Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
amak
ifadesini içeren
1358
kelime bulundu...
ab-dest
Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir.
(Farsça)
Azarlama, paylama.
(Farsça)
abdest
Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.
abra
Bir değiş-tokuşta üste verilen şey.
Teraziyi ayarlamak için hafif gelen kefesine konulan ağırlık.
abt
Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak.
Kazılmamış yeri kazmak.
Yarmak.
acz
Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak.
Zarardan korunmak gücünün olmaması.
Bir şeyin geri tarafı.
adab / âdâb
Edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak. Müfredi (tekili) edeb'dir.
add
Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.
adem-i abesiyyet
Abes olmayış. Faydasız ve boş olmamak.
adem-i iştigal
Meşgul olmamak, ilgilenmemek.
adem-i ittifak
İttifaksızlık, birlik oluşturmamak.
adem-i kabul
İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek, göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i mutlak.
adem-i müraat-ı ahkam / adem-i mürâât-ı ahkâm
İslâmın hükümlerine uymamak.
adem-i tahayyüz
Hacimsiz, yer ile bağlı olmamak.
Boşlukta yer kaplamamak. Mekândan münezzeh oluş. Yer ile bağlı olmamak. Hacmi olmayış.
adem-i takayyüd
Kayıtsızlık. Bir şeye bağlı olmayış. Kıymet vermemek. Üzerine almamak.
adv
Yelmek. Seğirtmek.
Hazırlamak.
afazi / afazî
Tıb: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı halde, fikri kelime ile anlatamamak hâli.
(Fransızca)
afv
Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.
ah u enin
Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder.
ahdi bozmak
Sözünde durmamak.
ahilik
Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin
ahiyane
Damak.
(Farsça)
Tıb: Boğaz.
(Farsça)
Beyin kemiği.
(Farsça)
akar
Köşk, yüksek bina.
Bâbil vilayetinde bir yer adı.
Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak.
Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.
akd / عقد
Düğümleme, bağlama.
(Arapça)
Nikah.
(Arapça)
Kararlaştırma.
(Arapça)
Kurma.
(Arapça)
Akdedilmek:
Yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
(Arapça)
Akdetmek/eylemek:
Yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yap
(Arapça)
akl
Sürmek.
Ölmek.
İp ile bağlamak.
aks
Boynuzu eğri ve kayık olmak.
Bağlamak.
Dövmek.
Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek.
Saçını kıvırcık göstermek.
Bahillik etmek.
(Çoğulu: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters.
Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi.
Döndürmek.
Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak.
Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.
<
albora
İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması.
Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması.
Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması.
amir / âmir
Büyük me'mur. Emreden, iş gösteren.
Huk: Bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir filli yapmaya veya yapmamaya zorlayan ve bu tehdidi yapmaya muktedir olan kimse.
anarşi
yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu.
ankebut suresi
Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)
arkes
Cem'etmek, toplamak.
as'ase
(Is'as) Yönelme. Arka çevirme.
Gece karanlığı gelmeğe başlamak veya gitmek.
Bulutun yere yakın olması.
asb
Bağlamak.
Sağlam olarak dürmek.
İmâme, sarık.
Yemen'de yapılır bir nevi kumaş.
Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi.
Kurumak.
Kızarmak.
Sarmaşık.
Sargı, bağ.
Mendil.
aşevi
Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.
askere
Şiddet.
Asker hazırlamak.
asy
Yaşamak.
Kocamak, ihtiyarlamak.
atban
Tek ayak üstüne sıçramak.
Davarın üç ayak üstüne yürümesi.
atebat
(Tekili: Atebe) Eşikler, basamaklar.
İranlıların mukaddes ziyaret yeri.
atebe
(Çoğulu: Atebât) Basamak, eşik.
ateh / عته
Bunama.
(Arapça)
Ateh getirmek:
Bunamak.
(Arapça)
atfetmek
Meyletmek. Sevgi beslemek.
Gr: Mânâyı birbirine bağlamak.
ayc
Razı olmamak.
Tasdik edip inanmamak.
Menfaatlenmemek, faydalanmamak.
azl
(Azel) Levmetmek, kınamak. Azarlamak.
bahal
Malını kimseye vermeyip saklamak.
bahş / بخش
Bağışlayan.
(Farsça)
Bahş edilmek:
(Farsça)
Bağışlanmak.
(Farsça)
Verilmek.
(Farsça)
Bahş etmek:
(Farsça)
Bağışlamak.
(Farsça)
Vermek.
(Farsça)
barbaros
Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir
barikat
Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel.
(Fransızca)
bas'
Cem' etmek, toplamak.
baskül
Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet.
(Fransızca)
bast
Genişlemek, açmak, yaymak.
Bir şeye el uzatmak.
Sevindirmek.
Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak.
Özür kabul etmek.
Kaplamak.
Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"
bast-ı özür etmek
Bir hata işleyerek başkalarına da nümune olmak, aynı hatayı işlemelerine zemin hazırlamak.
batıl
Hakikatsız, hurafe. Hak ve doğru olmayan, yalan. Şartlarını yapmamakla kabul olmayan ibadet ve muâmele. Meselâ: Bir özür bulunmaksızın taharetsiz kılınan namaz gibi.
bed'
Bed' etmek:
Başlamak.
beht / بهت
Şaşkınlık.
(Arapça)
Behte uğramak:
Şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.
(Arapça)
bekà-yı istiklaliyet / bekà-yı istiklâliyet
Bağımsızlığın devamını sağlamak.
bekamet
Dilsizlik, dili olmamaklık.
berat-ı cibayet
Vergi, icâre ve resim gibi vakfa veyahut da hazineye ait olan paraları toplamak salâhiyetini veren vesika.
beray-ı istikbal / berây-ı istikbâl
Karşılamak için.
berhayat / berhayât / برحيات
Hayatta olan, sağ.
(Farsça - Arapça)
Berhayât bulunmak:
Yaşamak, hayatta olmak.
(Farsça - Arapça)
berike
Yırtmak. Paralamak.
Un helvası.
berkaş
Nakşetmek, nakışlamak.
berser-zeden
Başa kakmak, azarlamak.
(Farsça)
besk
Tükürmek.
Uzamak.
Büyümek.
beyan / beyân / بيان
Açık olmak, açıklamak, bildirmek. Konuşma, yazma, anlama, anlatma, ifâde etme.
Açıklama, ifade etme, dile getirme.
(Arapça)
Beyân edilmek:
Açıklanmak, dile getirilmek.
(Arapça)
Beyân etmek:
Açıklamak, dile getirmek.
(Arapça)
beyan etmek
Açıklamak, izah etmek.
beyincik
Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.
bezeven
Sıçramak.
bi-emani / bî-emanî
Emin olmamak. Emniyetsizlik.
bicu / bicû
( Custen : Aramak) mastarının emir köküne "bi" eklenerek yapılmıştır. Ara, bul mânasında emirdir.
(Custen: Aramak) mastarının emir köküne "bi" eklenerek yapılmıştır. Ara, bul meâlinde emirdir.
bıgye
Azgınlık.
Sıçramak.
borç
Geri verilmek niyetiyle ihtiyaç sahiplerine verilen para. Müslümanlıkta faizle borç vermek haramdır, günahtır. Borcunu ödiyemiyecek durumda onların borçlarını bağışlamak veya sonraya bırakmak sevaptır. Borcunu ödeyebilecek durumda olanlar da borçlarını zamanında ödemelidirler. Ödeyemiyecek olanlar d
büfe
İçinde sofra takımı konulan dolap.
(Fransızca)
Davetlileri ağırlamak için çeşitli yiyecek ve içeceklerin hazır bulundurulduğu masa.
(Fransızca)
İstasyon lokantası.
(Fransızca)
Sigara, kibrit, gazete, sandviç v.s. satılan yer.
(Fransızca)
büluc
Zâhir olmak, gözükmek. Parlamak, ruşen olmak.
butlan
Haksızlık. Bâtıl olma. Boş ve abes olmak. Hak olmamak.
buyiden
Koklamak, koku almak.
(Farsça)
büyüklenmek
Kendini büyük görmek, büyüklük taslamak. (Kötü huylardan biridir, günahtır.)
(Türkçe)
ca'l
Yaratmak, halk.
Almak.
İş işlemek. Yapmak.
Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim
ca'v
Deve ve koyun tersini toplamak.
cahil
Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)
çal
İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.
çarmıh
Suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç.
cebr / جبر
Zorlama.
(Arapça)
Cebir.
(Arapça)
Cebr etmek:
Zorlamak.
(Arapça)
cehd / جهد
Çalışma, çabalama.
(Arapça)
Cehd etmek:
Çalışıp çabalamak.
(Arapça)
cehl
İlimsizlik, bilgisizlik, dînî bilgilerden haberi olmamak.
cela' / celâ'
Gurbete düşmek, memleketinden ayrı olmak. Şehrinden ve meskeninden çıkmak.
Başkalarını çıkarmak.
Açık haber.
Ruşen olmak, parlamak.
celal / celâl
Allahü teâlânın kahr ve gazab sıfatlarından. Azamet, büyüklük, ululuk, hiçbir şeye muhtâç olmamak.
cell
(Çoğulu: Cülûl) Yerden birşey toplamak.
Gemi yelkeni.
Yaşlı olmak.
Kadr ve mertebesi büyük olmak.
Celil, büyük, ulu.
cem etmek
Toplamak.
cem' / جمع
Toplama.
(Arapça)
Çoğul.
(Arapça)
Cem' edilmek:
Toplanılmak.
(Arapça)
Cem' etmek:
Toplamak, derlemek, bir araya getirmek.
(Arapça)
cem'an
Bir yere toplamak suretiyle, toplanmış olarak.
cemal / cemâl
Güzellik.
Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
Zât, yüz.
Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.
cena
Yemiş toplamak.
Cem'etmek, toplamak.
cerbeze
İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.
cerh / جرح
Yara.
Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak.
Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek.
Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek.
Şahid, yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkemede hâkimin şâhidin şehâdetini reddetmesi.
Kesb u kâ
Yaralama.
(Arapça)
Çürütme.
(Arapça)
Cerh edilmek:
(Arapça)
Yaralanmak.
(Arapça)
Çürütülmek.
(Arapça)
Cerh etmek:
(Arapça)
Yaralamak.
(Arapça)
Çürütmek.
(Arapça)
cerh ve ta'dil / cerh ve ta'dîl
Hadîs ilmine âit iki ıstılah (terim). Cerh, yaralamak. Bir hadîs âliminin, bâzı sebeplerle râvînin (hadîs rivâyet eden kimsenin) rivâyetini (naklini) reddetmesi. Ta'dîl, düzeltmek. Bir hadîs âliminin, bir râvinin rivâyetinin kabûl edilebileceğini açı klaması.
cerh-i amud / cerh-i amûd
Bir kimseyi her ne ile olursa olsun, haksız olarak kasden yaralamak.
cerhetmek
Yaralamak. Herhangi bir meseleyi hak ve hakikatle çürütmek. Yanlış veya yalanını bulup hurafe ve bâtıl olduğunu isbât edip herhangi bir kimsenin veya cereyanın fikrini kabul etmemek.
Yaralamak, çürütmek.
cesaret-i medeniye
Her türlü baskılara karşı çekinmeden hakikatı söylemek. Müsbet harekette korkmamak. Haklı olduğu bir mes'elede korku göstermemek. İçtimai münasebetlerde girişkenlik.
cesten
Atlamak, sıçramak. Kaçmak, kurtulmak. Atılmak.
(Farsça)
ceyeşan
Kaynamak.
Hışm etmek.
cibab
Car dedikleri kaftan.
Ağaç aşılamak. (Ekseri hurma ağacında kullanılır.)
cibave
Toplamak. Cem'etmek.
cibve
Toplamak. Cem'etmek.
cüdd
Cem'etmek, toplamak.
Yol üstünde olan kuyu.
cüma'
Toplamak. Cem'etmek.
cümle-i mu'terize
Cümlenin mânasını açıklamak için parantez içine yazılan cümle.
cürm-ü meşhud
Suç üzerinde suçluyu yakalamak. Görülen suç. (Suç üstü)
cürş
Yemen diyarında bir yerin adı.
Başı tırnakla taramak.
cuş
Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek.
(Farsça)
cüvad
Susamak.
cuyem
(Cüsten, aramak mastarından "arıyorum, ararım" mânasınadır.)
(Farsça)
cüz-i ihtiyar
Dilediği gibi hareket edebilme. Yani: Herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği. Bu serbestlik ile, Cenab-ı Hak insanları, iyiliği veya kötülüğü istemek cihetinde imtihan eder.
da'daa
Koyunu ve keçiyi çıkarıp sürmek.
Sallamak.
Bir kimseye "güzel dur" demek.
Miktarı çok olsun diye depretip çevirmek ve doldurmak.
da's
Titremek.
Zayıf olmak, zayıflamak.
da'va / da'vâ
Takib edilen fikir, iddia.
Bir kimsenin hakkını aramak üzere mahkemeye müracaat etmesi.
Hakkı olanın iddia etmesi. Kendini haklı görüp veya zannedip üstün fikirlilik iddia etmek.
Mes'ele.
İnat. Ayak diremek.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek.
dabr
Cemaat.
Yaban cevizi.
Sıçramak.
dabt
Hıfzetmek.
Cem'etmek, toplamak.
dağdağa
Gürültü. Iztırab. Boş yere telâş ve zorluklar.
Tereddüt etmek, karar verememek.
Gıcıklamak.
dahdaha
Yorulmak, yorultmak.
Yavaşlamak.
Muti etmek, emre itaat ettirmek.
Hor etmek.
dahrece
(Dıhrâc) Yuvarlamak.
dalgıç
Mercan, inci ve saire avlamak veya denizin dibine düşmüş olan şeyleri çıkarmak için denizin dibine dalmaya alışık adam.
(Türkçe)
Dalyarak / dalyarak
Dalyarak kelimesi Türkçe'de "sallamak" anlamına gelir.
Türkiye Türkçesinde dal-1 "sallamak" fiilinden türetilmiştir.
Dalyarak kelimesi tarihte bilinen ilk kez dallamak "sallamak, eliyle tartmak" TDK, Tarama Sözlüğü (1600 yılından önce) eserinde yer almıştır.
Dalyarak kelimesi Türkçe'de "Budalalığı yüzünden her zaman densizlik, küstahlık eden (kimse)." anlamına gelir.
damd
Yaranın üstüne bez bağlamak, merhem sürmek.
de'l
Aldatmak.
Ahdi bozmak, sözü tutmamak.
debl
Küçük eşek.
Toplamak, cem'etmek.
Islah etmek.
deha-i kudsi / deha-i kudsî
Dinin derin hakikatlarını anlamakta yüksek mahareti olan dehâ. Dinî dehâ.
dehdehe
Yuvarlamak, döndürmek.
dehn
Değnekle vurmak.
Yağmurun, yeri ıslatması.
Bir şeyi yağlamak.
Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek.
dehre
(Dahra) Testere gibi dişli ve eğri budama âleti. Bağ budamak için kullanılan testere gibi dişli olan bıçak.
(Farsça)
dehver
Cem'etmek, toplamak.
Lokmayı büyük yapmak.
dels
Karanlık, zulmet.
Bir şeyi saklamak, gizlemek.
Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti.
denaet
Alçaklık, çok fena hareket. Zillet, kötü mizac.
Asılsızlık, aslı olmamak.
deneycilik
(Ampirizm) Fels: İnsan zihninde mevcut her bilginin ve her düşüncenin kaynağı tecrübe (deney) olduğunu iddia eden felsefi görüş. Bu görüş, tecrübenin ehemmiyetini belirtirken aklın ve dinin rolünü inkâr ediyor. Tecrübe maddi dünyayı anlamak için gerekli ama, yeterli değildir. Tecrübe görüneni ve müş
derd-dest
Elde. Elde etmek, yakalamak, tutmak. Ahz.
Yapılmakta ve rüyet edilmekte olan.
derdest / دردست
Yakalama.
(Farsça)
El altında olma.
(Farsça)
Derdest edilmek:
Yakalanmak.
(Farsça)
Derdest etmek:
Yakalamak.
(Farsça)
derecat
(Tekili: Derece) Dereceler, basamaklar, kademeler, yükseklikler, mertebeler.
derece
(Çoğulu: Derecât) Yukarıya çıkacak basamak.
Dairenin bölündüğü dilim. 360 kısmın beheri ki, açıları ölçmeye yarar.
Termometrenin bölündüğü kısımların beheri. Mertebe, paye.
Miktar, rütbe.
dered
Ağızda diş olmamak.
derekat / derekât / دركات
Katlar.
(Arapça)
Basamaklar.
(Arapça)
dereke / دركه
Aşağı inen basamak. Aşağı mertebe.
Sıfırın altındaki derece. Düşüklük.
Kat.
(Arapça)
Basamak.
(Arapça)
derhatır / derhâtır / در خاطر
Hatırlama.
(Farsça - Arapça)
Hatırda tutma.
(Farsça - Arapça)
Derhâtır ettirmek:
Hatırlatmak, akla getirmek.
(Farsça - Arapça)
Derhâtır eylemek:
Hatırlamak.
(Farsça - Arapça)
derk / درک
En aşağı kat, her şeyin dibi. Aşağı inen basamak.
Anlamak.
Anlama, idrak etme.
(Arapça)
Alma.
(Arapça)
Derk etmek:
Anlamak, idrak etmek.
(Arapça)
derk etmek
Anlamak.
derketmek
Anlamak, kavramak.
Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak.
deveran
Dönüş, dolaşmak. Tedavül. Yerinde durmamak. Devretmek.
devf
Suda ıslamak.
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Misk ezmek.
deydenun
Toplamak.
Haslet, huy, âdet.
Oyun.
dihda
Yuvarlamak. Döndürmek.
dirase
Kitab okumak.
Elbiseyi eskitmek.
Gizli yol.
Harmanda buğday döğmek.
Uyuz olan deveyi katranlamak.
dü-dili / dü-dilî
Tereddüt, kararsızlık, neticeye varamamak.
(Farsça)
duçar / dûçâr / دچار
Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.
(Farsça)
Dûçâr etmek:
Uğratmak, müptela etmek.
(Farsça)
Dûçâr olmak:
Uğramak, müptela olmak.
(Farsça)
düçar-ı inkıta / düçar-ı inkıtâ
Düçar-ı inkıtâ olmak:
Kesintiye uğramak.
dükas
Uyuklamak.
dünyayı terketmek / dünyâyı terketmek
Bütün haram olan şeyler ile berâber, mübâhları da, yâni günâh olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zarûrî olan miktârını kullanmak.
Harâm ve şüpheli şeylerden kaçıp mübâhları kullanmak.
düvuk
Ahmaklık, hamâkat.
ebed
Ebedîlik. Zevalsizlik. Sonu olmamak.
ebkemi / ebkemî
Dilsizlik, dili olmamak.
(Farsça)
ecel-i kaza / ecel-i kazâ
Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.
efek
Sarfetmek, harcamak.
ehl-i idare ve zabıta
Şehir güvenliğini sağlamakla vazifeli bulunan idare, polis.
ekonomi
yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f
elb
Sürmek. Reddetmek.
Cem'etmek, toplamak.
emevi devleti
Dört halife devrinden sonra devlet idaresi Beni Ümeyye hanedanına geçmiştir. Buna nisbetle bu devlete "Emevi Devleti" adı verilmiştir. (Mi: 661-750) seneleri arası Emevi Devletinin saltanat devresidir. Muâviye bin Ebi Süfyan'dan başlamak üzere 14 halife gelip geçmiştir. Son halife Muhammed bin Merva
emr-i ademi / emr-i ademî
Olması mümkün olan birşeyin sebeblerinden bir veya birkaçını yapmamakla o şeyin olmamasına sebep olmak.
emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker
Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi
enb
Horlamak, tahkir etmek. Ayıplamak.
enuşa
Mecusi mezhebi.
(Farsça)
Sevinç, sürur, neş'e.
(Farsça)
Adalet, âdillik, doğruluk, hakdan ayrılmamaklık.
(Farsça)
erş
Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet.
Fışkırmak.
Tırmalamak.
Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.
esr
Esir etmek.
Muhkem bağlamak.
Takviye etmek.
Göbeğinde illeti olan.
evagi
(Tekili: Agıye) Bahçe, tarla ve bostanları sulamak için açılan arklar, su akıtılacak yerler.
eysar
Çadır eteğini kazığa bağlamakta kullanılan kısa ipler.
Ot.
ezel
Başlangıcı olmamak, öncesizlik.
fahs
Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme.
Ayırtmak.
Bahsetmek.
Seyirtmek.
Sıçramak.
fakd
Bulunmamak, bir şeyi kaybetmek. Belirsiz olmak.
Talebetmek, istemek.
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
faraziye
(Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu
farz
Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
Takdir veya beyan eylemek.
Bir şeyi delmek, gedik açmak.
Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
Addet
fasaha
Ruşen olmak, parlamak.
Hâlis olmak.
fatiha / fâtiha
Bir şeyin başlangıcı, ibtidası.
Mübaşeret. Başlamak.
Karar vermek.
Bir duânın sonunda veya duâya başlarken Fâtiha Suresini okumayı hatırlatan ifade.
Kur'an-ı Kerim'in birinci suresi.
fatr
Bir şeye başlamak.
İcab eylemek.
Yarık, çatlak.
Yarmak.
Yaratmak.
Oruç tutanın orucunu açması.
feda / fedâ / فدا
Yoluna can koyma.
(Arapça)
Kurban.
(Arapça)
Uğruna verme.
(Arapça)
Fedâ edilmek:
(Arapça)
Uğruna harcanmak.
(Arapça)
Kurban edilmek.
(Arapça)
Fedâ etmek:
(Arapça)
Uğruna harcamak.
(Arapça)
Kurban etmek.
(Arapça)
fedm
Ahmak, bön, kalın kafalı, budala.
Yaşamak.
Yaşlanmak, ihtiyarlamak.
Yorulmuş, sakil kimse.
fehha
Uyku içinde horlamak.
Çağırmak.
fehm / فهم
Anlama.
(Arapça)
Fehm eylemek:
Anlamak.
(Arapça)
fehmetmek
Anlamak.
Anlamak.
fehs
Diliyle elini yalamak.
fell
(Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
Yaralamak.
Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
Kılınç yüzündeki açılan gedik.
Susuz kır yer.
Güruh, cemaat.
Muvakkat delilik.
fely
Bit toplamak.
Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
Kesmek.
Kılıç ile vurmak.
ferr
Kaçmak. Firar etmek.
Davarın yaşını anlamak için dişini görmek.
ferraş
Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenl
fers
Dağıtmak. Saçmak.
Ciğer parçalamak.
Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak.
Atın pisliği. Fışkı.
Yırtmak.
Parçalamak.
Katletmek, öldürmek.
Boyunlamak.
fesr
Beyan etmek, açıklamak.
Tabibin suya bakması.
fetanet / fetânet
Fatinlik, zihin açıklığı, zihnin yaratılıştan bir şeyi çabuk ve iyi anlamak hususundaki istidadı, zeyreklik.
feth-i meyyit
Ölüm sebebini anlamak için cesedin açılarak muâyene edilmesi, otopsi.
fetk
Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek.
Yaralamak.
İnadetmek.
fetva emini
Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İ
fevh
Yaradan kan fışkırması.
Bolluk, genişlik.
Güzel kokunun yayılması.
Kaynamak.
feyh
Sıcağın şiddetlenmesi.
Koku yayılmak.
Kazan kaynamak.
Yara kanamak.
fidam
(Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç.
Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.
fıkh
Bilmek, anlamak. İslâmiyet'i bilmek. Dinde yapılması ve sakınılması lâzım gelen işleri bildiren ilim.
firaset
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
Yiğitlik.
fıtnat
Cibillî ve fıtrî ve âni anlamak ve idrak etmek.
Hikmet.
Zekâvet, basiret, tedbir, fatânet, zeyreklik. Fıtnet diye de okunur. (Zıddı: Gabâvet'tir.)
fizar
Ağlayıp inlemek. Sesli ağlamak.
(Farsça)
fükuk
Yaşamak.
Kocalmak, ihtiyarlamak.
Ayrılmak.
gabt
"Koyun semiz mi" diye el ile yoklamak.
gadr
Verdiği sözde durmamak.
Zulüm, haksızlık.
gala
Kaynamak.
galebe etmek
Gâlip gelip üstünlük sağlamak.
galeyan
Kaynayış. Çoşup taşmak. Yerinde duramamak.
Tuğyan ve azgınlık.
galk
Kapıyı kapamak, kapıyı kilitlemek.
gall
Girmek, sokmak, akmak.
Boynunu, elini zincir ile bağlamak.
Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
Ganimet malından hırsızlık etmek.
galle
Mahsul geliri. Ekin, irat, gelir.
Akarât kirası.
Hammaliye kirası.
Susamak.
gamt
Minnetsiz ve şükürsüz olmak.
Horlamak, hakir görmek.
gaşemşem
Şecaatinden kimseye baş eğmeyen.
Başını döndürüp yabana iltifat etmeyen.
Zulmedici.
Methi istediği gibi yapamamak.
gasl
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.
gasul
Su. Bir şey yıkamakta kullanılan su.
gatit
Horlamak.
gavs
Suya dalmak. Dalgıçlık.
Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
İyi anlamak.
Maslahata gayret ile girmek.
gaybet
Başka yerde bulunmak. Hazırda olmamak. Gıybet. Bir şeyin diğer bir şey içinde gaib olması.
gem vurmak
Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir.
gevar
Ark. Bahçeleri sulamak için çayırdan ufak bir arkla alının kol.
(Türkçe)
gevedan
Çoğunlukla Van, Hakkari ve Şırnak illerinde yaşamakta olan aşiretlerden birisi.
gir / gîr
(Giriften) "Tutmak, yakalamak" mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir.
(Farsça)
giryan / giryân / گریان
Ağlayan.
(Farsça)
Giryân etmek:
Ağlatmak.
(Farsça)
Giryân olmak:
Ağlamak.
(Farsça)
giryenak / giryenâk / گریه ناک
Ağlamaklı, ağlayan.
(Farsça)
gıyab
Görünmemek. Göz önünde olmamak.
Hazırda bulunmamak.
Bilinmeyen şeyler.
Arka. Arkasından.
gudüvv
Sabah vakti.
Sabahleyin bir şeye başlamak.
güngörmek
Mc: İkbal, refah, saadet, mutlu olarak yaşamak.
guss
Leîm, zayıf adam.
Bir şeyi beğenmeyip ayıplamak.
gusül
Bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.
güzel telakki etmek / güzel telâkki etmek
Güzel karşılayıp anlamak, kabullenmek.
habş
Cemetmek, toplamak.
hacb
İslâm mîrâs hukûkunda bir vârisi (hisse sâhibini) diğer bir vârisin bulunmasından dolayı kısmen veya tamâmen mîrastan menetmek. Bir vârisi mîrâstan kısmen (payının azalması şekliyle) mahrûm etmeğe hacb-i noksan, mîrastan hiç alamamak şeklinde mahrûm etmeğe hacb-i hirman denir.
hacr-ı tahrim / hacr-ı tahrîm
Haramı yasaklamak.
hadade
Hamâkat, ahmaklık.
hadis-i maktu' / hadîs-i maktû'
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.
hadis-i nefs / hadîs-i nefs
Kalbe gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce.
hadş
Kaşımak.
Tırmalamak.
hafr
Ahdinde durmamak.
Kiraya vermek.
hafy
Gizlemek.
Setretmek, örtmek.
İzhar etmek, görünmek.
Parlamak, yıldıramak.
hakb
Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip.
Tutulmak.
hakeme
(Çoğulu: Hakemât) Damak geminin halkası.
hakk-ul yakin / hakk-ul yakîn
(Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
hakkalyakin / hakkalyakîn
Bizzat yaşamak suretiyle, kesin bilgiye ulaşma.
hakkaniyet
Haktan ve doğruluktan ayrılmamak. Adalet üzere bulunmak. Adalet ve insaf ile lâzım olanı icra etmek.
hakke'l-yakin / hakke'l-yakîn
Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
hakku'l-yakin / hakku'l-yakîn
Hakke'l-yakîn. Bilgi ve marifet mertebelerinin en yükseği, bizzat yaşayarak elde edilen bilgi, gerçeğin özünü kavramak.
hakn
Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak.
Men etmek, engel olmak.
hakr
Cem etmek, toplamak.
hal'
Kaldırma. Kal' etme.
Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek.
Mansıb ve mesnetten ihraç etmek.
Elbise gibi şeyleri soymak.
Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek.
Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek.
halafet
Ahmaklık, hamâkat, budalalık.
hamş
Kaşımak.
Tırmalamak.
hane
Ev, mesken, beyt.
(Farsça)
Mat: Basamak, bölüm, göz.
(Farsça)
Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi.
(Farsça)
hanek
Ağzın tavanı, damak.
hangah
Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer.
(Farsça)
hanin / hanîn
Burun içinden ağlamak.
Burun içinden gülmek.
harc
Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
Vergi.
Çıkmak.
Yeni çıkan bulut.
Yemâme vilayetinde bir yer.
Ecir.
Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)
harhara
Uykuda horlamak.
Kedinin mırıldayışı.
İki dere arasındaki düzlük.
harir / harîr
Su akarken çağlamak.
Yel eserken fışıldamak.
Horuldamak.
hars
Tarla sürmek.
Maarif.
Mal toplamak, kazanmak.
Teftiş ve tedbir eylemek.
harş
Avlamak.
Kaşımak.
Kesbetmek, almak.
Tırmalamak.
hart
El ile ağacın yaprağını sağmak.
Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak.
Nikâh.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
hasis / hasîs
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya, eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni, zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde cimrilik eden.
hasr / حصر
Tahsis etme, ayırma, vakfetme, adama.
(Arapça)
Hasretmek:
Adamak, ayırmak, tahsis etmek.
(Arapça)
hasr-ı fikir
Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.
hasret
Özleyiş. İç çekme. Bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü.
hass
Zannetmek.
Silkmek.
Davarı kaşağılamak.
Közün üstünde birşey pişirmek.
Katletmek, öldürmek.
haşş
Kat'etmek, kesmek.
Toplamak, cem'etmek.
Davara ot vermek.
Ateş yakmak.
hatb
Odun toplamak.
hatem
Kırılmış olan şey.
Hayvanın çok yaşamaktan dolayı zayıf olması.
hatıra / hâtıra / خاطره
Hatıra, hatıra gelen.
(Arapça)
Hatıra getirmek:
Aklına getirmek, düşünmek.
(Arapça)
Hâtıra hutûr etmek:
Hatırlamak, anımsamak.
(Arapça)
hatm
Kırmak, ufalamak.
hatr
Ahdini bozmak, sözünde durmamak.
hatve
Basamak, mertebe.
havass-ı (hamse-i) zahire / havass-ı (hamse-i) zâhire
Zâhirî beş duygu: Tatmak, görmek, işitmek, koklamak, dokunup duymak.
havk
Ev süpürmek.
İhâta etmek, kaplamak.
havl
Güç. Kuvvet.
Muhit, etraf.
Yıl, sene.
Tahavvül, inkılâb.
Geçmek.
Bir hâlden bir hâle dönmek.
Rücu etmek.
Sıçramak.
Hile.
havz
Suya girme.
Sakınılacak işe girişmek.
Başlamak.
hayim
Suyu, tahmin ettiği yerlerde arayıp bulamamak.
Susuz, atşân.
hayk
Kaplamak.
haylulet
Yolu kapamak.
Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.
hays
Hayvan leşinin kokması.
Bir kimseyi aldatmak.
Sözde durmamak, ahid bozmak.
Fâsid olmak.
hazar
Sulh zamanı. Barış zamanı.
Bir kimsenin huzuru, yakını.
Mukim olmak. Yolcu olmamak.
hazb
Boyamak.
hazen
(Çoğulu: Hızân) Etin kokması.
Toplamak, cem'edip yığmak.
Gizlemek, saklamak.
hazk
Bağlamak.
hazm
Cem'etmek, toplamak.
Zaptetmek.
Kast etmek.
Bağlamak.
Yumuşak yüksek yer.
Sağlam re'y. Doğru ve kat'i karar.
Basiretle hareket etmek.
hebş
Cem'etmek, toplamak.
Kazanmak, kesbetmek.
hecr
Ayrılık, firak.
Tıb: Sayıklamak. Hezeyan.
Çok sıcak günlerde öğle vakti.
hecr-i cemil
Kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha, idare ve güzel ahlâk ile hüsn-i muhalefet etmek.
hedb
Meyve toplamak.
Davar sağmak.
heder / هدر
Yazık olma, boşa gitme.
(Arapça)
Heder etmek:
Yazık etmek, yitirmek, boşa harcamak.
(Arapça)
Heder olmak:
Yazık olmak, yitmek, kaybolmak.
(Arapça)
hedhed
Suâl etmek, sormak.
Ötmek.
Çocuk sallamak.
hedm
Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek.
Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa)
hefafe
Parlamak.
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
hels
Çok hayır.
Gizlemek, saklamak.
henin / henîn
Ağlamak.
henn
Ağlamak.
Ayıptan kinayedir.
herek
Asmaları, fidanları, fasulye gibi tırmanıcı nebatları bağlamak için yanlarına dikilen sırık, değnek.
herem
Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak.
Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri.
Geo: Mahrutî şekil, piramit.
hesm
Kaba yemek. Bütün bütün yutmak.
Kesmek.
Toplamak, cem'etmek.
hess
Dövmek.
Kırmak, ufalamak.
hetf
Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
heys
Atâ etmek, vermek, bağışlamak.
Hareket.
hezb
(Çoğulu: Hizâb-Ehazıb) Yağmur damlası birbiri ardınca damlamak.
hezimet / hezîmet / هزیمت
Bozgun.
(Arapça)
Hezîmete uğramak:
Bozguna uğramak.
(Arapça)
hezk
şiddetli gök gürültüsü.
Uçurmak.
Yuvarlamak.
hibe
Bağışlamak. Parasız ve karşılıksız vermek. Bağışlanan şey.
Hal ve şân.
hibe-name
Bir kimseye birşey hibe edip bağışlamak üzere yazılan kâğıt.
(Farsça)
hıbre
Tecrübe etmek, denemek, sınamak.
hıbve
(Çoğulu: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut.
Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak.
Bele takılan şey.
hicar
Aygır atın ön ayağını arka ayağının birisine sağlamak.
Devenin ayağını bileğinden semer ağacına bağladıkları ip.
hidae
(Çoğulu: Hıdâ') Dölengeç kuşu.
Sarfetmek, harcamak.
hıdk
Kesmek.
İhâta etmek, kaplamak, içine almak.
hiffet
Hafiflik.
Mc: Onurlu ve vakarlı olmamak. Temkinsizlik. Akılsızlık. Hoppalık.
hıfzıssıhha
(Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
hilaf-ı evla / hilâf-ı evlâ
Yapılması sevâb fakat yapmamakla günâha girilmeyen hareket.
hılal
(Çoğulu: Ahılle) Diş arasını ayıklamakta kullanılan nesne. Dostluk.
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hilm
Yumuşak huylu olmak, kızmamak. Gücü yettiği halde affetmek.
hiran
Yavuzluk etmek.
Muti olmamak, itaat etmemek.
hırs
Saklamak.
hırz-ı binefsihi / hırz-ı binefsihî
İçerisinde mal ve eşya saklamak için yapılmış, hazırlanmış ve içine izinsiz girilemiyen ev, dükkân, çadır, depo vs. gibi mahaller. (Kasa, sandık, dolap, çuval da bu hükümdedir.)
hisaba çekmek
Hesap sormak, hesap aramak.
hiss / حس
Duygu.
(Arapça)
Hissetmek:
Duymak, algılamak.
(Arapça)
Hissolunmak:
Duyulmak, hissedilmek.
(Arapça)
hıvkal
Zayıf olmak, zayıflamak.
hıyanet / hıyânet
Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.
hıyar
Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik.
Hayırlılar, iyiler.
hıyazet
İlâve etmek, toplamak.
hızab
Birşeyi boyamak için hazırlanmış terkib.
hoşafın yağı kesilmek
Ist: Bozulmak, bir cevap bulamamak, mahcup olmak.
hubr
Bilme, ilim.
Sınamak, tecrübe.
hubu'
Çocuğun ağlamaktan dolayı sesinin kesilmesi.
hudr
Sıçramak. Seğirtmek.
hudur / hudûr
Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması. Allahü teâlâ ile berâber olmak, O'nu unutmamak.
huduş
Kaşımaktan ve tırmalamaktan dolayı olan yara.
hükre
Cem'olmak, toplanmak, birikmek.
Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak.
Azlığından bir yerde toplanan su.
hul'
Zevceyi mal karşılığında boşamak.
huld
Ebedilik. Sonu olmayan. Sonu olmamak.
hulf
Ahdinde durmamak. Ahdini bozmak. Sözde durmamak.
Nakz.
hulf-ül vaid / hulf-ül vaîd
Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)
hulfetmek
Sözünde durmamak.
hulya
Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus.
(Farsça)
humud / humûd
Düşme. Zayıflama.
Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak.
Bayılmak ve kendini kaybetmek.
Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.
Helâle de, harama da iştihası olmamak, sönüklük.
hunke
Tecrübe etmek, denemek, sınamak.
hürriyet-i diniye
Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.
hurz
Oranlamak, yâni tahminle bir şeyin miktarını söylemek.
huş der dem / hûş der dem
Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak.
hüsn-i kabul
Hüsn-i kabul görmek:
İyi karşılanmak.
Hüsn-i kabul göstermek:
İlgi göstermek, iyi karşılamak.
hüsn-ü kabul
İyi karşılamak. Güzellikle kabul etmek.
hütr
Ahmaklık, hamâkat, budalalık.
hutur
Akla gelmek. Hatırlamak.
i'kad
Düğümlemek. Bağlamak. Bend etmek.
i'na
Zahmete uğramak.
i'rab
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
i'tiraf
(İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
i'vicac
Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık.
Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek.
i'zam / i'zâm / اعزام
Göndermek. Yollamak.
Gönderme.
(Arapça)
Gönderilme.
(Arapça)
İ'zâm edilmek:
Gönderilmek, yollanmak.
(Arapça)
İ'zâm etmek:
Göndermek, yollamak.
(Arapça)
i'zaz
Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.
ia'
Bir nesneyi kab içine koyup saklamak.
iane-i cihadiye
Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra
iba'
Çekinmek. Tiksinmek.
Kabul etmemek, bir işe razı olmamak.
Doymadan yemekten çekilmek.
ibaha
(İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması.
İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak.
Bir şeyi izhâr etmek.
ıbare
Beyan etmek, açıklamak.
ibrahim-vari
İbrâhim (A.S.) gibi. Fani, gelip geçici şeylere kalbini bağlamamak sureti ile.
(Farsça)
ibtida / ibtidâ / ابتدا
İlkin, önce.
(Arapça)
Başlangıç.
(Arapça)
Başlama.
(Arapça)
İbtidâ' etmek:
Başlamak.
(Arapça)
ibtidar / ibtidâr / ابتدار
Başlama, girişme.
(Arapça)
İbtidâr edilmek:
Başlanmak, girişilmek.
(Arapça)
İbtidâr etmek:
Başlamak, girişmek.
(Arapça)
ibtila / ibtilâ
Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.
icar
Kiralamak. Kiraya vermek.
Kira parası.
icare / icâre
Belli bir menfaati belli bir bedel karşılığında satmak, kirâlamak.
icaz-ı mutneb / îcâz-ı mutneb
Az sözle çok mânâlar ifade etme; bir kelime veya sözün çağrıştırdığı bütün mânâları, açıklama yapmamak sûretiyle kastetme.
icbar / icbâr / اجبار
Zorlama.
(Arapça)
İcbâr edilmek:
Zorlanmak.
(Arapça)
İcbâr etmek:
Zorlamak.
(Arapça)
iclab
Cem'etmek, toplamak.
Yoldaşlık etmek.
Ardından çağırmak.
"Gitsin" diye haykırmak.
icma'
Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak.
Hazırlamak.
Azm ve kasdeylemek.
Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi.
Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
icmal
Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek.
Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
icmar
Bir araya toplamak.
Süratle yürümek.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
Yeni ayın görünmesi.
ictina
Meyve toplamak. Meyve devşirmek. Bir yere toplamak.
Aldanmak.
ıd'af
Zayıf etmek, zayıflamak.
Muzaaf etmek, fazlalaştırmak. İki kat yapmak.
idaa / idâa
Zâyi etmek. Boşuna harcamak.
ıdad
Hazırlamak.
Ses, sada.
ıdae
Parlamak veya parlatmak. Ruşen etmek veya ruşen olmak.
iddiam
(Diam. dan) Payanda dayamak.
iddihar
Biriktirmek, toplamak, yığmak.
Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.
ıdgas
Karıştırmak.
Otu eliyle tutamlamak.
idliham
Galip olmak.
İhâta edip kaplamak.
idrak / idrâk / ادراک
Bir şeyin aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.
Kavrama, anlama.
(Arapça)
Erişme.
(Arapça)
İdrâk edilmek:
(Arapça)
Kavranmak, anlaşılmak.
(Arapça)
Yaşanmak.
(Arapça)
İdrak:
Etmek
(Arapça)
Kavramak, anlamak.
(Arapça)
Yaşamak, görmek.
(Arapça)
idrak etmek
Anlamak, kavramak.
idrak-i maali / idrak-i maâlî
Büyük mes'eleleri ve sırları kavramak, akıl erdirmek.
idrihmam
İhtiyarlıktan dolayı zayıflayıp iş yapamamak.
iflas
Malı tükenmek, parası kalmamak. Borçlarını ödeyemiyecek hâle gelmek. Sermayesini batırmak.
Ahirette günahları çok olanın hüsrana düşmesi.
iflilak
Yer yüzünü bulut kaplamak.
ifrad
Tek olarak söylemek.
Ayırmak.
Göndermek. Yollamak.
iftiras
Yırtmak. Parçalamak. Yırtıp parçalamak.
Zorla yere yıkmak.
iftitah
(Fetih. den) Açmak, başlamak, fethetmek. Zabtetmek.
igdidan
Saç uzamak.
Ot yeşermek.
igfa'
Uyuklamak.
iglak
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
Zorla iş yaptırmak.
Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
igmaz
Ayıplamak. Kınamak. Tahkir etmek.
igmaz-ı ayn
Göz yummak. Aldırmamak, görmemezlikten gelmek.
iğmaz-ı ayn / iğmâz-ı ayn
Gözünü kapamak.
iğnelemek
t. İğne ile delmek.
Kalıbını almak için kenarlarını iğne ile delerek işaretlemek.
Mc: Sözle hırpalamak. Dokunaklı konuşmak.
igşa
Örtmek. Bürümek. Kapamak. Perdelemek.
iğtisal / iğtisâl
Gusl (boy) abdesti almak. Ağız ve burun dâhil bütün vücûdu hiç kuru yer kalmayacak şekilde baştan ayağa yıkamak.
ihanet etmek
Hakaret etmek, haksız yere aşağılamak.
ihata / ihâta / احاطه
Etrafından çevirmek, kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak.
Geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak.
Kavrama.
(Arapça)
Kuşatma, sarma.
(Arapça)
İhâta edilmek:
Çevrelenmek, sarılmak, kuşatılmak.
(Arapça)
İhâta etmek:
(Arapça)
Kavramak.
(Arapça)
Kuşatmak, sarmak.
(Arapça)
ihata etmek
İçine almak, kapsamak.
ihba'
Örtmek, saklamak, gizlemek.
Ateşi basıp söndürmek.
ihda
İman ve İslâmiyet yolunu göstermek. Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Allah rızasına uyan yola girmesine vesile olmak.
Hediye etmek. Armağan yollamak.
ihdar-ı dem
Huk: Maktulün (öldürülmüş olan kimsenin) diyetini katilden (öldürenden) aldırmamak.
ihfa / ihfâ
Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek.
Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
Saklamak, gizlemek.
ıhfak
Gazâda ganimet malından pay almamak.
Avcıların av yakalayamaması.
ıhlad
Meyletmek, yönelmek, eğilmek.
Sonsuzlaştırmak, ebedi kılmak.
Geç ihtiyarlamak.
ıhlaf
Su aramak. Yerine halef etmek.
Kılıç çıkarmak için elini uzatmak.
ihlal
(Halel. den) Sakatlamak. Bozmak. Halel vermek.
Birini ihtiyaç içinde bırakmak.
Düşmanın haklarına vefa etmeyip gadretmek.
ihlal etmemek / ihlâl etmemek
Bozmamak, karıştırmamak.
ıhmar
Gizli etmek, saklamak.
ihnet
Gazap, öfke. Hiddet.
Kalb katılığı.
Kin bağlamak.
ıhrıvvat
Uzamak.
ihsan
İyilik, lütuf, bağışlamak.
Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
Güzel bilmek. Güzel eylemek.
ihsan etmek
Bağışlamak.
ıhtidab
Boyamak.
ihtikar / ihtikâr
Bir şeyi kıymetlensin diye saklamak.
Ist: İnsanların veya ehlî hayvanların yiyeceklerine âit şeylerin satış kıymetleri yükselsin diye kırk gün kadar saklamak. Böyle yapan kimseye muhtekir denir.
Vurgunculuk, bozgunculuk.
Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.
ihtimam
Elem ve kederden uyuyamamak.
Perhizkârlık etmek, riyazette bulunmak.
ıhtiraf
Cem'etmek, toplamak.
ihtitab
(Hatab. dan) Odun toplamak, odun kesmek.
ihtiva
İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.
ihtizaz
Haz duymak. Ferahlamak.
ihzar
Hazır etmek. Hazırlamak.
Huzura getirmek. Derpiş etmek.
Mahkemeye gelmeyenleri cebren getirme müzekkeresi.
İhzar etmek:
Hazırlamak.
Getirmek.
ihzar etmek
Hazırlamak.
ikaniyye / ikâniyye
Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
iki eli yakasında olmak
Mecaz yoluyla âhiret gününde birinden hakkını aramak.
ikmal / ikmâl / اكمال
Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek.
Tamamlama, bitirme.
(Arapça)
Bütünleme.
(Arapça)
İkmâl edilmek:
Tamamlanmak, bitirilmek.
(Arapça)
İkmâl etmek:
Tamamlamak, bitirmek.
(Arapça)
ikmal etmek
Tamamlamak.
ikmal-i nevakıs
Eksiklikleri tamamlamak.
ikrah / ikrâh
Bir insanı istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak.
ikram
Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
İltifat olarak bir şeyler vermek.
Bağış.
Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne
ikrar etmek
Kabul etmek, doğrulamak.
iktiham
Hücum ve istilâ eylemek.
Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek.
Mülâhazasız bir işe başlamak.
Bir şeyi hakir addetmek.
iktisar
(Kesir. den) Paralamak. Kırılmak.
iktisatsızlık
Tutumlu olmamak.
iktitaf
Edb: Sözün özünü almak.
Ağaçtan meyve toplamak. Toplanma. Toplama.
Bir uğraşma sonucunda faydalanma.
ila'
Sıkıntı ve derde uğramak.
Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.
ilhad / ilhâd
Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış.
ilhah
Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.
ilkah
Döllenmek. Döllemek. Gebe bırakmak. Aşılamak.
Tıb: İki ayrı cins hücrenin birleşmesi.
ilm
Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.
ilm-ül-yakin / ilm-ül-yakîn
Eserden müessire yol bulmak. İşi görüp yapanı tanımak, bilmek. Dumanı görüp, orada ateşin olduğunu anlamak böyledir.
iltibas olmamak
Karışmamak.
iltifat
Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek.
Dikkat, itina.
Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli...
iltikat
Yere düşen şeyi almak.
Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak.
iltima'
Parıldamak. Işıldamak.
Kapıp almak.
imale / imâle
Meylettirmek, eğmek; bir tarafa yorumlamak.
imale etmek
Meylettirmek, eğilim göstermesini sağlamak.
iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i
imdadiye
Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.
imma
(Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.
imtihan
Deneme, Tecrübe etmek.
Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek.
Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.
imtina-i adi / imtina-i âdi
Bir şeyin olması âdeta mümkün olmamak.
imtisal
Nümune kabul etme.
Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme.
Mesel ve kıssa söyleme.
Bir şeyin suretine girme.
Muvafakat ve mutabakat etme.
Katili kısas etme.
imtiyaz
Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak.
Resmi veya hususi izin.
Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.
imtiyazsızlık
Eşitlik, ayrıcalık yapmamak.
imtizac etmek
Kaynaşmak, uyum sağlamak.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
inhisaf
Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.
inkar etmek / inkâr etmek
İnanmamak, kabul etmemek, reddetmek.
İnanmamak, kabûl etmemek.
insihak
Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak.
inşirah
Ferahlamak, sevinç duymak.
intihaz
Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek.
intikal
Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek.
Göçmek, geçmek.
Sirâyet. Bulaşmak.
Bir şeyin miras olarak kalması.
Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
intisar / intisâr
Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak.
intizar
Adamak, nezretmek.
inziva
Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.
irade
İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman.
Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç. (İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlar
irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye
Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.
irfak
Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak.
irfan / irfân
Bilgili, anlayışlı, anlamak, bilmek.
ırgat
(Rumca) Rençber, işçi.
Yapı işçisi. Amele.
Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.
irsal
(Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak.
Havale kılma.
Salıvermek. Kendi haline koymak.
Sürü sahibi olmak.
Elçi gönderme.
irtam
Hatırlamak için parmağa iplik bağlama.
irva
Bolca sulamak. Suya kandırmak.
Birisine hadis veya şiir rivayet ettirmek.
iş / îş
Yaşayış. Yaşamak. Zevk u safa sürmek.
Hayata medar olan ve geçinilen şeyler.
Ekmek. Gıda.
ıs'as
Gece karanlığı başlamak, karanlık basmak.
Karanlığın açılması.
Bulutun yere yakın olması.
Peşinden gitmek.
isabet
Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
ısbah
Seher vakti. Sabah vakti.
Gafil olmamak. Uyanıklık.
ishab
Çok söylemek.
Türlü şeylerden renk değiştirmek.
Bir şeye fazla tama' etmek.
Kuyu kazıp suyu bulamamak.
Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
Kuzu, anasını emmek.
Duvarı başı boş salıvermek.
iska
Su vermek, sulamak.
iskalarya
ing. Çarmıkların halat basamakları.
isnan
(Sinn) Yaşlanmak. İhtiyarlamak.
Diş çıkarmak.
isr
Alâmet. Nişane.
Ayak izi.
Yol. Meslek.
Başlamak ve azimet etmek.
israf
Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak.
En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.
israr
(Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
isti'lam / isti'lâm
Selâm vermeyi isteme.
Kâbe'yi tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i selâmlamak.
istiab
İçine almak.
Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek.
Tutulmak. Zapteylemek.
isticar
Kiralamak. Kiraya vermek.
isticvab / isticvâb
İsticvâb etmek:
Sorgulamak.
istidlal / istidlâl
Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.
Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.
Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
istidrak
Nâil olmak, ulaşmak, varmak.
Anlamak.
Gr: Bir kelimeyi, evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanmak.
ıstıfa
Bir şeyin iyisini seçip ayıklamak.
Bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek.
Seçmek. Ayıklamak.
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istifsar / istifsâr
Anlamak için soru sorma.
istiftah
Siftah etmek. Başlamak. Açmak.
istiğna etmek / istiğnâ etmek
Kaçınmak, ihtiyaç duymamak.
istiğrak
Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi.
İstiğrak lâmı:
Bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı, lâm-ı tarif, diğer adıyla harfi tarif.
istihare / istihâre / استخاره
Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatma.
Hayır istemek.
Bir işin hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra bu husustaki duâyı okuyarak o işle ilgili rüyâ görmek üzere hiç konuşmadan uykuya yatmak.
Her gün evden çıkmadan iki rek'at namaz kılıp Allahü teâlâdan o günün ve işinin
Bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma.
Bir işin nasıl sonuçlanacağını anlamak için ibadetten sonra uykuya yatma.
(Arapça)
istihlak / istihlâk / استهلاک
Boş yere harcamak.
Yeyip bitirmek.
Müstahsilin yaptığı istihsali alıp kullanmak.
Tüketim.
(Arapça)
İstihlâk etmek:
Tüketmek, harcamak.
(Arapça)
istikbal / istikbâl / استقبال
Ati, gelecek zaman.
Karşılayış, gelen bir kimseyi karşılamak.
Gelecek zaman.
Gelen bir kimseyi karşılamak.
Karşılama.
(Arapça)
Gelecek.
(Arapça)
Kıbleye dönme.
(Arapça)
İstikbal etmek:
Karşılamak.
(Arapça)
istikbal etmek
Karşılamak.
istikbalen
Karşılayarak, karşılamak üzere.
Gelecek zamanda, ilerde.
istikra'
Kiralamak, kiraya vermek.
istikşaf
(Çoğulu: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma.
Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma.
istiktam
Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.
istila
(Vely. den) Kaplamak, yayılmak.
Ele geçirmek. İşgal etmek.
Meydanın sonuna erişmek.
Basmak. Galebe etmek.
istilam / istîlâm
Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme.
Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak.
Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve e
iştimal
İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.
iştimam
Gereği gibi koklamak. Koku duymak.
istimzac
Uyuşmak. Beraber karışmak.
Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak.
Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak.
istinaf
Baştan başlamak. Yeniden başlamak.
Gr: Sözün başlangıcı.
Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim.
istinahe
Yaygarayı basma.
Ağlamak isteme.
Kurdun uluması.
istinbat
Bir söz veya bir işten gizli bir mânâyı meydana koymak.
Müçtehid veya büyük bir âlimin gizli bir mânâyı içtihadı ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik ile meydana çıkarması.
Bir mes'eleyi derin tetkik neticesinde kaynaklarından güçlükle anlamak.
istinca / istincâ
Önden ve arkadan necâset çıkınca bu yerleri yıkamak, temizlemek.
istinka
Pâk olmasını istemek. İstincadan sonra hiç bir pislik eseri bırakmamak.
istinkah / istinkâh
(Nikâh. dan) Bir kadını nikâhla alma, nikâhlamak isteme.
istinkar etmemek / istinkâr etmemek
İnkâra yeltenmemek, reddetmeye kalkışmamak.
istinşak
Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek.
Şiddetle koklamak, koklatmak.
istintak / istintâk / استنطاق
Sorgulama.
(Arapça)
İstintâk etmek:
Sorgulamak, sorguya çekmek.
(Arapça)
istirahat
Dinlenmek. Rahatlamak.
istirahat etmek
Dinlenmek, rahatlamak.
istirca'
Geri dönmek. Dönmeği arzulamak.
istişfa
Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.
istişfaen
Derdine derman aramak gayesiyle. Şifa istemek suretiyle.
istiskal etmek
Ağır bulup hoşlanmamak.
istişmam
Koklamak. Kokusunu almak.
Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak.
Uzaktan haber almak.
ıstıyad
Avlamak. Vahşi hayvanı ele geçirmek.
ıstıyaf
Yaz mevsimini geçirmek, bir yerde yazlamak.
itab
Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.
itab etmek
Azarlamak.
itale
Uzatmak. Sözü uzun etmek. Tatvil-i kelâm etmek.
Birini zemmetmek, ayıplamak.
itbak
(Itbak) Kaplamak. Kapamak. Kapaklamak.
İttifak etmek.
Tecvidde: Harf okunduğunda, dilin üst damağa kapanması. (Bu halde okunan harfler sad, dât, tı, zı harfleridir.
itham
İtham etmek:
Suçlamak.
itham etmek
Suçlamak.
itiraf
Kabahatını saklamamak, suçunu söylemeyi kabul etmek, açıklamak.
itmam / itmâm / اتمام
Tamamlamak. Bitirmek. İkmal etmek. Tekmil etmek
Tamamlama, bitirme.
(Arapça)
İtmâm edilmek:
Tamamlanmak, bitirilmek.
(Arapça)
İtmâm etmek:
Tamamlamak, bitirmek.
(Arapça)
ittifaksız
Birlik oluşturmamak.
ittiham
Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
ittiham etmek
Suçlamak.
izafet-i maktu'
Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb : Yatak. Câme-i hâb : Uyku elbisesi. Ser-rişte : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte : İpin ucu.
izafi / izafî
İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek.
izah / îzâh / ایضاح
Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.
Açıklama.
(Arapça)
Îzâh edilmek:
Açıklanmak.
(Arapça)
Îzâh etmek:
Açıklamak.
(Arapça)
izah etmek
Açıklamak.
izhar / izhâr
Açıklamak, ortaya çıkarmak. İki harfi birbirinden ayırmak mânâsına tecvîd ilminde bir terim.
izlaf
Yakın etmek. Toplamak, cem' etmek.
ızmar
(İzmâr) Kalbde gizlemek, saklamak. Belli etmemek.
ızraf
Zarflamak. Zarfa koymak.
jandarma
Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya mensup silâhlı kuvvet. Ve bu kuvvette yer alan asker.
(Fransızca)
ka'm
(Çoğulu: Kiâm) Devenin ağzını bağladıkları şey.
İçinde silah saklanan kap.
Bağlamak.
Öpmek.
ka'ş
(Çoğulu: Kuuş) Ağacın başını çekip eğmek.
Cem etmek, toplamak.
Kadınların bindiği merkep.
kabına sığmamak
t. Sabırsızlık, acelecilik.
Şişmanlamak.
kabt
El ile bir şey toplamak.
kabz
Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak.
Tahsil etmek. Teslim almak.
Amelde zorluk çekmek.
Kuşun süratle uçması.
Mülk.
kademe / قدمه
Basamak.
(Arapça)
Derece.
(Arapça)
kademe kademe
Basamak basamak, derece derece.
kademe-i ulada / kademe-i ulâda
İlk basamakta. Başlangıçta.
kafs
Sıçramak.
Hafiflik.
Sevinç, neşat.
Hayvanın ayaklarını bağlamak.
kafş
Yemekten lezzet alma, fazla yemek yemek.
Pabuç.
Cem'etmek, toplamak.
kafz
Sıçramak.
kahz
(Ok atmak.
Sıçramak.
Yarmak.
kam / kâm / كام
İstek. Arzu. Maksad. Murad. Dilek. Lezzet.
(Farsça)
Ağzın üstü. Damak.
(Farsça)
Koyun, sığır ağılı.
(Farsça)
Ağaç kilit.
(Farsça)
Damak.
(Farsça)
Arzu.
(Farsça)
kamet almak
Namaza başlamak için, hususen farz namazından önce ezan okumak.
kams
Hareket ettirmek.
Davar önüne sıçramak.
kamş
Bir şeyi şundan bundan toplamak.
kanaat / kanâat
Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.
kar'
(Çoğulu: Ekrâ) Cem'etmek, toplamak.
Okumak, kıraat.
karf
Töhmet etmek, ayıplamak.
Ayıp isnad etmek.
Dibâgat olunmuş deriden yapılan dağarcık gibi bir kap.
karmeşe
Cem'etmek, toplamak.
karş
Kesbetmek, kazanmak.
Toplamak, cem'etmek.
kaşb
Karıştırmak.
Zehir içirmek.
Yaramazlıkla hatırlamak.
İncitmek.
kasem
Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.
kaside / kasîde
(Çoğulu: Kasâid) Onbeş beyitten az olmamak üzere, her beyit kafiyeli olarak, büyük kimseleri veya herhangi bir şeyi medh ü senâ eden, öven manzume şekli. Büyük zatları ve daha çok Cenâb-ı Hakk'ı veya Peygamberi (A.S.M.) medheden manzume.
Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
kasm
Kapa kapa yemek, bütün bütün yutmak.
Kesmek.
Cem'etmek, toplamak.
İ'tâ etmek, vermek.
kaşm
Yemek.
Açlık.
Cem'etmek, toplamak.
kasr
Kısa olmak. Kısa kesmek.
Birisini bir hususa, bir işe tahsis etmek.
Bir işte tembellik etmek.
Akşamlamak.
Hapseylemek.
Yekpâre taş.
Beyazlatmak.
Gevşetmek.
Noksanlaştırmak.
kass
Cem'etmek, toplamak, biriktirmek.
kat'-ı nazar
Bakmamak. İtibar etmemek.
Alâkayı kesmek.
katam
Cimâ arzulamak.
Et arzulamak.
katb
(Katub) Daim çatık çehreli, ekşi yüz.
Bir kimseyi darıltmak, gücendirmek.
Birikmek, biriktirmek, doldurmak.
Dolu çuval taşımak, götürmek için hazırlamak.
Arslan.
katf
Atın veya diğer davarın adımını geç atması.
Tırmalamak.
Üzüm kesmek.
Ağaçtan meyve devşirme.
Devşirme mevsimi.
katr
Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
Develeri katarlamak.
Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
Yağmur.
kavm
(Kavim) Bir peygambere tâbi ve bağlı insan topluluğu. Aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan cemâat, topluluk. Millet. Bir işe başlamak.
Pazar kurmak.
Müşteri ile anlaşmak.
kavz
(Çoğulu: Akvâz-Akâviz-Kızân) Küçük kum tepesi.
Düşmek.
Bağlamak.
kayd
Kelepçe, bağ.
Bağlamak.
Bir şeyi bir yere yazmak.
Deftere geçirmek.
Sınırlamak.
Şart.
kaydetmek
Yazmak.
Bağlamak.
İlgilenmek, alâkalanmak.
kazer
Nezafetsizlik, temiz olmamak.
kazkaza
Kemiği parçalamak.
kazz
Bükülmüş ibrişim. Ham ipek.
Sıçramak.
Irak olmak, uzak olmak.
kebair
(Tekili: Kebire) Büyük şeyler, büyük günahlar. Kebairin sıralanışı:-Allah'ı inkâr etmek.-Allah'a şirk koşmak.-Kat'iyyen sâbit olan dini bir hükme inanmamak.-Allah'ın rahmetinden ümidini kesmek.-Allah'ın cezasından, mekrinden ve azabından emin olmak.-Günah üzerinde ısrar etmek. Yâni, herhangi bir gün
kebl
Bağlamak.
Kovanın ağzını iki kat edip dikmek.
kebt
Zelil etmek, hor hakir etmek.
Sarfetmek, harcamak.
keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn
Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.
kefl
Okşamak.
Kefil olmak.
Yaramaz gönüllü olan.
keft
Cem'etmek, toplamak.
Sarfetmek, harcamak.
Evmek.
Katı katı sürmek.
kelt
Ahmaklık.
Toplamak.
kelz
Cem'etmek, toplamak.
kemerbeste-i hizmet-i mevla / kemerbeste-i hizmet-i mevlâ
Allah'ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak.
ken'
(Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
Cem'etmek, toplamak.
Yakın olmak.
Mülâyemet.
Alçaklık yapmak.
Firar, kaçmak.
kenet
(Esâsı: Kinet) İki sert cismi birbirine bağlamak için çakılan iki ucu kıvrık madeni parça.
kers
Kadının hayız görmesi.
Cebretmek, zorlamak.
kerv
Top oynamak.
Kapı içini taş ile örmek.
kesafet
Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak.
Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.
keşf
Açmak.
Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.
keşf-i raz / keşf-i râz
Gizli bir şeyi meydana çıkarmak, açıklamak.
(Farsça)
Sır toplamak, casusluk etmek.
(Farsça)
keşf-ül kubur
Kabirdeki ölünün hâlinden anlamak. Ölünün azab çekip çekmediği ve sair bazı hususların bâzı veli kimselerce bilinmesi.
kesm
(Çoğulu: Ekâsim) Bir şeyi eliyle parmaklamak.
Çok miktar atlar.
kesr
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak.
Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
ketf
Omuz. Omuz kemiği.
Parça parça kesmek ve bağlamak.
ketm
Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
kevkeb
Yıldız.
Parıldamak.
kıdem
Öncelik ve eskilik.
Evveli bulunmamak. Ezeli olmak.
Başkasından daha önce olmak. Zamanca daha evvelki olmak. Rütbece daha yüksek olmak.
Cenab-ı Hakkın "Kıdem" sıfatı, yâni; ebedî ve ezelî oluşu.
kila' / kilâ'
Saklamak, korumak.
kılv
Yeyni eşek.
Çelik oyunu oynamak.
kınve
Koyunu döl için saklamak.
kırar
Davarın yaşını anlamak için dişine bakmak.
kırtale
(Çoğulu: Kırtâl) Yemiş toplamakta kullanılan sepet.
kitman / kitmân / كتمان
Sır saklama, ketumluk.
(Arapça)
Kitmân etmek:
Saklamak.
(Arapça)
kıyam
Ayakta durmak. Ayağa kalkmak.
Ayaklanmak. İsyan.
Ölümden sonra tekrar dirilmek.
Bir işe başlamak, devam etmek.
Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma.
Canlanmak.
Kıyâmet günü (mânâsına da gelir).
Namazın iftitah tekbiri
kubbe-i kanek