Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
arık
ifadesini içeren
447
kelime bulundu...
a'lem
Daha iyi bilen. En iyi bilen.
Yarık dudaklı.
Alâmetli, belirtili.
acaib-i seb'a-i alem / acaib-i seb'a-i âlem
Dünyanın yedi harikası.
acaib-i seb'a-i meşhure
Dünyanın yedi harikası.
acibe / acîbe
Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici, şaşılacak şey.
acibe-i san'at / acîbe-i san'at
San'atın acipliği, harikalığı.
acip tevafuk
Harika, şaşırtıcı uygunluk, denk düşme.
adab-ı tarikat / âdâb-ı tarikat
Tarikat kaideleri, âdâbları.
ade / âde
Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ: Harikulâde, alelâde, fevkalâde.
adiyat / âdiyat
(Tekili: Âdi) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti bilinmeyen hâdiseler.
Kıymetsiz şeyler.
agel
Sarık.
Sarık.
ahmed-i faruki / ahmed-i fârukî
(Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfı
ahreb
Çok harap, perişan, yıkık.
Kulağı yarık kimse.
Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlayan oniki şekilden herbiri.
ahun
Delik, yarık. Lağam.
(Farsça)
aktab
(Tekili: Kutb) Kutublar. Hak tarikatların reisleri, şahları.
aktab-ı aşıkin / aktâb-ı âşıkîn
Allah'a âşık tarikat şeyhleri, kutupları.
alem
Bayrak.
Nişan, işâret.
Özel isim.
Mc:Yüksek dağ.
Büyük âlim.
Üst dudakta olan yarık.
amaim / amâim
(Tekili: İmâme) Sarıklar, imâmeler.
amame / amâme
Sarık. Ammâme. Başa sarılan ve sünnet-i seniyye olan kisve.
Sarık.
Sarık.
aren
Davar ayağında olan kuru kemre.
Yarık.
Bir nesne yumuşak olmak.
asb
Bağlamak.
Sağlam olarak dürmek.
İmâme, sarık.
Yemen'de yapılır bir nevi kumaş.
Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi.
Kurumak.
Kızarmak.
Sarmaşık.
Sargı, bağ.
Mendil.
atid
Tedarik olunmuş. Hazır ve müheyya.
Günah ve sevabları yazan melek.
atrak
(Tekili: Târık) Gecegelen seyyahlar.
atruk
(Tekili: Tarik) Tarikler, yollar.
avca
(Müe.) Eğri. Şaşı.
Yay. Kavs.
Arık, zayıf deve.
ayin / âyin
Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi
ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn
Görerek bilme.
Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
ba'l
(Çoğulu: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı.
Karıkocadan herbiri.
Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer.
Hayret.
Zaaf, zayıflık.
babayan
(Tekili: Baba) Tarikat babaları, şeyhleri. Bektaşi şeyhleri.
(Farsça)
barika / bârika
(Çoğulu: Berâik) Üzerine biraz yağ dökülmüş olan süt.
(Çoğulu: Bevârık) Parıltı. Parıldayan.
batın / bâtın
Bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratan ve işleten Allah.
batıniyye
Kur'an-ı Kerim'deki âyetlerin ve hadis-i şeriflerin zâhir ve âşikâr mânalarından ayrılarak, usûlsüz ve yanlış te'viller ile âyet ve hadislerin gizli ve sırlı mânalarını bulmak iddiasında olan sapık bir tarikat ve buna bağlı olanlar.Esasen âyet ve hadislerin ince, derin ve küllî mânalarını tefsir ve
bayramiyye
Hacı Bayram-ı Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında Ankara'da kurulan bir tarikattır.
bedaat-i harika / bedâat-i harika
Harika, olağanüstü güzellik.
bedayi'
Harika özellikler.
bedayi-i san'at
San'atın harikaları, eşsiz ve benzersiz ürünleri.
bedevi / bedevî
Çölde yaşayan. Göçebe. Medeni olmayan ve şehir hayatı yaşamıyan.
Seyyid Ahmed-i Bedevî nâmındaki büyük bir zâtın tarikatı ve onun mensubu olan.
bediüzzaman / bedîüzzaman / بديع الزمان
Zamanın harikası ve en mükemmeli
Zamanın harikası.
bektaşi / bektaşî / bektâşî
Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimse.
Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimse.
Bektâşîlik tarikatından olan kimse.
bektaşilik / bektâşîlik
Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.
berin
Pek yüksek, en yüce.
(Farsça)
Yarık, yırtık, delik.
(Farsça)
berzah tariki
Tarikat berzahı; tarikat geçidi, aralığı.
bevarik
(Tekili: Bârika) Şimşek ve yıldırım parıltıları.
Parıltılar, gözleri kamaştırıcı olan şeyler.
bid'at-üz zaman
Zamanın bid'ası. Yeni çıkan harikulâde şey. Zamanın acib ve garibi.
bidatüzzaman / bidâtüzzaman
Zamanın görülmemiş ve harika olanı.
bıtrik
(Çoğulu: Betârika) Reis.
Emir.
Çavuş.
bürufe
Mendil.
(Farsça)
Sarık.
(Farsça)
Kuşak, bel kuşağı. Forma.
(Farsça)
buulet
Zevciyet. Karıkocalık.
İmtinâ ve red ve muhalefet etmek.
ca'feriyye
Caferî tarikatı.
çaçele
Postal, ayakkabı, çarık, pabuç.
(Farsça)
çak / çâk
Yarık, çatlak, yırtmaç.
(Farsça)
Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri.
(Farsça)
Sabah vakti beyazlığı.
(Farsça)
Küçük pencere.
(Farsça)
Hazır. Amâde.
(Farsça)
Yarık, yırtık.
Yırtmaç.
Çatlak, yarık.
camiiyet ve harikiyet-i lafziye / câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye
Sözün harikalığı ve kapsamlılığı.
camiiyet-i harika / câmiiyet-i harika
Harika kapsamlılık.
çaruğ
Çarık.
(Farsça)
celvetiye
Eskiden mevcud bir tarikat ismi.
cemiyet-i nakşiye
Nakşibendi tarîkatına bağlı topluluk.
cer
Yarık, çatlak.
(Farsça)
cevadd
(Tekili: Câdde) Caddeler, büyük ve işler yollar, tarikler.
cevaz
Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma.
Yol, tarik ve meslek.
cevir
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
cevşen-i kebir / cevşen-i kebîr
Büyük zırh. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) vahiyle gelen en azîm ve en mühim bir münâcâtın ismidir. Bu harika münâcât, mârifetullahda terakki eden bütün âriflerin münâcâtının fevkindedir. Bin hâsiyeti olan ve bin Esmâ-i Hüsnâ'yı içine alan emsalsiz bir münâcât-ı Peygamberiyedir.
cezalet-i nazmiye
Kur'an-ı Kerim'deki kelime ve harflerin harika bir ahenk ve münâsebet ile nazm ve tertibindeki cezâlet.
cihazat-ı acibe / cihâzât-ı acîbe
Şaşırtıcı, harika cihazlar, âletler.
dahi
Eşine ender rastlanır, hârikulâde zekâ, fatanet ve hikmet sâhibi.
dahiye / dâhiye
Hârikulâde zekâ ve fetanet sahibi.
Âfet, belâ, musibet. Kazâ. Emr-i azîm. Büyük iş ve hâdise.
dahiye-i hilkat / dâhiye-i hilkat
Yaratılış harikası.
Yaradılıştan dâhi olan. Hârika.
dail
Arık, zayıf, küçük hacimli.
davy
Arıklık.
Zayıflık.
deha-i fenni / deha-i fennî
Fen ve dünyevi ilimlerde çok ileri görüşlülük ve harika zekâlı olmak.
derviş / dervîş / درویش
Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlı kimse.
Yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.
Yoksul.
(Farsça)
Tarikat şeyhine bağlı mürit.
(Farsça)
desatir-i tarikat / desâtir-i tarikat
Tarikat düsturları, prensipleri.
destar / destâr / دستار
Sarık, imâme, başa sarılan tülbent.
(Farsça)
Sarık.
(Farsça)
destarbend
Sarık saran, sarıklı.
(Farsça)
disam
Şişe ağzına konulan tıpa.
Yaraya bağlanan bez.
Kulak içine sokulan şey.
Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
dübbe
Yol, tarik.
dümme
Arap oyunlarından bir oyun ismi.
Yol, tarik.
düzd
(Çoğulu: Düzdân) Sârık, hırsız.
(Farsça)
ef'al-i acibe-i ilahiye / ef'âl-i acîbe-i ilâhiye
Cenab-ı Allah'ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri.
ehl
Sahip, malik,
Maharetli, usta.
Bİr yerde oturan.
Karıkocadan herbiri.
ehl-i cezbe ve ehl-i istiğrak
Tarikat ve tasavvuf ehlinden olup zikir ve ibadetle kendinden geçip dünyayı unutanlar.
ehl-i ilim ve tarikat
İlim sahibi ve bir tarikata bağlı olan kimseler.
ehl-i süluk / ehl-i sülûk
Tarikat yolunda yürüyenler.
ehl-i tarik
Tarikata mensup olanlar.
ehl-i tarikat / ehl-i tarîkat
Tarikata mensup olanlar.
ehl-i tarikat ve hakikat
Tarikata mensup olanlar ve hakikat mesleğinde olanlar.
ehl-i tarikat ve velayet / ehl-i tarîkat ve velâyet
Tarikata mensup olanlar, tasavvufla ilgilenenler ve Allah dostları, velîler.
ehl-i tasavvuf
Tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler.
ehl-i tekke
Tekkeye giden ve oradaki zikirleri yapan kişiler; Osmanlı döneminde, sadece tasavvuf ve tarikat eğitimi verilen tekkelerde mânevî ilim tahsil edenler.
ehl-i turuk
Tarikatlere mensup olanlar.
ehlitarik
Tarikat adamı.
ehlitarikat
Tarikata bağlı olan.
ehun
Toprakta meydana gelen delik, yarık.
(Farsça)
enha
(Tekili: Nahv) Nahvlar, taraflar, canibler, cihetler, yanlar.
Yollar, tarikler.
enva-ı acaip / envâ-ı acaip
Mükemmel, harika türler, mahluklar.
erbab-ı tarikat
Kendini tarikata, tasavvufa verenler.
ersusa
Şeair-i İslâmiyeden olan ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılan kavuk, büyük sarık.
ervah-ı harika
Harika ruhlar, üstün ruhlar.
esas-ı tarikat
Tarikatın temeli, kökü.
eser-i bedia / eser-i bedîa
Benzersiz, harika eser.
eşhas-ı harika
Harika, olağanüstü şahıslar.
eşka
En şaki, haydut, eşkiya, katı-üt tarik.
esma-i fatır / esmâ-i fâtır
Herşeyi yoktan ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah'ın isimleri.
eşrem
Burnu yirik.
Üst dudağı yarık olan.
etrika
(Tekili: Tarik) Tarikler, yollar, caddeler.
Sebepler, vesileler, vasıtalar.
Maişeti te'min etmek için tutulan meslekler, geçinmek için yapılan işler.
evrad-ı tarikat / evrâd-ı tarikat
Tarikatların virdleri, zikirleri.
evsat-ı mufassal / evsât-ı mufassal
Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.
ezell
Kurtla sırtlandan doğan hayvan.
Oturak yerinin iki yanları arık ve yeyni olan.
farık / fârık
(Fârıka) Tefrik eden, farkeden, ayıran. Ayrılmasına, farkolunmasına sebeb olan alâmet.
fatır / fâtır
Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. Hârika üstün san'atiyle yaratan. Halkedici Allah (C.C.)
fatır-ı alim / fâtır-ı alîm
Herşeyi bilen ve harika üstün san'atıyla yaratan, sonsuz ilim sahibi Allah.
fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal
Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı hakim-i zülcemal / fâtır-ı hakîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı kerim / fâtır-ı kerîm
Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi hârika, eşsiz sanatıyla yaratan Allah.
fatır-ı kerim-i zülcemal / fâtır-ı kerîm-i zülcemâl
Sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah.
fatr
Bir şeye başlamak.
İcab eylemek.
Yarık, çatlak.
Yarmak.
Yaratmak.
Oruç tutanın orucunu açması.
fay
Arazide meydana gelen ve bir tarafı yüksek, bir tarafı alçak olan büyük yarık.
(Fransızca)
fecc
(Çoğulu: Ficâc) Açık yer. İki dağ arasındaki geniş yol. Tarik-i vâsi'.
felha
(Çoğulu: Eflâh-Felhâ) Alt dudakta yarık olması.
fenafirresul
(Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Hassaten, sünnî olan tarikat mensubuna göre Hz. Peygamber'in (A.S.M.) rivayet yolu ile nakledilen hadisleri ile beraber hareketlerini benimsemek ve O'na en küçük mes'elede aykırı hareke
fenafişşeyh / fenâfişşeyh
Tarikatlerde müridin şeyhine, onda fâni olacak şekilde bağlanması.
ferc / فرج
Yarık, çatlak. Korkulacak yer.
Ud yeri. Dişi tenasül âleti.
Aralık, yarık, çatlak.
Dişilerde üreme organı, avret.
Yarık, dişi tenasül uzvu.
Yarık.
(Arapça)
Vajina.
(Arapça)
ferce
Gamdan ve tasadan kurtulmak.
Kurtuluş.
Şiddetten kurtulmak.
Yarık, şak.
Girecek yer, medhal.
Açıklık, ferahlık.
fülc
(Çoğulu: Füluc) Fevz ve zafer.
Yarık.
fülu' / fülû'
Yarıklar.
fürce / فُرْجَه
Girecek yer, yarık.
İki şey arasındaki açıklık, yarık.
füruc
Çatlaklık, yarık.
Geçit, kapı.
Boşluk.
Ayıp, kusur.
futur
(Tekili: Fatır) Yarıklar. Çatlaklar.
garaib / garâib
Gariplik; alışılmışın dışında, harika olan.
garaib-i hilkat
Yaratılış harikaları.
garaib-i nukuş
Nakışlardaki harikâlıklar.
garaib-i san'at
Sanatın gariplikleri, hârikalıkları.
garibeler
Garip, şaşırtıcı, harika şeyler.
geylani / geylanî
Seyyid Abdulkadir-i Geylanî, Gavs-ül A'zam, Gavs, Kutub gibi mecâzi nâm ile bilinen bu zât (Hi: 470-561) yılları arasında yaşamış ve Kadirî Tarikatının müessisidir. Müteaddid müridlerinden bir çoğu sonradan veli olarak meşhurdurlar. Derslerinin te'siriyle birçok Hristiyan ve Museviler Müslüman olmuş
habbe
Yol, tarik.
hadisat-ı i'caziye / hâdisât-ı i'câziye
Mu'cize olaylar, harika haller.
hadise-i mu'cizekarane / hâdise-i mu'cizekârâne
Mu'cizeli olay, olağanüstü , harika olay.
hak tarikatler / hak tarîkatler
Ehl-i sünnet anlayışını benimseyen, İslam'ın temel esaslarını uygulayan ve mânevî bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarîkatler.
hakayık-ı seb'a
Yedi hakikat. Fatiha suresinin yedi âyeti. İmanın altı şartı ve İslâmiyet ile yedi olan mühim hakikatlar. Kur'an-ı Kerim'in yedi vechile hârika olması gibi hakikatlar.
hakikat-i tarikat
Tarikatin özü, tarikatle ulaşılan hakikat ve eşyanın gerçeği.
halveti / halvetî
Gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.
Halvete müteallik, halvetle alakalı.
İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı.
Halvetiye Tarikatından olan kimse.
hanık
(Hunk. dan) Boğucu, boğan.
Küçük dar yarık ve sokak.
harami
Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut.
hareket-i dahil / hareket-i dâhil
Tar: Kanuni Sultan Süleyman zamanında Süleymaniye medreselerinin binasından sonra onikiye çıkarılan tarik-i tedris (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir ünvandır.
harık / hârık
Harika.
harık-ı ade / hârık-ı âde
Âdeti yırtan, âdetin dışarısında, hârikulâde.
harik-zede / harîk-zede
(Çoğulu: Harikzedegân) Yangından zarar görmüş kişi. Evi ve eşyaları yanmış kimse.
(Farsça)
harika / hârika / خارقه
Harika.
(Arapça)
harika-asa / harika-âsâ
Harika.
harika-i beşeriye
İnsanlık harikası.
harika-i fıtrat
Yaratılış harikası.
harika-i hakikat / hârika-i hakikat
Hakikat hârikası, varlıkların ardındaki gerçeğe ulaşmada hârika olan.
harika-i hikmet / hârika-i hikmet
Hikmet harikası.
harika-i hikmet-i rabbaniye / harika-i hikmet-i rabbâniye
Rab olan Allah'ın hikmet harikası.
harika-i ilmiye
İlimdeki harikalığı, mükemmelliği.
harika-i kudret
Allah'ın kudret harikası.
harika-i san'at
San'at harikası.
harika-i san'at-ı halıkane / harika-i san'at-ı hâlıkane
Allah'ın yarattığı san'at harikası.
harika-i zaman
Zamanın harikası.
harika-i zamani / harika-i zamanî
Zamanın harikası, eşsiz olanı.
harika-nüma / harika-nümâ
Harika gösteren.
harika-pişe / hârika-pişe / hârika-pîşe
Hârikalı. Hârika işler yapan.
(Farsça)
Hârika işler yapan.
harikanüma / hârikanümâ
Harikalı.
Harika gösteren.
harikapişe / hârikapîşe
Harika eserler yapan.
harikat / hârikat
(Tekili: Hârika) Şaşılacak şeyler, hârikalar. İnsanda hayret uyandıran şeyler.
harikavi / hârikavî
Harika cinsinden, harika gibi.
harikıyet
Harikalık.
hark
Yarma. Yırtma.
Su akacak yarık yer.
haşimi / haşimî
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) kabilesinden, O'nun sülâlesinden gelen.
Bir tarikat şubesinde olan.
hassa-i farika
Ayırıcı özellik. Vasf-ı fârık. Bir şeyi diğerinden ayıran hususiyet.
hatme-i hacegan / hatme-i hâcegân
Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları.
(Farsça)
Nakşî tarikatına mensup olanların dua ve zikirlerini birlikte okuyup bitirmeleri.
hatme-i nakşiye
Nakşî tarikatında belli kurallar çerçevesinde topluca icra edilen bir zikir ve dua biçimi.
havarık / havârık
(Tekili: Hârika) Acib ve garip olan hâdise. İnsanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler.
Okun nişanı delerek öbür tarafından çıkıp gitmesi.
Harikalar.
Harikalar.
havarik / havârik / خوارق
Harikalar, olağanüstü haller.
Harikalar.
(Arapça)
havarık-ı ade / havarık-ı âde
Fevkalâde olaylar, hârika hâdiseler.
havarık-ı beşeriye / havârık-ı beşeriye
İnsanlık harikaları.
havarık-ı iktidar / havârık-ı iktidar
Kudret harikaları.
havarık-ı kudret / havârık-ı kudret
Kudret harikaları.
havarık-ı medeniyet / havârık-ı medeniyet
Medeniyet harikaları.
havarık-ı rahmet / havârık-ı rahmet
Rahmet harikaları.
havarık-ı san'at / havârık-ı san'at
Sanat harikaları.
havarık-ı sun'iye / havârık-ı sun'iye
San'at harikaları.
havarık-ı zahire
Gözle görülebilen harikalar.
havye
Tıb: Yaranın etrafındaki kabarık etler.
hevb
Yol, tarik.
Ateş alevi.
Karışık sözlü kimse.
hezil / hezîl
Zayıf, arık. Bitkin.
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hiss-i sadis / hiss-i sâdis
Altıncı hiss, altıncı duygu. (Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman. Bir hiss-i sâdis, tarik-ı iman. Fikr ile dimağ, bekçi-i iman) (Lemaat. dan)
hoppa
Herşeye girişen hafif mizaçlı çocuk tabiatında olan kimse. Yersiz davranışlarda bulunan, dilediğince davranan kişi. Delişmen, şımarık.
horasani / horasanî
Horasana ait. Horasanlı.
(Farsça)
Sarıktan daha büyük görünen hoca kavuğu.
(Farsça)
hüdüb
(Çoğulu: Ehdâb) Sarık.
Kirpik, müjgân.
Havlu, el silmeye mahsus pamuklu bez.
Minder kenarında olan püskül.
hudud
(Tekili: Hadd) Yanaklar.
Cemâatler.
Yeri kazmalar. Yeri yarık etmeler.
Çiçek yaprakları.
humret
Utanma duygusundan dolayı yanaklarda oluşan kızarıklık; utanma.
hüve'l-batın / hüve'l-bâtın
O Bâtındır; bütün varlıkların içyüzlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işleten ve herşeyin iç âlemine hükmeden Allah'tır.
hüzul
Arıklık, bitkinlik, zayıflık.
i'timam
(İtimam) Başına sarık sarmak.
Ortalık yeşillenmek.
Miğfer giymek.
iale
Çoluk çocuğun nafakasını te'min etme. Evlâd u iyâlin maişetini tedarik etme.
İyali çoğalmak, çoluk çocuğu artmak.
ibabe
Yol, tarik.
ibrik
(Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
İyi ve parlak kılıç.
icaz-ı harika / îcâz-ı harika
Harika bir icâz, vecizli bir ifade.
iftal
Dağınık.
(Farsça)
Yırtık, aralık, yarık.
(Farsça)
ihevat
(Tekili: İhve) Samimi ve sâdık arkadaşlar. Candan dostlar.
Tarikat arkadaşları.
ihfik
Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar, çatlaklıklar.
ihvan
( kelimesinin cem'i) Kardeşler. Eş, dost.
Sâdık arkadaşlar.
Aynı mezheb veya tarikata mensub olanlar.
Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.
ihvan-ı tarikat
Bir tarikata mensup kardeşler.
iktidar-ı bedi
Eşsiz, harika güç, harika bir işi yapabilme kudreti.
ilbas-ı hırka
Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
ılgam
Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi göüren yer. Serap, pusarık.
ılgımsalgım
Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda, buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi görünen yer. Serap, pusarık.
ilm-i tarikat
Tarikat, tasavvuf ilmi.
ilm-i tasavvuf ve tarikat
İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yolun ilmi; tarikat ve tasavvuf ilmi.
ilmiye kıyafeti
İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin
ilmiye ricali
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
imame / imâme
İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh.
Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık.
Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.
Sarık, tesbih başı.
Sarık.
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
imkan-ı örfi / imkân-ı örfî
Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi.
imlisi / imlisî
Hırsız, sârık.
inşirak
Çatlama, yarılma, ayrılma. Yarık olma. Parlama.
inşiram
Yarık yarık olma.
irhas / irhâs
Bir peygamberden, peygamberliği bildirilmeden önce meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
irhasat / irhâsât
Hayırlı işlerle uğraşmak.
Sağlam şey.
Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika hâller, belirtiler.
Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri.
irhasat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden evvel meydana gelen ve peygamber olacağına işaret eden harika haller, belirtiler.
irşad-ı i'cazkarane / irşad-ı i'câzkârâne
Harika bir tarzda irşad edip doğru yolu gösterme.
ısabe
(Çoğulu: Asâib) Cemaat, topluluk.
Tıb: Yaraları sarmakta kullanılan bağ, yara bantı.
Başa sarılan ve şeâir-i İslâmiyeden olan sarık.
işarat-ı harika-i aleviye
Hz. Peygamberden (a.s.m.) aldığı derse binaen Hz. Ali'nin (r.a.) harika işaretleri.
ism-i batın / ism-i bâtın
Allah'ın, bütün varlıkların iç yüzünü ve özellikle canlıların içlerini mükemmel bir fabrikanın harika makineleri gibi yaratıp işlettiğini gösteren ismi.
istidrac / istidrâc
Kâfir ve fâsıklarda görülen hârikulâde, olağanüstü haller.
Derece derece yükselmeyi istemek.
Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika.
izhar-ı harika
Harika bir şeyi ortaya koyma, gösterme.
kabiliyet-i harika
Harika kabiliyet.
kadiri / kadirî
Abdülkadir-i Geylanî Hazretlerinin yolunda olan, onun tarikatına mensub. olan.
Abdülkadir Geylanî tarikatından olan.
kàdiri / kàdirî
Şeyh Abdulkadir-i Geylânî'nin kurduğu tarîkata mensup olan.
kalah
Diş sarılığı.
Sarık uzunluğu.
kalensüve
Üzerine sarık sarılarak başa giyilen külâh.
Mantarın başlığı, tablası.
kamilü't-tarikati'l-aliyye ve'l-müceddidiyye halid-i zülcenaheyn / kâmilü't-tarikati'l-âliyye ve'l-müceddidiyye hâlid-i zülcenâheyn
Müceddid ve yüksek tarikat sahibi olan Halid-i Zülcenaheyn.
kele'
Ayakta olan yarıklar.
Kir.
keramet / kerâmet
Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.
keramet-i ilmiye
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet.
İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübe
kevr
Devretmek, dönmek.
Sarık sarmak. Tülbend sarmak.
Bir yerde toplanmış olan develer.
Çokluk, bolluk, ziyadelik.
Mukül dedikleri darı cinsi.
kezame
(Çoğulu: Kezâyim) İki kuyu arasındaki yarıklar ve delikler. (Su birinden birene akar).
Terazi iplerinin kendinde toplandığı halka.
kıdde
Tarikat.
Bölük.
kuzha
(Çoğulu: Kuzeh) Yol, tarik.
lass
(Çoğulu: Lüsus-Elsâs) Hırsız, sârık.
luss
(Çoğulu: Lüsus-Elsâs) Hırsız, sârık.
lüsus
(Tekili: Luss) Hırsızlar, sârıklar.
mahlukat-ı acibe / mahlûkat-ı acibe
Şaşırtıcı mahlûklar, harika yaratıklar, varlıklar.
mahrec
Çıkacak yer.
Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.
Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda)
Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.)
Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye v
mahşer-i acaib / mahşer-i acâib
Herkesi hayrete sevkeden toplanma. Veya toplanma yeri.
Hayret edilecek harika şeylerin bulunduğu yer.
measir / meâsir
Harika işler, unutulmaz olaylar.
medar-ı taayyüş
Maişet tedarikine sebeb olan, geçim vesilesi.
medarik / medârik
Tedârik edilen, toplanan bilgiler.
medrec
(Çoğulu: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven.
Meslek.
Tarikat.
Dar yol. Dağ yolu.
mefrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer.
mehrak
(Çoğulu: Mehârik) Sahife, sayfa.
mehzul
Düşkün. Zayıf. Arık.
melami / melamî / melâmî
Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan.
Hükema-i Kelbiyyun.
Melami adındaki tarikata mensub olan.
Kınanmış, melamilik tarikatından olan.
melamilik / melâmîlik
Kendini kınamayı esas alan bir tarikat.
melamiyyun
(Tekili: Melamî) Melamî tarikatından olanlar.
menasim
(Tekili: Mensim) Yollar, tarikler, meslekler.
Alâmetler, izler, eserler, nişânlar.
menfez / منفذ
Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer.
Nüfuz etme yeri, delik, yarık, giriş veya çıkış yolu.
(Arapça)
mensim
(Çoğulu: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser.
Yol, tarik.
Deve tırnağı.
meş'ab
Yol, tarik.
meşaviz / meşavîz
(Tekili: Mişvâz) Sarıklar.
mesele-i tarikat
Tarikat meselesi.
meşkuk
Yarılmış. Yarık.
meşlah
Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise.
meslek-i velayet / meslek-i velâyet
Tarikat ve tasavvuf ehlinin takip ettikleri yol, yöntem.
meslut
Mağlub. Yenilmiş.
Zayıf, cılız, arık.
meşra'
Yol. Rah. Tarik.
Su oluğu.
mevali / mevalî
Efendiler.
Azad edilmiş köleler.
Azad edenler.
Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler.
Dost ve komşular.
Yardımcılar.
mevhun
Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse.
mevlana celaleddin-i rumi
Hi: 672 de Belh'de doğdu. Konya'ya geldi ve yerleşti. Mühim eseri Farsça ve manzum yazdığı Mesnevi'sidir. İkişer mısralı kafiyeli şekilde olduğundan bu isim verilmiştir. Mevlevi Tarikatının piri ve serefrâzıdır.
mevlevi / mevlevî
Mevlevîlik tarikatına mensup kimse.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman.
Mevlânanın tarikatından olan.
mevlevi-misal / mevlevî-misâl
Mevlevîlik tarîkatına mensup olan ve Allah aşkıyla kendi etraflarında dönenler gibi.
mevlevi-vari / mevlevi-vâri / mevlevî-vâri
Mevlevî tarikatı mensuplarının cezbe halinde, Allah aşkıyla kendinden geçerek dönmeleri gibi.
Mevlevîlik tarikatına mensup kimselerin döndüğü gibi.
mevleviler / mevlevîler
Mevlevî tarikatına bağlı olanlar.
mevleviyyet
Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak.
Mollalık.
Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş.
Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil bakan kadı. "Mevâli" de denir.
mevr
Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.
Suyun yeryüzüne yayılması.
Hayvanlardan yün almak.
Yol, tarik.
Toz, gubar.
Rücu etmek, döndürmek.
mevrid
Varılan yer. Vasıl yeri.
Cadde. Yol. Tarik.
mezbul
Solmuş çiçek.
Zayıf, arık ve zebun olmuş olan.
mifrak
(Çoğulu: Mefârik) Başın ortası (saçın bölük olduğu yerdir.)
mihrak
(Çoğulu: Mehârik) Ağaç kılıç.
Yırtıp parçalayacak âlet.
minkar-ı meşkuk
Kırlangıç ve çobanaldatan gibi gagaları kısa ve çok yarık olan kuşlar.
minşakka
Yarık, çukur, oyuk.
mişvaz
Sarık.
mıtrak
(Çoğulu: Metârık) Sopa, değnek.
Tokmak.
Mızrak.
Çekiç.
mizrak
(Çoğulu: Mezârık) Harbe, kısa kılınç.
mu'cem
İ'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı.
Hadis şeyhlerinin herbirisi.
Harf-ı heca sırasına konularak, her birisinin tarikından müellife kadar gelen rivayetleri toplayan kitaba denir.
mu'cizat / mu'cizât
Mu'cizeler. Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler.
Mûcizeler. Allahü teâlânın peygamberlerine, peygamberliklerini isbât etmeleri için ihsân etmiş olduğu hârikulâde yâni âdet dışı (olağan üstü) hâller. Mûcize kelimesinin çokluk şeklidir.
mu'cize
Peygamberlerden aleyhimüsselâm peygamberliklerine delil olarak Allahü teâlânın izniyle meydana gelen hârikulâde (olağanüstü) haller.
İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise.
Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından peygamberlerin hakkaniyetine ait bir tasdiktir. Sahih hadislerle mu'cizeler haber verilmiş ve tesbit edilmiştir.
mu'cize-i harika-i kudret
İlahî kudretin harika mu'cizesi.
muammem
Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan.
mucize / mûcize
İnsanların yapamadığı harikalar.
müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr
Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)
muhakkıkin-i ehl-i tarikat / muhakkıkîn-i ehl-i tarikat
Tarikata mensup olanlardan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler.
muharrak
(Harik. den) Yakışmış, yanmış. Tahrik olunmuş.
muhter
Yol, tarik.
münselik
(Silk. den) Bir yola girip orada giden. Bir tarikata girmiş. Bir meslek tutmuş.
mürid / mürîd / مُر۪يدْ
İrade eden, istiyen.
Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.
İsteyen, tarikata girip şeyhe bağlanan.
Tarîkate giren.
müridane / müridâne
Tarikata girmiş gibi. Aşk ve incizabla istiyerek, mürid gibi dua ederek.
(Farsça)
mürşid
(Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.
mutasavvıf
Tasavvuf ehli olan, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimse.
Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan.
Tarikat adamı.
mutasavvife
Tarikatta ilerleyen.
mutasavvıfin
Tarikatta ilerleyenler.
mütedarik
(Derk. den) Tedârik eden, hazırlıyan.
Yetişip ulaşan.
müteverrim
(Çoğulu: Müteverrimin) (Verem. den) Kabarık, şiş. Şişiren.
Verem olmuş, veremli. Verem illetine giriftar olan.
müzeyyin
Süsleyen, her eserini harika nakışlarla süsleyen Allah.
nabiga
(Çoğulu: Nevabig) Şanı, şöhreti büyük adam. ulu, şerefli kimse.
Sonradan şâir olan.
Üstün zekâlı hârika ve çok fasih kimse.
nadire-i hikmet
Hikmetin az bulunan harikası.
nahafet
Zayıflık, arıklık, cılızlık.
nahif
Çelimsiz, zayıf, ince. Arık.
nahil
(Nâhile) Zayıf, arık, ince.
nakil
Yol, tarik.
Bir yürüme çeşidi.
nakş-bendi / nakş-bendî
Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha
(Farsça)
nakşi / nakşî
Şah-ı Nakşibend tarafından kurulan tarikata mensup olan kimse.
Nakşibendi tarikatına mensub olan.
nakş–bendi / nakş–bendî
Bir tarikat, bu tarikatı kuran zat.
naz
Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık.
(Farsça)
Beğendirmek maksadiyle kendini ağır satmak.
(Farsça)
Celb-i muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet.
(Farsça)
Yalvarma, rica.
(Farsça)
nazdar
Nazlı. Naz yapan. Şımarık.
(Farsça)
Meşhur bir cins lâle.
(Farsça)
nazenin
İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı
(Farsça)
necmeddin-i kübra
(Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et
nefha
Üfürmek. Üfürük.
Şişmek.
Kabarık olan.
nehec
(Çoğulu: Menâhic) Yol, tarik.
İstikâmet.
nemat
(Çoğulu: Enmut-Nimât) Usul, tarz.
Yol, tarik.
Örtü, ihram.
Topluluk, insan cemaati.
Döşek yüzü, yatak yüzü.
nemreka
(Çoğulu: Nemârık) Yastık.
nevadir-i hilkat / nevâdir-i hilkat
Nadir yaratılışta olan; yaratılış harikası.
nihle
Cenab-ı Hakk'ın ihsanı. Atıyye.
Millet.
Yol. Tarik.
Diyânet. Mezheb.
niyazi-i mısri / niyazi-i mısrî
(Mi: 1618 - 1694) Malatya'nın Soğanlı köyünde doğdu. Şâir ve tasavvufçu olup Halvetî tarikatının Niyaziye veya Mısriye şubesini kurmuştur. Mısır'da Câmi-ül-Ezher'de tahsil gördü. 1646'da İstanbul'a döndü ve Sokollu Mehmed Paşa Medresesinde irşada başladı. Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale-i Ha
nizam-ı bedi / nizam-ı bedî
Eşsiz olan harika sistem, düzen.
nizar
Zayıf, arık, düşkün, bitkin.
nizaret
Zayıflık, arıklık.
(Farsça)
nuhul
Zayıflık, arıklık.
nühul
Arık, zayıf olmak.
Arılar. Bal arıları.
nukuş-u bedayikarane / nukuş-u bedayikârâne
Eşsiz ve benzersiz şekildeki harika nakışlar.
nümruk
(Çoğulu: Nemârık-Nemârıka) Yüz yastığı.
numruka
(Çoğulu: Nemarik) Küçük yastık.
paleng
Postal. Çarık.
(Farsça)
paleng-i fersude
Eski çarık.
payan
Kenar, son nihayet, uç.
(Farsça)
Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi.
(Farsça)
Akıbet.
(Farsça)
pir / pîr / پير
Yaşlı, ihtiyar.
(Farsça)
Reis.
(Farsça)
Bir tarikatın kurucusu.
(Farsça)
Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi.
(Farsça)
Yaşlı.
(Farsça)
Tarikat kurucusu.
(Farsça)
rabıta-i şeyh
Tarikat-ı Nakşiyede, müridin hayalen şeyhinin huzurunda kendini tasavvur etmesine denir.
rahne / رخنه
Gedik, yarık. Gemilerin bordalarında veya su kesimlerinin altında mermi isabetiyle veya herhangi bir te'sirle açılan delikler, yarıklar.
(Farsça)
Yara.
(Farsça)
Bozukluk. Zarar.
(Farsça)
Yarık, gedik.
(Farsça)
Bozukluk.
(Farsça)
risale-i harika
Harika risale.
risale-i harika ve camia / risale-i harika ve câmia
Harika ve pek çok özelliği üzerinde barındıran risale.
rufai / rufaî
Rufailik diye bilinen bir tarikatı kuran, bu tarikattan olan.
rüfai / rüfaî
Ahmed-i Rüfaî tarikatına mensub.
sada'
Kasd ve teveccüh eyleme.
Bir şeyi âşikâre söylemek.
Mevkiine tevcih ve isabet ettirmek.
Kat'etmek.
İzhar ve beyan etmek.
Yarık ve çatlak. Bir şeyi ikiye yarmak.
sahibü't-tac
Taç sahibi, sarık sahibi Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
said
Yukarıdaki temiz toprak, pislikten uzak pâk toprak. Yeryüzü.
Yol, tarik.
Mezar, kabir.
Yüksek.
Yukarı çıkan.
şakika
(Çoğulu: Şakayık) Yarım baş ağrısı.
Ana - baba bir olan kız kardeş. Öz kız kardeş.
Çatlak, yarık.
şakile
Yol. Tarik. Meslek.
Yaradılış. Tıynet. Seciye. Mizac. Bir kimsenin yaratılışının temel hususiyeti.
şakk / شق
Yarık, çatlak. Yarılma, çatlama.
Yırtma. Kırma.
Yarık, yarılma, yarma.
Yarık, çatlak.
(Arapça)
salibe
Ayakları yarık olan kadın.
salik / sâlik / سالك
(Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden.
Bir tarikat yolunda olan.
Bir yola bağlı olan, bir yolu takip eden, bir tarikata girip hidayet yolunu takip eden, mürid.
Tarikat mensubu.
(Arapça)
salikan / sâlikân
(Tekili: Sâlik) Sâlikler. Bir tarikata girmiş veya bir şeyhe bağlanmış kimseler.
san'at-ı bedi / san'at-ı bedî
Eşsiz, güzel ve harika san'at.
san'at-ı harika / san'at-ı hârika
Hârika san'at.
saray-ı vücud
Bin kubbeli harika bir saraya benzetilen insan vücudu.
sarib
Yol, tarik.
sarık / sârık
(Sârıka) Çalan, hırsızlık yapan. Hırsız.
sarik
(Bak: Sârık)
şarik
(Çoğulu: Şevârık) Güneş.
Parlak cisim.
şarıka
(Çoğulu: Şevârık) Aydınlık, nur, ziya, ışık.
şazeli / şazelî / şâzelî
(Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b
Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.
searir
Bir ot cinsi.
Burun içinde olan yarık.
şecaat-i harika
Harika yiğitlik, cesurluk.
şeft-alu / şeft-alû
Yarık erik. Şeftali.
(Farsça)
semerat-ı harika / semerât-ı harika
Harika meyveler.
senen
Yol, tarik.
sereka
İpeğin gayet iyisi.
Beyaz ipek.
(Tekili: Sârik) Hırsızlar.
şerka'
Kulağı uzunlamasına yarık olan koyun.
serpuş
Başa giyilen başı örten külâh, takke, sarık.
(Farsça)
serupay
Tas: Dervişin, tarikat ve mevlevihâne ile bağını kesmek.
(Farsça)
sevad-ı a'zam
Büyük şehir.
Mekke-i Mükerreme.
İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha
şevakil
(Tekili: Şâkile) Tarikler, yollar. Mezhebler, tarikatlar, meslekler. Şâkileler.
şevarık
(Tekili: Şârıka) Nurlar, aydınlıklar. Parlaklıklar.
şeyh / شيخ / شَيْخْ
Bir tarîkatın kurucusu veya başı.
Yaşlı adam.
Bir kabilenin ileri geleni. Kabile reisi.
Tarikatta müridlerin reisi.
Pir, tarikat önderi, ihtiyar.
Yaşlı, ihtiyar.
(Arapça)
Tarikat şeyhi.
(Arapça)
Tarîkat reisi.
seyr ü süluk
Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme.
seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî
Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü.
sidad
Şişe tıpası. Yarık kapatacak şey.
şikaf / şikâf
(Şikâften: "Yarmak" mastarından) Yarık, yırtık, çatlak.
(Farsça)
Kelime sonuna gelerek "yırtıcı, yırtan" mânâsına kullanılır. Meselâ: Ciğer-şikâf : Ciğer parçalayan.
(Farsça)
فﺎﮑﺵ
(Farsça)
Yarık.
(Farsça)
Yaran.
(Farsça)
silk
Dizi, sıra.
Yol, tarik.
İplik, hayt.
sinan-i ümmi
(Vefatı: Hi: 1075) Halveti Tarikatı Yiğitbaşı kolu ileri gelenlerinden olup Kutb-ül Meâni adında Türkçe mensur bir eseri ile matbu ve müretteb bir divanı vardır. Muhammed Sinan-ı Ümmi, Konya vilâyeti dahilinde Elmalı'dan olup orada dâr-ı bekaya hicret etmiştir. (R. Aleyh) (Osmanlı Müellifleri sh: 18
sir
Yarık. Delik.
Balık yahnisi.
sırr-ı tarikat
Tarikatın sırrı.
sofi / sofî
Ehl-i tasavvuf. Riyazet ve nefisle mücahede ile hakikate ermeğe çalışan. Tarikata mensub, mânevi kemâlât için çalışan.
Yanıltıcı, safsatacı.
Tasavvuf ehli, tarikat mensubu.
Tarikat adamı, tesavvuf ehli.
sofi meşrep / sofî meşrep
Tasavvuf yolunda giden, tarikat ehli.
sofi-meşrep / sofî-meşrep
Tasavvuf ve tarikat tarzını esas alan.
sofiler / sofîler
Tasavvuf ehli, tarikat mensubu olanlar.
sofiye meşrebi
Tarikat yoluyla mânevî derecelere yükselme gayretinde olan tasavvuf ehlinin takip ettikleri yol, tarz.
şukuk
(Tekili: Şakk) Çatlaklar, yarıklar.
sultan reşad
(Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi.
süluk / sülûk / سلوک
(Silk. den) Belli bir gruba girme. Bir yolu takib etme. Bir tarikata bağlanma. Mânevi terakki mertebelerinde devam etme.
Yola girme.
(Arapça)
Tarikata girme.
(Arapça)
süluk-ü tarikat / sülûk-ü tarikat
Tarikat yoluna girme; nefsi düzeltmek ve vuslata erişmek amacıyla tasavvuf yoluna girme, mânevî yolculuğa çıkma.
sümmet-tedarik
Sonradan, başka yerlerden tedarik edilmiş olan. Sonradan düşünülmüş, uydurulmuş.
sünusi / sünusî
(Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy
sürcuce
Tabiat.
Tarikat.
sure-i azime-i harika / sûre-i azîme-i hârika
Harika olan büyük sûre.
sürrak
(Tekili: Sârik) Hırsızlar, sârikler.
taammüm
Umumileşme. Umumi olma.
(İmame. den) Sarık sarma.
(Amm. den) Amca olma. Birisini "amca" diye çağırma.
tac
Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık.
Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame.
Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık.
Kuşların başındaki
taraik
(Tekili: Tarikat) Tarikatlar, meslekler.
tarik / tarîk / طریق
Yol.
(Arapça)
Yöntem.
(Arapça)
Meslek.
(Arapça)
Tarikat.
(Arapça)
tarik-i cehir / tarîk-i cehir
Açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat.
tarik-i cehri / tarîk-i cehrî
Açık olarak ve yüksek sesle zikir yapan tarikat. (Kadirî gibi)
tarik-i cehriye / tarîk-i cehriye / طَرِيقِ جَهْرِيَه
Açık olarak ve yüksek sesle zikir eden tarikat.
Allah'ı açıktan zikri esas alan tarikat.
tarik-i hafa / tarîk-i hafâ
Gizli olarak zikir yapılan tarikat.
tarik-i nakşi / tarîk-i nakşî
Nakşî tarikatı; Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.
Nakşibendî tarikati.
tarik-i nakşibendi / tarîk-i nakşibendî
Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat.
tarikat-ı ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tarikatı olan sünnet yolu.
tarikat-ı aliye-i nakşiyye / tarîkat-ı aliye-i nakşiyye
Mânevî derecesi yüksek olan Nakşî tarikatı.
tarikat-i sünusiye / tarikat-i sünûsiye
Sünûsi tarikatı.
tarikatçılık / tarîkatçılık
Tarikat faaliyeti yürütme veya herhangi bir tarikata taraftar olma.
tarikatçilik / tarîkatçilik
Tarîkata mensup, üye olma.
tasavvuf
Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak.
Kalbi dünyadan arındırma yolu, tarikat.
tavarık
(Tekili: Târika) Gece gelen belâlar.
tayalis
(Tekili: Taylasân) Başa ve boyna sarılan şallar.
Başa sarılan sarıkların omuzlar üzerine salıverilen uçları.
tayyibat / tayyibât
(Tekili: Tayyibe) Bütün güzel sözler, güzel mânalar, harika güzel cemaller.
Bütün kâinat yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-i Hüsnâ'nın cilveleri.
teammüm
İmame sarmak, sarık sarmak.
Umumileşmek.
techiz
Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma.
Fık: Cenazenin yıkanmasından defnetmeğe kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik etme.
techiz-i meyyit
Ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen ve sair ihtiyaçları tedarik edilerek hazırlanması.
tedarük
(Tedârik) Ele geçirmek. Edinmek. Hazırlamak.
Araştırıp bulmak.
Ardı ardına erişip katılmak ve tevâli etmek.
tekke
Tarikat ehlinin zikir ve ibadet ettiği yer, dergâh.
Zikir yeri, tarikat evi.
tekvir
Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak.
Toplamak. Cemolmak.
Başa sarık sarmak.
terak
Yarık, çatlak.
(Farsça)
Gürültü, çatırdı.
(Farsça)
tertib
(Çoğulu: Tertibât) Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koymak.
Tedarik edip hazır ve müheyya kılmak.
Bir şeyi bir yere sabit ve pâyidar kılmak.
Mertebelere göre davranmak.
Hile ile aldatma.
ticani / ticanî
Kuzey Afrikada, hicri 1200 tarihlerinde Ahmed Ticanî adında bir şahıs tarafından kurulan bir tarikattır.
ticani meselesi / ticanî meselesi
Ticanî tarikati konusu.
tılsım-ı kur'ani / tılsım-ı kur'ânî
Harika sonuçlar doğuran Kur'ân hakikatleri; Kur'ân'ın gayet tesirli, derin hakikatleri.
turuk / turûk / طُرُقْ
(Tekili: Tarîk) Yollar, tarikler. Meslekler. Usuller.
Aygırlanmak.
Tarikler, yollar, usuller.
Tarîkatler.
turuk-u cehriye
Zikirlerini açıktan ve sesli olarak yapan tarikatlar, Kàdirîlik gibi.
turuk-u evliya / turuk-u evliyâ / طُرُوقُ اَوْلِيَا
Velilerin gittiği yollar, tarikatlar.
turuk-u hafiye
Zikirlerini gizli ve sessiz yapan tarikatlar, Nakşibendîlik gibi.
turuk-u hafiyye
Gizli tarikler, yollar, tarikatlar. Gizli zikir yapan tarikatlar.
uhdud / uhdûd
(Çoğulu: Ahâdid) Çukur.
Uzun hat.
Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak.
Hendek.
Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz.
Hendek, yarık.
uhkuk
Yarık, hendek.
ümmet
Cemaat, kavim, taife.
Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye.
Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat.
Bir dille konuşan millet.
Arkasına düşülecek bir cemaat veya tarikat.
ümmi sinan
(Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa'lı olduğu nakledilir. Karaman'lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)
vaziyet-i harika
Harika bir durum.
vehhabi / vehhabî
Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i Teymiye'ye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye ismi verirler.
velayet-i kübra / velâyet-i kübrâ
Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)
En büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik.
veşia
(Çoğulu: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç.
Tarikat.
ya musavviri! / yâ musavvirî!
Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!.
yed-i beyza / yed-i beyzâ
Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
yunus emre
(Vefat Mi: 1320) Porsuk Nehri'nin Sakarya'ya döküldüğü yere yakın Sarıköy'de doğduğu söylenir. Tasavvufî halk edebiyatının veli şâiri olan Yunus Emre, yaşadığı devirde halk tabakasını irşad ve tenvir etmiştir. Bir çok memleketleri ve bu arada Konya, Şam ve Azerbeycan'ı dolaştı. Konya'da Mevlâna ile
zat-ı zihavarık / zât-ı zîhavârık
Harikalar sahibi zât.
zela'
Ayağın altında ve üstünde; elin ise arkasında olan yarık.
zevceteyn / زوجتين
Karıkoca.
(Arapça)
zevceyn / زوجين
Karıkoca.
(Arapça)
zevk-i tarikat
Tarikat ve tasavvuf dairesindeki mânevî zevk.
zevreka
(Çoğulu: Zevrak-Zevârik) Ölçek.
Küçük gemi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
ram olmak
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
cenab-ı rabbü'l-alemin hazretleri
bey'
malay
gark
çarh
fiğar
merda'
ahbab
zerrat-ı kainat
tab
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
arık
beklemek
Hilal
Yalan
riyaze
Teyze
ahşap
alemi
uş
Kelime