Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
azam
ifadesini içeren
161
kelime bulundu...
alem-i ceberut / âlem-i ceberut
Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).
allah zülcelal hazretleri / allah zülcelâl hazretleri
Sonsuz büyüklük, yücelik ve azamet sahibi olan Allah.
ancehaniye
Kibir, azamet.
arş
Taht.
Dokuzuncu gök.
Çardak.
Cenab-ı Hakk'ın kudret ve azametinin tecelli ettiği yer.
arş-ı ehadiyet
Allah'ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam.
arvend
Şan, şeref, ululuk, yücelik, azamet.
(Farsça)
azam
(Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
Öfke, hiddet.
Kıskançlık.
azamet-i ilahiye / azamet-i ilâhiye
Allah'ın azameti, büyüklüğü.
azamut / azamût
(Mübalâğa sigası ile) Azamet. Kibriya. Allah'a mahsus olan büyüklük.
azaze / azâze
Kuvvet.
Azamet, büyüklük.
Şiddet.
Azlık.
Gâlip olmak.
azerm
Şefkat, merhamet.
(Farsça)
Haşmet, büyüklük, azamet.
(Farsça)
Haya, utunma.
(Farsça)
bab-ı ali / bâb-ı âlî
Yüksek kapı.
Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina.
Mc: Osmanlı Hükümeti.
bab-ı asafi / bâb-ı âsafî
Tar: Sadrazam konağı.
befş
Azamet, büyüklük, heybet, debdebe.
(Farsça)
bevç
Azamet, büyüklük, heybet. Gösteriş, ihtişam.
Zinet, süs, debdebe.
buyrultu
Sadrazam, kaptan-ı derya, vezir, beylerbeyi gibi devlet erkânının yazılı emirleri.
(Türkçe)
çar-erkan-ı cuvani / çar-erkân-ı cuvanî
Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
cebbar / cebbâr
(Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ Hz.leri (C.C.)
Zâlim, gaddar, müstebid, mütemerrid insanlar da bu sıfatla tavsif edilir. Meselâ; Cengi
Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, kudret ve azamet sahibi Allah.
ceberut
Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet.
celal / celâl
(Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım.
İlm-i Kelâm'da: Cenâb-ı Hakk'ın kahrının ve azametinin tecellisi, Cenâb-ı Hakk'ın nev'deki tecellisi. Cenâb-ı Hak, vahdaniyyetine delil olacak çok şeyler yarattığından veyâ ihâtadan âli ve celil olduğu veya hislerle idr
Allahü teâlânın kahr ve gazab sıfatlarından. Azamet, büyüklük, ululuk, hiçbir şeye muhtâç olmamak.
Sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk.
celali / celâlî
Allah'ın büyüklük ve azametinin tecellîsine ait.
cenab-ı erhamürrahim / cenâb-ı erhamürrâhim
Merhametlilerin en merhametlisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah.
cenab-ı hak / cenâb-ı hak
Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah.
cenab-ı kadir-i mutlak / cenâb-ı kadir-i mutlak
Nihayetsiz kuvvet ve kudret sahibi, şeref ve azamet sahibi olan Cenâb-ı Allah.
cenab-ı kibriya / cenâb-ı kibriyâ
Azamet ve kudreti sonsuz olan, şeref ve azamet sahibi Allah.
çüst
Çevik, çabuk hareketli. Seri-ül-hareke.
(Farsça)
Dar, sıkı.
(Farsça)
Muntazam, mükemmel, düzgün. Yakışıklı.
(Farsça)
debdab
Şan, şöhret. Azamet, haşmet, cesamet.
(Farsça)
delalet-i selase / delalet-i selâse
Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas
deman
Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış.
(Farsça)
Vakit, zaman. An.
(Farsça)
Bağırıp çağırma, feryat, figân.
(Farsça)
Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim.
(Farsça)
Kükremiş.
(Farsça)
destur
Asıl.
Kanun.
Vezir-i azam, baş vezir.
divan-ı hümayun / divan-ı hümâyun
Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.
(Farsça)
eclel
Ulu ve büyük kimse.
Azam.
eimme-i erbaa
Dört mezhep imamı; İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Hanbel.
ekonomi
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f
emazir
(Tekili: Mezir) Kuvvetli ve azamet sahibi olanlar.
emr-i tekvini / emr-i tekvinî
Yaradılışa ait İlâhi kanun ve nizam. Tekvine dair işler, hâdiseler, maddeler. Fıtri kanunlar ve Âdetullahın tazammun ettiği emirler.
esma-i sitte-i meşhure / esmâ-i sitte-i meşhure
İsm-i Âzam olarak bilinen Cenab-ı Hakkın meşhur altı ismi; Ferd, Hayy, Kayyûm, Adl, Hakem ve Kuddûs isimleri.
evcümend
Top, küme, yığın, toplanma.
(Farsça)
Toplu, idareli, evini muntazam tutan. Hanesini iyi ve tertipli bir hâlde bulunduran.
(Farsça)
fahamet
(Fehâmet) Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek. (Eskiden büyük zatlara veya sadrazamlara karşı kullanılan hitab şekli idi. Fehametli Sultânım... gibi)
fahamet-lu / fahamet-lû
Osmanlı İmparatorluğu devrinde sadrazama, prenslere ve Mısır Hidivi'ne verilen bir ünvan.
ferhenk
Edeb. İyi terbiye.
(Farsça)
Hüner. Hikmet. Azamet. Mârifet. Bilgi.
(Farsça)
Lügat kitabı.
(Farsça)
fıkh-ı ekber
Yüksek fıkıh. Dinî bilgilerin en mühim olanı. İmana dair ilim.
İmam-ı Azam hazretlerinin meşhur eserinin ismi.
firbar
Ululuk, azamet.
Ardınca gelicilik, peşinden gelmek.
gemi-i cebbar
Büyük ve azametli gemi.
hanefi / hanefî
Amelde İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe'ye uyup bu mezhepten olanlar.
hareket-i mihveriye
Mihver, eksen etrafındaki muntazam hareket.
haşmet
(Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme.
Hiddet, kızgınlık.
Alçak gönüllülük.
haşmet-i saltanat-ı maneviye / haşmet-i saltanat-ı mâneviye
Mânevî hükümranlığının azameti, büyüklüğü.
hatem-i sadaret / hâtem-i sadaret
Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü
hendesehane-i bahri / hendesehane-i bahrî
Bahriye Mektebinin ilk adıdır. Abdülhamid zamanında miladi 1773 yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersane içinde açılmıştır. Okulun ilk baş muallimi, Türk riyaziyecisi Gelenbevi İsmail Efendi'dir.Şimdiki ismiyle "Gemi İnşa Mühendisliği" olan Bahriye Mektebi, 1795 senesinde daha muntazam
hendesi / hendesî
Muntazam şekli ile alâkalı ve hendeseye dâir. Geometrik şekle dâir.
Geometri ile alâkalı ve müteallik.
heybet
Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
heyub
Azametli, heybetli, gösterişli.
hil'at-i hass-ül has
Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hıyaban
Cadde. İki tarafı ağaç dikili yol. Bahçe yolu. İki tarafı ağaçlı muntazam yol.
(Farsça)
Ortasından su akan ağaçlık yer.
(Farsça)
Tahrân'da büyük bir caddenin adı.
(Farsça)
huzu'
Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.
i'timad-üd devle
Devletin itimadı, güveni.
Tar: Safevî sadrazamlarına verilen ünvan.
i'tizam
(İtizam) Büyüklük kazanmak. Azametlenmek. Büyüklenmek.
icaz-ı makbul
Tazammun ve hazf ile olan icaz.
iclal
Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet.
icraat-ı celiliye
Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
ihsan
(Hısn. dan) Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek.
Zevcesini nâmahremden korumak. Kadın kendisini haramdan sakınmak.
Ehl-i azamet olmak.
ihsanperver
İhsan edici. İyiliği çok sever. (İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir
(Farsça)
ikindi divanı
Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işl
(Türkçe)
ıkmah
Enaniyet ve azametle kafa tutma.
ikmah
Buğdayı un yapma. Buğday yetiştirme.
Kafa tutmak, kibir ve azametle karşı gelmek.
ilbas-ı hil'at
Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)
irade-i aliye
Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi.
işaret-i aliye / işaret-i âliye
Tar: Şeyh-ül islâm, defterdar ve yeniçeri ağası gibi maiyyet memurlarından biri tarafından yazılan takrir veya ilam üzerine sadrazamın kabul veya red şeklinde yazdığı yazı.
Sadaret makamından çıkan emirler.
ishakiyye köşkü
Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır.
istif
İtl. Muntazam yığın. Sıralanmış eşya. Yığma. Nizam. Sıra. Dizi.
istigna
Cenab-ı Hak'tan başka kimsenin minneti altına girmemek.
Gönül tokluğu. Elindekini kâfi bulmak. Zenginlik istememek. Muhtaç olmayıp zengin olmak.
Nazlanmak.
Azamet ve tekebbür etmek.
kavaid-i külliye-i muntazama
Her yerde geçerli olan küllî ve muntazam kaideler.
kazim
(Çoğulu: Kazmân-Kazam) Gümüş.
Yazı yazmada kullanılan beyaz deri.
Davara verdikleri arpa.
kemal-i mehabet / kemâl-i mehabet
Büyük bir heybet, haşmet ve azamet.
kibriya / kibriyâ
Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik.
kibriya-i vahdet / kibriyâ-i vahdet
Allah'ın birliğinin büyüklük ve azameti.
kubbe altı
Tar: Topkapı Sarayı'nda başta sadrazam olmak üzere devlet adamlarının ve vezirlerin toplanıp devlet işlerini görüştükleri yer.
kuddus / kuddûs
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
kuhnümun
Heybetli, azametli. Dağ gibi görünen.
(Farsça)
kürsi / kürsî
Allahü teâlânın azameti, kudreti ve büyüklüğünü gösteren ve Arşın altında olduğu bildirilen Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlıklardan biri.
Arşı azamın altındaki makam.
lafzullah
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
ma'nidar
Bir mânâyı mutazammın olan.
(Farsça)
Nükteli, ince mânâlı. Bir mâna ifade eden. Bir mânayı şâmil olan. (Farsça bir ifade olup, mânâ; ma'ni diye okunmuştur.)
(Farsça)
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
maddiyyun
(Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.
manzar-ı ala / manzar-ı âlâ
En yüksek bakış yeri. Kudsi ve en yüksek manzara. Cennet manzarası, arş-ı azam.
mecd
Büyüklük. Azamet.
şeref, itibar.
mecid
Azametli. Şerefli. Gâlib.
Esmâ-i İlâhiyedendir.
mehabet
Heybet.
Hürmetle karışık korku.
İhtiram. Azamet. Büyüklük.
Azamet, ululuk, korkunçluk.
mehib / mehîb
Heybetli, azametli.
İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli, korkunç kimse.
Arslan, esed, gazanfer.
mehub
Heybetli. Azametli. Korkunç.
Arslan.
melekut / melekût
Hükümdarlık, azamet.
Alem-i melekût: Ruhlar ve melekler âlemi.
mezare
Kalb katılığı.
Büyüklük, azamet.
mezheb-i azami / mezheb-i âzamî
İmam-ı Âzamın kurucusu olduğu Hanefi Mezhebi.
miktar-ı muntazama
Mükemmel ve muntazam ölçü, miktar.
mirilu
Uzayan harblerde ve askerin kifayetsizliği zamanlarında aylıkla toplanan askerler. Bunlar talimsiz, intizamsız oldukları için "Nefer-i âm: Bütün halkın cenge sürülmesi" hükmünde kalıyor, bir istifade te'min olunamıyordu. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla muntazam askerî teşkilât yapılınca bu türl
muazzam / معظم
Azametli, ulu.
(Arapça)
mühib / mühîb
Heybetli. Korkunç. Azametli.
Tehlikeli.
muhrenşim
Azametli, kibirli kimse.
Zayıf ve rengi değişmiş kişi.
mukannen
(Kanun. dan) Muntazam. Tertibli.
Kanun ile vâcib ve mukarrer olan.
Zaman ve miktarı hiç şaşmayan. Tertibe dahil olarak kararlaşmış olan.
mülk
Mal. Yer. Bina.
Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu.
İzzet, azamet, şevket.
Bir şeyin dış yüzü.
İnsanın sahip ve malik olduğu şey.
Akıl sahiplerini tasarruf etmek.
Mâlik olmak.
muntazaman
İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda.
Devamlı ve sürekli olarak. Dâima.
mutazammın
İçine alan, tazammun eden.
Üstüne alan. Tazmini kabul eden.
Muhit ve müştemil olan.
müteazzım
(Azamet. den) Taazzum eden, büyüklük taslıyan, mütekebbir.
müteazzımane / müteazzımâne
(Azamet. den) Benlik, büyüklük taslıyarak.
müteferrika
Çeşitli işler gören.
Padişahın, vezirlerin veya sadrazamın emirlerini götüren kimse.
Muhtelif masraflar ve bunlara karşı verilen para, ücret.
mütekebbir
Kibirli. Büyüklenen. Tekebbür eden.
Esmâ-i İlâhiyeden olup, Allah'ın büyüklük ve azametini ifade eder.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
mütenasib
Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan.
mütenazzım
Muntazam bir tarzda. Düzgün olarak .
muttarid
Bir düzeye giden, sıralı, düzgün, muntazam.
Muntazaman devam eden. Bir düziye olan. Bir küllî kaideye mümasil ve muvafık olan. Sıralı. Düzgün.
na-endam
Muntazam olmıyan. Biçimsiz, gayr-ı muntazam.
(Farsça)
nebalet
Zekâ, fazilet ve neciblik sâhibi olmak.
Büyüklük, azamet.
İyi olmak.
Cömertlik, elaçıklık.
Okçu, ok yapıp satan. Okçuluk.
nizamat / nizamât
(Tekili: Nizam) Nizamlar, muntazam şeyler, düzenler.
nu'man
(Tekili: Niam) Dört ayaklı hayvanlar.
Kan.
İmam-ı Azam Hazretlerinin adı.
Şakayık-ı nu'man denen bir lâle çiçeği.
nümune-i ekber ve azam / nümune-i ekber ve âzam
Âzam çok büyük örnek.
otağ
Padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar. Bunlardan padişahlarınkine "Otağ-ı Hümayun", sadrazamınkine ise "Otağ-ı Asafî" denilirdi.
padişah-ı zülcelal / padişah-ı zülcelâl
Sonsuz büyüklük, yücelik ve azamet sahibi Padişah, Allah.
ra'd
Gök gürültüsü.
Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)
receb
Azametli, heybetli. Ta'zim etmek.
Cennet'te bir nehir ismi.
Mübarek üç ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi.
Erkek ismi.
retel
Muntazam, hoş. Gönül çeken.
ruh-ül emin
Cebrail Aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes ruh.
Allah'ın ism-i azamı.
İncil.
Kur'an.
ruh-ul-kuds / rûh-ul-kuds
Cebrâil aleyhisselâm.
Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.
Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.
İsm-i âzam.
İncîl.
Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen
sadaret / sadâret / صدارت
Osmanlı İmparatorluğunda başvezirlik, sadrâzamlık, başbakanlık makamı.
Sadrazamlık.
(Arapça)
sadaret-penah
Sadrazam bulunan kimse.
(Farsça)
sadaretpenah / sadâretpenah / صدارت پناه
Sadrazam.
(Arapça - Farsça)
sadr / صدر
Göğüs.
(Arapça)
Baş.
(Arapça)
Başköşe.
(Arapça)
Sadrazam.
(Arapça)
Sadra şifa vermek:
İşe yaramak, rahatlatmak.
(Arapça)
sadr-ı a'zam / صدر اعظم
Sadrazam.
sadr-ı ali / sadr-ı âli
Vezirlerin veya vekillerin başkanı. Sadrâzam.
sadr-ı esbak / صدر اسبق
Eski sadrazam.
san'avi / san'avî
(San'aviye) San'atlı oluş. San'ata mensub. Muntazam yapılı.
sani-i kadir-i zülcelal / sâni-i kadîr-i zülcelâl
Sonsuz haşmet ve azamet sahibi, herşeye gücü yeten, herşeyi sanatla yaratan Allah.
saray
(Seray) Büyük kimselerin veya padişahların oturduğu yüksek ve büyük bina. Büyük, muntazam ve tantanalı konak, ev.
(Farsça)
şaşaa-i rububiyet / şâşaa-i rububiyet
Allah'ın bütün varlık âlemini kuşatan rablığının azameti, haşmeti.
secel
Genişlik, vüs'at.
Büyüklük, azamet.
sefain-i kibriya / sefâin-i kibriyâ
Sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Allah'ın gemileri; yani gazegenler, yıldızlar.
sekine / sekîne / سَك۪ينَه
İsm-i Azam'ı içinde bulunduran duâ.
sevad-ı a'zam
Büyük şehir.
Mekke-i Mükerreme.
İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha
şevketlu / şevketlû
Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.
şeyh-ül islam
Osmanlı Devleti zamanında din işlerine bakan ve sadrazamdan sonra gelen en yüksek vazifeli şahıs. Âlimlerin reisi.
şiraze
Kitap ciltlerinin iki ucuna konulan ve yaprakları muntazam tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit.
(Farsça)
Pehlivan kispetinin paçası.
(Farsça)
Mc: Düzen, nizam, esas.
(Farsça)
subha
Nur ve azamet.
Sabahla öğle arası, kuşluk vakti.
sübüha
(Çoğulu: Sübühât) Nur.
Azamet, büyüklük.
subuhat
(Tekili: Subha) Secdeler ve cemal-i İlâhî nurları ve celal ve azamet-i İlâhiye.
şükuh
Azamet, ululuk, celal.
(Farsça)
tadammun
(Bak: Tazammun)
tahavvülat-ı muntazam / tahavvülât-ı muntazam
Düzgün ve muntazam değişiklikler, değişmeler, gelişmeler.
tazammun / تضمن
İçinde bulundurma.
(Arapça)
Kefil olma.
(Arapça)
Tazammun etmek:
(Arapça)
İçinde bulundurmak.
(Arapça)
Kefil olmak.
(Arapça)
teazum
Gözde büyümek. Azametlenmek. Büyük görünmek.
tekattu'
Tıb: Sıtma nöbetinin muntazam vakitlere ayrılması.
tevhid-i ceberut / tevhid-i ceberût
Kâinatın simasına akseden azamet, kibriya, haşmet, kudret gibi yüce sıfatları bir olan Allah'a verme ve Ona ait kılma.
übbehet
Ululuk, büyüklük, azamet.
ulü'l-azm
Azamet, ciddiyet, sabır ve sebat sahibi büyük peygamberler; Hz. Mûsâ, Hz. İsa, Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.).
üslub-u müzeyyen
(Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.
vakar
Ağırbaşlılık. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Temkinlilik. Azamet ve izzet.
vasati saat / vasatî saat
Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.
vekaletpenah / vekâletpenâh / وكالت پناه
Padişahın vekili olan, sadrâzam. Başvekil. Başbakan.
(Farsça)
Sadrazam.
(Arapça - Farsça)
vezir-i a'zam
Pâdişahın vekili olan birinci vezir. Sadrazam. Başvekil.
yarı ümmi
Yazıyı tam yazamayan.
İlmi daha ziyade ilhama istinad eden.
zel-cedd
Kudret, kuvvet, azamet ve büyüklük sâhibi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
bihemta
Bana
bedt
Linet
Osmanli
maksûd
tuvt
revh
مركب
insaf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
azam
Vergil
Mas
Hayat
Çeviri
love
Dek
Sahip olunan
Cumhuriyet
Merve