REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te aslında ifadesini içeren 55 kelime bulundu...

a'raz / a'râz

  • Araz'lar; bir şeyin aslından olmayan şeyler; renk, koku gibi ilintiler.

an-asl

  • Aslında, hakikatında, aslından.

arız olma / ârız olma

  • İlişme, bulaşma; birşeyin aslından olmayıp o şeye dışarıdan gelip ilişme; sonradan ortaya çıkıp bulaşma, ilişme ortaya çıkma.

aslen

  • Kök veya soy bakımından, aslında, esasında; temelden, kökten.

belki

  • Aslında, gerçekte.

bi-z-zat

  • Kendisi, aslında. Kendi zatı ile. Binefsihi.

bid'at

  • (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler.
  • Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler. Meselâ: Giyim ve kıyafetlerde, cemiyet (toplum) hayatındaki ilişkilerde, terbiye ve ahlâk kurallarında, ibadet hayatında yani dinin hükmettiği her sahada, dine uygun olmaya

bizatihi / bizâtihi

  • Kendi kendine, aslında, kendiliğinden, esasında, kendisi, yalnızca zâtından, aslından.

büruc

  • (Tekili: Burc) Burç, aslında âşikar şey mânasına gelir. Her bakanın gözüne çarpacak şeklide zâhir olan yüksek köşk mânasına da kullanılmıştır.
  • Bunlara teşbihen veya zuhur mânâsıyla semâdaki bir kısım yıldızlara veya bazı yıldızların toplanmasından meydana gelen şekillere ve farazi su

can

  • Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerini (Farsça)

cazim

  • Kat'i karar veren.
  • Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de "câzim" denir. Meselâ "Lem yezuk" aslında (Yezuku) idi. Başına "lem" harfi geldiğinden " Yezuk" diye sâkin okundu.)

dar-ı ridde / dâr-ı ridde

  • Aslında Müslim iken sonradan irtidâd eden veya bir zaman İslâmiyeti kabul etmiş iken sonradan mürted olan şahısların hâkim bulundukları yer.

ehl-i bid'a

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar.

ehl-i bid'a ve ilhad / ehl-i bid'a ve ilhâd

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışanlar ve inkârcılar.

ehl-i bid'a ve mülhid

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı şeyleri dine mal etmeye çalışanlar ve dinsizler.

ehl-i dalalet ve bid'a / ehl-i dalâlet ve bid'a

  • Dinin aslında olmadığı halde, sonradan çıkarılan zararlı âdet ve uygulamaları dine mal etmeye çalışan, doğru ve hak yoldan sapmış olanlar.

esasen / esâsen / اساسا

  • Kendiliğinden, aslından, temelinden.
  • Aslında. (Arapça)

ev-kema kal

  • Söylediği gibi. Söylendiği gibi.
  • Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.

filasl / فى الاصل

  • (Fi-l-asl) Aslında olduğu gibi.
  • Aslında. (Arapça)

filhakika / filhakîka / فى الحقيقه

  • Gerçekte, aslında, doğrusu. (Arapça)

filvaki / filvâki / فى الواقع

  • Aslında, gerçekte. (Arapça)

finefsilemr / fînefsilemr / فى نفس الامر

  • İşin aslında, gerçekte. (Arapça)

galat-ı rü'yet

  • Renk körlüğü. Bir rengi, aslından başka renkte görme.
  • Görme bozukluğu.

hadd-i zatında / hadd-i zâtında

  • Aslında.
  • Aslında. Yaradılışında.

hadd-i zatında: / hadd-i zâtında:

  • Aslında.

haddizatında / haddizâtında

  • Aslında, yaratılışında.

hakikat-ı hal

  • Hakikat-ı halde: aslında, gerçekte, işin aslında.

hey'et-i asliye

  • Aslındaki şekil ve suret.

hırz-ı bigayrihi / hırz-ı bigayrihî

  • Aslında eşya saklamaya mahsus olmayan, izin almadan girilebilen ve konacak malların yanında muhafızı olan yer. (Yol, mescid, meydan gibi)

imkan-ı zati / imkân-ı zâtî

  • Vukuu mümkün olan iş. Bir şeyin, aslında mümkün olması.

ishan

  • Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,

kıymet-i asliye

  • Aslındaki değer, önem.

kutah-astin / kûtah-âstin

  • Aslında kötü olduğu hâlde iyi gibi görünen kimse. (Farsça)

lam-ı asli / lâm-ı aslî

  • Kelimenin aslında olan Arapça "lam" harfi.

letafet-i asliye / letâfet-i asliye

  • Bir şeyin aslında ve temelinde bulunan tatlılık, hoşluk.

li-aynihi haram / li-aynihî haram

  • Fık: Aslında herkes için haram olan şey.

ligayrihi haram / ligayrihî haram

  • Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.

mübtede'

  • Aslında yok iken yeni çıkmış olan.

mütearribe

  • (Arab. dan) Aslında Arap olmayıp sonradan Araplaşmış kimse.

müvelled

  • Doğmuş, doğurulmuş, iki şeyin birleşmesiyle olmuş, sonradan olmuş, melez.
  • Aslında yok iken sonradan meydana gelmiş.

müvelledat / müvelledât

  • Doğmakla meydana gelmiş canlılar. Aslında yok iken sonradan meydana gelmiş olanlar.
  • Uydurma kelimeler.

radıyallahü anh

  • Allah (C.C.) ondan razı olsun, mealinde duâdır. Aslında Allah ondan razı oldu demektir.

rejim-i bid'akarane / rejim-i bid'akârâne

  • Bid'aları, dinin aslından olmayan zararlı âdet ve uygulamaları getiren rejim.

rind

  • Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. (Farsça)
  • Laübali meşreb feylesof. (Farsça)
  • Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse. (Farsça)

sebr ve taksim

  • Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât

semai müennes / semaî müennes

  • Bir kaideye bağlı olarak müennes işareti olmayıp kelimenin aslında müenneslik var gibi kabul edilen ve işitilmekle öğrenilen müennes kelime.

tahrif olma

  • Değiştirilme, aslından uzaklaştırılma.

tevrat

  • Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi

tiryak-ı marazi'l-bid'a / tiryâk-ı marazi'l-bid'a

  • İslâmiyet'in aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve sünnete aykırı mânevî hastalıkların ilâcı, panzehiri; On Birinci Lem'a.

tiryaku marazı'l-bid'a

  • İslâmiyetin aslında olmayıp sonradan dine sokulan, Kur'ân'a ve Sünnete muhalif manevî hastalıkların ilâcı, panzehiri.

tiryaku marazi'l-bid'a

  • İslâmiyetin aslında olmayıp, sonradan dine sokulan, Kur'ân ve sünnete muhalif mânevî hastalıkların ilâcı.

ubudet

  • Kulluk. (Aslında zillete derler.)

zat-ul hareke / zât-ul hareke

  • Kendi kendine hareket eden cisim. Aslında hareketli olan cisim. Otomatik.

zaten / zâten / ذاتا

  • Esâsen, aslında, asıl olarak.
  • Esasen, aslında.
  • Aslında. (Arapça)

zenim

  • Soyu bozuk, soysuz. Aslında o kavimden olmayıp sonradan ona katılan kimse.
  • Aşağılık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın