REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te aval ifadesini içeren 115 kelime bulundu...

afv-i anilkat'

  • Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.

ahval-i acizane / ahvâl-i âcizâne

  • Bir tevazu ifadesi olarak "Allah'ın âciz ve zavallı bir kulu olarak sağlık durumum, halim" mânâsında bir ifade.

aliye / âliye

  • Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan.
  • Necid ve Hicaz ülkesi.
  • (Çoğulu: Avali) Süngü başı.

bered

  • Daha ziyade fırtınalı havalarda yağan dolu.

beze

  • Miskin, zavallı.

bi-çare / bî-çare

  • Çaresiz. Zavallı. Şaşkın. (Farsça)

bi-çaregan / bî-çaregân

  • Zavallılar. Biçareler. (Farsça)

bi-çaregi / bî-çaregî

  • Zavallılık, biçarelik. (Farsça)

bi-çarevar / bî-çarevâr

  • Zavallı gibi, biçare gibi. (Farsça)

bi-neva / bî-neva

  • Zavallı, nasibsiz, muhtaç, çaresiz. (Farsça)

bi-vare / bî-vare

  • Âciz, fakir, miskin, zavallı, kimsesiz, garib. (Farsça)

biçare / bîçâre / بيچاره

  • Çaresiz, zavallı.
  • Çaresiz. (Farsça)
  • Zavallı. (Farsça)

biçaregan / bîçâregân / بيچارگان

  • Çaresizler. (Farsça)
  • Zavallılar. (Farsça)

biçaregan-ı ümmet / bîçâregân-ı ümmet

  • Ümmetin çaresizi, zavallısı.

bidevlet / bîdevlet

  • Mutsuz, zavallı. (Farsça)

bineva / bînevâ / بينوا

  • Zavallı. (Farsça)
  • Yoksul. (Farsça)

cıranta

  • yun. Poliçeyi, senedi devir ve havale eden şahıs.

ciro

  • ing. Bir senet veya havalenin alacaklı tarafından diğeri namına çevrilmesiyle üzerine buna dair şerh verilmesi.

deavi / deâvî / دعاوی

  • (Tekili: Davâ) Dâvalar, mes'eleler.
  • Davalar. (Arapça)

dem-keş

  • Nefes çeken, soluk çeken. (Farsça)
  • Devamlı öten bir güvercin cinsi. (Farsça)
  • Kaval, ney gibi çalgıları devamlı üfürenler. (Farsça)
  • Bazı kuşların, kübbül gibi uzun uzun ötenleri. (Farsça)
  • Şarap içen. (Farsça)

dermande / dermânde / درمانده

  • (Çoğulu: Dermândegân) Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı. (Farsça)
  • Aciz. (Farsça)
  • Zavallı. (Farsça)

dil-i zar / dil-i zâr

  • Zavallı gönül.

divan-ı ahkam-ı adliye / divan-ı ahkâm-ı adliye

  • Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.

efgende

  • Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş. (Farsça)
  • Biçare, zavallı, düşkün. (Farsça)

fütade

  • (Çoğulu: Fütâdegân) Mübtelâ, tutkun. (Farsça)
  • Biçare, zavallı. (Farsça)
  • Düşkün, düşmüş. (Farsça)

garib

  • Yalnız, kimsesiz, zavallı.
  • Hayret verici. Tuhaf.
  • Kimsesiz. Zavallı.
  • Gurbette olan.

garib-nüvaz

  • Kimsesizlere ve gariplere yardım eden. Biçareleri ve zavallıları koruyan. (Farsça)

gass

  • İncelik, zavallılık.
  • Biçare, zavallı.
  • Tatsız, yavan.

hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'

  • Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.

halc

  • Pamuğu temizlemek, havalandırmak ve kabartmak için yay ile atmak.

halife

  • (Çoğulu: Havâlif) Türklerin kıldan veya keçeden yaptıkları çadırların direği, çadır direği.

halık

  • (Çoğulu: Huluk-Havâlık) Büyük dağ.
  • Ağaca dolaşmış olan üzüm çubuğu.
  • Süt ile dolu olan koyun memesi.
  • Tıraş eden. Berber.

haliye

  • (Çoğulu: Havâlî) Kendini süsleyen kadın.

havale / حواله

  • Ismarlama, havale. (Arapça)

havale-i muaccele

  • Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.

havale-i mübheme

  • Huk: Havale konusunun, ta'cil veya te'cili beyan olunmadan yapılan havale.

havale-i müeccele

  • Huk: Havale edilen şeyin vadesi geldiğinde ödenmesi şeklinde yapılan havale.

havalename

  • Posta gibi vasıtalarla para göndermek üzere yazılan havale mektubu. (Farsça)

havaleten

  • Havale suretiyle, havale olarak.

hevadar / hevâdâr / هوادار

  • Hevalı. Nefsine uymuş. Küstah. (Farsça)
  • Etrafı açık, havalı yer. (Farsça)
  • Havalı, havadar. (Farsça)

hicr

  • Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş, kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
  • Dostluğu bırakmak, dargın

hıdiv / hıdîv

  • Vezir, âsaf. (Farsça)
  • Kral nâibi. (Farsça)
  • Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan (Farsça)

ibra-i amm / ibrâ-i âmm

  • Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.

ida'

  • Emanet bırakmak. Vedia koymak.
  • Huk: Kendi malının muhafazasını başkasına havale etme.

ihale / ihâle / احاله

  • Havale etme, bırakma. (Arapça)

ihtilac

  • Seğirtme.
  • Çarpıntı, çarpma.
  • Etler gevşeyip büzülme.
  • Havale nöbeti.

inşaallah / inşâallah

  • Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.

irsal

  • (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak.
  • Havale kılma.
  • Salıvermek. Kendi haline koymak.
  • Sürü sahibi olmak.
  • Elçi gönderme.

istihmal

  • Havâle etme, havâle edilme.
  • Yükleme, yükletme.

ıtlal

  • Havâle olma, birşey üzerine yüklenme.
  • Boşu boşuna zaman geçirme, vakit öldürme.

izafe

  • Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
  • Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
  • Mal etmek.
  • Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.

izafet

  • Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak.
  • Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak.
  • Mal etmek.
  • Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.

kabil-i temyiz

  • Huk: Temyiz mahkemesinde görülebilecek olan dâvalar.

kadı

  • Tanzimat'a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanları.

kaleb

  • (Çoğulu: Kavâlib) Kalıp.

kasir-ül ba' / kasîr-ül bâ'

  • Kısa boylu, beceriksiz, zavallı.

kazi

  • (A, uzun okunur) Dâvalara hüküm ve kaza eden. Şeriat kanunlarına göre dâvalara bakan hâkim. Kadı.
  • Yapan, yerine getiren.

körük

  • Ateşi havalandırmak için yapılmış bir âlet.
  • Hava ile çalışan bazı çalgıların hava vermeğe mahsus kısmı.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

lede-l havale

  • Havale olunduğu zaman.

mahkeme

  • (Hüküm. den) Dâvaların görülüp hükme, karara bağlandığı yer. İcra-yı adalet için çalışan resmî daire.
  • Hüküm verilen dâvâların görülüp, hükme (karâra) bağlandığı yer.
  • Davaların görülüp karara bağlandığı yer.
  • Davaların görülüp hükme bağlandığı yer.

mahkeme-i şer'iyye

  • Şeriat mahkemesi. şeriat hükümlerine göre dâvalara bakan mahkeme.

mamhuran

  • Adilcevaz, Patnos, Erciş ve bilhassa Beytüşşebab havalisinde meskun olan bir aşiret ismi.

mefluk

  • Yoksul, zavallı, biçare, miskin.

mesakin / mesakîn / mesâkin

  • (Tekili: Miskin) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler.
  • Oturanlar.
  • Miskinler, zavallı fakir kimseler.

mıntaka

  • (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge.

miran aşireti

  • Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı.

miskin / مسكين / مِسْك۪ينْ / miskîn

  • Zavallı.
  • Aciz, zavallı, beceriksiz, hareketsiz.
  • Cüzzamlı.
  • Mal ve mülkü olmayan, kendini idareden âciz, yoksul.
  • Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı.
  • Cüzzam hastası.
  • Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse.
  • Yoksul, uyuşuk, tembel, zavallı.
  • Zavallı, uyuşuk. (Arapça)
  • Cüzzamlı. (Arapça)
  • Zavallı, fakir.
  • Zavallı, fakir.

mizmar / mizmâr

  • Düdük, kaval.
  • Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi.
  • Hançere, nefes borusu.
  • Her türlü çalgı âleti, ney türünden, biri kamış, diğeri ağaçtan olmak üzere iki parçadan meydana gelmiş olan âlet, düdük, kaval, fülüt.
  • Güzel ses.

mudi'

  • Fık: Malının muhâfazasını başkasına emânet ve havâle eden.

muhalün aleyh

  • Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs.

muhalün bih

  • Fık: Birine havale olunan mal.

muhavvel

  • Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
  • Havale edilmiş, yüklenmiş.
  • Değiştirilmiş.
  • Havale edilmiş, gönderilmiş, ısmarlanmış.

muhil / muhîl

  • İhâle eden. Havâle eden.
  • Fık: Borcunu başkası ödemesi için havâle eden kimse. Başkasının borcuna nakleden.

müsellat

  • Galip.
  • Havâle olunmuş.

müseytır

  • Galip.
  • Havâle.
  • Musallat kişi.

müstmend

  • (Çoğulu: Müstmendân) Kederli, hüzünlü, mahzun. Zavallı, miskin, biçâre. (Farsça)

müstmendan / müstmendân

  • (Tekili: Müstmend) Hüzünlü, kederli ve mahzun kimseler, üzgün kişiler. Zavallılar, miskinler, biçareler. (Farsça)

müstmendane / müstmendâne

  • Zavallılıkla, biçarelikle, mahzunlukla. (Farsça)

mütecella

  • Münkeşif olup görünen, âşikâr olan.
  • Yükseğe çıkan. Yukarı havâle olan.

müvekkelün-bih

  • Müvekkil tarafından vekile tefviz olunan iş, vekile havale edilen iş.

nakli delil / naklî delil

  • Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur

nasur

  • Göz pınarında, mak'at havâlisinde ve diş etlerinde olur bir hastalık.

nişe

  • Çoban düdüğü. Kaval. (Farsça)

rengin / رنگين

  • Renkli. (Farsça)
  • Hoş, havalı. (Farsça)

savlecan

  • (Çoğulu: Savâlic) Cirit oynanılan eğri sopa.

seytere

  • Havâle olunmak.

şinik

  • On litre su alabilen teneke kutu kadar olan mahsul ölçüsü. Yarım gaz tenekesi. (Isparta havalisine mahsus hububat ölçüsü)

şiya'

  • Zahir olmak, görünmek.
  • Çobanın kavalından çıkan ses.
  • Odun takıltısı.

süftece

  • Tahrîmen mekrûh olan bir havâle şekli. Yolcuya borç verip, gittiğin yerde, falancaya ödeyeceksin demek.

şura-yı devlet

  • İdare dâvâlarını veya nizamname (tüzük) hazırlıklarını inceleyip fikrini bildiren resmi daire. Danıştay.

tahkim

  • Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek.
  • Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek.
  • Birisini fesattan men'eylemek.
  • Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.

teferru'

  • Bir çok kollara ayrılmak.
  • Bir kimse halkın üzerine havale olmak.
  • Bir kavmin en şerefli kadını ile evlenmek.
  • Çatallanıp dal dal olmak.

tefviz / tefvîz

  • Birisine bırakma.
  • İşini Allah'a (C.C.) havâle etme.
  • Sipariş ve ihâle etme.
  • Ismarlama, havâle etme.
  • Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
  • Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.

tefviz-i umur / tefvîz-i umur

  • İşleri (Allah'a) havale etme, teslim etme.

tehviye

  • (Hevâ. dan) Havalandırma.

teslit

  • Havâle etmek.

teva / tevâ

  • Havâlenin bozulma sebebi. Havâleyi kabûl edendeki alacağın telef yâni yok olması.

tevfiz

  • Yetki ve sorumluluğu başkasına veya Allah'a havale etme.

tülave

  • Borç bakiyyesi.
  • Havâle etmek, başkasına bırakmak.

üftade / üftâde / افتاده

  • Biçare, zavallı, âşık.
  • Düşmüş. (Farsça)
  • Düşkün. (Farsça)
  • Aşık. (Farsça)
  • Zavallı. (Farsça)

üftadegan / üftâdegân / افتادگان

  • Düşmüşler. (Farsça)
  • Düşkünler. (Farsça)
  • Aşıklar. (Farsça)
  • Zavallılar. (Farsça)

ulema-i ilm-i huruf

  • Kur'anın bir harfinden, bir sahife kadar esrar bulduklarını söyleyen ve dâvalarını, o fennin ehline isbat edenler.

ürcufe / ürcûfe / ارجوفه

  • Yalan dolan, uydurma söz, martaval. (Arapça)

vasiyet

  • Bir işi birisine havale etmek.
  • Emir.
  • Fık: Bir malı veya menfaatı, ölümden sonrası için bir şahsa veya bir hayır cihetine teberru yolu ile (yani, meccanen) temlik etmek.

vasıyyet

  • Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.

vazife

  • Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birisine havale edilen şey. Kıymet verilen iş.
  • Ücret.

vazife-i teslim ve tefviz

  • Kendini Allah'a teslim etme ve herşeyini Ona havale etme görevi.

vekalet / vekâlet

  • Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi. Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir.

vekil / vekîl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
  • Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.

vükela / vükelâ

  • (Tekili: Vekil) Vekiller. Bakanlar. Nâzırlar. Kendilerine iş havale edilenler.

yelpez

  • Yelpaze.
  • Serinletmek için el ile havalandırma âleti.

yevm-i fasl

  • İyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü.
  • İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, ye

zebun / zebûn / زبون

  • Alçak. (Farsça)
  • Aciz, zavallı. (Farsça)
  • Güçsüz. (Farsça)
  • Zebûn etmek: (Farsça)
  • Alçaltmak. (Farsça)
  • Aciz bırakmak. (Farsça)
  • Güçsüz bırakmak. (Farsça)
  • Zebûn olmak: (Farsça)
  • Alçalmak. (Farsça)
  • Aciz kalmak. (Farsça)
  • Güçsüz kalmak. (Farsça)

zelil / zelîl / ذليل

  • Düşkün, zavallı. (Arapça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın