Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
araya
ifadesini içeren
254
kelime bulundu...
a / â / آ
Ünlem edatı ey, hey.
(Farsça)
İki kelimenin arasına girerek, anlamı pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.
(Farsça)
açar
İştah açmaya yarayan turşu v.s.
(Farsça)
İnişli yokuşlu yer.
(Farsça)
Karıştırılmış, birleştirilmiş.
(Farsça)
adem-i te'lifiyet / adem-i te'lîfiyet / عدم تأليفيت
Uzlaşamama, bir araya gelememe.
adese
Mercimek.
Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı.
afv-cu
Afv isteyen. Afv arayan.
ajanda
Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.
akciğer
Göğüs boşluğunu dolduran ve solunmağa yarayan bir organ. Ree.
akl
İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
akrebe
Dişi akrep.
Çevik ve zeki cariye.
Ayakkabı bağcığı.
Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.
alet-i inkişaf / âlet-i inkişaf
Eşyanın derece ve miktarının ortaya çıkmasına yarayan âlet.
ambar
Zahire ve kuru gıdaları koymaya yarayan büyük depo.
amortisör
Otomobillerde veya diğer makinelerde sarsıntı, gürültü gibi şeyleri hafifletmeğe yarayan tertibat.
(Fransızca)
ampermetre
Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet.
(Fransızca)
ampul
İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe.
(Fransızca)
İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe.
(Fransızca)
arafat
Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muha
areometre
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
asayiş-cu / asâyiş-cu
Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen.
(Farsça)
ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf
Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D
Mağara arkadaşları. Bunlar, zamanlarındaki zalim hükümdarlarının şerrinden mağaraya sığınan ve orada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar diriltilen, köpekleri ile birlikte, yedi sekiz kişiydiler.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
asvine
(Tekili: Sunvân) Elbise koymaya yarayan dolaplar. Gardroplar.
atad
İşe yarayan âletlerin takımı.
Büyük kadeh.
Hazırlık.
atardamar
Tıb: Kanın, kalbden vücudun her tarafına (akciğerlere de) gitmesine yarayan damar. Şiryan.
atlab
(Tekili: Tâlib) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.
(Tılb) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
bahane-cu / bahane-cû
Bahane arayan, fırsat kollayan.
(Farsça)
bed-cu
Kötülük arayan. Kötülük düşünen.
(Farsça)
bela-cu / belâ-cû
Belâ arayan. Belâsını istiyen.
belham
Çiftçilikte kullanılan saban. Çift sürmeğe yarayan âlet.
berri / berrî / بَرِّي
Karaya ait.
Karaya ait.
berriye / بَرِّيَه
Toprağa, karaya ait.
Karaya âit.
berzede
Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
(Farsça)
bevk
Sıçrayıp binme.
Toplanma. Bir araya gelme.
Karışma, karmakarışık olma.
Su kaynağını karıştırarak açma.
bila-vasıta / bilâ-vasıta
Vasıtasız. Araya biri girmeden, doğrudan doğruya.
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
çarecu / çârecû / چاره جو
Çare arayan.
(Farsça)
cem eden
Toplayan, bir araya getiren.
cem edilen
Toplanan, bir araya getirilen.
cem etme
Toplama, bir araya getirme.
cem' / جمع
Birleştirme, bir araya getirme.
İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.
Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.
Toplama.
(Arapça)
Çoğul.
(Arapça)
Cem' edilmek:
Toplanılmak.
(Arapça)
Cem' etmek:
Toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
(Arapça)
cem-i ezdad / cem-i ezdâd
Zıtların biraraya gelmesi.
cem-i kuvvet
Gücü toplayıp bir araya getirme, güç birliği.
cemaat / cemâat
Topluluk.
İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.
Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.
cemeden
Bir araya getiren, toplayan.
cemr
İnsanların bir araya toplanması.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Ateş ve küçük taş vermek.
Bir kimseyi def etmek, kovmak.
çengel
Pençe.
(Farsça)
Bir şey asmağa yarayan alet.
(Farsça)
Orman, ağaçlık yer.
(Farsça)
cihetü'l-vahdet-i ittihad
Birliğin birlik yönü; birliği bir araya getiren yön.
cu / cû / جو
Arayan.
(Farsça)
Arama.
(Farsça)
cudi-i islamiyet / cudi-i islâmiyet
Her türlü helâket ve felâketlerden İslâmiyetle necat bulunacağını ifâde eden bir teşbihdir.Nasıl ki Nuh tufanında Nuhun (A.S.) gemisi Cudi Dağında karaya oturup kurtuldukları gibi.
cümma'
Bir araya gelerek toplanmış şey, küme.
çuval-duz
Çuval dikmeye yarayan iğne.
cuy / cûy / جوی
Arayan.
(Farsça)
Arama.
(Farsça)
cuyan
Arayan, arayıcı.
(Farsça)
cuyende / cûyende / جوینده
Arayan.
(Farsça)
dabb
(Çoğulu: Dıbâb-Edubb) Keler, kertenkele.
Yaraya merhem sürmek.
Akmak.
Süt sağmak.
Yere yapışmak.
Dudakta olan bir hastalık (çatlayıp kan akar).
Hurma çiçeği.
dahamis
Bahadır, kahraman.
Karayağız, iri yapılı adam.
debbabe
Kale duvarlarını oymaya yarayan bir savaş aleti. Tank.
debkel
Bir araya toplanmış mal.
Derisi kalın, çirkin kimse.
deskere
Şehir ve kasaba, il ve ilçe.
(Farsça)
Hasta insan, eşya vs. taşımaya yarayan tahta.
(Farsça)
determinant
Denklemlerin çözümlerini rahatlıkla bulmaya yarayan matematiksel tablo.
(Fransızca)
devvare
Geo: Daireler çizmeye yarayan bir âlet, pergel.
disam
Şişe ağzına konulan tıpa.
Yaraya bağlanan bez.
Kulak içine sokulan şey.
Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.
divan / dîvân / دیوان
Meclis.
(Arapça)
Padişah meclisi.
(Arapça)
Şairin şiirlerinin bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
edhem
(Çoğulu: Dühem-Edâhim) Karayağız at.
edlem
Karayağız, siyah adam.
Kara eşek.
Uzun yanaklı.
Uzun boylu.
ehl-i kusur
Kusur arayanlar.
ekonomi
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f
en'am / en'âm
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
esmer / اسمر
Siyaha, karaya çalan kumral renk.
Rengi karaya çalan.
Karayağız, esmer, koyu tenli.
(Arapça)
ev'iye
(Tekili: Viâ) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler.
Damarlar.
felsefe
Akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim.
felsefe-i maddiye
Her şeyi maddede arayan ve madde ile açıklamaya çalışan felsefe.
ferkadan
Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).
fitne-cu
Fesat arayan.
(Farsça)
garabet-cu
Tuhaf şeylere meraklı olan, garip şeyler arayan.
(Farsça)
gavvas / gavvâs
Çok gayretli. Çalışkan.
Suya dalan.
İnci arayan dalgıç.
Define arayan dalgıç.
hadim / hâdim
(Hidmet. den) (Çoğulu: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan.
İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan.
Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla büyük kişilerin konaklarında çalışanlara Hadim ağası denilirdi. Osmanlı İmparatorluğunda bunla
hak-endiş
Hakkı düşünen. Hakkı arayan, doğruluk için endişe eden.
(Farsça)
hamail
(Tekili: Himâle) Tılsım, muska.
Kılıç kayışı, kılıcı bele bağlamaya yarayan kayış.
harf-gir
Her işte ayıp ve noksan arayan.
(Farsça)
haşir / hâşir
Toplayan, bir araya getiren.
hasis / hasîs
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.
haşr
Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde, denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından (dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını vermek üzere Arasâ
haşr-i emvat / haşr-i emvât
Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.
havz-ı marifet ve muhabbet / havz-ı mârifet ve muhabbet
Bilgi ve sevgi havuzu; tanışmaları ve sevgileri ortak bir havuz gibi bir araya toplama.
haylulet / haylûlet
Yolu kapamak.
Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.
Araya girme.
Araya girip perde olma, kapama.
hazine kethudası
Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.
hazine-i hassa / hazine-i hâssa
Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.
hazm
Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
Birisine ansızın hücum etmek.
Ansızın bir şey üzerine inmek.
Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini
helva-hane
İçinde helva pişirilen genişçe ve derinliği az tencere.
(Farsça)
Tar: Saray için her türlü tatlı yiyeceklerin yapılmasına yarayan saray mutfağının bir bölümü.
(Farsça)
helyostat
Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.
hem / هم
-deş, -daş anlamını verecek şekilde kelimeye türetmeye yarayan ön ek.
(Farsça)
Hem, üstelik.
(Farsça)
heylulet / heylûlet
Araya girme, perdeleme, kapama.
hil'at-ı veda / hil'at-ı vedâ
Tar: Osmanlılar zamanında saraya misafir edilen kimselere ayrıldıkları zaman giydirilen hil'at.
hiyazet
Toplama, bir araya getirme.
Bir şeyi kendine mal etme.
hizb
Bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.
hizb-i mahsus
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî
Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.
huni
yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.
hurdegir
Sözün içinde tenkid edilecek noksan arayan.
(Farsça)
hus
Dikmek.
Darlık vermek.
İki şeyi bir araya getirmek.
ibric
Yoğurdu yayıp ayran yapmağa yarayan âlet. Yayık.
ibrik
(Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
İyi ve parlak kılıç.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icma / icmâ
Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
icma' / icmâ' / اجماع
Bir araya getirme.
(Arapça)
icmal
Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek.
Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
icmar
Bir araya toplamak.
Süratle yürümek.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
Yeni ayın görünmesi.
ictima / ictimâ
Toplanma, bir araya gelme.
ictima' / ictimâ' / اجتماع
Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak.
Toplanma, bir araya gelme, toplantı.
(Arapça)
Toplum.
(Arapça)
İctimâ' etmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
(Arapça)
içtima-ı esbab
Sebeplerin bir araya gelmesi.
ictimaat / ictimâât / اجتماعات
Toplantılar, bir araya gelişler.
(Arapça)
içtimaat-ı hayatiye
Hayatın devamlılığını sağlayan parçaların bir araya gelmesi.
içtimaü'z-zıddeyn
Birbirine zıt iki şeyin birleşmesi, bir araya gelmesi.
ikbalcu
İkbal ve büyüklük arayan. Onların peşinde olan.
(Farsça)
insanın haşri
İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.
işkampaviya
İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği
iskandil
ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.
iskarlat
İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni
ıskota
İtl. Büyük yelkenleri kullanmaya yarayan ip.
istigase / istigâse
Şefâat dileme, yardım isteme; Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliyâyı, sevdiği kullarını vesîle ederek (araya koyarak) isteme, yalvarma, duâ etme.
iştikak
Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i
istiklalcu / istiklâlcu
İstiklâl arayan. Müstakil olmak, hür olmak için çalışan.
(Farsça)
kabil-i tevfik
Biraraya gelebilme.
kalalib
(Tekili: Kullâb) Çengeller, kancalar. Uçları eğri olup bir şeyler asmağa yarayan demirler.
karakter
yun. Huy. Mizac. Seciye. Bir şeyi benzerlerinden ayırdetmeğe yarayan temel hususiyet.
karine / karîne
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ip ucu. Anlaşılması zor olan hususun hak ve hakikatına dâir cüz'i delil olan şey. İşaret.
Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ipucu, işaret.
Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
karun
İki şeyi bir araya getiren.
Tez terleyen hayvan.
Arka ayaklarının tırnağı ön ayağının tırnağı yerine vâki olan hayvan.
İleride olan memeleri geride olan memelerine pek yakın olan dişi deve.
kayyım
İnsanları birbirine kardeşlikte ve sevgide bir araya toplayıp dünya ve âhirette necat ve iyilikler yolunda cem' edici olduğundan; bütün iyilikleri haseneleri toplayıcı ve muhtaçlara çok ihsan edici mânasında Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) verilen bir isim.
kehf-misal
Mağaraya benzer şekilde, mağara gibi sesi aksettiren.
kerevet
Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.
kıblenüma
(Kıblenâme) Kıblenin tâyinine yarayan pusula. Cihet ve yön gösteren âlet.
(Farsça)
kirs
(Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
Bir araya getirilmiş beytler.
Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.
komita
Siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.
komite
Belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren topluluk.
komiteci
Belli bir amaç için bir araya gelip, faaliyet gösteren.
komitecilik
Belli bir amaç için bir araya gelme ve faaliyet gösterme.
külliyat-ı hakaik / külliyât-ı hakaik
Gerçeklerin bir araya gelmesi, gerçekler bütünü.
kütübhane
Kitapların bulunduğu salon veya bina.
Belli bir kaideye göre tasnif edilmiş kitaplardan meydana gelen bütün.
Kitap koymağa yarayan bölmeli dolap.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
lazuk
Yaraya yapışıp onulmayınca kopmayan devâ.
lek
Ahmak, ebleh, sersem.
(Farsça)
Yüzbin.
(Farsça)
Kırmızı boya çıkarmaya yarayan bir maden.
(Farsça)
maddi / maddî
(Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
Paraca ve malca.
Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
mali / malî
(Maliye) Mala ve paraya mensub. Mal ve para cinsinden. Mala ait.
maşıta
(Meşşâta) Baş tarayan.
me's
İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak.
meclis
Oturulacak, toplanılacak yer.
Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu.
Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina.
mecma-i evsaf-ı masume
Masum sıfatların bir araya toplandığı yer.
mecmu / mecmû
Toplanmış, bir araya getirilmiş.
mecmu'
Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
mecmua / mecmûa / مجموعه
Dergi.
(Arapça)
Küçük risale veya farklı kitapların bir araya getirildiği eser.
(Arapça)
mededcu
Meded isteyen, yardım arayan.
(Farsça)
mededcuyane
Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette.
(Farsça)
mefruşat
(Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s.
mehacim
(Tekili: Mihcem) Hacamat şişeleri.
Çekip emmeye yarayan âletler.
mehenk
Ölçü, altının ayarlarını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
merhem
Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç.
Mc: Acıyı teskin eden şey.
Kederi, derdi gideren.
Deriye, yaraya sürülen ilâç.
meş'ale
Karanlıkları aydınlatmaya yarayan âlet; lâmba.
mesamm
(Tekili: Mesemm) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler.
meşşat
Tarak yapan, tarakçı.
Süsleyen, tarayan.
meşşata
Süsleyen, tarayan.
miheng
Ölçü, altını ölçmeye yarayan ölçü taşı.
mihenk
Mihenk taşı, denek taşı; birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt.
(Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.
mıkleb
Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.
Saban demiri.
mikroskop
Gözle görülmeyecek kadar küçük cisimleri, çok defa büyük göstermeye yarayan âlet.
(Fransızca)
misbar
(Çoğulu: Mesâbir) Yaraya konulan fitil.
mısdak
(Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti.
Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur.
Değer ölçüsü.
mıstar
Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım olan çizgileri yapmağa yarayan âlet.
Sıvacıların bir âleti.
miyar
Ölçü, ayıraç, bir şeyin halislik derecesini anlamaya yarayan âlet.
mübalağacuyane / mübalağacuyâne
Haddini aşar dercede izah edercesine. Mübâlağa yaparcasına.
(Farsça)
Mübâlağa arayan.
(Farsça)
müctemi'
Toplu. Topluca. Bir araya gelmiş. Hepsi.
müdahalat
(Tekili: Müdahale) Müdahaleler, karışmalar, araya girmeler.
müdahale
İşlere ve lüzumlu hallere, icabettiği için karışmak. Zararlı bir hal var ise, işe karışıp zararın def'ine çalışmak.
Araya girme. Sokulma.
müddehar
Biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
müdehhar
Biriktirilip cem' olunmuş, bir araya getirilmiş olan.
mühtebiş
Birikmiş, bir araya toplanmış.
münafık
İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr.
Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden.
Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
münafıkin / münafıkîn
(Tekili: Münafık) Münafıklar. Fitnekârlar. İkiyüzlüler. Araya nifak sokanlar.
mürekkep
Bir araya gelmiş, birlik oluşmuş.
müşattar-ı muhammes
Edb: Araya üç mısra ilâve edilmiş gazel ve kaside.
müşattar-ı murabba'
Edb: Araya iki mısrâ ilâve edilmiş gazel veya kaside.
müstatıbb
(Tıbb. dan) Çare arayan, deva arayan.
mütasarrıfa
İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.
müteannit
Yanlış arayan. Başkalarının yanlışını bulmak için uğraşan.
müteannitane / müteannitâne
Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette.
(Farsça)
mütehallil
Araya sokulan, araya giren.
Bozulan.
Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.
mütemaşşit
Saçını sakalını tarayan.
mütemerkiz nokta
Merkezleşmiş nokta, bir araya toplandığı nokta.
mütteka
Dayanmağa, yaslanmağa yarayan şey.
müzerri'
Yeri, bir zira' miktarı ıslatıp ekin ekmeye yarayan yağmur.
nakdi / nakdî
Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik.
namcuy
(Çoğulu: Namcuyân) Nam arayan.
(Farsça)
Yiğit.
(Farsça)
namcuyan / namcuyân
(Tekili: Namcu) Ün arayanlar, nam arayanlar.
(Farsça)
Yiğitler, kahramanlar.
(Farsça)
nancu
(Nâncuy) Ekmek arayan. Dilenci.
(Farsça)
nanpare
Ekmek parçası. Bir lokma ekmek.
(Farsça)
Geçime yarayan iş.
(Farsça)
nekl
Yular. At gemi.
Ezâ, cefâ etmeğe ve işkence yapmağa yarayan şey.
nişangah / nişangâh
Hedef yeri. Nişan tahtası.
(Farsça)
Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım.
(Farsça)
palade
Kötü söyleyen, ayıp arayan.
(Farsça)
palamar
Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat.
Büyük halat.
Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)
pano
Üzerine ilân, tablo, vs. asmaya yarayan levha.
(Fransızca)
para
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.
pergar / pergâr
Pergel, daire çizmeye yarayan âlet.
pusula
Yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup.
revabıt-ı içtima / revâbıt-ı içtimâ
Bir araya getiren bağlar.
rıza-cu
Allah'ın rızasını arayan. Razı etmeyi gaye edinen.
(Farsça)
sahih ced / sahîh ced
Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede. Yâni araya kadın girmeyen büyük baba.
sahr
Masharaya almak.
şahs-ı manevi / şahs-ı mânevî
Mânevî şahıs, tüzel kişilik; belli bir ideal ve gaye etrafında bir araya gelen topluluğun oluşturduğu mânevî şahsiyet ve ortak kimlik.
şahsımanevi / şahsımânevî
İnsanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.
şanezen
(Çoğulu: Şanezenân) Baş tarayan.
(Farsça)
Mc: Güçlükleri çözen. Zorlukları yenen.
(Farsça)
santrifüj aleti / santrifüj âleti
Su çıkarmaya yarayan pompalı alet.
saray-ı vücud
Bin kubbeli harika bir saraya benzetilen insan vücudu.
şedde
Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.
siflekam / siflekâm
Adi kişilerin işine yarayan.
(Farsça)
sırr-ı icma / sırr-ı icmâ
İcmâ sırrı, dağınık şeyleri bir araya toplama sırrı.
sitan
(-istan) Mekân adı yapmağa yarayan ek. Meselâ: Gül-sitan : (Gül-istan) Gül bahçesi, güllük.
(Farsça)
siyahçerde
Esmer, karayağız olan.
(Farsça)
siyaset tabibleri
Siyasî hastalıkların hekimleri, doktorları; siyasî meselelere çözüm arayanlar.
sohbet
Berâberlik. İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması.
sümret
Esmerlik, karayağızlık.
taallül
Bahane arayarak işten kaçınma.
tadammüd
Yaraya merhem sürüp bezle bağlamak.
tahallül / تَخَلُّلْ
Araya girme, içine karışma.
(Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
Dişleri hilâllamak.
Araya girme, içine sızma.
tahallül-ü mehasin
Güzelliklerin araya girmesi.
tahassul
Hâsıl olmak. Üremek. Husule gelmek. Bir araya birikip sâbit ve bâki olmak. Netice olarak çıkmak.
talib-i hak
Gerçeği arayan, doğruyu isteyen.
tasnif
Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.
tavassut
Ara bulma için araya girmek. Aracılık. Vasıtalık.
İyi ile kötü arasında mu'tedil olanını almak.
Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma.
tazmid
Merhemli bezi yaraya sarıp bağlama.
te'lif / te'lîf / تأليف
Yanyana getirme, alıştırma.
(Arapça)
Kaleme alma, yazma.
(Arapça)
Te'lîf edilmek:
(Arapça)
Bir araya getirilmek, birleştirilmek.
(Arapça)
Kaleme alınmak, yazılmak.
(Arapça)
Te'lîf etmek:
(Arapça)
Bir araya getirmek.
(Arapça)
(Arapça)
tecelli-i zat / tecellî-i zât
İsim ve sıfatlar araya girmeden sâdece zât-ı ilâhînin tecellî etmesi.
tecemmu / تجمع
Toplanma, bir araya gelme.
(Arapça)
Tecemmu etmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
(Arapça)
tedvin / tedvîn
Bir araya toplayarak tertipleme.
Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.
Bir konudaki mevzuatı bir araya toplama.
Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.
tedvin-i şeriat
İslâmî hükümlerin bir araya gelmesi, toplanması.
tehezzü'
Maskaraya almak.
tenadi
Birbirine nida etmek, çağırmak.
Bir araya toplanma.
teşeffü'
Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.
tesehhur
Alay etme, maskaraya alma.
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
tevhid-i medaris / tevhid-i medâris
Medreselerin, okulların birleştirilmesi; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarının bir araya getirilmesi.
tevsit
Birini araya koyma. Ortaya koyma. Vâsıta etme.
Birini araya koyma.
tezkire
Hatırlatmaya yarayan yazı, hatırlatma yazısı.
ulum-u aliye / ulûm-u âliye
Yüksek ilimleri anlamaya yarayan mantık, gramer gibi âlet ilimleri.
vahdet-i mesele
Bir mesele hakkında ileri sürülen delillerin biraraya toplanması.
vamcu
Borç arayan.
(Farsça)
vasl
Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd
vehm
(Vehim) Mübhem ve mânasız korku.
Belirsiz fikir ve düşünce.
Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti.
vesatet
Vâsıta olma, araya girme, aracılık yapma.
vesilecu
Sebep ve bahane arayan.
(Farsça)
yaldız
Cilâ; parlatmaya yarayan şey.
yar-ı gar / yâr-ı gar
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın en sâdık sahabesi Hazret-i Ebubekir Radıyallahü Anh'ın ünvanı. Hicret esnasında en tehlikeli bir zamanda mağaraya girdiklerinde Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a sadakatla hizmet ettiğinden bu nam ile anılır.
yarı ağyar eylemek / yârı ağyar eylemek
Dost ve sevgiliyi aldatarak, araya fitne sokarak yabancılaştırmak.
zekat / zekât
Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
Temizlik. Taharet.
zeri'
Araya giren, şefaat edici.
zımad
(Çoğulu: Zamâid) İlâç.
Merhemle yaraya sarılan sargı, bez.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
melek-sîmâ
amac
bin
mütemaḥḥız
Sumuk
lıhye-i seadet
münacat
gülgun
Mütekaidin
temrin
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
araya
piristu
Benzeyen
emmek
Biriken
Havam
bozguncuların
Çeviri
insan
ŞİFA