REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te arta ifadesini içeren 116 kelime bulundu...

acilen / âcilen

  • Vakit gelince yapılmak üzere. Bir vâdeye veya bir şarta bağlı bulunarak.

afi / afî

  • Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan.
  • Affedilmiş, bağışlanmış.
  • Yalvaran.
  • Uzun saçlı.
  • Tencere altında artaya kalan.

asabe

  • Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.

baki / bâki / bâkî / باقى

  • Ebedî, dâimî. Sonu gelmez. Ölmez.
  • Sonsuz.
  • Cenab-ı Hak.
  • Artan. Geri kalan.
  • Bundan başka.
  • Kalıcı, ölümsüz. (Arapça)
  • Artan, geri kalan. (Arapça)

bakıye

  • Geri kalan, arta kalan.

bakiye-i asar / bakiye-i âsâr

  • Arta kalan eserler, izler.

bakıye-i erzak

  • Erzaktan, yiyecekten arta kalan.

bakiye-i iştiha-i şevk

  • Geri kalan iştah ve şevk; arta kalan istek ve tutku.

bakiyye

  • Artan, artık, geri kalan.
  • Artık. Geri kalan. Artan.

bakiyyet-üs-süyuf / bakiyyet-üs-süyûf

  • Kılıçtan kurtulan kimseler.
  • Mc: Arta kalan kişiler.

bar-senc

  • Yük tartan, dirhem. (Farsça)

cemerat

  • (Tekili: Cemre) Cemreler. Şubat ayında azar azar artan sıcaklıklar.

cevad-ı mutlak

  • Şarta bağlı olmaksızın çok ihsanda bulunan, cömertlik eden Cenab-ı Allah.

damping

  • ing. Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma.

ecel-i muallak / اَجَلِ مُعَلَّقْ

  • Şarta bağlı ecel.

efzud / efzûd

  • Çoğalan, artan, tekessür eden, tezayüd eden. (Farsça)

ehl-i zevk ve şevk

  • İman hakikatlerinin zevkine erişen ve bu sayede şevki artanlar.

enkaz-ı medeniyetleri

  • Medeniyetlerinin enkazı, medeniyetlerinden arta kalan miras.

enuk

  • Kartal kuşu.

faheka

  • Vurulduğu yerden kan çıkartan kılıç ve neşter parçası.

fazla

  • Çok ziyâde, artık, artan.
  • İleri.
  • Gereksiz, lüzumsuz.
  • (Çoğulu: Fazalât) Kazurat, pislik.

fettan

  • Fitne ve fesada teşvik eden, ayartan.
  • Cazibeli, gönül alıcı, oynak kadın.

feyezan eden

  • Coşan, artan.

feyyaz-ı müteal / feyyâz-ı müteâl

  • Hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok bereket ve bolluk veren yüce Allah.

firaş-ı sahih

  • Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz

hafız ahmed

  • Dereli Hâfız Ahmed Efendi olarak bilinir. Isparta'nın Dereli Mahallesinde ikamet ediyordu.

hamid / hamîd

  • Sena edilmeğe, medhedilmeğe elyak olan. Dünya ve âhirette hamd kendisine mahsus olan Allah (C.C.)
  • Isparta Vilâyetinin Osmanlılar devrindeki adı.

hanşuş

  • Bakiyye, artan.

hasile / hasîle

  • (Çoğulu: Hasâyil) Bakiyye, artan, geri kalan.

haşirdeki mizan

  • Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.

haytü'l-ebyaz

  • Beyaz iplik, fecir zamanı, ufukta bir çizgi şeklinde beliren ve giderek artan sabah ağartısı.

husale

  • Harman yerinde arta kalan tane.

ilama / ilâma

  • Isparta'nın Eğirdir ilçesine bağlı bir köydür.

irat

  • Tehlikeye, vartaya düşürmek.

ısparta müddeiumumiliği

  • Isparta Savcılığı.

ısparta müddeiumumisi / ısparta müddeiumumîsi

  • Isparta Cumhuriyet Savcısı.

iştirat

  • (Şart. dan) Şarta bağlama, şarttlaşma.

ıtk-ı muallak

  • Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine "şu işi yaparsan hürsün" demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.

ıtk-ı müneccez

  • Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben "seni azad ettim." demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur.

kadih / kadîh

  • Tencere dibinde arta kalan.

kaza-i muallak / kazâ-i muallak

  • Allahü teâlânın yaratılmasını şarta bağlı olarak takdîr ettiği ve şart meydana gelince yarattığı şeyler.

kaza-i mübrem / kazâ-i mübrem

  • Allahü teâlânın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.

kaziye-i şartiye

  • İki cümleden oluşan ve bir cümledeki hükmün diğer bir cümledeki şarta bağlı olduğu önerme.

kaziye-i şartiyye

  • Man: İki cümleden ibâret, fakat bunlardan birinde olan hüküm diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan, yâni; aralarında mülâzemet ve irtibat bulunan kaziyedir.

kaziye-i şartiyye-i muttasıla

  • Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)

kıstas

  • Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
  • Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
  • En doğru tartan.
  • Taksit. Taksit ile ödenen şey.

kitabe

  • Kabartılarak veya oyularak sert levhalar üzerine yazılan yazı. Levha olarak yazılan manzum olmayan nesir halinde levha yazma ilmi.
  • Mezartaşı yazısı.

kuşam

  • Sofrada artan yemekler.

kusur

  • Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
  • Cem' olmalar.
  • Pahalanmak.
  • Eksilmek.
  • Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
  • Bereketlenmek.
  • İmtina', âciz olmak.
  • Bir hesabın üstü. Artan kısım.
  • (Tekili: Kasr) Kası

küsur

  • (Tekili: Kesir) Artan parçalar, geri kalan adetler. Artık.

küsurat / küsurât

  • (Tekili: Küsur) Artan kısımlar, küsurlar, artıklar.

labişartın

  • (Lâ bişartın) Kayıtsız şartsız. Bir şarta dayanmaksızın.

ma-beka

  • Arta kalan, bâkiye, geri kalan.

mabaki

  • Geri kalan, kalan, artan.

mebsuten mütenasip / mebsûten mütenasip

  • Doğru orantı; birbirine bağlı olan ve biri arttığında öteki de artan iki büyüklük arasındaki nispet.

meşrut / meşrût

  • Şarta bağlı.

meşrut olmak

  • Şarta bağlı olarak gelen, şart kılınan.

meşruta / meşrûta

  • Şarta bağlanmış.

mizan / mîzân

  • Terâzi, ölçü âleti.
  • Kıyâmet günü insanların günâh ve sevâbını tartan ve nasıl olduğu bilinmeyen terâzi.

mizan-ı haşir

  • Haşir terazisi, büyük hesap günü olan haşir meydanında amelleri tartan terazi.

moloz

  • Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar.
  • Bir işe yaramaz insan.

mübalağa / mübâlağa / مُبَالَغَه

  • Abartartma.

mübalağacı / mübalâğacı

  • Abartan.

mübalağakarane / mübalâğakârane

  • Abartarak.

müdessi / müdessî

  • Baştan çıkartan. Doğru yoldan saptıran.

muhaddir

  • Şişiren, kabartan.

muhakeme / muhâkeme / مُحَاكَمَه

  • Tartarak hüküm verme.

muhammir

  • (Hamr. dan) Tahmir eden. Mayalayan. Ekşitip kabartan. Yoğuran.

muhtemer

  • Mayalandıran. Ekşiyip kabartan.

mukayyed

  • Kayıtlanmış, bağlanmış; mutlak olmayan, bir sıfat, hâl, gâye veya şarta bağlı olan lafız (söz).

müstafzıl

  • Bir şeyden arta kalan.

müstağni-yi alelıtlak / müstağnî-yi alelıtlak

  • Her cihetle ve hiçbir kayda, şarta bağlı olmaksızın zengin olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ticârette hile yapanlar, fazla alıp noksan veren ve eksik tartanlar.

mütebaki

  • Geri kalan, artan, fazlası. Arta kalan.

mütekessir

  • (Kesret. den) Çoğalan, artan, tekessür eden.

mütezaif

  • (Zı'f. dan) Kat kat artan, tezauf eden.

mütezayid / mütezâyid / متزاید

  • Gittikçe artan, çoğalan.
  • Artan.
  • Artan, çoğalan. (Arapça)

mutlak

  • Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest.
  • Kat'i. Şüphesiz.
  • Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.

mutlak nezr

  • Şarta bağlı olmayan adak.

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nami / nâmî

  • Büyüyen, artan, ürmee kuvveti olan. Nebat ve hayvandaki büyüyüp gelişme kuvveti.
  • Farsçada: Namlı, şöhretli, ünlü.
  • "Nümüvv"den: Yerden biten, yetişen, büyüyen artan.

naşir

  • Neşreden, yayan.
  • Bir müellifin eserini bastırıp çıkartan. Editör.

nemadar / nemadâr

  • Çoğalan, ziyadeleşen. Artan, büyüyen. (Farsça)

nesel

  • Davar sağıldıktan sonra meme başlarında arta kalan sütü.
  • İki tarafı saf saf ağaçlar olan yol.

nesr

  • Hamele-i Arş'tan olan bir melek.
  • Akbaba, kartal.
  • Nuh kavminin putlarından birisinin ismi.
  • Yarayı deşmek.
  • Kuşun, eti didiklemesi.
  • Birinin aleyhinde konuşmak.
  • Güneyde bir parlak yıldız. Buna Nesr-ül vâki' denir. Batıdaki yıldıza ise: Nesr-üt-Tair

nevruz

  • Yeni gün. İlkbahar. Baharın ilk günü sayılan ve güneşin Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22 Marta rastlayan gün. Bu tarihte gece ve gündüz müsâvi olur. İranlıların yılbaşısıdır. (Farsça)

nezr-i muayyen

  • Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.

nezr-i mutlak

  • Şarta bağlı olmadan yapılan adak.

nisbet-i mütezayide-i muntazama / nisbet-i mütezâyide-i muntazama

  • Düzenli olarak artan bir oran.

nüsur

  • (Tekili: Nesr) Kartallar. Akbabalar (kuş).

pesmande / pesmânde / پس مانده

  • Arta kalan. (Farsça)

rahme

  • (Çoğulu: Ruham) Kartal.
  • Rahmet, muhabbet.

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

sait

  • (Savt. dan) Sesli. Ses çıkartan.

samid

  • Yükselen, başını kaldırıp göğsünü kabartan.
  • Hayrette kalan.
  • Gafil.

şartiyyet

  • Şartlılık. Şarta bağlı olmaklık.

senc

  • Ölçen, tartan, değerlendiren. (Farsça)

şinik

  • On litre su alabilen teneke kutu kadar olan mahsul ölçüsü. Yarım gaz tenekesi. (Isparta havalisine mahsus hububat ölçüsü)

suretlerin tahrimi / sûretlerin tahrimi

  • Resimlerin haram kılınması, yasaklanması; haset, gurur, riya, şehvet gibi nefsanî duyguları kabartan ve İslâmiyetin sakındırdığı sonuçların doğmasına sebep olan resimlerin, fotoğrafların yasaklanması.

takyid

  • (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak.
  • Harfe nokta ve hareke koyma.

tarid

  • (Tard. dan) Kovan, çıkartan, süren, tardeden.

teverrut

  • Zor bir işe rastlama. Vartaya düşme.

tevrit

  • Tehlikeye düşürme, vartaya düşürme.

türnuk

  • Sel yolunda arta kalan balçık.

uçbeyi

  • Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar

ukab / ukâb / عقاب

  • Kartal. (Arapça)

uluhiyet-i mutlaka / ulûhiyet-i mutlaka

  • Mutlak ilâhlık; hiçbir kayda ve şarta bağlı olmaksızın ilâh olma.

ürcufe / ürcûfe / ارجوفه

  • Yalan dolan, uydurma söz, martaval. (Arapça)

vakf

  • Mükellef (akıllı, müslüman ve ergenlik çağına erişmiş)kimsenin kendi mülkü olan mütekavvim (belli, kıymetli ve dayanıklı) malının menfaatini (faydasını) hiçbir şarta bağlamadan, müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş), bütün veya belli fakirle re bırakması. Vakfın çoğulu evkâftır. Vakfe

vakıf / vâkıf

  • Mülkü olan belli ve kıymetli malının menfaatini bir şarta bağlamadan müslüman veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) bütün veya belli fakîrlere Allah rızâsı için terkeden kimse.
  • Bir işten haberi olan.
  • Arafât'ta vakfeye duran.

verta

  • (Çoğulu: Vırât) Çukur yer, varta, uçurum.
  • Halledilmesi, içinden çıkılması zor olan iş.

vezn

  • (Vezin) Tartma. Ölçme. Hesaplama.
  • Tartacak şey. Tartı.
  • Ağırlık.

vezzan

  • (Vezn. den) Tartan, vezneden.
  • Kantarcı.

vırat

  • (Tekili: Verta) Vartalar, uçurumlar, çukurlar.
  • Halli güç, içinden çıkılması zor olan işler.

yerhum

  • Erkek kartal.

zaid / zâid / زائد

  • Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş.
  • Lüzumsuz, gereksiz.
  • Gr: Te'kid için söylenen.
  • Mat: Müsbet işareti, artı. (+)
  • Artan, fazlalık.
  • Artık. (Arapça)
  • Artan. (Arapça)
  • Artı. (Arapça)
  • Gereksiz. (Arapça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın