LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te amat ifadesini içeren 46 kelime bulundu...

ahmed-i faruki / ahmed-i fârukî

  • (Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfı

azam

  • (Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
  • Öfke, hiddet.
  • Kıskançlık.

behme

  • (Çoğulu: Bühüm, bihâm; Cem'ul Cem: Bihâmât) Kuzu. Oğlak. Buzağı.
  • Keçi otu.

damad / dâmâd / داماد

  • Damat, güveyi. (Farsça)

devletlü utufetlü

  • Vezirlere, müşirlere, padişah damatlarına verilen ünvan.

ezame

  • (Çoğulu: Ezamât) Hışım ve gadap etmek. Kızmak, hiddetlenmek.

fassad / fassâd / فصاد

  • Hacamat yapan. (Arapça)

garamet

  • (Çoğulu: Garâmât) Diyet ve borç gibi şeyleri ödeme. Resim, vergi.

gulgul

  • Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele.
  • Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.

hacamat / hacâmat / حجامت

  • Hacâmat bıçağı denilen bir âletle, vücûdun deriye yakın damarlarını keserek kan alma. Kan almaya fasd da denir.
  • Kan alma. (Arapça)
  • Hacamat yapmak: Kan almak. (Arapça)

hacamet / hacâmet / حجامت

  • (Hacamat) Tıb: Vücudun bir tarafından kan aldırmak.
  • Kan alma, hacamat. (Arapça)

haccam / haccâm / حجام

  • Hacamat eden, kan alan.
  • Hacamatçı. (Arapça)

halaluş

  • Kavga, döğüş, şamata, gürültü. (Farsça)

hariri / harîrî

  • Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

haten

  • (Çoğulu: Ahtân) Kadın tarafından olan kimseler. (Baba, kardeş ve emmi gibi)
  • Araplar, damat mânasına kullanırlar.

hateneyn

  • İki dâmât; Resûlullah efendimizin iki mübârek dâmâdı olan hazret-i Osman ile hazret-i Ali.

hatn

  • Damat.
  • Sünnet etme.

hengame / hengâme

  • Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata. (Farsça)

hilaş

  • Gürültü, kavga, patırtı, şamata. (Farsça)

huruş

  • Coşma. Gürültü. şamata. Telâş. (Farsça)

huruşan / hurûşân

  • Coşmalar, şamatalar.

hutun

  • (Hutunet) Evlenme, tezevvüc, teehhül.
  • Damatlık, damat olma.

i'lamat-ı şer'iye mümeyyizi

  • Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi.

içgüvey

  • (İçgüveyi, içgüveysi) Kayınpederinin evine alınan dâmat. Karısı tarafının evinde oturan dâmat. (Türkçe)

ıshar

  • (Sıhriyyet. den) Akrabalık, yakınlık, kurbiyet, sıhriyet. Damat olma. Damat edinme.
  • Ulaşmak.
  • Erimek.

kamtarir

  • (Bak: KAMATIR)

makame

  • (Çoğulu: Makamât) Meclis.
  • Topluluk, cemaat, cemiyet, kalabalık.
  • Nutuk tarzında söylenen sözler.

mehacim

  • (Tekili: Mihcem) Hacamat şişeleri.
  • Çekip emmeye yarayan âletler.

mendeb

  • Tehlike. Ölüm.
  • Gürültü ve şamata ile ağlama.

mihcem

  • (Çoğulu: Mehâcim) Hacamat şişesi.
  • Çekip emmeğe mahsus âlet.

muhasama

  • (Muhasamet) (Çoğulu: Muhâsamât) Muhalefet. İki taraf arasındaki düşmanlık. Birbiri ile çekişmek. Birbirine husumet etmek.

mütevelvil

  • İşi velveleye boğan. Gürültü ve şamata yapan.

nağme

  • (Çoğulu: Nağamât) Ahenk, güzel ses, âvaz, ezgi, teganni.

nakia

  • (Çoğulu: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek.
  • Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun.
  • Damat için hazırlanan yemek.
  • Ziyafet.

neame

  • (Çoğulu: Neâm-Neamât) Deve kuşu.
  • Cemaat.
  • Gölgelik, gölgelenecek yer.

nevşe

  • Genç hükümdar. (Farsça)
  • Yeni damat. (Farsça)

ra'd

  • Gök gürültüsü.
  • Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
  • Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)

regzen / رگ زن

  • Hacamatçı. (Farsça)

şemate / şemâte / شماطه

  • Şamata. (Arapça)

şematet / şemâtet

  • Kuru gürültü. şamata.
  • Kuru gürültü, şamata.

sıhr

  • Damat yahut enişte.
  • Huk: Karı-kocadan biri ile diğerinin kan hısımları arasındaki akrabalık.

sılame

  • (Çoğulu: Sılâmât) Bölük, cemaat, topluluk, fırka.

şur

  • Tuzlu, kekremsi. (Farsça)
  • şamata, gürültü. (Farsça)

şur-engiz

  • Gürültü çıkaran, şamata yapan. (Farsça)

taaccüc

  • Şamata, gürültü, patırtı.

velvele

  • Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.
  • Gürültü, patırtı, şamata.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın