabbaniye / arş-ı marifet-i rabbâniye

  • Rabbimizi tanıtan bilgi arşı, tahtı.

ashab-ı akıl ve nakil

  • Akıl ve bilim sahipleri ve dinî bilgileri nakleden kimseler.

aşina

  • Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan. (Farsça)
  • Yüzücü. (Farsça)

astronom

  • yun. Kozmoğrafya âlimi, felekiyat ile uğraşan, gök cisimleri hakkında bilgi edinmeye çalışan.

avam

  • Halk.
  • Soylu veya bilgin olmayanlar.

avamperestane / avamperestâne

  • Bilgisizce, câhilce; avamâ, sıradan kimselere yakışır şekilde.

avarif / avârif / عوارف

  • Bilginler, arifler. (Arapça)

aydın

  • Aydınlık.
  • Açık, âşikâr, açıkça görünen.
  • Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile

aynelyakin / aynelyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

aynülyakin / aynülyakîn / عين اليقين

  • Kesin, kesin bilgi. (Arapça)

azim / azîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Büyüklüğüne, beşer (insan) aklının ve hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) düşüncesinin erişemediği, hakîkatini kimsenin bilemediği zât. Allahü teâlânın büyüklüğü bildiğimiz gördüğümüz şeylerdeki büy üklük ve küçüklük gibi değildir. Bu bizim bilgimi

bahis / bâhis

  • Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı.
  • Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.

bakara

  • Sığır, inek.
  • Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.

belagat / belâgat

  • Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
  • Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,

bera-yı malumat / berâ-yı mâlumat / berâ-yı mâlûmat

  • Malûmat ve bilgi için.
  • Bilgi vermek için.

beray-ı ma'lumat / berây-ı ma'lûmât / بَرَايِ مَعْلُومَاتْ

  • Bilgi için.

berayı malumat / berâyı malûmât / برای معلومات

  • Bilgi edinmek için, bilgi vermek için, bilgi sahibi olmak için.

berayımalumat / berâyımâlûmât

  • Bilgi için.

berehmen

  • (Berhemen) Puta tapan. Ateşperestlerin bilginleri ile puta tapan kimselerin papazları. (Farsça)

beyin

  • Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez (Türkçe)

bi'l-yakini'l-kat'i / bi'l-yakîni'l-kat'î

  • Kesin bilgiye dayanarak.

bi-haber / bî-haber

  • Habersiz, bilgisiz. (Farsça)

biaynelyakin / biaynelyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

biaynilyakin / biaynilyakîn

  • Gözle görerek kesin bilgi edinme.

bibliyograf

  • yun. Kitaplar üzerinde geniş bilgisi olan kişi.

bibliyografya

  • yun. Kitaplar hakkında bilgi. Belirli mevzular üzerindeki neşriyatın tamamı.
  • Kitaplar hakkında bilgi.

bicişk

  • Bilgin, hakîm. (Farsça)
  • Serçe kuşu. (Farsça)

bıdaat

  • Bilgi.
  • Sermaye.

bilinç

  • Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuu (Türkçe)

bilinçaltı

  • Psk: Şuur altı. Geçmişte yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız hâdiselerden şimdi hatırlayamadıklarımız, şu anda da varlığımızda meydana gelen hadiselerden bilgisine sahip olmadıklarımızın hepsi. İnsan şuurlu hareket ettiği gibi şuuraltı etkilerle de hareket eder. İnsan şuuraltının etkisiyle hare (Türkçe)

bücdet

  • İlim, bilgi.

bülega-i ulema / bülegâ-i ulemâ

  • Belagat bilginleri ve âlimler.

bülten

  • Halka bilgi veren, özet olarak yazılmış resmi yazı. (Fransızca)
  • Bir müessesenin, kurumun faaliyetlerini tanıtan ve belli zaman aralıklarıyla yayınlanan mevkute. (Fransızca)

bür'

  • (Büru') Hastanın iyileşmeğe başlaması.
  • Kurtulmak.
  • Fazilette ve bilgide üstünlük.

burhan-ı yakini / burhân-ı yakînî / بُرْهَانِ يَقِينِي

  • Sağlam ve kesin bilgi ile elde edilen delil.

cahil / câhil / جاهل

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
  • Bilgisiz.
  • Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
  • İlmiyle amel etmeyen.
  • Bilgisiz.
  • Bilgisiz. (Arapça)

cahilane / câhilâne

  • Cahilce, bilgisizce.
  • Bilgisizce.

cehalat / cehâlât

  • Cahillikler, bilgisizlikler.

cehalet / cehâlet / جهالت

  • Bilmeme, bilgisizlik. Din bilgilerini bilmeme. Câhillik.
  • Cahillik, bilgisizlik.
  • Cahillik, bilgisizlik. (Arapça)

cehaletperver / cehâletperver

  • Cahillik sever, bilgisizliği koruyan.
  • Bilgisizliği seven.

cehele

  • Cahiller, bilgisizler.

cehil

  • Cahillik, bilgisizlik.
  • Bilgisizlik.

cehl / جهل

  • İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.
  • Cehalet, bilgisizlik.
  • Bilgisizlik.
  • Cahillik, bilgisizlik. (Arapça)

cehlistan / cehlistân

  • Bilgisizlik yeri.

cühela / cühelâ

  • (Tekili: Câhil) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler.
  • Bilgisizler.

cühhal

  • (Tekili: Câhil) Bilgisizler, câhiller.

daire-i cehl

  • Bilgisizlik dairesi.

dana / dânâ / دانا

  • Bilgili, âlim.
  • Bilgili, bilen, malûmatlı, âlim. (Farsça)
  • Bilgili, iyi bilen. (Farsça)

danende

  • Bilgin, bilen, Haberli. (Farsça)

daniş / dâniş / دانش

  • Bilgi, ilim. Biliş. (Farsça)
  • Bilgi. (Farsça)
  • Bilim. (Farsça)

daniş-ger / dâniş-ger

  • Alim, bilgin. (Farsça)

danişi / danişî

  • Alim, bilgin, bilgili.

danişmend / dânişmend / دانشمند

  • (Çoğulu: Dânişmendân) Bilgili, ilimli. (Farsça)
  • Tanzimattan evvel, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimseler için kullanılan bir tâbirdi. (Farsça)
  • Bilgin, alim. (Farsça)
  • Stajiyer kadı. (Farsça)

danişver / dânişver / دانشور

  • Bilgin. (Arapça)

delil / delîl

  • Kendisi bilinince başkası bilinen şey.
  • Din bilgilerinin elde edildiği kaynak, vesîka.

delil-i asli / delîl-i aslî

  • Din bilgilerinin kaynakları olan Kitâb, sünnet, icmâ ve kıyâstan her biri. Aslî delîl.

delil-i şer'i / delîl-i şer'î

  • Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak.

deneycilik

  • (Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş

derece-i hakkalyakin / derece-i hakkalyakîn

  • Bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme derecesi.

derece-i ilim ve marifet

  • İlim ve bilgi derecesi.

derya-yı maarif

  • Bilgiler, bilimler denizi.

devlet-i osmaniye / devlet-i osmâniye

  • Osmanlı Devleti (bk bilgiler – Osmanlı Devleti).

dil-agah / dil-âgâh

  • Kalbi uyanık. Akıllı, bilgili, görgülü. Gönül anlar. (Farsça)

dirayet / dirâyet

  • Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
  • Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.
  • Zekâ, bilgi, kavrayış.
  • Zekâ, bilgi, idâre kâbiliyeti.

dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri

  • Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.

dirayetkar / dirayetkâr

  • Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı. (Farsça)

dirayetli / dirâyetli

  • Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı.
  • Bilgili ve kavrama yeteneği olan. (Arapça - Türkçe)

divan

  • Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap.
  • Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.

eazım-ı müçtehidin / eâzım-ı müçtehidîn

  • Âyet ve hadisler başta olmak üzere, diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kabiliyetine sahip olan büyük İslâm âlimleri.

ecahil

  • (Tekili: Echel) En cahil, daha bilgisiz olanlar.

echel

  • Çok câhil. Çok bilgisiz. En câhil.

echeliyet

  • Aşırı bilgisizlik.

echeliyyet

  • Çok bilgisizlik. Çok câhil oluş.

edille-i şer'iyye

  • Din bilgilerinin elde edilmesine esâs olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.

efazıl / efâzıl / افاضل

  • (Tekili: Efdal) Fâzıllar, faziletliler. Mümtaz ve çok bilgili kimseler.
  • Seçkin insanlar. (Arapça)
  • Bilginler. (Arapça)

efazıl-ı vükela-yı fiham / efâzıl-ı vükelâ-yı fihâm

  • Büyük vekillerin bilgilileri.

ehass

  • En seçkin, en bilgili.

ehl-i cehl

  • Bilgisizler, câhiller.

ehl-i dirayet / ehl-i dirâyet

  • Zeka, bilgi ve kavrayış sahibi kimseler.
  • Zeka, bilgi, tecrübe ehli.

ehl-i irfan

  • Cenab-ı Hakkı tanıyıp bilen, hak ve hakikatin özüne ve esasına ulaşan, bilgi ve marifet sahibi kimseler.

ehl-i nakil

  • Geçmiş bilgileri nakledenler.

ehl-i sünnet alimleri / ehl-i sünnet âlimleri

  • İnanılması lâzım olan din bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) doğru olarak öğrenip, kitablara yazan ve Ehl-i sünnet îtikâdında olan İslâm âlimleri.

ehl-i vukuf / ehl-i vukûf

  • Bir mes'ele hakkında bilgi sahibi olan salâhiyetli kimseler. Vukuf ehli. Bilirkişi.
  • Bir mes'ele hakkında ihtisâs ve bilgi sâhibi olan, bilirkişi.

ehle'l-mekteb

  • Mektepli, okumuş, bilgili.

ekser-i hükema

  • Aklı temel alan bilginlerin, filozofların çoğunluğu.

el-hafız / el-hâfız

  • Hadîs ilminde uzman olan ve en az yüz bin hadîs-i şerifi, o hadîsleri aktaranların bilgileriyle beraber ezbere bilen hadîs âlimi.

elhikmetü lillah / elhikmetü lillâh

  • Gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah'ındır.

ergen

  • (Bâliğ) Çocukluk çağından gençlik çağına geçmiş olan, aklı ermeğe başlamış, bâliğ.Erginlik çağına gelen müslüman genç, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı emirlerini yerine getirmeğe mükellef (yükümlü) olur. Küçük yaştan itibaren derece derece gerekli dini bilgiyi öğre

fakahet

  • Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak.

fazl u kerem

  • Bilginlere, faziletli kişilere yaraşır olgunluk ve cömertlik.

felasife / felâsife

  • Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler.

felsefiyyat

  • Felsefe ile ilgili bilgi ve düşünceler, hikmet bilgileri.

fen yobazı

  • Fen bilgisinde mütehassıs (uzman) olmadığı hâlde, kendisini fen adamı ve müslüman olarak gösterip müslümanların dînini, îmânını bozmağa, İslâmiyet'i içerden yıkmağa çalışan kimse.

fenn-i hayvanat

  • Zooloji ilmi; hayvanları inceleyen ve onlar hakkındaki bilgi veren ilim dalı.

fenn-i hikmet

  • Felsefe bilgisi.

fenn-i hikmet-ül eşya

  • Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.

fenn-i iaşe / fenn-i iâşe

  • İnsanlar ve hayvanların besleniş ve yaşayışları hakkında bilgi veren ilim dalı.

fenn-i kıraat

  • Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.

fenn-i makina

  • Çeşitli makineler ve onların kısımlarının işleyişleri hakkında bilgi veren ilimler. Mihanikiyet.

fenn-i nebatat

  • Botanik ilmi; bitkileri inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalı.

fenn-i sarf

  • Morfoloji ilmi, kelime bilgisi.
  • Gramer. Sarf bilgisi.

fenn-i teşrih

  • tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)

fenn-i ziraat / fenn-i zirâat

  • Ekin ekme ve içme hususunda olan bilgi ve tecrübeye dayanan bu husustaki ilim kolu.

fennin iliştiği

  • Bazı materyalist bilginlerin maddî ilimleri kullanarak Kur'ân'daki bazı âyetlerin gerçek dışı olduğunu ileri sürmeleri.

fenniyat

  • Teknik bilgiler. (Teknoloji)

feraiz / ferâiz

  • (Tekili: Farîze) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri.
  • Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

ferhenk

  • Edeb. İyi terbiye. (Farsça)
  • Hüner. Hikmet. Azamet. Mârifet. Bilgi. (Farsça)
  • Lügat kitabı. (Farsça)

ferzane

  • Bilgili kimse. Hakîm, feylesof. (Farsça)
  • Tas: Nefsanî alâkalardan sıyrılmış kimse. (Farsça)

ferzane-gi / ferzane-gî

  • Üstünlük, rüçhaniyet. (Farsça)
  • Bilgi. (Farsça)

fetva

  • Bir hâdise, bir muâmele hakkındaki hükm-ü şer'îyi ehli olanın haber vermesi ve o hükme dair verilen mâlumat, bilgi.

feyz

  • Akma. Peygamber efendimizin mübârek kalbinden, evliyânın kalbleri vâsıtasıyle akıp gelen mânevî bilgiler.

fiil

  • (Fi'l) Müessirin te'siri. Amel, iş.
  • Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. (Fi'l diye de yazılır.)

fıkh-ı ekber

  • Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim.
  • İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.

fıkhü'l-ekber

  • En büyük fıkıh, dinî bilgilerin en mühim olanı; Akaid ilmi.

fıkıh usulü / fıkıh usûlü

  • Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim.

fıkıh-fıkh

  • Bir şeyi anlayıp bilme,
  • Şeriat ilmi, şeriatın usül ve hükümleri, amelî ve şer'î meseleler bilgisi. Hukuk bilgisi.

fikr-i marifet / fikr-i mârifet

  • İlim fikri, bilgiye dayalı düşünce.

firaset / firâset

  • Anlayışlı, çabuk seziş,
  • Binicilik, at yetiştirme bilgisi.
  • Yiğitlik, mertlik.

fürsiyyat

  • Fars dili ve edebiyatı bilgisi.

füruat

  • Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.

fuzala / fuzalâ / فضلا

  • Erdemliler. (Arapça)
  • Bilginler. (Arapça)

gaybi-yi asümani / gaybî-yi âsümânî

  • Gaybî ve semâvî bilgileri veren.

gayr-ı süfli / gayr-ı süflî

  • Alçak olmayan; yüksek, zengin ve bilginler sınıfı.

gramer

  • Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin ve harflerin hallerinden bahseden ilim. Dil bilgisi. (Fransızca)
  • Dilbilgisi.

güldeste-i marifet

  • Allah'ı tanıma ve imanın meydana getirdiği bilgilerden derlenmiş gül destesi.

haber

  • Hâriçten insanın fikrine intikal eden ilim.
  • Yeni havadis. Ağızdan ağıza nakledilen söz.
  • Peyam. Peygam. Nebe'. İlim ve malumat. Bilgi.
  • Hadis, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın sözü.
  • Edb: Hâdiseyi bildiren fiil veya cümle.
  • Gr: Müsned. Mübtedanın mu
  • Herhangi bir konuda alınan yazılı veya sözlü bilgi.
  • Sünnet, hadîs-i şerîf.
  • Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden bildirilen söz.
  • Yeni duyulan bilgi.

haberdar

  • Haberli, bilgili, vâkıf.

habirane / habirâne

  • Bilgili ve haberdar olana yakışır şekilde. (Farsça)

habr / حبر

  • Âlim, bilgili.
  • (Çoğulu: Ehbâr) Alim ve sâlih kimse. Bilgili. Ehl-i ilim.
  • Ferahlık.
  • Nimet, vüs'at.
  • Refah, sürur.
  • Tıb: Dişlerin beyazına ârız olan sarılık.
  • Bilgin. (Arapça)

hace-i evvel / hâce-i evvel

  • Milletin ilmen ve fikren terakki etmesi için, çeşitli bilgileri, halkın rahatlıkla anlayabileceği bir lisan ile yayan kimse.

hads

  • Birdenbire sezilen bilgi.

hads-i kat'i / hads-i kat'î

  • Hızlı bir şekilde kalbe doğan ve doğruluğu kesin olan bilgi.

hadsi / hadsî

  • Güçlü bir sezgi, seziş; zihnin bir vasıtaya ihtiyaç duymaksızın kalbe gelen güçlü ve kesin bir sezgi ile hızla hükmettiği doğru bilgi.

hafiye

  • Biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse.

hakim / hakîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici.
  • Hikmet ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.
  • Âlim, bilgin.
  • Doktor.
  • Hikmeti bilen, filozof. (Allah'ın isimlerinden)

hakkalyakin / hakkalyakîn

  • Bizzat yaşamak suretiyle, kesin bilgiye ulaşma.

hakke'l-yakin / hakke'l-yakîn

  • Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.

hakku'l-yakin / hakku'l-yakîn

  • Hakke'l-yakîn. Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.

halita-i dimaği / halita-i dimağî

  • Akıldaki muhtelif mes'ele ve fikirler. Dimağdaki karışık, muhtelif bilgiler. (Farsça)

hane-harab

  • Câhil, bilgisiz. (Farsça)
  • Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış. (Farsça)
  • Hâli perişan olmuş kimse. (Farsça)
  • Mc: Müflis, züğürt, sefil. (Farsça)

hatırat-ı gaybiye / hâtırat-ı gaybiye

  • Gaybtan gelen hatıralar, mânevî bilgiler.

havass / havâss

  • Seçkinler, okumuşlar, bilginler.

havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet

  • Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.

hendese

  • Geo: şekil bilgisi.
  • Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.

hey'etşinas

  • Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan. (Farsça)

hibr / حبر

  • Yahudi bilgini. (Arapça)
  • Mürekkep. (Arapça)

hıfzıssıhha

  • (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
  • Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

hikemiyyat

  • Hikmet ve felsefeye âit söz ve düşünceler. Yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hâdiseler bildiren yazılar, sözler.

hikmet

  • Gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi.

hikmet-i aliye-i kainat / hikmet-i âliye-i kâinat

  • Evren ile ilgili yüksek bilgi.

hikmet-i ameliye

  • Pratik bilgi.

hikmet-i bedayi'

  • Güzel sanat bilgisi. Güzel san'at sevme (estetik). (Farsça)

hikmet-i beşer

  • İnsanın bilgi ve felsefesi.

hikmet-i beşeriye

  • İnsanların bilgisi.

hikmet-i felsefiye

  • Felsefî görüş, bilgi.

hikmet-i islamiye / hikmet-i islâmiye

  • İslâmî hikmet, ilim ve bilgi.

hikmet-i nazari / hikmet-i nazarî

  • Fen bilgileri.

hikmet-i nur-u irfan

  • Hikmetli, nurlu bilgi.

hikmet-i şeriat ve islamiyet / hikmet-i şeriat ve islâmiyet

  • Şeriat ve İslâmiyet bilgisi, ilmi.

hikmet-i tabiiye

  • Fizik bilgisi.

hitabe / hitâbe

  • Dinleyicilere bilgi vermek ve yol göstermek için yapılan konuşma.

hoca-i dana / hoca-i dânâ

  • Bilgin hoca.

huccet-hüccet

  • Vesika, delil, senet.
  • Tanınmış bilginlere verilen ünvan.

hukema / hukemâ

  • Din bilgilerini, fen bilgileri ile isbat eden mü'minler.

hükema / hükemâ

  • Hakîmler, bilginler, filozoflar.
  • (Tekili: Hakîm) Âlimler. Çok bilgili kimseler.

hükema-i işrakıyyun / hükema-i işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan filozoflar.

hükema-yı felasife / hükemâ-yı felâsife

  • Felsefe bilginleri, düşünürleri; filozoflar.

hükema-yı hakikiye

  • Gerçek filozof ve bilginler.

hükema-yı işrakıyyun / hükema-yı işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan İslâm filozofları.

hukukiyyat

  • Hukuk bilgisi.

hüner

  • Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. (Farsça)

hürriyet-i ilm

  • İlimde özgürlük, bilgi edinme özgürlüğü.

huzur-u ali-yi irfan / huzur-u âlî-yi irfan

  • Yüce bilginlik seviyesi.

i'dadiye

  • Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
  • Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.

i'ta-yı ma'lumat

  • Malumat verme. Bilgi verme.

ibn-i cevzi / ibn-i cevzî

  • (Hi: 508-597) El-Muğni isimli Kur'an-ı Kerim tefsiri vardır. Hanbelî fıkhı ve tarihî bilgilerde muhakkik âlimlerdendir. Ebu-l Ferec İbn-i Cevzî diye de meşhurdur.

ibtidaiyyat / ibtidâiyyât

  • Başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler.
  • Bu derslere ait kitaplar.

icma' / icmâ'

  • Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
  • Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı

idealizm

  • Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve eşyanın müstakil mevcudiyetlerini inkâr edip fikren mevcudiyetlerini kabul eden yanlış bir felsefe doktrini. (Fransızca)

ihata / ihâta

  • Etrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak.
  • Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
  • Kuşatma, etrafını çevirme.
  • Geniş tam bilgi ve ihtisas.

ihbarname

  • Yazılı haber. Yazı ile haber vermek. (Farsça)
  • Belirli hadiselere dair bilgi olarak, alâkalı olduğu yere verilen yazı. (Farsça)
  • Bir paranın ödenmesi veya başka bir muamelenin yapılması lüzumuna dair resmi bir daireden gönderilen ihtarnâme. (Farsça)

ihtisas / ihtisâs / اِخْتِصَاصْ

  • Bir sahada geniş bilgi sâhibi olma.

ikaniyye / ikâniyye

  • Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.

iktisadiyat

  • İktisad bilgisi. İktisad ve tutumla alâkalı olan işler.

ilhad / ilhâd

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış.

ilm

  • Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
  • Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
  • Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.

ilm-i ahlak / ilm-i ahlâk

  • Ahlâk bilgisi.

ilm-i alet / ilm-i âlet

  • Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o

ilm-i beden

  • (İlm-ül ebdân) Hekimlik bilgisi, tabâbet.

ilm-i esma / ilm-i esmâ

  • İsimleri bilme, isimlerin bilgisi.

ilm-i hal / ilm-i hâl

  • Her müslümanın îmân, ibâdet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken şeyler veya bu bilgileri anlatan kitap.
  • İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri.

ilm-i hesab

  • Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.

ilm-i hikmet

  • Düşünce bilgisi, felsefe.

ilm-i ictimai / ilm-i ictimaî

  • İçtimaî hayat ilmi. Toplu yaşayış ve cemiyet bilgisi. Sosyoloji.

ilm-i kelam / ilm-i kelâm

  • Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.

ilm-i nahiv ve beyan

  • Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.

ilm-i nahv

  • Arabî cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içindeki yerlerini ve buna göre sonlarının aldığı durumlardan (harekelerden) bahseden ilim.

ilm-i sarf

  • Kelime bilgisi. Arabîde kelimenin aldığı şekillerden bahseden ilim. Morfoloji.
  • Dilbilgisi, gramer.

ilm-i sarf ve nahv

  • Arapçada kelime ve cümle bilgisi.

ilm-i usul-i fıkıh / ilm-i usûl-i fıkıh

  • Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

ilm-i usul-i kelam / ilm-i usûl-i kelâm

  • Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

ilm-i yakin / ilm-i yakîn

  • İlmî delillere dayanan kesin bilgi.

ilme'l-yakin / ilme'l-yakîn

  • İlmî bilgi. Kesin bilgi.

ilmi / ilmî

  • İlimle, bilgi ile alâkalı. İlme ait ve müteallik. Câhilce ve tetkiksizce olmayan.

ilmiyye / علميه

  • Din bilginleri. (Arapça)

ilmühaber

  • (İlm-i haber) Resmi bir daireye verilmek üzere hazırlanan ve bir adamın ahvâli hakkında bilgileri ihtiva eden kâğıt. Resmi vesika.
  • Para, evrak vs. teslim olunduğunu gösteren ve bunları getiren adamın eline verilen pusula.

iltikat

  • Yere düşen şeyi almak.
  • Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak.

imam

  • Bir ilimde sözü delil kabul edilebilecek derecede derin ve geniş bilgi sahibi olan âlim.

iman-ı istidlali / îmân-ı istidlâlî

  • İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak.

imla / imlâ / املا

  • Doldurma, doldurulma.
  • Yazı yazma. (Dikte)
  • Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi.
  • Müddeti mühlet vererek uzatma.
  • Doldurma, yazma bilgisi.
  • Doldurma. (Arapça)
  • Yazı bilgisi. (Arapça)
  • Yazı. (Arapça)

irfan / irfân

  • Bilgili, anlayışlı, anlamak, bilmek.

irfan mektebi

  • İrfan okulu; Cenâb-ı Hakkı tanıtan, bildiren, hak ve hakikate ulaştıracak bilgiyi ders veren okul.

irfan-ı saadet / irfân-ı saâdet

  • Saâdet bilgisi, ilmi.

isbatiyecilik

  • Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.

islam alimi / islâm âlimi

  • Dînî ilimleri bütün incelikleri ile zamânın fen bilgilerini de lüzûmu kadar bilen âlim.

israiliyat

  • İsrailoğullarına ait bilgiler, bir temele dayanmayan gerçek dışı anlatımlar.

israiliyyat / isrâiliyyat

  • Yahudilikten kalma bilgiler.

işrakiyun / işrâkiyun

  • Bilginin kaynağının mânevi aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünde olan İslâm felsefecileri.

işrakıyyun / işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunanlar.

istatistik

  • Hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.

isti'lam / isti'lâm / استعلام

  • (İlm. den) Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma.
  • Yazı ile bilgi isteme.
  • Bilgi isteme. (Arapça)

istibhar

  • Çok geniş bilgiye sahib olma.
  • Deniz gibi büyük ve geniş olma.

istihbar / istihbâr

  • Haber ve bilgi alma.

istikra / istikrâ

  • Gezme, dolaşma, âvârelik, konuklama.
  • Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme.

istikra'

  • Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi edinmek. Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek vasıflara dikkat ederek umumi bir netice çıkarmak. Umumi araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sâhibi olmak.

istinbat / istinbât

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.

ita-i malumat / itâ-i malûmat

  • Bilgi verme.

ıttıla / ıttılâ

  • Haberdar olma, bilgi sahibi olma.
  • Bilgi, bilme.

ıttıla kesb etme

  • Haberdar olma, bilgi sahibi olma.

ıttıla' / ıttılâ' / اطلاع

  • Bilgi sahibi olma. (Arapça)

ıttılaat / ıttılâât / اطلاعات

  • Bilgiler. (Arapça)

kaide-i nahviye

  • Arapça gramer kaidesi, dilbilgisi kuralı.

kaide-i nahviyece

  • Arapça dilbilgisi kuralı olarak.

kamil / kâmil / كامل

  • (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi.
  • Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır.
  • Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse.
  • Âlim, bilgin kişi.
  • Bir aruz kalıbı ismi.
  • Bütün, eksiksiz, tam.
  • Kemale ermiş, olgun.
  • Geniş bilgili, kültürlü, bilgin.
  • Tam. (Arapça)
  • Olgun. (Arapça)
  • Bilgili. (Arapça)

kapasite

  • İçine alma, ihtiva etme kabiliyeti. (Fransızca)
  • Kabiliyet, bilgi. (Fransızca)

kavl

  • Müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden din bilgilerini elde edebilen) âlimlerin bir işin hükmünü bildiren sözü yâni re'yi, ictihâdı.

kelam / kelâm

  • Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
  • Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.

kelime

  • Gr: Mânası olan en küçük söz veya cümlenin yapısını teşkil eden unsurlardan birisidir. Kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere dilbilgisinde üç kısma ayrılmıştır. "Bir tek söze" kelime denir.

kem-bidaa

  • Sermayesi az. (Farsça)
  • Bilgisi zayıf, câhil. Az okumuş. (Farsça)

kemal

  • Olgunluk, olma.
  • Eksiksizlik, tamlık.
  • Değer, baha.
  • Bilgi, fazilet.

kemal-i ilim / kemâl-i ilim

  • İlimdeki mükemmellik, mükemmel bilgi.

kemalat

  • Faziletler, olgunluklar, insanın bilgi ve güzel ahlâkça tam ve olgun olması.

kesb-i malumat / kesb-i malûmat

  • Bilgi sahibi olma, bilgi kazanma.

kesb-i vukuf

  • Haberi olma. Vukuf sahibi olma. Bilgi edinme.

kıbal

  • Ebelik bilgisi ve işi.

kihalet

  • Göz için sürme yapma. Sürmecilik.
  • Göz doktorluğu. Göz hastalıkları bilgisi.

kitab / kitâb

  • Edille-i şer'iyyenin (İslâm dînindeki hükümlerin, din bilgilerinin) birinci kaynağı olan Kur'ân-ı kerîm.
  • Amel defteri.

komprime

  • Tablet; bir konuyla ilgili olarak kalıplaşmış bilgi.

konferans

  • Dinleyicilere herhangi bir mevzu hakkında bilgi vermek gayesiyle yapılan konuşma. (Fransızca)

konsolos

  • İtl. Yabancı ülkelerde yurttaşlarının haklarını korumak ve bağlı bulunduğu hükümete siyasî ve ticarî bilgileri vermekle vazifeli hariciye memuru.

küfv

  • Eş, denk. Evlenecek kız ile erkeğin din bilgileri, takvâ (haramlardan kaçmak), neseb (soy), mevki ve servet bakımından denk olması.

Kulleteyn

  • Alıntı:
    "iki kulle" (yaklaşık 13 ton) su. Durağan suyun temiz ("tahir") sayılabilmesi için Şafii mezhebine göre bu kadar olması yeterliydi. Daha az olamazdı. Bu kadar oldu mu, içinde ne bulunursa bulunsun "temiz"di artık. "pislik"lerle dolu bile olsa...

    Turan Dursun, Kulleteyn,
    Akyüz Kitabevi, 1990


kültür

  • Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi. (Fransızca)
  • Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi. (Fransızca)
  • Terbiye. (Fransızca)
  • Ziraat. (Fransızca)
  • Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma. (Fransızca)
  • Bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.

kuvve-i amile / kuvve-i âmile

  • İş yapan kuvvet. İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet.

kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât

  • Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat / kuyûdât

  • Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm

  • Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

ledün ilmi

  • Allah'ın sırlarına ait gaybî bilgi.

ledünniyat

  • Allah'ın sırlarına ait bilgi, mecazen bir şeyin iç yüzü.

levha-i hikmet

  • Faydalı bilgi tablosu.

levha-i imaniye

  • Üzerinde imanî bilgiler yazılan tablo.

levhimahfuz / levhimahfûz

  • Olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası.

lokman

  • Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat.

ma'kul ilimler / ma'kûl ilimler

  • His organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe (deney, gözlem) ile ve hesâb edilerek elde edilen ilimler, fen bilgileri.

ma'lumat / ma'lûmât / مَعْلُومَاتْ

  • Bilinen şeyler, biliş, bilgi.
  • Bilinen şeyler, bilinenler. Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler.
  • Bilgiler.

ma'lumat-ı cüz'iye

  • Az ve hafif bilgi. Cüz'i mâlumât.

ma'lumat-ı sabıka / ma'lûmât-ı sâbıka / مَعْلُومَاتِ سَابِقَه

  • Geçmiş bilgiler.

ma'lumatfüruş

  • Mâlumat ve bilgi satan. Bilgiçlik taslıyan. (Farsça)

maaliyat / maâliyât

  • İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler.
  • Yüce bilgiler, yüksek mertebeler.
  • İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikirler ve derin bilgiler.

maarif / maârif

  • Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi.
  • Meharet. Üstadlık. Hüner.
  • Marifetler. Mâruflar. Kültürler.
  • Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri.
  • Bir memleketin okullarını ve tahsil ihtiyacını idâre ve te'mine çalışan bakanlık.
  • Marifetler, ilimler, bilgiler.

maarif-i fenniye

  • Fen ilimlerine âit bilgiler, ilimler.

maarif-i gàmıza

  • Anlaşılması güç olan bilgiler.

maarif-i hakikiye

  • Gerçek bilgiler.

maarif-i ilahi / maarif-i ilâhî

  • Allah'ı tanıma yolunda elde edilen bilgiler.

maarif-i islamiye / maarif-i islâmiye

  • İslâmi bilgi, İslâmî eğitim ve öğretim.

maarif-i mütenevvia

  • Çeşit çeşit bilgiler.

maarif-mend

  • (Çoğulu: Maarifmendân) Bilgili, bilgi sahibi. Kültürlü. (Farsça)

maarif-mendan / maarif-mendân

  • (Tekili: Maarifmend) Bilgi sahibi kimseler, bilgililer.

maarifet

  • Bilgiler, ilimler.

maarifsiz

  • Bilgisiz.

maden-i marifet / mâden-i mârifet

  • Bilgi kaynağı.

mahdut ihata

  • Sınırlı bilgi ve kavrayış.

mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandır / mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır

  • Dış duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye vehim karışamaz. Zira hakikati sabittir. Dış duyularla gödüğümüz şeyler dış dünyada vardır. Vehimde olduğu gibi kuruntu ile olmayan bir şeyin varlığına hükmetmek değildir.

makulat / makûlat / معقولات

  • Aklî bilgiler. (Arapça)

maliyat

  • Maliye işleriyle alâkalı. Maliye bilgisi.

malumat / malûmat / معلومات

  • Bilgi. (Arapça)

malumat-ı kalbiye / malûmat-ı kalbiye

  • Kalbe ait bilgiler; kalb yoluyla bilinenler.

malumat-ı sabıka / malûmât-ı sâbıka

  • Geçmişteki bilgiler.

malumatfuruş / malûmatfurûş / معلومات فروش

  • Bilgiçlik taslayan. (Arapça - Farsça)

malumatfuruşluk / malûmatfurûşluk

  • Bilgiçlik taslama. (Arapça - Farsça - Türkçe)
  • Malûmatfurûşluk etmek: Bilgiçlik taslamak. (Arapça - Farsça - Türkçe)

malumatlı / malûmatlı

  • Bilgili.

mantıkiyyun / mantıkiyyûn / منطقيون

  • Mantıkçılar, mantık bilginleri. (Arapça)

marifet / معرفت

  • Bilgi.

marifet-i imaniye / mârifet-i imaniye

  • İmanî bilgi.

marifet-i kudsiye / mârifet-i kudsiye

  • Allah'ı tanıma ve bilmeden gelen kutsal bilgi, marifet.

marifet-i tasavvuriye

  • Tasavvur ederek elde edilen bilgi.

materyal

  • Gerekli olan bilgi, malzeme.

matüridi / mâtürîdî

  • Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolunda olanların) îmânla ilgili bilgilerde tâbi olduğu iki imâmından biri. Ebû Mansur-ı Mâtürîdî.
  • Îmân bilgilerinde Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin bildirdiği gibi inanan kimse.

maye / mâye

  • Maya, asıl, esas.
  • Para, mal.
  • İktidar, güç,
  • Bilgi.
  • Dişi deve.

mearif / meârif

  • Kalb bilgileri. Çokluk şekli ma'rifet'tir.

mebde'

  • Başlangıç.
  • Kaynak, kök.
  • Bilgilerin ilk kısımları.
  • İlke.
  • Tasavvufta sâlikin ilk başlangıcı.

medarik / medârik

  • Tedârik edilen, toplanan bilgiler.

megazi / megâzî

  • Harp tarihi, gazâlara (savaşlara) dâir bilgiler, menkıbeler, hikâyeler.

mekteb-i mülkiye

  • Siyaset ve yönetim biliminin okutulduğu okul; Siyasal Bilgiler Fakültesi.

mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî

  • Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.

melahime / melâhime

  • Geçmiş ve gelecek devirlere âit haberler, târihî bilgiler ve bunları anlatan kitablar. Harb târihi.

melekat / melekât

  • (Tekili: Meleke) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar.
  • Melekeler; tekrarla yapılan iş veya tecrübelerden sonra elde edilen bilgi ve beceriler.

melekat-ı akliyye / melekât-ı akliyye

  • Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.

meleke

  • Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret.
  • Mümârese.

menahic-i hükema / menâhic-i hükema

  • Bilgin ve filozofların metodları.

menkulat

  • Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler.

mesail-i nahviye / mesâil-i nahviye

  • Arapça dilbilgisi konuları.

mesail-i yakini / mesâil-i yakîni

  • Kesin bilgiye ait meseleler.

meslek-i tevafukiye

  • Tevafuku, bilgi kaynağı olarak kabul eden meslek, yöntem.

metn / متن

  • Yazıya dökülmüş bilgi. (Arapça)

meyelan-ı teçhil / meyelân-ı teçhil

  • Başkalarını cehaletle itham etmeye, bilgisiz görmeye yönelik eğilim.

mezheb imamı / mezheb imâmı

  • Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek veya nakl ile toplayan, açıkça bildirilmemiş olanları da, kendi koydukları usûllere (metod) göre açıkça bildirilmiş olanlara benzeterek çıkaran derin âlim, mutlak müctehîd.

milahat

  • Gemicilik. Gemicilik bilgisi.

mitoloji

  • Efsane bilgisi. (Fransızca)

müctehid

  • İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi. Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim.

müçtehid

  • Âyet ve hadîsler başta olmak üzere diğer dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kàbiliyetine sahip olan.

müeddib

  • (Çoğulu: Müeddibîn) (Edeb. den) Terbiye eden. Edeblendiren. Terbiye, bilgi ve görgü veren.

müfti-yi macin / müftî-yi mâcin

  • Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı.

muhadda'

  • Aldana aldana bilgi ve tecrübe sâhibi olan.

muhaddis / محدث

  • Hadis bilgini. (Arapça)

muhazarat / muhazarât

  • (Tekili: Muhazara) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler.

muhit-i maarif

  • İlim okyanusu, bilgi denizi, ilim ansiklopedisi.

muktebis

  • (Çoğulu: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan.

müktesebat / مكتسبات

  • Bilgi birikimi. (Arapça)

mülekkın

  • Telkin eden. Bilgi vermeğe çalışan.

mümeyyiz

  • Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden.
  • İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.
  • Gr: Tırnak işareti.

münasebat-ı nahviye ve sarfiye / münasebât-ı nahviye ve sarfiye

  • Dilbilgisi kurallarına ait münasebetler; fiil çekimi ve cümle yapısı ile ilgili kurallara ait bağlar.

münciyyat / münciyyât

  • Felâketlerden kurtarıcı bilgiler; ibâdetler, iyi ameller.

müsellemat

  • (Tekili: Müsellem) Doğruluğunda şüphe edilmeyen umumi bilgi ve kaideler. İslâmiyete ait, sağlamlığında şüphe olmayan esâslar.
  • Man: Dinleyenin hemen münakaşasız kabul ettiği kaziyeler.

müsta'lim

  • (İlm. den) Mâlumat ve bilgi isteyen.

müste'dib

  • (Edeb. den) Bilgi ve edeb öğrenen.

müsteşrik

  • Doğu memleketlerini, din, dil ve târihleri başta olmak üzere her yönden araştırıp tesbite çalışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, oryantalist, şarkiyâtçı.

mutalaa

  • Bir mes'ele hakkında bilgi edinmek için tetkikatta bulunma, okuma, okuma ile meşguliyet.

mutali'

  • Mutâlaa eden. Kitab okuyan. Kitablarla tetkik ve bilgi için uğraşan.

mutasallıf

  • Bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi.

mutasallifane

  • Nezaket, bilgiçlik taslayanlar gibi.

müteallim

  • (İlm. den) Taallüm eden, ilim ve bilgi edinen, öğrenen. Talebe.

müteallimane / müteallimâne

  • (İlm. den) Bilgi edinerek, ilim öğrenerek, taalüm ederek. (Farsça)

müteallimin / müteallimîn

  • (Tekili: Müteallim) İlm. den) Bilgi edinenler, ilim öğrenenler, talebeler.

mütebahhir / متبحر

  • İlmi derin olan, çok bilgili.
  • Derin bilgi sahibi. (Arapça)

mütebahhirin / mütebahhirîn

  • Bilgileri pek çok olanlar, deniz gibi derin bilgili olanlar. Allâmeler.

mütefakkıhin / mütefakkıhîn

  • (Tekili: Mütefakkıh) Fıkıh âlimleri, fıkıh bilginleri. Fıkıhla uğraşan kimseler.

mütefazıl

  • (Fazl. dan) Bilgi ve fazilet hususunda yarış eden.
  • Fazla, artık.

mütefazzıl

  • (Çoğulu: Mütefazzılîn) (Fazl. dan) Meziyet, fazilet ve bilgi yarışına çıkan.

mütefekkir

  • Düşünen, derin mes'eleleri düşünen. Tefekkür ve teemmül edici olan.
  • Kuvve-i bâtınayı sarfeden. Âlim. Çok bilgili.

mütefennin

  • Bilgili, sanatkâr, fen ilimlerine sahip.

mütefenninlik

  • Fen bilginliği, ilim sahipliği.

mütekellimin / mütekellimîn

  • Kelâm âlimleri. İslâm dîninin îmân bilgilerini, naklî (dînî) ve aklî delillerle îzâh eden, açıklayıp isbatlayan büyük âlimler.

muttala

  • Bilgilenme noktası.

muttali / muttâli

  • Haberdar olma, bilgi sahibi olma.

muttali olan

  • Bir bilgiye ulaşan, gözlemleyen.

muttali olma

  • Farkına varma; bilgi sahibi olma, haberdar olma.

muttali'

  • Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.
  • Öğrenmiş, haber almış, bilgili.

naharir

  • (Tekili: Nihrir) Bilgili, akıllı ve âlim kimseler. Fâzıl ve mâhir kişiler.

nahiv / نَحِوْ

  • Dilbilgisi, gramer.
  • Dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.
  • Cümle bilgisi.

nahv

  • Dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.

nahv ilmi

  • Cümle bilgisi. Kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden) bahseden ilim.

natıs

  • Bilgili, faziletli adam.

nazar ber kadem

  • Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak.

nazari / nazarî / نَظَر۪ي

  • Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.
  • Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teorik.

nazariyat / nazariyât

  • Kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler.

nazariye / نَظَرِيَه

  • Yalnız görüş ve düşünce halinde olup uygulanmamış bilgi.
  • Sırf düşünce hâlinde bulunan bilgi, teori.

nebatiyyun

  • Botanik bilginleri, botanik âlimleri.

nebil

  • (Nebile) Akıllı, anlayışlı, zekâ sahibi.
  • Yüksek meziyet sahibi. Güzel huylu.
  • Bilgili ve faziletli kimse.

neşr-i maarif

  • İlmi ve bilgiyi yayma.

