Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
beden
ifadesini içeren
274
kelime bulundu...
a'mal-i bedeniye / a'mâl-i bedeniye
Bedenle yapılan ameller; namaz gibi.
a'za
(Tekili: Uzv) Bedenin her bir uzvu.
Bir cemiyete mensup kimse.
abdulhamid ll
(mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. 33 yıl saltanatta kalmış olan bu şefkatli Sultan,İslâmiyete son derece bağlı idi. Yüksek bir siyaset adamı ve devlet işlerini bizzat takibeden bir zattı. Memlekette bolluk ve refahı te'min için çalıştı. (R.Aleyh)
adale
Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir.
afiyet / âfiyet
Sağlık, sıhhat, bedende hastalık bulunmaması.
Günah işlememek.
ahkam-ı fıkhiyye / ahkâm-ı fıkhiyye
Fıkıh ile ilgili hükümler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar.
ahsen-i takvim / ahsen-i takvîm
En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.
akl-ı meaş / akl-ı meâş
Yemek, içmek, evlenmek, helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.
aktar-ı beden / aktâr-ı beden / اَقْطاَرِ بَدَنْ
Bedenin her tarafı.
Bedenin her tarafı.
apriori
fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
azamet-i bedeniye
Bedenin büyüklüğü.
ba'del harb
(Ba'de-l harb) Muharebeden, harpten sonra.
babayiğit
Yetişmiş delikanlı, tam bedenî kuvvetini almış genç. Cesur, yiğit.
badin
Şişman, bedeni büyük, iri vücutlu.
balgam
Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.
barimetri
Beden ölçümü yardımıyla hayvanların ağırlığını tayin etme.
(Fransızca)
beden
(Çoğulu: Ebdân) Gövde, vücut, ten.
Vücudun kol, bacak ve baş gibi ayrıca kısımlarından başka diğer merkezi kısmı.
Ağacın dal ve budaktan başka olan kısmı, kütük.
Kale bedeni.
beden-i insan
İnsan bedeni.
beden-i insani / beden-i insanî
İnsan bedeni.
beden-i misali / beden-i misalî / beden-i misâlî / بَدَنِ مِثَالِي
Görüntüden ibaret beden.
Ruhun cesedden ayrıldığında giydiği, madde âleminden olmayan nurânî beden.
beden-i zihayat / beden-i zîhayat
Canlı bedeni.
bedenen
Vücutça. Beden ile.
bedeni ibadet / bedenî ibadet
Bedene ait, bedenle yapılan ibadet—namaz gibi.
bel
t. Geminin orta kısmı.
Bedenin ortası. Göğüs ile karnın arası.
Yüksek dağın iki zirvesi arasındaki kavisli kısmı veya alçakça olan geçit ve boğazı.
beşen
Uzun boy.
(Farsça)
Beden, cisim.
(Farsça)
Taraf, uç, kenar.
(Farsça)
bina-yı sübhani / bina-yı sübhanî
Her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan Allah'ın san'atla yarattığı bina; beden.
büdün
(Tekili: Bedene) Kurbanlık develer.
bünye
Bir şeyin vücut yapısı. Vücut, beden. Fıtrat.
Şekil, tarz, sûret.
burhan-ı enfüsi / burhan-ı enfüsî
Dar dairede, nefis ve beden dairesinde olan delil.
cabir-ül-ensari / câbir-ül-ensarî
Câbir Bin Abdullah El-Ensarî (R.A.) da denir. Meşhur sahabelerdendir. Bizzat Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ilim ve feyiz almış ve zamanında Medine-i Münevvere'nin müftüsü olmuştur. En çok hadis rivayetiyle meşhur olan altı sahabeden biridir. 1540 hadis rivayet etmiştir. 19 gazada hazır bulunmuştur. Hic
calib-i şefkat / câlib-i şefkat
Şefkati celbeden, şefkati çeken.
çare / çâre
Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol.
(Farsça)
Hile.
(Farsça)
Bir def'a.
(Farsça)
Ayrılık.
(Farsça)
cazibe / câzibe
Cezbeden, çeken, yer çekimi.
cehennem-i cismani / cehennem-i cismanî
Cismen, bedenen yaşanacak olan cehennem azabı.
cengaver
(Çoğulu: Cengâverân ) Cenkçi. Yiğit olan. Kahraman. İyi harbeden.
(Farsça)
cengiz
(Temuçin) Moğol Devleti'nin hükümdarlığını yapmıştır. İslâmî medeniyetleri ve kıymetleri tahribeden zâlim ve müstebid bir hükümdar olarak tarihe geçen bir kimsedir. Milâdi 1229'da ölmüştür. Asrının deccalıdır.
cesed / جسد
Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud.
Beden.
Beden.
cesed-i hayvani / cesed-i hayvânî
Canlı beden, cesed, vücut.
cesed-i hilkat
Yaratılmış olan varlık cesedi, bedeni.
cesed-i insani / cesed-i insanî
İnsanın cesedi, bedeni.
cesed-i misali / cesed-i misalî / cesed-i misâlî / جَسَدِ مِثَالِي
Maddi yapısı olmayan vücut, misalî beden.
Misalî ve lâtif bir cesed. Varlığı maddî olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden.
Madde âleminden olmayan nurânî beden.
cesed-i mübarek
Mübarek beden, vücud.
cesed-i necmi / cesed-i necmî / جَسَدِ نَجْمِي
Yıldız gibi nurlu beden.
ceset
Vücud, beden.
cezzab
Fazla çekici olan. Cezub. Çok cezbeden.
cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber
Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.
cihazat-ı bedeniye
Bedendeki organlar.
cimnastik
yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi.
cisim
Beden.
cism / جسم
Boşlukta yer kaplayan şekil almış veya başka bir şekle giren madde.
Beden, vücûd.
Cisim, madde.
(Arapça)
Vücut, beden.
(Arapça)
cism ü can / cism ü cân
Beden ve ruh.
cism-i arz
Dünyaya ait cisim, beden.
cism-i arzi / cism-i arzî
Dünyaya ait cisim, beden.
cism-i beşeri / cism-i beşerî
İnsan cismi, bedeni.
cism-i devlet
Devletin cismi, bedeni.
cism-i has
Özel cisim, özel bünye, beden.
cism-i hayvani / cism-i hayvanî
Canlı bedeni.
cism-i insan
İnsan bedeni.
cism-i insani / cism-i insanî
İnsan bedeni.
cism-i insani ve hayvani / cism-i insanî ve hayvanî
İnsan ve hayvan bedeni.
cism-i maddi / cism-i maddî
Maddî cisim, beden.
cism-i mübarek
Peygamberimizin mübarek cismi, bedeni.
cism-i muhammedi / cism-i muhammedî
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in pâk ve temiz cismi, bedeni.
cism-i velayet / cism-i velâyet
Velîlik bedeni, cismi.
cism-i zihayat / cism-i zîhayat
Canlı bedeni.
cismani / cismanî / cismânî / جسمانى
(Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı.
Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak.
Cisim ile ilgili.
(Arapça)
Bedensel.
(Arapça)
cismani alem / cismânî âlem
Beden dünyası.
cismaniyet / cismâniyet
Cismânilik. Maddi beden sahibi olmak hâli.
Bedenle, maddî vücutla ilgili oluş.
cismen / جسما
Beden olarak.
Cisim itibariyle, cisim olarak. Vücutça, bedence.
Bedenen.
(Arapça)
cüdere
(Çoğulu: Cüder) Ur dedikleri yumru. (İnsan bedeninde çıkar)
cum'a
Toplanma.
Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest
cum'a namazı / cum'â namazı
Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.
cum'at
(Tekili: Cum'a) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.
cumeat
(Tekili: Cum'a) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar.
cüses
(Tekili: Cüsse) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler.
cüsse
Gövde, kalıp, beden.
Fiziksel yapı, beden.
Gövde, kalıp, beden,
cüz-ü tamm
Bütün. Bir şeyin, temel vasıflarının tamamını toplayan parçası. Parçalandığı vakit ana vasfını ve asliyetini kaybeden şey.
dakvan
Sütü çok içtiğinden dolayı bedeni ağırlaşan kuzu.
dalaletpişe
Sapıklığı tâkibeden. Sapıklığa giden. İslâmiyetten başka yol tâkib eden.
damar
t. İstidad. Huy, tabiat, inat.
İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan.
Irk.
Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası.
Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar.
Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler.
dar-ül-gurur / dâr-ül-gurûr
İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ.
darib
(Darb. dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve.
Ağaçlı yer.
Karanlık gece.
Vurucu, vuran. Darbeden, çarpan. Döven.
dıhye
Sahabeden bir zâtın adı. (R.A.)
ebdan / ebdân / ابدان
(Tekili: Beden) Bedenler. Tenler.
Bedenler.
(Arapça)
ebher
En bâhir, en âşikâr. En parlak, daha çok zâhir.
Temiz kanı yürekten bedene dağıtan büyük bir damar.
ecsad / ecsâd / اجساد
Cesetler, bedenler.
Cesetler.
(Arapça)
Bedenler.
(Arapça)
ecsad-ı insaniye / ecsâd-ı insaniye
İnsanların cesetleri bedenleri.
ecsam / ecsâm
Cisimler, bedenler.
ecsam-ı hayvaniye / ecsâm-ı hayvaniye
Hayvan cisimleri, bedenleri.
ecza-yı bedeni / ecza-yı bedenî
Bedenin parçaları, organlar.
ecza-yı zaide / ecza-yı zâide
Asıl olmayan parçalar; bedendeki tırnak ve saç gibi.
edgam
Yüzü ve dudaklarının etrafı siyah olup, sâir bedeni başka renk olan at.
elli dört farz
İslâm âlimlerinin, müslümanların hâtırlarında tutmalarını kolaylaştırmak için, öncelikle bilmeleri îcâbeden pek çok farzdan, Allahü teâlânın emirlerinden derledikleri elli dört tânesi.
endam / endâm
Beden. Vücud.
(Farsça)
Vücudun tenasübü. Vücudun görünüşü.
(Farsça)
Letafet. İntizam ve üslub.
(Farsça)
Vücut, beden, boy pos.
Beden, boy.
endam-ı mevzun
Düzgün endam, düzgün beden.
endami / endamî
Vücuda uygun, bedene münasib, biçimli.
(Farsça)
enfüsi / enfüsî
Kişinin kendisi ile ilgili, nefis ve beden dairesine ait.
enkal
İşkence âletleri. Bukağılar, kayıt ve kelepçeler.
Nefsin cismani alâkalara ve bedeni lezzetlere bağlanıp kalması.
ensar / ensâr
Yardımcılar. Mekke'den Medîne'ye hicretten sonra, Resûlullah efendimize ve Mekke'den gelen müslümanlara yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve her şeyleri ile yardım eden Medîneli müslümanlar.
erdan / erdân
"Beden"in çoğulu. Cisimler, vücutlar, gövdeler.
esnan
(Tekili: Sinn) Dişler.
Yaşlar. İnsanın doğduğu andan ölümüne kadar uzvî sîretinde birbirini takibeden muhtelif zamanlar. (Yâni: Tufuliyet, Sabavet, Şebabet, Kühûlet ve Şeyhuhet denilen zamanlar.)
fark
Tasavvufta cem' denilen mertebeden sonra gelen bir makam. Buna cem'ül-cem' de denir.
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Fecr-i kâzibi tâkibeden tam karanlıktan sonraki beyazlık. Sabah namazının ve orucun başlama vakti.
fenn-i menafi-ül a'za
Bedendeki âzâların, uzuvların faydalarını anlatan ilim.
fesh
Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak.
Zayıf olmak.
Bilmemek. Cehil.
Re'y ve tedbiri ifsad eylemek.
Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden.
Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen.
Unutmak.
Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak
fürayık
(Çoğulu: Ferâyık) Yumuşak bedenli güzel yiğit.
gade
Bedeni yumuşak olan kadın.
gar
Mağara. İn. Kehf.
Defne ağacı.
Gayret.
Fesad.
Tren istasyonu.
Tıb: Beden âzalarında olan cep gibi çukur yer.
gasıb
Gasbeden, zorla alan.
gasıb-ül gasıb
Gasbedilmiş malı gasıbdan gasbeden.
gazi
Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.
gusl
Boy abdesti. Cünüb olan her kadın ve erkeğin, hayz (âdet) ve nifası (lohusalık hâli) sona eren kadınların ağzı ve burnu ile birlikte, iğne ucu kadar kuru bir yer kalmayacak şekilde, bütün bedenini yıkaması.
gusn
Ağaç dalı. Budak.
Tıb: Damar ve sinir gibi ayrılan bedenin cüzleri.
gusül
Bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.
guzat
(Tekili: Gazi) Din için harbedenler. Gaziler.
habat
Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz.
Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi.
haber-i vahid / haber-i vâhid
Bir sahabeden, bir kişiden veya bir koldan gelen sahih hadis.
hadise-i bedeniye / hâdise-i bedeniye
Bedende var olan bir rahatsızlık.
hafiye
(Çoğulu: Havâfi) İnsan bedeninde gizli olan can.
Kuş kanadında ebâhirden sonra olan dört kısacık yeleklerin her birisi.
Gizli, mestur.
haps-i beden
Beden hapsi.
haşr-i bahar
Bahar mevsiminde bitkilerden hayvanlara kadar bütün bedenlerin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
haşr-ı cismani / haşr-ı cismânî
Âhirette tekrar bedenlerin ve vücudların dirilişi.
haşr-i cismani / haşr-i cismanî / haşr-i cismânî
Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri.
İnsanların öldükten sonra âhirette bedenle birlikte yeniden diriltilip Allah'ın huzurunda toplanması.
haşr-i kıyamet
Bütün varlıkların bedenlerinin kıyametten sonra ahiret âleminde tekrar inşa edilip diriltilmesi.
haşrin cismaniyeti
İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanmasının hem beden, hem de ruh itibariyle olması.
hatib
Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse.
Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.
hayat-ı cismaniye / hayat-ı cismâniye
Maddî, bedene ait hayat.
hil'at-ı vücud
Vücud, beden elbisesi.
hırbak
Sahabeden bir kimsenin adı ki, ona "Zülyedeyn" de derlerdi.
Def'etmek, kovmak.
Yellenmek.
hiss
Duymak. Farkına varmak. Duygu.
Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek.
Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin mevcudiyetini idrak eylemek.
hiss-i nefs-i cisim
Bedene ait nefsani duygu.
hüceyrat-ı bedeniye / hüceyrât-ı bedeniye
Beden hücreleri.
hüceyre-i beden
Bedeni oluşturan hücrecik.
hülefa-yı raşidin / hülefâ-yı raşidîn
En ileri sahabeden ilk dört halife.
hurac
Tıb: Bedenin çeşitli yerlerinde çıkan çıbanlar.
huruf-u nasibe / huruf-u nâsibe
Gr: Muzari (geniş zaman) fiilinin başına getirildiğinde o fiili nasbeden harfler. (En), (Len), (İzen), (Key) harfleri gibi.
huteba-i umumi / hutebâ-i umumî
Herkese hitâbeden, umuma ders verenler.
(Farsça)
iadeten / iâdeten
Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.
ibadet-i bedeniyye / ibâdet-i bedeniyye
Beden ile yapılan ibâdetler.
idare-i beden
Bedenin idaresi.
idman
Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak.
Beden terbiyesi. Jimnastik.
idman-ı beden
Beden idmanı, jimnastik.
ifrazat
Vücuddan çıkan, bedenden ayrılan kan, irin, balgam gibi şeyler.
iftilal
Bükülme.
(Asker) muharebeden yılma.
ihsasiyye
Tecrübeden ve hissedilenden gayrısını kabul etmeyen. Hissiyyun ve maddiyyun fırkasından olanlar. İmansızlık. Dinsizlik.
ihtiyaç / ihtiyâç
Ruh ve nafaka (yeme, içme, barınma) için ve bedeni sıkıntıdan korumak için lâzım olan şey.
inhirat
Bilmediği bir işe danışmadan girişme.
Zarar verme, ziyana sokma.
İpliğe boncuk dizme.
Beden çelimsizlenip zayıflama.
Bir yola süluk etme, girme.
insan
Rûh ve bedenden meydana gelen akıl sâhibi varlık.
insanın haşri
İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
istisal
(Asl. dan) Kökten koparıp çıkarmak.
Tıb: Bedenden kesilmesi veya koparılması istenen bir parçayı, uru kökünden koparmak.
izzet-i rütebi / izzet-i rütebî
Rütbeden gelen izzet; rütbe ve makam açısından çok büyük ve üstün olma.
jest
Anlamlı beden hareketleri.
kabid / kâbid
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölürken rûhları bedenlerden alan, verdikleri sadakaları zenginlerden kabûl eden.
kalbüd / kâlbüd / كالبد
Kalıp, şekil.
(Farsça)
Gövde, beden, insan veya hayvan cesedi.
(Farsça)
Beden.
(Farsça)
Kalıp.
(Farsça)
Kireç kalıpı.
(Farsça)
kalıb / kâlıb / قالب
(Ka, uzun okunur) Hususi bir biçim, bir şekil alması istenen bazı şeylerin konmasına mahsus araç. (Buz kalıbı, çizme kalıbı gibi)
Hususi surette dökülmesi istenen şeylere mahsus zarf.
Beden, vücut, gövde.
Şekil ve suret nümunesi, örnek.
Bir kalıba dökülmüş vey
Vücut, beden.
Kalıp.
(Arapça)
Beden.
(Arapça)
kar'-ul asa / kar'-ul asâ
Doktorun, hastanın bedenine vurup muâyene etmesi.
Mc: Hatayı hatırlatmak için işaret vermek ve ikaz etmek.
karh
Yaralama.
Hasta olmak.
Bedende çıkan yara.
Su olmayan yerde kuyu kazmak.
Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
karulasa / karulâsâ
Doktorun bedene vurarak muayene etmesi.
kasib / kâsib
Kazanç sahibi. Kazanmak için çalışan. Kesbeden. Marifet için çalışan.
Kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi.
kefen-i kifaye / kefen-i kifâye
Fakir veya çok borçlu olarak vefât etmiş erkek ve kadın için yeterli sayılan ve bedeni örtecek kadar olan kefen.
kesub
Çok kazanan ve kesbeden.
key
Arapçada muzari fiilini nasbeden (son harfini üstün okutan) ve "İçin, tâ ki, hangi, nasıl?" yerinde kullanılan harf.
kımme
(Çoğulu: Kumem) Boy, kamet.
Beden.
Başın tepesi.
Dağ tepesi.
Her şeyin yükseği.
İnsan cemaati, topluluk.
kirpik
Göz kapağının kenarındaki kıllar.
Bir nevi taş.
Hayvan ve nebatların beden yapısında bâzı küçük ve ince uzantılar.
kis
(Çoğulu: Ekyâs) Cepte taşınır küçük para kesesi.
Rahimde döl yatağı.
Bedendeki bâzı sıvıların toplandığı kese biçimindeki oyuklar.
küfiyyun
Eski arabça âlimlerinin ayrıldığı iki büyük şubeden biri olup diğerine Basriyyun denirdi.
kurb-i ebdan / kurb-i ebdân
Bedenlerin birbirine yakın olması.
küreyvat-ı hamra
Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)
kurnuk
Yumuşak bedenli delikanlı.
kuvve-i bedeniye
Beden gücü.
latife / latîfe
Hoş, tatlı söz, şaka.
Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.
leda
Beden.
len
Gr: (Muzâri fiilini nasbeden edatlardan birisi). Bir işin aslâ olamıyacağını ifade eder.
lisan-ı hal ve kàl
Beden ve konuşma dili.
lisan-ı hal ve kal / lisan-ı hâl ve kal
Beden ve konuşma dili.
lisan-ı hal-i şevk
Şevk ve arzunun hâl dili, beden dili.
maddi hastalık / maddî hastalık
Beden hastalığı.
maddi temizlik / maddî temizlik
Bedenin, elbisenin ve oturulan yerin temizliği.
maddiye-i hayvaniye
Maddî olan hayvanî yapı, maddî beden.
magavir
(Tekili: Mugâvir) Kıtal eden, harbeden, çarpışan.
mak'ad
Oturulacak yer. Minder.
Oturulduğunda bedene temel olan âzâ. Kıç.
makine-i ilahiye / makine-i ilâhiye
İlâhî makine; Allah'ın yarattığı ve bir makineyi andıran insan bedeni.
makine-i insaniye
Bir makine hükmünde olan insanın beden ve cihazları.
mavera-yı haşr-ı cismani / mâverâ-yı haşr-ı cismânî
Maddî bedenle âhiret âleminde yeniden diriltilme arka tarafı, arka plânı.
mecmu-u cesed
Vücudun tamamı, beden.
melda
Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız.
melekat-ı akliyye / melekât-ı akliyye
Tecrübe neticesi aklen bilinen kolaylık, tecrübeden doğan bilgililik.
meleke
Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret.
Mümârese.
meşakkat-i bedeniye
Bedenen çekilen zorluklar, sıkıntılar.
mesalih-i beden / mesâlih-i beden
Bedene gerekli ve faydalı işler.
mesfur
Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
meşyum
Bedeninde beni olan, benli adam.
mevt
Ölüm; rûhun bedenden ayrılması.
meyl-i tabi'i / meyl-i tabî'î
İç güdü. İnsanın irâdesi dışında, yaratılıştan olan meyl, bedenin istemesi.
mi'rac / mi'râc
Merdiven.
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.
mihrab
Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
Mc: Harb âleti.
Orman.
Melikin hususi makamı.
Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare
mu'dem
Bir şeyi yitiren, kaybeden.
muakıb
Cezalandıran.
Takibeden.
muharib
Harbeden. Cenkci. Cengâver.
Cesur. Atılgan. Kahraman.
İyi harbeden. Harb usullerini iyi bilen.
muhatıb
(Hutbe. den) Birine söz söyliyen. Hitâbeden.
muhrib
Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.
muhterib
(Çoğulu: Muhteribin) (Harb. den) Savaşan, harbeden, muhârib.
muhteribin / muhteribîn
(Tekili: Muhterib) Harbedenler, savaşanlar, muhâribler.
mukit / mukît
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.
mürsel hadis
Tabiînin, sahabeyi atlayarak rivayet ettiği hadis, yani sahabeden değil tabiînden gelen hadis.
mütecemmil
Cemal kesbeden, zinetlenen, süslenen, donanan.
müteharib
(Harb. den) Savaşan, harbeden, muharebe eden.
muzi' / muzî'
Zâyi eden, kaybeden.
nakş
Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak.
Resim.
Tezyin etmek.
Bedene batmış dikeni çıkarmak.
Bir şeyin esasını araştırmak.
Yaymak.
Suda ıslanmış hurma.
İpekle, sırma ile işleme.
Mc: Hile.
nasib
Nasbeden, bir şeyi bir şeye diken.
Gr: Harfi (e) diye üstün okutan.
nazik-beden / nâzik-beden
Vücudu, bedeni nâzik olan.
(Farsça)
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
nefs
(Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
Göz.
Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri.
Ruh, hayat, asıl.
Maya.
Hamiyet.
Can.
İnsanın kendisi, kişi, beden.
Hakîkat, cevher, asıl, öz. İnsanda ve cinde şer, kötülük kuvveti. Şerîate yâni dîne uymayan isteklerin kaynağı. Buna nefs-i emmâre de denir.
nefs-i cismani / nefs-i cismanî / nefs-i cismânî / نَفْسِ جِسْمَانِي
Cisimleşmiş nefis, beden.
Cismin kendisi, beden.
nefsani / nefsanî
Bedenî arzu ve isteklerle alâkalı. Zaruret olmadığı hâlde keyf için olan istek ve arzuya ait. Kendine ait ve mensub.
neş'e-i ula / neş'e-i ulâ
İlk hayat. Ruhun bedene girmesi. Dünyaya gelmek.
ölüm
Rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesi, rûhun bedenden ayrılması, mevt.
remak
Bedende ruhun bakiyyesi.
Koyun sürüsü.
rivayet
Hikâye edilen hâdise veya söz.
Bir hâdisenin başkalarına anlatılması.
Peygamberimiz'den (A.S.M.) işittiklerini veya sahabeden duyduklarını birisinin başkasına anlatması.
Kuyudan halk için su çekmek.
riya-yı mütecessid / riyâ-yı mütecessid
Beden giymiş ve gözle görülür hale gelmiş gösteriş.
riyazet-i bedeniye
Cimnastik. Bedenî riyazet.
ruda'
Hastalığın insana yine dönmesi.
Gövde ve beden ağrısının her birisi.
ruh / rûh
Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
Emr âleminin beş latîfesinden biri.
ruh-u fıtri / ruh-u fıtrî
Doğal ruh, bir bedenin kendi ruhu gibi.
saadet-i cismaniye
Maddî mutluluk, bedenle alınan mutluluk.
sady
Taarruz eden kimse.
Bedeni, endamı hoş olan.
Dimağ. Başın içini dolduran haşev.
Ölü insan cesedi.
Baykuş.
şahadet
(Şehâdet) Şâhidlik.
Bir şeyin doğruluğuna inanmak.
Delâlet. Alâmet, işaret, iz.
Allah (C.C.) rızâsı yolunda hayatını fedâ etmek. Din için muharebeden şehitlik.
saky
Sulamak. Su içirmek.
Bedende su toplamak.
salat-ı havf / salât-ı havf
Muharebeden evvel kılınan iki rekât namaz.
şarib
(Şürb. den) İçen. Şürbeden.
(Çoğulu: Şevarib) Bıyık.
satih / satîh
Bedeni kemiksiz etten ibaret olan hilkat garibesi bir kâhin, falcı.
sekla
Çocuğunu kaybeden kadın.
ser'
Üzüm çubuğu.
Yaş ve taze çubuk.
Yumuşak bedenli yiğit.
Uzun boylu adam.
şeraşir
Nefis.
Beden, vücut, ceset.
Ağırlık.
sil'a
Bedende olan ur.
Ticaret malı.
Sülük.
suret-i cismaniye / suret-i cismâniye
Cisme ait şekil; bedenî görünüş.
tabiin / tâbiîn
Hz. Muhammed'i görmüş olanlara yetişmiş olanlar, sahabeden sonraki nesil.
tasavvuf
Beden ve ruhun eğitilmesiyle bazı mânevî mertebelerin katedilmesini sağlayan yol.
tebdil-i beden
Beden değiştirme.
tecessüd
Cisimleşme; batıl dinlerde, Allah'ın herhangi bir maddi varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi şeklinde inanılan batıl bir Allah inancı.
tedbirü'l-cesed
Sağlık; beden eğitimi.
tedbirü'l-ceset
Beden eğitimi.
tehazül
Muhârebeden kaçıp geri dönme.
ten / تن
Gövde, beden, vücut.
(Farsça)
İnsan bedeninin dış yüzü.
(Farsça)
Vücut, beden.
(Farsça)
Dış yüz.
(Farsça)
tenasuh
Bir ruhun bedenden bedene geçmesi, reankarnasyon.
tenasüh / tenâsüh / تناسخ / تَنَاسُخ
İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.
Ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene geçtiğine dâir, bâtıl, asılsız bir inanış. Bilhassa, Hindûlar ve geçmiş milletler arasında yaygın idi.
Ruhun bedenden bedene geçmesi, sapık bir inanç.
Ruhun bedenler arası göçü.
(Arapça)
Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi.
tene
Gövde, beden, cüsse, vücut.
(Farsça)
Örümcek ağı.
(Farsça)
terbiye
Kişiyi yavaş yavaş rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak.
Edeblendirme, cezâlarını verme.
tesrib
Esasen işkembeden içyağını ayırmak demek olup, mecâzen: Tekdir ve muaheze mânasına kullanılır.
Darılma. Ayıplama.
Başa kakma.
teşrih-i beden-i insani fenni / teşrih-i beden-i insanî fenni
İnsan bedenini tüm yönleriyle ele alan, inceleyen bilim; anatomi.
tevrim
Gazaba getirme, öfkelendirme.
Verem etme, verem edilme.
Bedenin azâsını şişirip kabartmak.
tevşim
(Çoğulu: Tevşimât) (Veşm. den) Bedene döğme yapma. İğne ile yazı yazma veya şekil yapma.
ucre
(Çoğulu: Ucer) Ağaç boğumu.
Düğme.
Bedenin tomur kabaran yeri.
Ayıp.
ukkaşe bin el-mihsan el-esdi / ukkaşe bin el-mihsan el-esdî
Efâdıl-ı Sahabeden ve kahramanlardan olup hususan Bedir muharebesinde ve Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) devrinde mürtedlerle olan muharebede yararlıklar göstermiştir. Peygamberimizin vefat tarihinde 44 yaşlarında idi.
üsame bin zeyd
Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın azadlısı olan Zeyd bin Harise'nin oğludur. Meşhur sahabedendir. 128 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. 75 yaşında iken 54 yılında vefat etmiştir. (R.A.)
uzv-u insani / uzv-u insanî
İnsan bedeninin bir organı.
uzvi / uzvî
Bedensel.
vaks
Fahişe kısmının fahişeliğini zikrederek anlatmak.
Bedene uyuz illeti yayılması.
vücud / vücûd / وجود
Varlık.
(Arapça)
Beden.
(Arapça)
Var oluş.
(Arapça)
Vücûd bulmak:
Meydana gelmek, oluşmak.
(Arapça)
vücud-u cismani / vücud-u cismanî
Maddî vücut, beden.
vücud-u fani / vücud-u fâni
Geçici, ölümlü varlık, beden.
vücud-u insan
İnsan bedeni.
vücud-u insaniyet
İnsanın vücudu, beden.
vücud-u islamiye / vücud-u islâmiye
İslâmiyetin bedeni.
za'r
Bedende kılın az olması.
zayi eden / zâyi eden
Kaybeden.
zemanet
Belâ, musibet, âfet.
Bedenin bir azası eksik veya kötürüm olma.
zerrat-ı bedeniye / zerrât-ı bedeniye
Bedendeki zerreler.
zerrat-ı cisim / zerrât-ı cisim
Bedenin zerreleri, hücreleri.
zerrat-ı vücud / zerrât-ı vücud / zerrât-ı vücûd
Beden zerreleri.
Bedeni oluşturan zerreler, atomlar.
zevk-i maddi / zevk-i maddî
Maddî zevk, bedenle alınan zevk.
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
şadi
ezlem
tevsi
saman
Nükte
ğuşa
kâmil
derun
Merse
nihal
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
beden
azle
Değerli
Divan edebiyatı
Güdü
Alem-i ruh
Müteşebbis
ikto
Lân
Püsküren