Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
alka
ifadesini içeren
222
kelime bulundu...
ahene
Demir halka.
(Farsça)
amiyane / âmiyâne / عَامِيَانَه
Sıradan halka yakışır şekilde.
anber
Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde.
Derisinden kalkan yapılan bir balık.
arazi-i mevat / arazi-i mevât
Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
İşlenmemiş toprak.
arnavut
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
atol
Mercan adası. Mercan iskeletlerinin birikmesiyle meydana gelmiş olan halka biçiminde ve ortasında bir göl bulunan adacık.
atvak
(Tekili: Tavk) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler.
Tâkatler, kuvvetler.
Boyundaki halka çizgiler.
avamperestane nümayiş
Avamca gösteriş, halka hoş görünmek için farklı tarzlara yeltenme.
ayişne
(Ayişte) Casus, ajan.
(Farsça)
Dalkavuk.
(Farsça)
badame
İpek kurdu.
(Farsça)
Zincir halkası.
(Farsça)
Et beni.
(Farsça)
Nazarlık.
(Farsça)
Süslü şey.
(Farsça)
Eski hırka.
(Farsça)
balkanlar
(Balkan Yarımadası) Yugoslavya'nın büyük kısmı ile Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan yarımada.
basbasa
Dalkavukların nefret edilecek hâlleri, tabasbusları, yaltaklanması.
Köpeğin, kuyruğunu sallayarak sokulması.
baştina
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.
bende-i halka-beguş / bende-i halka-begûş
Kulağı halkalı olan köle, esir.
Mc: İtaatli, muti'.
ber-taraf
Bir yana atılan, ortadan kalkan.
Bertaraf etmek:
Ortadan kaldırmak, yok etmek.
berhiz
Atılan, kalkan, sıçrayan. Zorbalık eden.
(Farsça)
besbese
Haberi yaymak.
İşini halka bildirmek.
bezre
Koltuk kılının az olması. Yüzük halkası.
bülten
Halka bilgi veren, özet olarak yazılmış resmi yazı.
(Fransızca)
Bir müessesenin, kurumun faaliyetlerini tanıtan ve belli zaman aralıklarıyla yayınlanan mevkute.
(Fransızca)
büre
(Çoğulu: Bürât-Bürâ-Bürin) Deve burnuna takılan halkalar.
Bilezik gibi olan halkaların her birisi.
burjuva
Orta halli olup, ne çok zengin ve ne de çok fakir olan halk. Eskiden Avrupa'da köylü ve asilzade olmayıp şehirde yaşayan halka denirdi. Kendi başına işi ve malı olan, ücretle çalışmayan, ferde bağlı iş hayatını güden sınıftan olan.
(Fransızca)
cablus
Dalkavukluk, yaltaklanma.
(Farsça)
Dalkavukluk eden, yaltaklanan.
(Farsça)
cablusi / cablusî
Dalkavukluk, yaltaklanıcılık.
(Farsça)
çalbus
Dalkavuk, yaltakçı.
(Farsça)
çaplus / çâplûs / چاپلوس
Dalkavuk, yaltakçı.
(Farsça)
Dalkavuk.
(Farsça)
cebe
Zincir veya halkadan örme zırh. Cevşen.
çelenk
Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. (Cenazelere çelenk göndermek İslâm âdeti değildir, israftır.)
(Farsça)
çenber
Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi.
(Farsça)
Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka.
(Farsça)
Başa ve boyna bağlanan yemeni.
(Farsça)
Esirlik, bağlılık, kölelik.
(Farsça)
Geo: Bir düz
(Farsça)
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
ceza-üş şart
Şartın cevabı. Meselâ: Zeyd ayağa kalkarsa, ben de kalkarım cümlesindeki, "ben de kalkarım" ifadesi, birinci cümlenin cevabıdır.
cünnet
Örtü, kadın başörtüsü.
Yağan.
Kalkan.
dağdağa-i siyaset
Siyasî kargaşa ve çalkantılar.
dağdağa-i tagayyür
Değişimlerin çalkantı ve gürültüsü.
daire-i irşad
Doğru yolu gösterme dairesi, halkası.
daire-i zikr
Zikir halkası.
daraka
(Çoğulu: Derk- Edrâk-Dırâk) Deriden yapılmış olan kalkan.
Gırtlağın hançereyi meydana getiren kıkırdaklarından kalkan şeklinde olanı.
derek
Urgan ucuna eklenip, kovanın kulpuna bağlanan ip parçası (urgan suya değmesin diye)
Kiriş uçlarında olan halka (yayın başlarına geçirirler.)
dereka
(Çoğulu: Deruk) Sığır derisinden yapılan kalkan.
despot
yun. Rum piskoposu.
Eskiden Bizanslı ve Balkanlı derebeyi.
dırak
(Tekili: Daraka) Deriden mâmul kalkanlar.
dirha
Süngü ile oynadıkları halka.
edb
Ziyafet verip, halka yemek yedirmek.
eglal
(Tekili: Gull) Halkalar. Kelepçeler. Mahkemenin cezaya müstehak kılıp mahkum ettiği kimselerin boyun ve ayaklarına vurulan zincirler.
(Galel) Ağaçlar arasında korulukta akan sular.
ekşef
Açık nesne.
Savaşta kalkanı olmayan kimse.
enişe
Hafiye, gizli polis.
(Farsça)
Casus. Gizli haberler öğrenerek veya sırları çözerek düşmanlara haber veren kimse.
(Farsça)
Dalkavuk, yaltakçı.
(Farsça)
esham-ı umumiye
Tanzimat devrinde devletin, halka borç karşılığı olarak verdiği hisse bedelleri.
etras
(Tekili: Türs) Türsler, harpde kullanılan kalkanlar.
evşen
Yaltakçı, dalkavuk.
fakha
Her nebatın yeni açmış çiçeği.
Bir yıldız adı.
Dübür halkası.
fakis / fakîs
Çiftçilerin kullandığı âletlerden halka gibi bir demir.
feris / ferîs
(Çoğulu: Fersâ) Ağaç halka, çenber.
Yaralı. Maktul.
fetha
(Çoğulu: Füteh-Fütuh-Fethât) Kaşı olmayan halka yüzük.
Büyük yüzük.
Tavşancıl kuşu.
gargara
Suyu, içilen ilâcı veya başka bir sıvıyı, boğazda oynatıp çalkalama.
Tavuk ve güvercinin ötmesi.
Can boğaza gelip tereddüt etmek.
Çömleğin kaynayıp fıkırdaması.
Çoban koyuna haykırıp çağırması.
girit madalyası
Tar: Biri Sultan Aziz diğeri Sultan II.Abdülhamid devrinde olmak üzere ihdas olunan madalyalar. Her ikisinin de altun ve gümüş olmak üzere iki türlüsü vardı. Girit işinde hizmeti görünen devlet ricaline altun, ikinci derecedeki memurlarla halka, gümüş olanı verilirdi.
gudruf-u halkavi / gudruf-u halkavî
Tıb: Kıkırdak halka.
hacfe
(Çoğulu: Hucuf) Sade demirden olan kalkan.
hakeme
(Çoğulu: Hakemât) Damak geminin halkası.
halahil
(Tekili: Halhal) Arap kadınlarının süs olarak ayak bileklerine taktıkları halkalar. Bunlar altun veya gümüşten yapılır.
halak
(Tekili: Halka) Halkalar.
halakat
Halkalar.
hale / hâle
Parlak daire, halka; ayın etrafındaki parlak halka.
halhal
Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklariyle baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altundan veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği.
Kadınların ayak bileklerine taktıkları altın veya gümüş halka, ayak bileziği.
halka / حلقه
Halka.
(Arapça)
halka-i ders
Ders halkası.
halka-i envar
Nurlar halkası.
halka-i hakikat
Hakikat halkası; gerçeğin dünyasında kurulan halka.
halka-i irşad
İrşad halkası.
halka-i kübra / halka-i kübrâ
Büyük halka.
halka-i kübra-yı zikir / halka-i kübrâ-yı zikir
Büyük zikir halkası.
halka-i tahmidat-ı ahmediye
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) halkla beraber Allah'a hamdettiği hamd halkası.
halka-i tedris
Öğrenim, ders halkası.
halka-i tevhid
Tevhid halkası, Allah'ın bir olarak bilinip, ilân edildiği tevhid halkası.
halka-i zikir
Zikir halkası.
halka-i zikr
Zikir halkası.
halkabeguş
Kulağı küpeli, kulağı halkalı.
(Farsça)
Mc: Köle, esir.
(Farsça)
halkavi / halkavî
Halka şeklinde.
halkazen
Kapı çalan, kapı halkasını vuran.
(Farsça)
halta
Köpeklere takılan boyun halkası. Tasma.
harizme
Azgın hayvanların ağzına ve ayının dudağının üstüne geçirilen demir halka.
harşef
(Çoğulu: Harâşif) Kalkan balığı.
Balık pulu.
Enginar bitkisi.
hatme-i ahmediye
Peygamberimizin (a.s.m.) geniş halk kitleleriyle beraber belirli dua ve zikirleri yapıp bitirdiği oturum veya zikir halkası.
hatme-i kübra
Büyük ve geniş bir topluluğun belirli zikir ve duaları okuyup bitirdikleri oturum veya zikir halkası.
hatme-i muazzama-i muhammediye / خَتْمَۀِ مُعَظَّمَۀِ مُحَمَّدِيَه
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) geniş halk kitleleriyle beraber belirli dua ve zikirleri yapıp bitirdiği oturum veya zikir halkası.
Çok büyük bir zikir halkasında Peygamberimizin (asm) yaptığı şekilde belirli zikirleri okuma.
havk
"Halka" denilen yuvarlak.
hekm
Halka şerle taarruz etmek.
helu'
Sabrı az, hırsı çok olan. Sabırsız olup her halini halka şikâyet eden insan.
henabik
Halka nasihat edip, dediğini kendi yapmayan kimse.
hidam
(Tekili: Hizmet) Hizmetler. Vazifeler.
(Hademe) Devenin ayaklarına bağlanan halkalar, kayışlar. Ayak bilezikleri, ayak köstekleri.
hırızma
Azgın hayvanların ağzına veya ayının burnuna takılan demir halka.
hırs
(Hurs) Takdir, kıyas.
Altın veya gümüşten halka.
hışt
Küçük mızrak şeklinde, ortasında ipten örtülü bir halka olan ve orta parmağa geçirilerek atılan eski bir savaş âleti.
Kerpiç.
Tuğla.
hitabet
Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek.
Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
hıyasa
Kulak halkası.
Dar etmek, darlaştırmak.
Dikmek.
hiz / hîz
Atılan, kalkan, sıçrayan.
(Farsça)
hizan / hîzan
Kalkan, sıçrayan.
(Farsça)
Bitlis vilâyetine bağlı bir kaza ismi.
(Farsça)
hukeşan
Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffak
(Farsça)
huluka
(Çoğulu: Ahlâk-Halkân) Eski olmak.
huluskar / huluskâr / hulûskâr / خلوصكار
Bir insana karşı samimi muhabbeti olan.
(Farsça)
Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren.
(Farsça)
Yağcı, dalkavuk.
(Arapça - Farsça)
huluskarane / huluskârâne
Samimi muhabbet ve sevgi ile.
(Farsça)
İkiyüzlülükle, dalkavuklukla.
(Farsça)
hurs
(Çoğulu: Hursân) Altından ve gümüşten olan halka.
Kulağa taktıkları küçük halka.
ifakat-yaft
Sıhhat bulan, iyileşen, hastalıktan kalkan.
(Farsça)
ihaze
Kalkanın elle tutulacak olan yeri.
Timar. Hükümdarın verdiği arazi.
ihtikar / ihtikâr
İnsan ve hayvan için lüzumlu gıdâ maddelerini şehre girmeden yâhut girince halka satılmadan toplayıp, stok edip, pahalandığı zaman satmak.
ihtilal-i ruhiye / ihtilâl-i ruhiye
Ruhî karışıklıklar, çalkantılar.
ihtilalat / ihtilâlât
İhtilâller, karışıklıklar, iç çalkantılar.
irman
Arzu, taleb, istek.
(Farsça)
Dalkavuk.
(Farsça)
Nedâmet, pişmanlık.
(Farsça)
Dâvet edilmeden bir yere giden kimse.
(Farsça)
irticac / irticâc
Çalkanmak. Heyecana gelme.
Sarsıntı. Muztaribane hareket etmek.
Çalkalanma.
irticaf
(Recfe. den) Sarsma, sarsıntı, çalkalama. Tahrik.
irtikaz
Çocuğun, ana karnında kımıldaması.
Çalkanıp durma.
Acı çekme, ıztırâb duyma.
isper
Savaş âletlerinden kalkan.
(Farsça)
kalkale
Bir şeyi titretmek.
Tecvidde: Okurken harflerin üzerinde birden durarak harfi, mahrecinden çıkar çıkmaz kesmek suretiyle bu harfleri tekrar okumak. Kalkale ile okunan harfler şunlardır: Kaf, tı, ba, cim, dal. (Hakk kelimesinde okunduğu gibi)
kas'a-lis
Dalkavuk. Çanak yalayıcı.
kase-lis / kâse-lis
(Kâselis) Çanak yalayıcı. Çok yiyen, obur. Hırslı.
(Farsça)
Dalkavukluk. Alçak huylu kimse.
(Farsça)
Dilenci.
(Farsça)
kase-lisan / kâse-lisan
(Tekili: Kâselis) Dalkavuklar, çanak yalayıcılar.
kaselis / kâselis
Çanak yalayıcı, dalkavuk.
katil-i ma'fuv
Can ve ırzını korumak için, tecavüze kalkanı öldüren kimse.
kazan kaldırmak
Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı.
(Türkçe)
kelebçe
Yakalanan suçluların iki bileğine birden takılan demir halka. Demir bilezik.
kenif
(Çoğulu: Künüf) Hıfzedici, koruyan.
Örtücü.
Kalkan.
Deve ağılı.
Ayakyolu, tuvalet.
kezame
(Çoğulu: Kezâyim) İki kuyu arasındaki yarıklar ve delikler. (Su birinden birene akar).
Terazi iplerinin kendinde toplandığı halka.
kısra
Ekincilerin kesmik dedikleri başakta kalan buğday. Buğday çalkandığında kalbur içinde kalan kaba buğday başları.
labe
Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme.
(Farsça)
Bu yolda söylenen söz.
(Farsça)
lale
Lâle denen meşhur çiçek.
Vaktiyle suçluların ve delilerin boynuna takılan halka.
İncir koparmak için ucu çatallı değnek.
lis
Yalayıcı, yalayan. Birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Kâse-lis : Çanak yalayıcı. Dalkavuk.
(Farsça)
lüane
Halka çok lânet eden kişi.
lule
Çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru.
(Farsça)
Lüle. Halka gibi dürülmüş şey.
(Farsça)
ma'rife
Gr: Arabçada mübhem olmayan " " harf-i ta'rifi ile bildirilen kelime. Böyle bir kelimeden tenvin kalkar, kelime belirli olur.
mahz
Yoğurdu çalkalayıp yağını almak.
mahzum
Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve.
Her delinmiş nesne.
mazmaza / مضمضه
Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.
Gargara.
(Arapça)
Mazmaza yapmak:
Gargara yapmak, ağızda su çalkalamak.
(Arapça)
mecenne
Kalkan, siper.
Delilik, mecnunluk, divanelik.
melk
Dalkavukluk.
Yumuşaklık yapmak.
Mahvetmek.
Yıkamak.
Emmek.
Vurmak.
mellah
Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen.
merdüm-azar
İnsanları inciten. Halka eziyet veren.
(Farsça)
meric
Çalkantılı, dalgalı.
mesrude
Ulaştırmak.
Zırh halkalarının birbirine girmesi.
mevr
Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak.
Suyun yeryüzüne yayılması.
Hayvanlardan yün almak.
Yol, tarik.
Toz, gubar.
Rücu etmek, döndürmek.
mi'van
Ahâliye yardım eden, halka yardımı çok olan kimse.
micenn
Kalkan, siper.
micvel
Gömlek.
Küçük esvap.
Kalkan.
mishelan / mishelân
Geminin iki tarafındaki iki halka.
mu'tezile
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka. "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıld
mücna'
Kalkan.
müdahene / müdâhene
Dalkavukluk. Menfaat beklediği bir kimseyi yüzüne karşı medhetmek. Koltuklamak. Bir kimsenin yüzüne karşı iyi görünmek. Münâfıklık.
Dalkavukluk.
Dalkavukluk, içindekinin aksiyle muamele etme, aldatma.
müdahene-kar / müdahene-kâr
F. Dalkavuk, koltukçu.
müdaheneci / müdâheneci
Dalkavuk, yaltakçı.
müdahin / müdâhin
Dalkavuk. Yüze gülen. Birisini yalandan yüzüne karşı medheden. Menfaat koparmak için dostluk eden.
Menfaat için yüze gülen, yağcılık ve dalkavukluk yapan; dalkavuk.
Dalkavuk.
mukabele
Karşılık, karşılamak.
Mücadele.
Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
Yüz yüze olmak.
Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm
mükebbire
Büyük camilerde müezzinlerin, son cemaat yerlerinde namaz kılan halka, imamın tekbirlerini tekrar etmek üzere bulundukları çıkıntılı balkonlara verilen addır.
mürai / müraî
İki yüzlü kimse, dalkavuk, riyakâr, münafık.
musademat-ı azime / musademat-ı azîme
Büyük çarpışmalar, çalkantılar.
müsar
Yükseğe kalkan toz.
müselsel
(Silsile. den) Teselsül eden, birbirine bağlı olan, bir sırada devam eden. Zincir halkaları gibi bir sırada olan.
Edb: Bütün mısraları kafiyeli manzume.
müserred
Halkaları birbirine girmiş olan zırh.
mutasallıf
Dalkavuk, şarlatan; seviyesinin üstünde fazilet ve zerafet iddiasında bulunan.
mutavvak
(Tavk. dan) Boynu halkalı, zincirli.
Boynuna gerdanlık vs. takılmış. Boynuna halka olan.
mutavvaka
Halka biçimi boynunda tüyler olan güvercin kuşu.
mütelatım
(Mütelatıma) Birbirine çarpan, çarpışan, çalkalanan. Dalgalı.
mütemellik / متملك
Dalkavuk, yardakçı.
(Arapça)
mütereffi'
Yukarı kalkan, yükselen.
Ululuk gösteren.
müteveccih
Bir tarafa yönelen, bir tarafa gitmeye kalkan.
Birine karşı sevgisi ve iyi düşünceleri olan.
mutreka
Üstüne sahtiyan bürünmüş kalkan.
nasnaa
Depretmek.
Devenin, kalkarken dizi üstünde çok eğlenmesi.
nehabik
Bildikleriyle amel etmeyip halka da öğretmeyen.
nek'a
Kalkan dikeni üstündeki kızıl kap.
Her kırmızı olan şey.
palaheng
Yular, dizgin.
(Farsça)
Av veya suçlu bağlanacak kement.
(Farsça)
Kemer.
(Farsça)
Tazı boynuna geçirilen ağaç halka.
(Farsça)
perestar / perestâr / پرستار
(Çoğulu: Perestarân) Hizmetçi.
(Farsça)
Kul.
(Farsça)
Tapan, tapıcı.
(Farsça)
Dalkavuk.
(Farsça)
Tapan.
(Farsça)
Besleme.
(Farsça)
Dalkavuk.
(Farsça)
perestaran / perestarân
(Tekili: Perestar) Kullar, köleler.
(Farsça)
Hizmetçiler.
(Farsça)
Dalkavuklar, yaltakçılık yapanlar.
(Farsça)
Tapanlar, tapıcılar.
(Farsça)
perestari / perestarî
Hizmetçilik.
(Farsça)
Kulluk.
(Farsça)
Tapıcılık.
(Farsça)
Dalkavukluk.
(Farsça)
perhun
Pergelle çizilmiş çember, dâire, halka.
(Farsça)
pranga
İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir.
Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır.
Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.
raiyyet-perver
Halka iyi bakan, iyi idare eden. İnsanların ihtiyacını te'min eden, onların iyiliğini seven ve onlar için iyilik isteyen.
(Farsça)
rasia
(Çoğulu: Rasâyi) Halka.
redane
Tentelerin kenarlarında açılan ufak deliklerin yırtılmaması için o deliklere geçirilen mâdeni halka.
rehavet
Tembellik, gevşeklik, pörsüklük, ihmalkârlık.
said
(Suud. dan fâil) Yukarı çıkan, yükselen, kalkan.
şebhiz
(Çoğulu: Şebhizân) Geceleri uyanıp kalkarak iş gören.
(Farsça)
sebükhiz / sebükhîz
Çabuk kalkan, hareket eden.
(Farsça)
sefsaf
(Çoğulu: Sefâsif) Alçak, kemter şey, hakir iş.
Un elerken elekten kalkan toz.
seherhiz / seherhîz / سحرخيز
Sabahları erken kalkan. Erkenci.
(Farsça)
Sabahleyin esen.
(Farsça)
Seher vakti kalkan.
(Arapça - Farsça)
semi'allahü limen hamideh
"Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih).
semire
Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.
serd
Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek.
Halkaları birbirine geçirmek.
Delmek.
Dikmek.
Vurmak.
silsil
Kapı halkası.
silsile-i kainat / silsile-i kâinat
Kâinat halkası, varlıklar zinciri.
silsile-i nurani / silsile-i nurânî
Nurlu halka, zincir.
sivcar
Tazı ve köpeğin boynuna halka geçirmek. Tasma takmak.
şübbut
Kalkan balığı.
sükne
Kuş sürüsü.
Boyna takılan heykel ve halka. Boyna vurulan demir.
sulfato-misal / sulfato-misâl
Sulfato gibi; kınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit (kinin) gibi.
tabasbusat
Dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar.
tasme
Kayış halka. Tasma.
(Farsça)
tavk-ı lanet / tavk-ı lânet
Lânet halkası.
tefekkük
Zincir halkası gibi birbirinden ayrılma.
tehezzuk
Bir yerde karar etmeyip çalkanmak.
tekalif-i devlet / tekâlif-i devlet
Devletin halka yüklediği yükler; vergiler ve saireler.
tekapu / tekâpu / تكاپو
Öteye beriye seğirtme. Telâşla koşarak birşeyler araştırma.
(Farsça)
Dalkavukluk.
(Farsça)
Telaş, koşuşturma.
(Farsça)
Dalkavukluk.
(Farsça)
telatum / telâtum / تلاطم
Çalkantı.
(Arapça)
temazmuz
(Tekili: Mazmaza) Mazmaza yapma. Ağzını su ile çalkalama.
temelluk
Dalkavukluk.
Yaltaklanmak.
Tevâzu ve yumuşaklık göstermek.
Dalkavukluk.
temellukkarane / temellukkârâne
Dalkavukluk göstererek, yaltaklanarak.
temellükkarane / temellükkârâne
Dalkavukluk göstererek, yaltaklanarak.
temevvüc
(Çoğulu: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak.
teraset
Kalkancılık.
terras
Kalkan kullanan. Kalkancı.
tesmia
Halka ibadetini ve amelini işittirme, duyurma.
tetafful
(Tufl. dan) Dalkavukluk.
teterrüs
Kalkanla siper yapmak.
tıksar
Halka biçiminde taç.
Kaınların boyunlarına yaptıkları bağ.
tirase
(Tekili: Türs) Ask: Kalkanlar.
tufeyli / tufeylî
(Davetsiz ziyafete giden Tufeyl adında birisinin ismindendir) Sahte.
Dalkavuk. Çanak yalayıcı.
Başkasının sırtından geçinen. Asalak. Parazit. Fazladan.
türras
Kalkancı.
türs
(Çoğulu: Etrâs-Tirâs-Türus) Ask: Kalkan.
tursus
(Çoğulu: Tarâsis) Kalkan denilen dikenli ot.
üftanühizan / üftânühîzân / افتان و خيزان
Düşe kalka.
(Farsça)
ümmet-i kaime
Hakşinas, doğru, doğrudan ve Allah için kalkan, müstakim ve âdil ümmet.
üsvet
Beraberlik.
Halka reis olmak.
Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib.
Nümune ve örnek tutulacak olan insan.
vaizin / vaizîn
(Vâizûn) Vâizler. Halka nasihat verenler.
vakvak
Korkak kişi.
Hindistan'da Vakvak beldesinde yetişen bir ağaçtır. Yüz zira' miktarı boyu olur, kalkan gibi yassı yaprağı olur.
yeleb
Beyaz deve.
Polat demir.
Toplamak, cem'etmek.
Deriden yapılmış cübbe, zırh ve gömlek.
Kalkan.
yetim
Babası ölmüş olan çocuk.
Tek, eşsiz, yalnız. (Çocuk baliğ olduktan sonra yetimlik ondan kalkar. Anası ölene ise daha çok öksüz denir.)
zerd
(Zered) (Çoğulu: Zürud) Halka halka örülmüş savaşçı zırhı.
Yutmak.
Boğmak.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
laf-ı güzaf
seciyyesiz
tecsis
kadirga
camiiyet
nazîm
fecr-i sadık
musafaha
avar
Ğülgun
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
alka
icad etmek
Asabiyet
Sonu Belli olmayan
Ni o
yol arkadaşı
cip
YAVRU
Zenginlik
Aslında