nevadir haberler / nevâdir haberler

  • Hanefî mezhebi imâmlarından İmâm-ı Muhammed'in (El-Keysâniyyât), (El-Hârûniyyât), (El-Cürcâniyyât), (Er-Rukıyyât) adındaki kitablarıyla bildirilen din bilgileri, haberler.

nihrir

  • (Çoğulu: Nahârir) Tecrübeli, bilgili, fâzıl, âlim, mâhir kimse.

nübüvvet yolu

  • Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo

otuz üç farz

  • Her müslümanın öncelikle bilmesi ve yapması lâzım olan îmân ve ibâdet bilgileri.

pejuhide

  • Çok akıllı, olgun, bilgili. (Farsça)

prensip

  • Umde. İlk unsur. Temel kanaat, temel düşünce. Temel bilgi (Fransızca)
  • Man: Her çeşit münakaşanın dışında olan. (Fransızca)

racilen

  • Yaya. Piyade.
  • Mc: Cahil, bilgisiz.

rasih / râsih / راسخ

  • (Çoğulu: Râsihîn-Râsihûn) (Rüsuh. dan) Temeli kuvvetli, sağlam.
  • Bilgisi, bilhassa dinî bilgileri çok geniş olan.
  • İyice oturmuş, dem ve damarlarına yerleşmiş, temeli sağlam ve kuvvetli olan.
  • Derin din bilgisi olan. (Arapça)
  • Temeli sağlam olan. (Arapça)

rasihun

  • (Tekili: Rasihîn) (Râsih) Âlimler, din bilgisi çok sağlam ve derin olan büyük zatlar.
  • Temeli kuvvetli ve sağlam olanlar.

riyaziye

  • Hesap ilmi. Matematik bilgisi. Hesapla alâkalı.
  • Bir yazı çeşidi.

riyaziyyat

  • Matematik bilgisi.

rüsuh

  • Bir ilmin derinliğine, özüne ve inceliğine vakıf olma, sağlam ve geniş bilgi sahibi olma.

sapık

  • Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse.

sarf / صَرْفْ

  • (Çoğulu: Süruf) Harcama, masraf, gider.
  • Fazl.
  • Hile.
  • Men etme. Bir kimseyi yolundan ve işinden ayırıp başka tarafa yöneltme.
  • Farz.
  • Gr: Bir lisanı meydana getiren kelimelerin değişmesinden, birbirinden türemesinden bahseden ilim şubesi. Kelime bilgisi. K
  • Dilbilgisinin konusu kelimeler olan bölümü.
  • Kelime bilgisi.

sarf nahiv

  • Dil bilgisi; dilin şekil ve cümle yapılarını inceleyen bölümleri.

sarf u nahiv

  • Dilbilgisi. Gramer.

sarf ve nahiv / صَرْفْ وَ نَحِوْ

  • Arapça kelime ve cümle bilgisi.

sarf ve nahv ilmi

  • Arabî dilbilgisi. Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim. Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden)

sarfi / sarfî

  • (Sarfiye) Masrafa, sarfa ait, gidere dair.
  • Gr: Sarf kaidesine dair, gramere ait, dilbilgisiyle ilgili.

selef-i müçtehidin / selef-i müçtehidîn

  • Âyet ve hadisler başta olmak üzere dinî delillerden hüküm çıkarma bilgi ve kâbiliyetine sahip olan İslâmın ilk dönemlerinde yaşamış İslâm âlimleri.

semavi ilham / semâvî ilham

  • Allah tarafından kalbe ihsan edilen bilgi, sezgi.

serdar-ı ulema

  • Zamanın en bilgili ve en yaşlı âlimi.

servet-i ilmiye

  • Bilgililik, âlimlik, ilim zenginliği.

seyr-i afaki / seyr-i âfâkî

  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi.

seyr-i anillah-i billah / seyr-i anillah-i billâh

  • Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme. Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi.

seyr-i fil-eşya / seyr-i fil-eşyâ

  • Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması.

şiar-ı irfan

  • İrfan ve bilgi işareti, irfan sembolü.

sıga-i mübalağa / sıga-i mübalâğa

  • Arapça dilbilgisinde bir şeyin çokluğunu ve fazlalığını ifade için kullanılan kalıp, kip.

sıla

  • Fıkıh ve tasavvufu (kalb bilgilerini) meczeden, birleştiren mânâsına İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin lakabı.

sır

  • Gizlilik, gizli bilgi, kalbî bir his.

sırr-ı kur'an / sırr-ı kur'ân

  • Kur'ân içinde gizli olan sırlı bilgiler.

sohbet-i irfaniye / sohbet-i irfâniye

  • İlim ve bilgi kazandıran sohbet; gerçeğe ulaştırıcı sohbet.

sosyal adalet / sosyal adâlet

  • Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi.

sosyoloğ

  • İçtimaî bilgilerle uğraşan, toplu insan yaşayışı ve onların idare işlerinde bilgi sahibi olmaya çalışan. İçtimaiyatçı. (Fransızca)

staj

  • Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma. (Fransızca)

şübhe

  • (Çoğulu: Şübeh - Şübühât) Tereddüd. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kat'i kanaat ve bilgi sahibi olmamak hâli.

sünnet

  • Yol, kânun, âdet.
  • Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadığı şeyler.
  • Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört temel delîlden biri. Hadîs-i şerîfler.
  • Şerîat yâni İslâm dîni.

suruf

  • (Tekili: Sarf) Dilbilgisi kitapları, gramerler.

şuuru külli / şuuru küllî

  • Bilgi ve kavrayışı kapsamlı.

tafazzul / تفضل

  • Bilgiçlik taslama. (Arapça)

tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan

  • Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
  • İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.

talim-i nazariyat / tâlim-i nazariyat

  • Teorik bilgileri öğretme.

tasdikleri tahtında

  • Doğrulayacakları gibi, bilgileri dahilinde.

tavsif

  • Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak.
  • Bilgi, ilim.

tearüf-ü amme / tearüf-ü âmme

  • Umumun anlayacağı tarz, umumun bilgi ve idrak seviyesi.

tebahhur / تبحر

  • Göllenme. (Arapça)
  • Derin bilgi sahibi olma, uzmanlaşma. (Arapça)
  • Tebahhur etmek: Buharlanmak. (Arapça)

techil / techîl / تجهيل

  • Bilgisizliğini çıkarma. (Arapça)

tecribe

  • Deneme, sınama, bilgi edinmeyi sağlayan üç yoldan biri.

tecribi ilimler / tecribî ilimler

  • Tecribe ve müşâhede (gözlem) ile elde edilen bilgiler, ulûm-i akliyye (aklî ilimler).

teknik

  • Fizik, Kimya ve Matematikten elde edilen bilgilerin tatbik edilmesi. (Fransızca)

teknoloji

  • Teknik bilgiler. Matematik, Kimya ve Fizik ilminden elde edilen bilgiler. (Fransızca)
  • Teknik bilgiler.

tenevvür

  • Parlama, ışıldama.
  • Bir şey hakkında bilgi sahibi olma.
  • Münir ve münevver olmak. Aydın olmak. Nurlanmak.

tenvir

  • (Çoğulu: Tenvirât) Aydınlatma.
  • Bir şey hakkında bilgi verme. Bir şeyi münevver kılma.

terakki

  • İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme.
  • Artma, çoğalma.
  • Bilgi ve medeniyetçe yükseliş. (Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)

tercüman-ı zişan / tercüman-ı zîşân

  • Şanlı Tercüman; Allah'tan aldığı bilgileri insanların anlayacağı şekilde anlatan Peygamberimiz Hz. Muhammed.

tevsi-i malumat / tevsi-i malûmat

  • Malûmatın dağılması, bilginin yayılması.

tezekkür

  • Hâfızadaki bilgileri, istenildiği zaman hatırlamak.

tezkere

  • (Tezkire) Pusula.
  • Herhangi bir iş için izin verildiğini bildirmek üzere alınan resmî vesika.
  • Bazı meslek sahipleri için yazılan, o şahsın şahsî ve meslekî durumu hakkında bilgi. Biyografi.

ulema / ulemâ / علما

  • Âlimler, bilginler.
  • Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i
  • Bilginler. (Arapça)

ulema-i amilin / ulema-i âmilîn

  • İlmine ve bilgisine göre amel eden, ilmini tatbik eden âlimler.

ulema-yı işrakıyyun / ulema-yı işrâkıyyun

  • Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan âlimler.

ulemaüssu / ulemâüssû

  • Kötü âlimler, dünya için dinini feda eden bilginler.

ulum

  • (Tekili: İlm) İlimler, bilgiler.

ulum ve maarif-i islamiye / ulûm ve maarif-i islâmiye

  • İslâmî ilimler ve bilgiler.

ulum-i aliyye / ulûm-i âliyye

  • Yüksek din bilgileri.

ulum-i diniyye / ulûm-i dîniyye

  • İslâm bilgileri, din bilgileri.

ulum-i islamiyye / ulûm-i islâmiyye

  • İslâm bilgileri, din bilgileri, müslümanların öğrenmesi lâzım olan bilgiler.

ulum-i nakliyye / ulûm-i nakliyye

  • Din bilgileri; edille-i şer'iyye denilen dînin dört temel kaynağından yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ-ı ümmet, kıyâs-ı fukahâdan elde edilen bilgiler, ilimler.

ulum-u aliye / ulum-u âliye

  • Dinden bahseden ilimler. (Tefsir, kıraat, hadis, marifetullah, fıkıh, kelâm, ahlâk bilgileri gibi.)

ulum-u arziye / ulûm-u arziye

  • İnsanların bilgi ve tecrübelerinin ürünü olan ilimler.

ulum-u diniye ehli / ulûm-u diniye ehli

  • Dinî ilimler konusunda bilgili olanlar.

ulum-u mütearife / ulûm-u müteârife

  • Herkesçe bilinen bilgiler.

ulum-u şetta / ulum-u şettâ

  • Dağınık bilgiler, çeşit çeşit ilimler.

üstad

  • (Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât.

üstad-ı alim / üstad-ı alîm

  • Bilgin eğitimci, bilgin öğretmen.

üstad-ı ezeli / üstad-ı ezelî

  • Cenab-ı Hak. Bütün ilim ve bilgilerin, marifetlerin öğreticisi. Alîm-i Mutlak ve Hakîm-i Ezelî.

üstad-ı küll / üstâd-ı küll

  • Herkesin üstadı. Her çeşit ilimde çok ileri bilgisi olan.
  • Her çeşit ilimde çok bilgisi olan.

üstad-ül beşer

  • Beşerin bütün insanlığın üstadı, hocası, daha bilgili ve ârif. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam.

usul

  • Bir ilmin veya tekniğin asıl konusundan önce öğrenilmesi gereken başlangıç bilgileri, başlangıç, tertip, düzen metod.

usul bilgileri / usûl bilgileri

  • İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'in kavillerini (ictihâdlarını, re'ylerini, sözlerini) içerisinde bulunduran El-Mebsût, Ez-Ziyâdât, El-Câmi-us-Sagîr, Es-Siyer-us-Sagîr, El-Câmi-ül-Kebîr, Es-Siyer-ül-Kebîr kitablarındaki fıkıh (din) bilgileri. Bu altı kitabı İmâm-ı Muha

usul ve füru' / usûl ve fürû'

  • Fıkıh ilminde usûl; baba ve dedeler, ana ve nineler; fürû', çocuklar ve torunlar.
  • Usûl, îmân bilgileri; fürû; fıkıh bilgileri.

usul-i din / usûl-i din

  • Kalb ile inanılması lâzım olan bilgiler, îmân ve îtikâd bilgileri.

usul-i fıkıh / usûl-i fıkıh

  • Fıkıh (ibâdet ve amel) bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

usul-i kelam / usûl-i kelâm

  • Îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

usul-ü fıkıh ilmi

  • Fıkıh ilmine âit bilgilerin esası ve istinadgâhı olan bir ilimdir. Şer'i hükümlerin mufassal ve muayyen delilleri ve hikmetleri bu sayede bilinir ve bu dini hükümler, bu muayyen ve müşahhas deliller vâsıtası ile istinbat ve isbat olunur. Bu ilme "Hikmet-i teşriiye" de denilmiştir.

vahiy

  • Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi.
  • İlâhî bilgi Allah'tan peygamberlere gelen özelliği, Allah'ın dilediği şeyleri peygambere bildirmesi.

vakıf / vâkıf

  • Bir şeye hâkim olacak derecede bilgi sahibi olan.

vasl

  • Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
  • Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd

ve'l-ilmu indallah

  • Gerçek bilgi ancak Allah katındadır.

ve'l-ilmü indallah

  • Bilgi Allah katındadır.

vücud-u ilmi / vücûd-u ilmî

  • İlmî varlık; sadece bilgi olarak var olan.

vukuf / vukûf / وقوف

  • Bir konu hakkında geniş bilgi sahibi olma. (Arapça)

vukufdar / vukufdâr

  • Haberi olan. Bilgili. (Farsça)

vukuflu

  • Bilen, bilgili.

vukufsuz

  • Bir konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan.
  • Bilgisiz. (Arapça - Türkçe)

yakin / yakîn / يَق۪ينْ / یقين

  • Şüphesiz ve kesin bilgi.
  • Sağlam ve kesin bilgi.
  • Kesin bilgi. (Arapça)

yakin ehli / yakîn ehli

  • Kesin ve doğru bilgi sahipleri.

yakin-i hükmi / yakîn-i hükmî

  • İlimle kesinlik kazanmış husus, inanç, bilgi.

yakin-i ilmi / yakîn-i ilmî

  • Kesin ve sağlam bilgi.

yakin-i kat'i / yakîn-i kat'î

  • Şüphesiz ve kesin bilgi.

yakini / yakînî / يَق۪ين۪ي

  • Sağlam ve kesin bilgi ile.

zahiri ilimler / zâhirî ilimler

  • Okuyarak, çalışarak ve araştırarak elde edilen, öğrenilen ilimler. Kelâm, tefsîr, fıkıh gibi din bilgileriyle; mantık, matematik, fizik, kimyâ, biyoloji, geometri gibi fen bilgileri.

zaruriyyat-ı din / zarûriyyât-ı din

  • İnanılacak ve yapılacak işlerle ilgili, âlim ve câhil herkesin bilmesi lâzım olan din bilgileri.

zemin-i maarif

  • Bilgiler, bilimler zemini, yeri.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın