Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
bağı
ifadesini içeren
466
kelime bulundu...
afi / afî
Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan.
Affedilmiş, bağışlanmış.
Yalvaran.
Uzun saçlı.
Tencere altında artaya kalan.
afv / عفو
Bağışlama.
Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.
Bağışlama. Allahü teâlânın, ihsânı ile, âsî ve günâhkâr kullarının kusur ve günâhlarını bağışlaması.
Bir kimsenin, düşmanından veya suçludan intikâm almaya, karşılığını yapmaya gücü yettiği halde bir şey yapmaması, intikâm almaması.
Affetme, bağışlama.
Affetme, suçu bağışlama.
Bağışlama, af.
(Arapça)
afv ü gufran / afv ü gufrân
Bağışlama ve yarlığama.
afv-i anil ceraha
Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.
agfer
Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.
agvas
(Tekili: Gavs) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.
ahşa'
(Tekili: Haşâ) Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar.
Mahaller, bölgeler, cihetler.
ajir
Göl, havuz.
(Farsça)
Kalabalık, izdiham.
(Farsça)
Bağırma, feryât.
(Farsça)
Çekingen.
(Farsça)
Akıllı, uyanık.
(Farsça)
Amâde, hazır.
(Farsça)
ajirak
Gürültü, ses. Bağırış.
(Farsça)
akd
Anlaşma, sözleşme. Nikâh, hibe (bağış), vasiyet, alış-veriş gibi işlerde taraflardan birinin teklifi, diğerinin kabûlü ile gerçekleşen sözleşme.
aksab
(Tekili: Kusb) Kalın bağırsaklar.
aksam-ı ihsanat / aksâm-ı ihsânât
Bağışların kısımları.
alaka-i sınıfi / alâka-i sınıfî
Sınıf bağı.
amim-ül ihsan / amîm-ül ihsan
Bağışı, bahşişi, ihsanı bol ve umumi olan.
amir-i müstakil / âmir-i müstakil
Bağımsız, hiçbir ortağı olmayan âmir, idareci.
amirz-kar / âmirz-kâr
Bağışlayan, affeden Allah.
(Farsça)
Affeden, bağışlayan.
(Farsça)
amirziş / âmirziş
Allah'ın afvetmesi, bağışlaması.
(Farsça)
Bağışlama, afvetme.
(Farsça)
amme nevaluhu / amme nevâluhu
"Allah'ın bağış ve ikramı bütün varlığı kaplamıştır".
amürz
Afveden, bağışlayıcı.
(Farsça)
amürzende
Bağışlayan, afveden.
(Farsça)
amürzgar / amürzgâr / âmürzgâr / آمرزگار
Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah.
(Farsça)
Bağışlayıcı, Tanrı.
(Farsça)
amürziş
Bağışlayış, afvediş.
(Farsça)
amurziş / âmurziş / آمرزش
Bağışlama, affetme.
(Farsça)
amürziş / âmürziş / آمرزش
Bağışlama.
(Farsça)
asal
(Çoğulu: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak.
Bağırsak.
asar-ı ihsan / âsâr-ı ihsan
Bağış ve iyilik eserleri.
asar-ı lütuf ve merhamet / âsâr-ı lütuf ve merhamet
İyilik, bağış ve merhamet eserleri, neticeleri.
asi / âsî
İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.
asib
Dolmuş bağırsak.
Katı nesne, şedid.
Şiddetli sıcak, çok sıcaklık.
Talihsizlik.
ata / atâ / عطاء
Verme. Bağışlama. Bahşiş. Lütuf. İhsan.
İhsân, lütuf, bağış. Buna atiyye de denir.
Bağış, bahşiş, ihsan.
İhsan, lütuf, bağışlama.
Bağış, ihsan, bahşiş.
(Arapça)
ata-ender / atâ-ender
Lütuf ve bağış içinde.
ata-yı mahz / atâ-yı mahz
Sâf, halis lütuf, bağış, Allah vergisi.
ataya / atâyâ / عطایا
Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
(Arapça)
ataya-yı ilahi / atâyâ-yı ilâhî
Allah'ın bağış ve ihsanları.
ataya-yı rahmaniye / atâyâ-yı rahmâniye
Sonsuz merhamet sahibi Cenâb-ı Hakkın bağış ve hediyeleri.
atiye
Hediye, bağış, ihsan.
atiyyat / atiyyât / عطيات
Bağışlar, ihsanlar.
(Arapça)
atiyye
İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.
attat
Çok bağırıp çağıran, gürültücü adam.
avaze / âvâze / آوازه
Bağırma.
(Farsça)
Ün.
(Farsça)
avle
Bağırma, feryat.
azade-gan / azade-gân
(Tekili: Azâde) Azadeler. Bağımsız, serbest ve hür olanlar.
(Farsça)
bagaya
(Tekili: Bagiyy) Fahişeler.
bahş / بخش / بَحْشْ
Bağış, ihsan.
Bağış. Verme. İhsan.
(Farsça)
Bağış, verme.
Bağışlayan.
(Farsça)
Bahş edilmek:
(Farsça)
Bağışlanmak.
(Farsça)
Verilmek.
(Farsça)
Bahş etmek:
(Farsça)
Bağışlamak.
(Farsça)
Vermek.
(Farsça)
İyilik, bağışlama.
bahş eden
Veren, bağışlayan.
bahşayende
Bağışlayıcı, afvedici.
(Farsça)
bahşayiş / bahşâyiş / بخشایش
Bağışlayış. İhsan. İhsan etmek. Afv. Atiyye.
(Farsça)
Bağışlama.
(Farsça)
Bağış, ihsan.
(Farsça)
bahşende
Bağışlayan, ihsan eden. Afveden.
(Farsça)
bahşiş / بخشش
Bağış.
(Farsça)
Bahşiş.
(Farsça)
bahşude / bahşûde
Bağışlanmış, verilmiş.
(Farsça)
Afvedilmiş.
(Farsça)
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
bekà-yı istiklaliyet / bekà-yı istiklâliyet
Bağımsızlığın devamını sağlamak.
beka-yı istiklaliyet-i islam / bekâ-yı istiklâliyet-i islâm
İslâmın bağımsızlığının devamı.
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
berbere
Kızgınlık ânında söylenip çağırmak bağırmak.
bevc
Berk, şimşek.
Yorulma.
Bağırma, haykırma.
bicu gufran
Bağışlanma iste.
birr
İyilik, güzellik, hayır, anaya babaya itaat.
Dininde ibadetinde kuvvetli olan.
Bağışta bulunma.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
boşamak
Nikâh bağını çözmek, evliliğe son vermek.
boşanmak
Eşi ile olan nikâh bağını bozmak. Eşinden ayrılmak. (Medeni kanun, boşama yetkisini mahkemeye bırakmıştır. İslâm dini evlenmeyi Allah'ın emirleri dahilinde karşılıklı rızaya bağlı hür bir sözleşme olarak gördüğünden kadınla erkek boşanma yetkisinin kimde olacağını da kararlaştırabilirler. İsterlerse
(Türkçe)
bugat
(Tekili: Bâgî) Haksızlık edenler, âsiler, serkeş kimseler.
buğat / buğât
Bâğîler, âsîler. Haksız olarak devlete isyan eden, karşı gelenler. Bâğî'nin çokluk şeklidir.
bumbar
Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı.
(Farsça)
İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek.
(Farsça)
bumehen
(Bumehin) Deprem, zelzele, yer sarsıntısı.
(Farsça)
Koyun bağırsağı.
(Farsça)
bun
Nihâyet, dip.
(Farsça)
Kolay, suhûletli.
(Farsça)
Rahim.
(Farsça)
Temizlenmiş olan koyun bağırsağı.
(Farsça)
çağrışım
Psk: Bir idrakla kazanılan bir fikrin başka bir idrak (algı) ile kazanılan fikir arasında bağıntı kurulması, birinin diğerini hatıra getirmesidir. Bu bağıntı zaman ve mekânda yakınlık, benzerlik ve zıdlık sebebiyle kurulur. Sevap deyince günahın; abdest deyince namazın; Cennet deyince Cehennem'in de
can-bahş
Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah.
(Farsça)
canbahş
Can veren, hayat bağışlayan.
car
Faydasız bağırıp çağırmayı ve gevezeliği ifade eder ve ekseriya mükerrer kullanılır.
cehir
(Cehr. den) (Çoğulu: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen.
Güzel, dikkate değer.
cenab-ı vahibü'l-ataya / cenâb-ı vâhibü'l-atâyâ
Sayısız iyilik ve ihsanlar bağışlayan, hibe eden Allah.
cerze
(Çoğulu: Cürüz) Yaş ot bağı.
ciğer
Ciğer. Bağır.
(Farsça)
Keder, sıkıntı, elem.
(Farsça)
Avaz.
(Farsça)
cümle-i müste'nefe
Kendinden önceki cümleden bağımsız, müstakil cümle.
cun
Karnı ve kanadı kara olan bağırtlak kuşu cinsinden bir kuş.
dacir
Gamkin ve gönlü dar kimse.
Bağırgan dişi deve.
Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.
dad-ı ezel / dâd-ı ezel
Ezelî bağış, lütuf ve ihsan.
dehaz
Feryat, figan. Bağırıp çağırma. Yüksek sadâ ile medet isteme.
(Farsça)
deman
Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış.
(Farsça)
Vakit, zaman. An.
(Farsça)
Bağırıp çağırma, feryat, figân.
(Farsça)
Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim.
(Farsça)
Kükremiş.
(Farsça)
dihiş
Verme, veriş, bağışlama, ihsan, atiyye.
(Farsça)
dıkak
Herşeyin ufalmışı, incesi, kırıntısı.
Şirden adı verilen bağırsak.
dua-i mağfiret
Allah'ın bağışlaması için yapılan dua.
dürece
Süllem, merdiven.
Bağırtlak kuşu. (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş.)
efgan
Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat.
(Farsça)
efza'
(Tekili: Fezâ) Korku ile bağırıp çağırmalar.
ehl-i sehavet ve ihsan / ehl-i sehâvet ve ihsan
Bağış, ikram sahibi ve cömert olanlar.
eltafı
Lütufları, bağışları.
em'a / em'â / امعا
(Tekili: Miâ) Bağırsaklar.
Bağırsaklar.
(Arapça)
em'a-i galiza / em'â-i galiza
Kalın bağırsaklar.
em'a-i rakika / em'â-i rakika
İnce bağırsaklar.
enva-ı ihsan / envâ-ı ihsan
Bağışların türleri.
enva-ı ihsanat / envâ-ı ihsânât
İyiliklerin çeşitleri, bağışların türleri.
eşcar-ı bağ
Bahçenin, bağın ağaçları.
estağfirullah
Allahü teâlâdan hatâ ve kusurlarımı bağışlamasını dilerim, mânâsına; mübârek, kıymetli bir söz.
ezir
Haykırma, bağırma.
(Farsça)
fazl
Lütuf, ihsan, bağış.
fazl u ihsan / fazl u ihsân
Cömertlik ve bağışta bulunmak.
fekk-i rabıta / fekk-i râbıta
Alâkayı kesme. Bağı koparma.
ferah-bahş
Sevinç veren, sevindiren. Ferah bağışlayan.
(Farsça)
feryad / feryâd / فریاد
Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan.
(Farsça)
Bağırıp çağırma.
Bağırma, çığlık.
(Farsça)
İmdat isteme.
(Farsça)
Feryâd etmek:
Bağırmak, çığlık atmak
(Farsça)
feryad eden
Bağıran.
feryad ü figan
Bağırıp çağırma, ağlayıp sızlama.
feryad u fizar / feryad u fîzar
Yüksek sesle bağırıp haykırmak, yardım istemek.
feryad-bahşa
Feryâd ettiren, bağırttıran.
(Farsça)
feryad-ı matem
Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.
feryat
Bağırma.
feyz
İhsan, bağış, kerem.
feyz-bahş
Feyiz ve bereket veren, feyiz bağışlayan.
(Farsça)
figan / figân / فغان
Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.
(Farsça)
Feryat etme, ah çekme.
(Farsça)
Figân eylemek:
Bağırmak, feryat etmek, inlemek.
(Farsça)
figan-perver / figân-perver
Feryad ettiren, bağırtan.
(Farsça)
gabgab
(Çoğulu: Gebâgıb) Çifte gerdan çene altı. Şakak.
gaferahullah
Allah onu bağışlasın.
gaffar / gaffâr / غفار / غَفَّارْ
(Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok.
Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)
Ne kadar çok ve büyük olursa olsun, dilediği kullarının her türlü suç ve günahını defalarca bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Günah, kusur ve kabahatları çok bağışlayan.
Günahları affeden ve bağışlayan Allah.
Bağışlayıcı Tanrı.
(Arapça)
Çok bağışlayan (Allah).
gafir-üz zenb
Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.)
(Farsça)
gafur / gafûr / غفور
Çok merhamet eden, günahları bağışlayan Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kulların günâh, ayıb ve hatâlarını pek çok örtüp, bağışlayan.
Çok bağışlayan, çok affeden. (Allah'ın adlarından biri)
Bağışlayıcı.
(Arapça)
gafurü'r-rahim / gafûrü'r-rahîm
Kullarının günahlarını çok bağışlayan ve kullarına özel rahmet, merhamet ve şefkat gösteren Allah.
gamgama
Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı.
Kalb dinlendiğinde işitilen ses.
Sözü, belirsiz söylemek.
Kalbin bulunduğu yer.
Bağırtı, haykırış.
gatata
(Çoğulu: Gıtât) Bağırtlak cinsinden bir kuş.
gazefe
Bağırtlak kuşu.
gerden-bend
Boyuna bağlanan nesne, boyun bağı.
(Farsça)
Gerdanlık.
(Farsça)
girih-küşa
Düğüm açan, bağı çözen.
(Farsça)
Mc: Müşkülâtları yenen, zorlukları halleden.
(Farsça)
gıriv / gırîv
Bağırma, feryat etme, çığlık atma, bağrışma.
(Farsça)
gisu-bend / gîsu-bend
Saç örgüsü, saç bağı.
(Farsça)
Altundan yapılmış kadın tarağı.
(Farsça)
gisubend / gîsûbend / گيسوبند
Saç bağı.
(Farsça)
gufran / gufrân / غفران
Mağfiret, bağış.
Bağışlama.
(Arapça)
gurrende
Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen.
(Farsça)
guvas
Feryâd edip, "imdat!" diye bağırmak.
habis
Bağışlanan şey. Mukabilinde bir ücret istenmeyen şey. Parasız olarak verilen nesne.
hablü'l-metin-i islamiye / hablü'l-metin-i islâmiye
İslâmiyetin sağlam bağı, ipi.
hadaik-ı hassa / hadaik-ı hâssa
Saray bahçeleri. Bunlar biri saray içinde, diğeri saray dışında olmak üzere iki kısımdı. Saray içindeki bahçe ve bostan işleriyle meşgul olanlara "Has Bahçe Bostancıları"; saray dışındakilere ise "Hassa Bostancıları" denilirdi. Saray dışı bahçe ve bostanların bazıları şunlardı: Kadıköy bağı, Davut P
hadreban
Feryadı şiddetli olan, çok fazla bağıran.
hakile / hakîle
Uzun buğday.
Bağırsak içinde olan su.
halid bin sinan
Benî Abes kabilesinin Bin-Bagis'ten ehl-i tevhid bir zat olup; Hz. Peygamber Efendimiz, bu zat hakkında: "O bir nebi idi, fakat onun kavmi onu zâyi etti" buyurmuşlardır. Kendisi Peygamberimizin zamanına yetişememiştir.
haliyye
Bağından boşanmış deve.
Yabancı bir yavru emziren deve.
Büyük gemi.
Arı kovanı.
Ahlâktan kinâyedir.
(Çoğulu: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız.
hannan-ı mennan / hannân-ı mennân
Rahmetlerin en hoş cilvesini kullarına bağışlayan ve sonsuz minnete lâyık olduğunu gösterecek şekilde kullarını nimetlendiren Allah.
hanzal
Zakkum. Zakkum ağacı. Ebu Cehil karpuzu denilen portakal büyüklüğünde mevyesi çok acı bir nebat. Karga kabağı diye de adlandırılır.
haşa-i batın / haşâ-i batın
Bağırsaklar.
hatabahş
Kabahatleri affeden, kusurları bağışlayan.
(Farsça)
hatat
Bağırma, çağırma, feryâd etme.
hatt-ı münasebet
Bağlantı hattı, ilgi bağı.
haviyye
(Çoğulu: Havâyâ) Yağlı bağırsak.
Bağırsak.
Deve palanı.
havsa
Bağır.
Bağırın yanındakiler.
havtel
Büluğa eren oğlan.
Bağırtlak yavrusu.
hayat-bahş
Hayat bağışlayan, hayat veren, zindelik veren.
(Farsça)
hayt-ı münasebet
İlişki bağı.
hayt-ı vasıl
Birleştirici bağ, irtibat bağı.
hayt-ı vuslat
Kavuşma bağı.
hazaze
Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.
hazine-i ihsan ve kerem
İyilik ve bağış hazinesi.
heb
(Vehb. den) Bağışla, lutfet (mânasına emir, duâ)
heb-lena / heb-lenâ
Bize lutfet. Bize ihsan et, bağışla.
hedaya
(Tekili: Hediye) Hediyeler. Lütuf ve ihsanlar. Bağışlar.
hedhede
Bağırma, ötme.
Devenin bağırması, kuşun ötmesi.
hediye
Fakir veya zengin bir kimseye ikrâm için hîbe (bağış) olarak verilen veya gönderilen mal.
Parasız verilen, bağışlanan şey. Armağan.
heds
Sürmek.
Reddetmek.
Haykırıp bağırmak.
hemheme
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Aslan bağırması.
Deve sesi.
hevde
Bağırtlak kuşu.
heys
Atâ etmek, vermek, bağışlamak.
Hareket.
hibale-i izdivac
Evlilik bağı.
hibat
(Tekili: Hibe) Bağışlar, hibeler.
hibe / هبه
Bağışlamak. Parasız ve karşılıksız vermek. Bağışlanan şey.
Hal ve şân.
Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir.
Bağışlama bağış.
Bağış.
Bağışlama, hibe.
(Arapça)
hibe-name
Bir kimseye birşey hibe edip bağışlamak üzere yazılan kâğıt.
(Farsça)
hıyata
Terzilik, dikiş dikme işi.
Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.
hizam
Kolan ve bağırdak denilen nesne. (Beşikte çocuklara bağlarlar.)
huruş / hurûş
Coşma, bağırma.
huvar
Bağırış, çığlık, sayha, avaz.
hüzahiz
Bağırgan deve.
Keskin kılıç.
Çok su.
Fitne.
i'tifa'
Bağış dileme, afvedilmesini isteme.
ianat / iânât / اعانات
Yardımlar, bağışlar.
(Arapça)
iane / iâne / اعانه
Yardım, bağış.
(Arapça)
ibra / ibrâ
Bağışlanma, temize çıkma, aklanma.
icdaf
Bağırıp çağırma.
idade
Kol bağı.
idare fitili
Eskiden geceleyin yatak odalarını aydınlatmak için zeytinyağı konmuş küçük bir tabağın içinde yakılan bir çeşit fitilin adıdır. Küçük petrol lâmbalarına da idâre denildiği için bunların fitillerine de bu ad verilir.
iddet
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
ifdal
(Fadl. dan) Lütuf ve bağış. İhsan.
igrik
Çok bağırıp böğüren (hayvan).
ihab
Verme, bağışlama.
ihbas
Eteğinde bir şey gizleme.
Hapsetme.
Vakfetme. Hayır yollarında mal ve hayvan bağışlama.
ihsan / ihsân / احسان
İyilik, lütuf, bağışlamak.
Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
Güzel bilmek. Güzel eylemek.
İyilik etme.
Bağış, bağışlama.
Sağlamlaştırma.
Bağış, ikram, lütuf.
Bağış.
(Arapça)
İyilik.
(Arapça)
ihsan eden
Bağışlayan, veren.
ihsan etmek
Bağışlamak.
ihsan-ı ilahi / ihsan-ı ilâhî
Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı ilahiye / ihsan-ı ilâhiye
Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı mahsus
Özel iyilik ve bağış.
ihsan-ı rabbani / ihsan-ı rabbânî
Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın ihsanı, ikramı, bağışı.
ihsan-ı rahmani / ihsan-ı rahmânî
Bütün yarattıklarına karşı çok merhametli olan Allah'ın ikramı, bağışı.
ihsan-ı şahane / ihsan-ı şâhâne
Padişahın ihsanı, bağışı.
ihsanat / ihsânât
İyilikler, bağışlar, lütuflar.
ihsanat-ı hususiye-i rabbaniye / ihsanat-ı hususiye-i rabbâniye
Allah'ın terbiye ve idaresinin özel yardım ve bağışları.
ihsanat-ı ilahiye / ihsânât-ı ilâhiye
Allah'ın lûtuf ve bağışları.
ihsanat-ı külliye-i ilahiye / ihsânât-ı külliye-i ilâhiye
Allah'ın herşeyi kuşatan bağış ve iyilikleri.
ihsanat-ı mahsusa / ihsânât-ı mahsusa
Özel ihsanlar, yardımlar, bağışlar.
ihsanat-ı rabbaniye / ihsânât-ı rabbâniye
Allah'ın lütuf ve bağışları.
ihsanat-ı şahane / ihsânât-ı şahane
Padişahın bağış ve iyilikleri.
ihsanat-ı uhreviye / ihsânat-ı uhreviye
Ahiretteki ihsanlar, bağışlar.
ihsandide
(Çoğulu: İhsandidegân) İhsan görmüş, bağış almış. Birinin lütfunu görmüş, minnettar.
(Farsça)
ihsanen
İhsan suretiyle. Bağışlayarak, lütuf ve iyilik ederek.
ihsanperver
Bağışta bulunmayı pek seven.
ihsanperverane / ihsanperverâne
Bağışta bulunmayı pek sever şekilde.
ikal
Ayak bağı, ayak köstegi.
Bağ, bend.
Bağ.
Ayak bağı.
ikram
Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
İltifat olarak bir şeyler vermek.
Bağış.
Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne
Bağış, iyilik.
ikram buyurma
İhsan etme, bağışlama.
ikram buyurulan
Bağışlanan, ihsan edilen.
ikram-ı rabbani / ikram-ı rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bağış ve ihsanı.
ikram-ı sübhani / ikram-ı sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bağış ve ihsanı.
ikramat / ikrâmât
(Tekili: İkram) İkramlar, hürmetler, bağışlar.
Bağışlar, ikramlar, ihsanlar.
ilcac
Feryad etme, bağırma.
ilm-i muhtar
Seçim serbestliği bulunan ve bağımsız hareket eden bir ilim sahibi.
iltihab-ı a'ver
Tıb: Körbağırsağın iltihabı.
iltiva-yi em'a / iltiva-yi em'â
Tıb: Bağırsağın kendi üzerine helezoni biçimde kıvrılması.
imma
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
in'am / in'âm / انعام
Bağış, ihsan.
(Arapça)
Bahşiş.
(Arapça)
in'amat-ı rahmaniye / in'âmât-ı rahmâniye
Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler.
inale
Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma.
Yemin, kasem, and.
İhsanda bulunma, bağışta bulunma.
insidad-ı em'a / insidad-ı em'â
Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
intisab-ı ubudiyet
Kulluk bağı.
ira
Bağış yapma, iyilikte bulunma.
Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama.
irfad
Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme.
irhem yareb
Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması.
ısam
Göze çekilen sürme.
Kırba bağı.
Kırba örtüsü.
işfak
Acıyarak sakınma. Şefkat ve inayet etme.
Sevme.
Sakınma ve korkma.
Azaltma.
Lütfetme, bağış, ihsan.
ıskalariya
Geminin üst kısmına çıkabilmek için iskele, yani merdiven teşkil etmek üzere çarmıhlara aykırı ve kazık bağı ile bağlanmış ince halatlar.
isti'fa
Affını, azlini, bağışlanmasını istemek.
Kendisinin memuriyetten affını taleb etmek.
istiğfar / istiğfâr
(Gufran. dan) Afv dilemek. Cenab-ı Hak'tan kusurlarının affedilmesini, günahlarının bağışlanmasını dilemek. Tevbe etmek. Yalvarmak. " Estağfirullâh" demek.
Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek.
istiğna-yı istiklaliyet / istiğnâ-yı istiklâliyet
Minnetsiz ve tam bağımsızlık.
istihab
(Hibe. den) Hibe ve hediye olarak isteme. Bağış olarak arzulama.
istiklal / istiklâl / استقلال / اِسْتِقْلَالْ
Bağımsızlık.
Bağımsızlık.
Bağımsızlık.
Bağımsızlık.
(Arapça)
Bağımsız olma.
istiklal harbi / istiklâl harbi
Bağımsızlık, Kurtuluş Savaşı.
istiklal-i islam / istiklâl-i islâm
İslâmın bağımsızlığı.
istiklaldarane / istiklâldârâne
Bağımsızca.
istiklaliyet / istiklâliyet
Bağımsızlık.
Bağımsızlık.
istiklaliyet-i mutlaka / istiklâliyet-i mutlaka
Kesin ve sınırsız bağımsızlık.
ittihab
(Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.
jartiyer
Çorap bağı.
(Fransızca)
kaat
Gadap, hiddet, öfke.
Darlık.
Yaşlı koyun.
Davar memesi.
Bağırma ve çığlık şiddeti.
kabkaba-i ibil
Devenin bağırması.
kahhar / kahhâr
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı, nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmâ nlı ölen mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağı
kambahş / kâmbahş
Herkesin isteğini yerine getiren.
(Farsça)
Bağışçı, ihsan edici.
(Farsça)
kanun-u kerem
Cömertlik, bağış ve ikram kanunu.
karabet-i nesebiye
Kan bağından gelen yakınlık.
karamil
Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.
kat'-ı intisap
Mensubiyet bağını kesme.
kavkal
Bağırtlak kuşunun erkeği.
Keklik.
Turaç kuşu.
kayd-ı esaret
Esaret zinciri, bağı.
kayd-ı istibdat
Baskı ve despotluk bağı, kelepçesi.
kefareten / kefâreten
Günahın bağışlanmasına vesile olarak, bedel olarak.
keffaret / keffâret
İşlenen bir hata veya günahın bağışlanmasına vesile olması için verilen sadaka veya tutulan oruç, karşılık.
keffaretü'z-zünub / keffaretü'z-zünûb
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffáretü'z-zünub / keffáretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretü'z-zünub / keffâretü'z-zünub / keffâretü'z-zünûb
Günahların bağışlanmasına vesile.
Günahlara kefaret, günahların bağışlanmasına vesile.
keffaretüzzünub / keffâretüzzünub
Günahlara keffaret, günahların bağışlanmasına vesile.
kemerbend
Kemer bağı.
(Farsça)
Kemeri takılmış. Belinde kemer olan.
(Farsça)
Mc: Derviş.
(Farsça)
keramat-ı kur'aniye / kerâmât-ı kur'âniye
Kur'ân'ın kerametleri; ikramları, bağışları.
keramet
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
Bağış, kerem.
İkram, ağırlama.
keremkar / keremkâr
Lûtfeden, bağışlayan.
Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.
(Farsça)
kımat
Örtü, sargı. Sarılacak bez. Beşik bağırdağı.
Keserken koyunun ayağını bağlamada kullanılan ip.
kıtb
(Çoğulu: Aktâb) Bağırsak.
kulunç
Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.
kusb
(Çoğulu: Aksâb) Göden bağırsak denilen büyük bağırsak.
kusbe
(Çoğulu: Kuseb) Göden bağırsak.
kuta'
(Çoğulu: Kutâ-Kutevât) Atın arkalaşacak yeri.
Bağırtlak kuşu.
lutf / lûtf
İyilik, bağış.
lutf-u dest-i manevi / lûtf-u dest-i mânevi
Mânevî elin bağışı, ihsanı.
lütf-u ihsan
Bağışın, ikramın güzelliği.
lütf-u irşad
İyilik ve bağışla doğru yola erdirme.
lütf-u rabbani / lütf-u rabbânî
Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın ihsanı, bağışı.
lütf-u rahman / lütf-u rahmân
Rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah'ın iyilik ve bağışı.
lütf-u rububiyet
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.
lutuf / lûtuf
İyilik, ihsan, bağış.
lütuf / lütûf
İyilik, ihsan, bağış.
Yardım, iyilik, bağış.
lütuf ve kerem-i binihaye / lütuf ve kerem-i bînihaye
Sonsuz cömertlik, ikram ve bağış.
lütufkar / lütufkâr
İyilik ve bağışta bulunan.
ma'fuv
Affedilen, bağışlanan.
ma'füvv
Suçu bağışlanmış, affolunmuş.
Muaf tutulan, istisna edilen.
Suçu afvedilmiş. Bağışlanmış.
İstisnâ edilmiş, müstesnâ kılınmış, ayrı tutulmuş.
mafüvv / mâfüvv
Bağışlanmış.
mağfiret
Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması.
Bağışlama.
mağfiret-i ilahiye / mağfiret-i ilâhiye
Allah'ın bağışlaması.
mağfiret-i kamile / mağfiret-i kâmile
Tam bir bağışlayıcılık.
mağfur
Günahları bağışlanmış, ölmüş kimse, rahmetli olmuş.
mağrifet
Allah'ın kullarını bağışlaması, yarlıgaması.
mags
Bağırsak ağrısı.
mah-ı gufran / mâh-ı gufrân
Günahların bağışlandığı ay.
mahiyet-i mücerrede / mâhiyet-i mücerrede / مَاهِيَتْ مُجَرَّدَه
Bir şeyin ne olduğunun, kendi maddi vücudundan ve ona has kimliğinden bağımsız soyut hali.
mahz-ı fazl
İyilik ve bağışın ta kendisi.
masarin / masarîn
Bağırsaklar.
masvat
Çok bağıran.
medbee
Kabaklık, kabağı çok olan yer.
Kul, abd.
mennan / mennân
İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.
merfud
İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey.
merhamet
Şefkat, acıma, bağışlama.
merhamet-i şahane
Mükemmel merhamet, bağış, ihsan.
mest
Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması.
Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
mevat arazi / mevât arâzi
Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o
mevhibe / موهبه
Bahşiş, ihsan, bağış.
Allah vergisi, ihsan, bağış, hediyesi.
İhsân, bağış, Allahü teâlânın kuluna ihsânı.
Bağış.
(Arapça)
mevhub
(Çoğulu: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış.
Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş.
mevhubat
(Tekili: Mevhub) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.
mia' / miâ'
(Çoğulu: Em'â) Bağırsak.
mia-i a'ver / miâ-i a'ver
Körbağırsak.
mia-i galiz / miâ-i galiz
Kalınbağırsak.
mia-i isna-aşer / miâ-i isnâ-aşer
Oniki parmak bağırsağı.
mia-i rakik / miâ-i rakik
İncebağırsak.
miai / miâî
(Miâiyye) Bağırsakla alâkalı.
mihmel
(Çoğulu: Mehâmil) Kılıç bağı.
Büyük mahfe.
mikat
Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.)
Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.
mikram
Çok ikram ve kerem eden. Bağışlayan, ihsan eden.
mısvat
Çok haykıran, çok bağıran.
Ses kuvveti.
muaf
Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.
muafiyet / muâfiyet / معافيت
Muaf tutulma.
(Arapça)
Bağışıklık.
(Arapça)
muafiyyet
Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl.
Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.
mübagi / mübagî
İsyan etme. Ayaklanma. Bâgi olma.
mubend
Saç bağı.
(Farsça)
muhsin
Yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah.
muhsin-i kerim / muhsin-i kerîm
Yarattıklarına sonsuz bağış ve ikramda bulunan Allah.
muktezay-ı rahmet / muktezây-ı rahmet / مُقْتَضَايِ رَحْمَتْ
Bağışlama, şefkat etme, lutfetmenin gereği.
mülayemet
Lâtife etmek, şaka yapmak.
Sevinç izhar etmek.
Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
Bağırsakların yumuşaklığı.
münşid
(Neşide. den) İnşad eden, iyi şiir okuyan.
Bir şeyi zâyi edip " Varmı" diye bağıran.
müptela / müptelâ
Bağımlı, düşkün.
müptela olan / müptelâ olan
Bağımlı olan.
müsakat
(Ka, uzun okunur) Meyvesinin bir kısmını almak şartiyle bir bağı veya ağaçları bir kimseye verme.
müşeyyea
Bir şeyin ardından bağırıp çağıran kadın.
Koyun sürüsünün ardına uyan koyun.
müshil
(Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.
müshilat / müshilât
(Tekili: Müshil) İshal veren, bağırsakların temizlenmesine yardımcı olan ilâçlar.
müsta'fi
Bir işten isteği ile çekilen, istifa eden.
Suçunun bağışlanıp afvedilmesini isteyen.
müstagfir
(Gufran. dan) İstiğfar eden. Günahlarının örtülmesini, bağışlanmasını Allah'tan (C.C.) isteyen.
müstağfir / müstağfîr
İstiğfâr eden, Allahü teâlâdan günâhlarının bağışlanmasını isteyen.
müstakil / مستقل
Başlı başına, bağımsız.
Kendi başına, bağımsız.
Bağımsız.
(Arapça)
müstakil-i bizzat
Kendi kendine; bağımsız.
müstakill
Kendini idare edebilen. Başlıbaşına. Bağımsız.
müstakillen / مستقلا
(Kıllet. den) Yalnız, ancak.
Başlı başına olarak, kendi başına, bağımsız olarak.
Bağımsız olarak, başlı başına.
Bağımsız olarak.
Bağımsız olarak, ayrıca.
(Arapça)
mustasrih
Bağırıp ağlayan. Meded bekleyen.
müste'min
Eman dileyen. Emane, emniyete erişen, nâil olan. (Gerek müslim, gerek zimmî veya harbî olsun.) İstiman eden. Emin edilmiş.
Canının bağışlanması şartiyle teslim olan.
Tar: Osmanlı ülkesinde oturmalarına müsaade olunan yabancı devlet tebaası. Osmanlı devleti ile sulh halinde bu
müsteşfi'
Bağışlanmasını dileyen, affını isteyen. Şefaat için yalvaran.
müteattıf
(Atf. dan) şefkat eden, bağışlayan, esirgeyen.
müteattıfane / müteattıfâne
Şefkat göstererek, bağışlayarak, esirgeyerek.
(Farsça)
müteberri'
Bağışlayan, teberru eden. Bağışta bulunan.
muvahebe
Çok bağışlama.
muy-bend
Saç bağı.
(Farsça)
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
na're
Nâra. Yüksek sesle uzun uzun bağırma. Çağırma. Haykırma.
Burun içinden çıkan ses.
na're-endaz / na're-endâz
Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran.
(Farsça)
na'rezen
Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran.
(Farsça)
naik
Karga ötüşü veya horoz sesi.
Çobanın koyuna bağırması.
nak'
(Çoğulu: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer.
Kuyu içinde olan su.
Deve kuşu avazı.
Feryâd etmek, bağırıp çağırmak.
Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek.
Sıcak suda haşlama.
İlâç olarak çıkarılan su.
Suda ıslanma.
Toz.
namus-u ikram
Bağış ve iyilik kanunu.
nara / nâra
Yüksek sesle bağırma, haykırma.
Bağırma.
nehk
Eşek bağırışı.
neşat-bahş
Sevinç ve neşe bağışlayan.
(Farsça)
neseb
Soy, şecere. Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı. Ekseriya baba yönünden olan yakınlık için kullanılır. Babalar ve yukarıya doğru büyük babalar ile oğullar ve aşağıya doğru oğullar arasındaki alâkaya amûdî yakınlık; erkek kardeşler ile bunların oğ ulları ve amca oğulları arasındaki alâkaya ufkî y
nevh
Ağıt etmek.
Bağırıp çağırarak sesle ağlamak.
nezr-i muayyen
Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.
nicad
Kılıç bağı.
nida'
Seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. Ses vermek.
Gr: ünlem (!)
nimmüstakil
Yarı bağımsız, yarı hür.
nisbet-i vatani / nisbet-i vatanî / نِسْبَتِ وَطِنِي
Vatan bağı.
Vatan bağı.
pa-bend / pâ-bend
Ayak bağı. Köstek. Ayağa vurulan zincir.
Engel, mâni.
pabend / pâbend / پابند
Ayak bağı.
(Farsça)
paybend / pâybend / پایبند
Ayakbağı.
(Farsça)
Mani, engel.
(Farsça)
Köstek.
(Farsça)
Ayak bağı.
(Farsça)
Engel.
(Farsça)
periz
Haykırma, bağırma. Feryâd.
(Farsça)
Su kenarlarında yetişen yeşil saz, ot.
(Farsça)
peşkeş
(Pişkeş) Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.
(Farsça)
rabıta-i dini / rabıta-i dinî
Din bağı.
rabıta-i dini ve sınıfi ve vatani / rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî
Din, sınıf ve vatan bağı.
rabıta-i dini ve vatani ve sınıfi / rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfî
Din, vatan ve sınıf bağı.
rabıta-i diniye / râbıta-i diniye
Din bağı.
rabıta-i hayat
Hayat bağı.
rabıta-i iman
İman bağı, imanla ortaya çıkan bağ.
İman bağı, insanları hususan iman edenleri birbirine bağlayan iman.
rabıta-i islamiye / rabıta-i islâmiye
İslâm bağı.
rabıta-i ittihad
Birlik bağı.
rabıta-i kalbiye
Kalbî bağ, kalp bağı.
rabıta-i milliye
Milliyet bağı.
rabıta-i vahdet
Birlik bağı.
rabıta-yı dini, vatani, sınıfi / rabıta-yı dinî, vatanî, sınıfî
Din, vatan ve sınıf bağı.
rahim
(Rahmet. den) Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmedici. Muhafaza eden, bağışlayan. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 220 defa zikredilir.)
rahmet / رَحْمَتْ
Bağış, acıma, esirgeme.
Bağışlama, şefkat etme, lutfetme.
Esirgeme, bağışlama, şefkat etme.
rebaz
Şehrin yarısı ve etrafı.
Her nesnenin eğlenecek ve duracak yeri.
Koyun ağılı.
"Göden bağırsak" denilen büyük bağırsak.
renin
Bağırma, haykırma.
İnleme, inilti.
resve
(Çoğulu: Rasa) Kadınların kollarına boncuktan veya inciden yaptıkları kolbağı.
revan-bahş
Canlandırıcı, can bağışlayıcı.
(Farsça)
ribka
Kement. Kement bağı. İlmekli ip.
rişte-i hürmet
Sevgi, hürmet bağı.
rude
(Çoğulu: Rudegân) Bağırsak.
(Farsça)
ruga'
Sada, ses.
Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.
rukbi / rukbî
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe.
sade
(Sayd. dan) Mâzi fiilidir. "Avlandı" mânâsındadır. ( dan) "Bağır, ilân et" mânâsına emirdir. Meydan okumak, âciz bırakmak mealinde ve i'caz yoluna işaret eder "sâd" diye okunur.
Sadakat, sıdk gibi mânâlara da gelir.
safh
Suç bağışlama, dostluk etme. Günah ve cürmü afveyleme.
Bir şeyin bir tarafı.
Bir şey içirme.
Yüz çevirme.
Suç bağışlama, affetme.
Bağışlama.
şafi'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
sahc
Bağırsağın yaş olup cerahat vermesi.
Kaşımak.
Tırmalamak.
sahha
Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.
salk
Şiddetli ses.
Vurmak.
Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.
sarad
Yer bağırsağı.
sarha
Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
savt
Ses. Bağırmak.
sayha-i gurab / sayha-i gurâb
Karga bağırışı.
şebaman
Paça bağı.
şeddad
Kâfir.
Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.
şefaat / şefâat
Bağışlanmasını dileme, birine arka olma.
Peygamberlerin ve velilerin kıyamette günah-kâr müminlerin bağışlanması için Allah katında dilekte bulunmaları.
Günahların bağışlanması için, peygamberlerin ve Allah katında makbul kişilerin, Allah'ın izniyle aracılık yapması.
şefaat-i kübra
Büyük şefaat; günahlarımızın bağışlanması için Peygamber Efendimizin aracılık etmesi.
şefi' / şefî'
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan.
şefiü'l-müznibinin varisi / şefiü'l-müznibînin vârisi
Âhiret âleminde günahkârların bağışlanması için şefaatte bulunacak olan Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mirasçısı.
şehr-i rahmet ve mağfiret
Rahmet ve bağışlama ayı; Ramazan ayı.
şematetkarane / şematetkârane
Kuru gürültü yapmak suretiyle, arsızca, gürültü ile bağırmak.
(Farsça)
semit
Temiz pişirilmiş olan kebap.
Arınmış, temizlenmiş ve pâk olmuş.
Doldurulmuş bağırsak.
Birbiri üstüne yığılmış kiremit.
Bir kat sahtiyan.
serupay
Tas: Dervişin, tarikat ve mevlevihâne ile bağını kesmek.
(Farsça)
settar-ül uyub
Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan Allah (C.C.)
settarü'l-uyub / settârü'l-uyûb
Ayıpları, günahları örten, bağışlayan Allah.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
sihae
(Çoğulu: Sihâ-Eshiye) Nâme bağı.
sihr
(Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık.
Aldatmak.
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek.
Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey.
Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner.
sıhriyet / صهریت
Evlilikten doğan akrabalık, kan bağı.
(Arapça)
sıla-i rahim
Akrabalık bağı, yakınlarla bağ kurma.
sine-bend
Göğüs bağı, sütyen.
(Farsça)
sıyah
(Tekili: Sayha) Bağırmalar, çığlıklar, haykırışlar, feryadlar.
siyonist
(Kudüs'ün eski adı olan Sion. dan) Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurmak isteyen. Yahudi fikrinin taraftarı. Bir şeyi Yahudilerin gaye ve menfaatına göre değerlendiren. Yahudilik.
Yahudi dinine giren.
sofra-i ihsan
Bağış, iyilik, lütuf sofrası.
şüfea'
(Tekili: Şefi') Şefaatçiler. Şefaat edenler, bir suçun bağışlanması için aracılık yapanlar.
taattufat / taattufât
(Tekili: Taattuf) İhsanlar, lütuflar, bağışlar.
tadavvür
Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
İnlemek.
Açlık.
talac
Bağırma, feryad, çığlık.
(Farsça)
Ses, sada.
(Farsça)
Kavga.
(Farsça)
Meş'ale.
(Farsça)
talak / talâk
Nikâh bağını çözmek; nikâh akdini (sözleşmesini), belli sözlerle derhal veya geleceğe bağlı olarak sona erdirmek. Şer'î (dînî) nikâhta, boşama hakkı olanın, nikâhlı olduğu kişiyi boşaması.
taltifat / taltifât
(Tekili: Taltif) Taltifler, ihsanlar, lütuflar, bağışlar.
tavil-ün nicad
Kılıç bağı uzun.
Mc: Uzun boylu.
taytava
Bağırtlak kuşuna benzeyen alaca bir kuş. (Yüzü beyaz, başı kara olur.)
te'zin
Ezan okutma.
Bağırıp ilân etme.
teberru / teberrû / تبرع
Bağış, bir malın veya paranın karşılıksız olarak verilmesi.
Bağış.
Bağış.
(Arapça)
teberru etme
Bağışta bulunma.
teberru etmek
Bağışlamak, karşılıksız olarak vermek.
teberru'
Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.
teberruan / تبرعا
Teberru ederek, teberru suretiyle, bağışlayarak.
Bağışlayarak.
(Arapça)
teberruat / teberruât / teberrûât / تبرعات
Bağışlar.
(Tekili: Teberru') Teberrular, bağışlar, bağışlamalar.
Bağışlar.
Bağışlar.
(Arapça)
tefazzul
Üstünlük taslama, fazilet satma.
Bağışlama, iyilik.
tefellüt
Halâs olmak, kurtulmak.
Aniden bağından boşanmak.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
tehdiye
Hediye verme, bağışlama.
tekabkub
Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu.
tenad
Birbirine nidâ etmek, birbirine bağırışmak.
tenadüs
Birbirine lâkap koyup bağırışmak.
tenemmür
Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak.
Uzun uzun bağırmak.
Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.
tevbe etmek
Pişmanlık duyup bağışlanma dilemek.
tevbegah / tevbegâh
Tevbe etme ve bağışlanma yeri.
tevbekar / tevbekâr
Pişmanlık duyup bağışlanma dileyen.
tevekkün
Musibet anında yüksek sesle bağırıp feryad etmek.
tiryaki
Tutkun, bağımlı.
tiryakilik
Bağımlılık.
ufuc
(Çoğulu: Afâc) Vurmak.
Göden bağırsağı denilen bağırsak.
vahib / vâhib
Bağış yapan, veren.
(Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden.
vahib-i hayat / vâhib-i hayat
Hayat bağışlayan Allah.
vahib-ül ataya / vâhib-ül atâyâ
Hediyeler bağışlayan. Bağışlar ihsan eden. (Cenab-ı Hak (C.C.)
vahib-ül hayat / vâhib-ül hayat
Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C.C.).
vakf
Alıkoyma, bağış.
vasiyyet
Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak). Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâ
vehb / وهب
Hibe. Bağış. Vergi.
Bağış, vergi.
(Arapça)
vehhab / vehhâb / وهاب / وَهَّابْ
Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan.
Çok fazla bağışlayan, ihsan eden, Allah'ın isimlerinden biri.
Çok ihsan eden, bağışlayan, Allah.
Çokça ve sürekli olarak ihsan eden ve bağışlayan Allah.
Çok bağışlayıcı Tanrı.
(Arapça)
Çok hibe eden, fazlaca bağışlayan (Allah).
vehhab-ı rezzak / vehhâb-ı rezzâk
Çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; Allah.
vehhabiyet / vehhâbiyet / vehhâbîyet
Bağışlayıcılık.
Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması.
velvele-i gına / velvele-i gınâ
Şarkı bağırtısı.
velvele-i hayret
Hayret ve şaşkınlık bağırtısı, sesi.
velvele-i istiğrab
Garip karşılayarak bağırma, hayret feryadı.
vesile-i şefaat
Bağışlanma sebebi.
vücud-u ebter
Kesik, sona ermiş varlık; kendisiyle Rabbi arasındaki bağı kesen varlık.
vühub
Çok fazla bağışta bulunan, çok bağışlayan.
za'k
Çağırmak, bağırmak.
zakv
Çağırıp bağırmak.
zat-ı zülcelal ve'l-ikram / zât-ı zülcelâl ve'l-ikram
Sonsuz yücelik, haşmet sahibi olan, çok ihsan ve bağışta bulunan Allah.
zecre
Çağırmak, bağırmak, sayha.
Men'etmek, engel olmak.
zemare
Savt, ses, sayha, bağırış, çığlık.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
cihaz-ı basit
dest-yar
hecâî
bittecrübe
bertaraf edilmek
emāsīl
hebye
deruni
ayn-ı elem
ferd-i yekta
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
bağı
hecelemek
aliman
lahut
küfür
Sundurma
Yakarış
Muhteşem Eser
Aşk
Çınlamak