Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
alay
ifadesini içeren
305
kelime bulundu...
müteşabihat / müteşâbihât
Mânâsı kapalı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Müteşâbihâta îmân etmeli, mânâsını Allahü teâlâya bırakmalıdır. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiklerine bildirdiği sırların sembolleri, işâretleridir. Bunları anlıyanlar açıklamamışlardır.
abis
Alaycı, saygısız.
acir
Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren.
aguş-u nazdarane / âguş-u nazdârâne
Nazlı bir şekilde sarmalayan kucak.
akika / akîka
Çocuk nîmetine karşılık, Allahü teâlâya şükr niyeti ile kesilen hayvan.
akır / âkır
Kısır, verimsiz, kumlu toprak.
Çocuksuz kadın.
Oğlu veya kızı olmayan erkek.
Yaralayan, yaralayıcı.
akkam / akkâm
Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam.
Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe.
Çadır mehteri.
alaik
(Alayık) Münâsebetler. Alâkalar. Mânialar.
alat-ı cariha / âlât-ı câriha
Yaralayıcı âletler.
alay emini
Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askerin hesap işlerine bakan subay ki, binbaşıdan alt derecededir.
alay imamı
Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askere imamlık vazifesini yapan subay.
aliyye / âliyye
Âlete mensup. Âletle alâkalı.
(Çoğulu: Alâyâ) Yemin etmek.
anasır-ı mecruha cerrahı / anâsır-ı mecrûha cerrahı
İnsanların mânevî açıdan yaralayan unsunları bertaraf eden mânevî doktor.
ansiklopedi
yun. Bir sahadaki bilgileri veya bütün bilgileri sistemli veya alfabetik bir şekilde sıralayan eser.
arziz
Kurşun, kalay.
(Farsça)
aşk-ı ilahi / aşk-ı ilâhî
Allahü teâlâyı çok sevme hâli.
ayn-el-yakin / ayn-el-yakîn
Görerek bilme.
Hadîs-i şerîfte bildirilen ihsân (Allahü teâlâyı görüyormuş gibi ibâdet etme) mertebesinde bir ışığın kalbde parlaması. Zamanımızda tarîkata girmiş bir çok kimse, kendilerine tasavvufçu süsü vererek vahdet-i vücudu dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor.
bayin / bâyin
(Beyn. den) Aralayıcı. Ayıran. Ayırıcı.
Aralayıcı, ayıran, ayırıcı özellik.
Aralayıcı, ayırıcı.
beka-billah / bekâ-billah
Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.
biçrek
Kandırılıp aldatılarak kendisiyle daima alay edilen kimse.
(Farsça)
billahi / billâhi
"Allahü teâlâya yemîn ederim" mânâsına, yemîn sözlerinden biri.
cahid / câhid / جاهد
Çalışıp çabalayan.
(Arapça)
cahil / câhil
Allahü teâlâyı unutmuş olan; gâfil, bilgisiz. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İlmiyle amel etmeyen.
çamular
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
çamulari
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
canhıraş / جان خراش
Yürek paralayan.
(Farsça)
canşikaf / canşikâf
Can yaralayıcı, can yırtıcı.
(Farsça)
çapulcu
Başkasının malını çalan, talan edip yağmalayan.
carih / cârih
Yaralayan. Yara açan.
Cerheden, çürüten.
Avcı hayvan.
Şahitliği reddeden, yaralayan.
cariha
(Müe.) Yaralayan.
Kol, ayak gibi her bir vücud azâsı.
cariye / câriye / جاریه
Halayık.
(Arapça)
celis-iilahi / celîs-iilâhî
Allahü teâlâya yakın kimse, velî.
cerh eden
Yaralayan.
cerrar
Cer yapan, para toplayan.
Yavaş yavaş giden asker alayı veya ordusu. Harp âletleri ile cihazlanmış ordu.
Desti satıcısı.
Ağır ağır giden.
Traktör.
cevari / cevârî / جواری
Halayıklar.
(Arapça)
cevarih / cevârih
"Cerh"den yaralayanlar, yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar.
cezbe
Çekme, çekilme. Allahü teâlânın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi, yüksek derecelere kavuşturması. Bu da nefsi terbiye ederek, Allahü teâlâyı çok anmakla olur.
ciğer-şikaf / ciğer-şikâf
Ciğer yaralayan.
ciğer-şikafe / ciğer-şikâfe
Ciğer parçalayan, çok acı veren.
ciğer-şükaf / ciğer-şükâf
Ciğer parçalayan. Çok acı veren.
(Farsça)
ciğerşikaf / ciğerşikâf
Ciğer parçalayan, çok acı veren.
Ciğer parçalayan.
cimar
Toplu kabile.
Süvari alayı.
cümre
Süvari alayı, bin atlı cemaat.
cürf
Dere kenarında selin dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.
Estiyan adı verilen bir ot.
dada
Halayık. Çocuk bakıcı. Dadı.
(Farsça)
dehri / dehrî
Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.
dilhıraş / dilhırâş / دل خراش
Yürek parçalayan.
(Farsça)
dua / duâ
İsteme, yalvarma. Bir kimsenin kendisi veya başkası hakkında bir dileğine bir arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya yalvarması.
ehl-i garet ve fesad
Baskın yapıp yağmalayan çapulcu ve bozguncu güruh.
elha
Malâyâni ve boş konuşan.
Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)
elhamdülillah
"Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur, bütün nîmetler O'ndandır" mânâsına mübârek, kıymetli bir söz. Buna hamdele de denir.
eriş
Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet.
Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.
erziz / erzîz / ارزیز
Kalay.
(Farsça)
Kalay.
(Farsça)
esliha-i cariha / esliha-i câriha
Yaralayıcı, cerh edici silâhlar. (Kılıç, kama, hançer, bıçak... gibi silahlardır).
evliya / evliyâ
Velî kelimesinin çoğuludur.
Dostlar.
Allahü teâlânın sevgili kulları, nefsin esâretinden kurtulup, sözleri, işleri ve hareketleri İslâmiyet'e uygun olanlar, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, ananlar.
fakir
Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.
fakıra
Büyük musibet, zahmet, meşakkat. Dâhiye. Belleri kırıp parçalayan şiddet.
fakr
Fakirlik. Tasavvufta her zaman her işte Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmek.
fasıla / fâsıla / فاصله
Ara.
(Arapça)
Aralayıcı.
(Arapça)
Uzaklık.
(Arapça)
fena / fenâ
Tasavvuf ilminde bir terim. Kendini yok görmek. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak, mahlûkların (yaratılmışların) sevgi ve düşüncesini gönülden çıkarmak. Allahü teâlâyı çok zikir (anma) netîcesinde meydana gelen kendini unutma hâli.
fena fillah / fenâ fillah
Kalbin yalnız Allahü teâlâyı sevmesi, O'nun beğendiği şeylerde fâni olmak yâni O'nun sevdiklerini sevmek O'nun sevdiklerini kendi için sevgili bilmek.
fırak
Tümenler, alaylar, bölükler.
Partiler.
Takımlar, kalabalıklar, ehl-i sünnet ve cemaatten ayrılan mezhepler.
(Tekili: Fırka) Fırkalar, partiler.
Alaylar, bölükler.
Cennetler.
Ehl-i Sünnet cemaatından ayrılan mezhebler.
gafil / gâfil
Gaflette olan. Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutan kimse.
gaflet
Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma hâli.
gani / ganî
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya, hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da denir.
gayretkeş
Çalışkan, çabalayıcı.
Bir tarafı tutan, taraftar.
Kıskanç.
gılale
(Çoğulu: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek.
Küçük kaftan zıbını.
halaik / halâik / خلائق
(Tekili: Halayık) (Halk) Mahlukat. Yaratılmışlar.
Huylar. Tabiatlar.
Yaratıklar.
(Arapça)
Halayık.
(Arapça)
halika
(Çoğulu: Halayık) Tabiat, mahlukât.
hamdele
Elhamdülillah veya bu mânâdaki sözler. Elhamdülillah sözünün mânâsı, Allahü teâlâya hamd olsun, ben her hâlimde O'ndan memnûnum demektir.
hamid / hâmid
Allahü teâlâya hamdeden.
handehariş
Bir kimseye alay tarzında gülme.
(Farsça)
haşeviyye
Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.
haşim
Kuru ekmek kırıntısı doğruyan. Ezen, yaran, kıran, parçalayan.
hatım
Kırıcı, ufalayıcı.
herze-lay
Herze söyleyen, saçmalayan.
herzegu / herzegû / هرزه گو
Saçmalayan.
(Farsça)
herzekarane / herzekârâne
Saçmalayarak.
hettak
Yırtıp parçalayan, paramparça eden.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
hezeyancı
Saçmalayan.
hezeyanlı
Saçmalayan.
hezl
Eğlence, alay, şaka.
Latife.
Mizah.
hezzar
Devamlı saçmalayan adam.
hica'
Hicvetme, yerme. Birisi hakkında alay eder tarzda yazılar yazma.
hicv
(Hiciv) Birini şiir ile zemmetmek, onu gülünç hale koymak. Bu şekilde yazılan şiir veya manzume.
Alay etmek.
Birini şiirle yermek, gülünç hale koymak, alay etmek.
himalaya silsilesi
Himalaya sıradağları.
hıraş
"Tırmalayan, kazıyan" anlamıyla bileşik sıfatlar yapar. Meselâ: Dil-hıraş : Gönlü tırmalayan, inciten. Samia-hırâş : Kulak tırmalayıcı.
(Farsça)
hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.
hudu' / hudû'
Boyun eğmek, alçak gönüllülük. Kalbde devamlı olan Allah korkusu. Allahü teâlâya itâat etmek.
hükm-i külli / hükm-i küllî
Allahü teâlâya âit hüküm, emir.
hürriyet
Hürlük, serbestlik.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.
huş der dem / hûş der dem
Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı hatırlamak.
hutbe
Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.
huyul
(Tekili: Hayl) Atlı alaylar.
Atlar.
Kötülerin meydana getirdiği kalabalık.
ıhfak
Gazâda ganimet malından pay almamak.
Avcıların av yakalayamaması.
ihsan / ihsân
İyilik etmek.
Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek.
ihtifal
Hürmet ve saygı için büyük cemaat ile yapılan merasim. Cenaze alayı.
ihtifalat
(Tekili: İhtifal) Törenler, merasimler.
Cenaze alayları.
ihzal
Şaka ve alay ile çok uğraşma.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
inkılab-ı sayfi / inkılâb-ı sayfî
İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.)
inziva / inzivâ
Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
irşad / irşâd
Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.
ispidkar / ispidkâr
Kalaycı.
(Farsça)
istiare-i mutlaka
(Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)
istidhak
(Dıhk. den) Alaya alma, eğlenme.
istihza / istihzâ / استهزا / اِسْتِهْزَا
Alay etmek, birisi ile eğlenmek.
Birisini gülünç duruma düşürmek, maskara etmek.
Alay etme.
Söz, yazı, işâret veya çeşitli davranışlarla bir kişinin ayıp ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, onunla eğlenmek, alay etmek.
Alay etmek.
İnce alay.
Alay.
(Arapça)
İstihzâ etmek:
Alay etmek.
(Arapça)
Alay etme.
istihzaen
Alay ederek.
istihzakarane / istihzâkârâne
Alay edercesine.
Alay edercesine.
istirca' / istircâ'
Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.
istishar
Alay etme, zevklenme, eğlenme.
istiska / istiskâ
Kıtlık, kuraklık vaktinde, sahrâya çıkıp, yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yalvarmak, duâ etmek. Yağmur duâsı.
jajhor
Mânâsız ve mâlâyani şeyler konuşan.
(Farsça)
kabe kavseyn / kâbe kavseyn
Peygamber efendimizin Mîrac gecesinde bilmediğimiz bir şekilde Allahü teâlâya yakınlığından kinâye olan bir tâbir.
kafir / kâfir
İslâmiyette inanılması lâzım olan şeylerin hepsine veya birine inanmayan, dînin emirlerini beğenmeyen, hafife alan, alay eden.
kaim-makam
Birinin yerine geçen. Kaymakam. Bir kazayı (İlçe) idâre eden memur. Osmanlılarda, binbaşı ile miralay arasındaki askeri rütbe. Yarbay.
kal'
Bir şeyi kökünden çekip koparmak.
Kendisinden iyi kalay çıkan maden.
Azletmek. Bir tarafa ayırmak.
kalb gözü
Kin, hased, kibir gibi mânevî hastalıklardan kurtulup, her an Allahü teâlâyı anan kimsenin kalbinde meydana gelen, işlerin iç yüzünü görme kuvveti, basîret.
kalb-i selim / kalb-i selîm
Şek (şüphe) ve şirkten (Allahü teâlâya ortak koşmaktan), küfür ve nifâktan arınmış, dâimâ Allahü teâlâya bağlı kalb.
kalender
Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse.
(Farsça)
Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse.
(Farsça)
Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof.
(Farsça)
kalus
(Çoğulu: Kulus-Kalâyıs) Ayakları uzun genç deve.
Yüksek.
Murdarlıklar akan çay. Kirli ırmak.
kas'a-lis
Dalkavuk. Çanak yalayıcı.
kase-lis / kâse-lis
(Kâselis) Çanak yalayıcı. Çok yiyen, obur. Hırslı.
(Farsça)
Dalkavukluk. Alçak huylu kimse.
(Farsça)
Dilenci.
(Farsça)
kase-lisan / kâse-lisan
(Tekili: Kâselis) Dalkavuklar, çanak yalayıcılar.
kaselis / kâselis / kâselîs / كاسه ليس
Çanak yalayıcı, dalkavuk.
Çanak yalayıcı.
Çanak yalayıcı.
(Farsça)
kassab
Düdükçü.
Kesici.
Parçalayıcı.
kelime-i tahkir ve eziyet
Alaycı ve eziyet verici ifade.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
ketaib
(Tekili: Ketibe) Askerler, neferler, erler. Alaylar, birlikler.
ketibe
Asker bölüğü. Ordudan ayrılmış toplu alay. Düşmana çapul eden birkaçyüz kişilik süvari kolu.
kevkebe
Necim, yıldız.
İnsan cemaatı. Süvari alayı.
kibriya / kibriyâ
Allahü teâlâya mahsûs azamet, büyüklük, üstünlük, yücelik.
kırnak
Halayık, cariye, esir kadın.
kısas
Cinayette ödeşmek. Bir suç işliyenin aynı şekilde cezalandırılması. Öldürme veya yaralanmada suçlu olana aynı şeyin yapılması. Suçsuz yere adam öldürene veya yaralayana şeriatın aynı cezayı tatbik etmesi.
kısasen
Kısas yoluyla, kısas yaparak öldüren veya yaralayanı cezalandırma.
Kısas yoluyla. Öldüren veya yaralayanı eşit şekilde cezalandırarak.
kodaman
İleri gelen. Servet veya mevki sahibi kimseler hakkında alay yollu söylenir.
küfr-i cehli / küfr-i cehlî
İşitmediği, düşünmediği için, Allahü teâlâya ve inanılması lâzım olan şeylere inanmamak.
küfr-i cühudi / küfr-i cühûdî
Allahü teâlâya, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş, inanılması lâzım olan şeylere inanmamakta bilerek inâd etmek.
küfran-ı nimet / küfrân-ı nîmet
Nîmete nankörlük etmek. Nîmeti kullanırken, nîmetin sâhibini unutmak. Allahü teâlâya verdiği nîmet ile âsî olmak yâni nîmeti yerinde kullanmamak.
kurb
Yakınlık. Tasavvufta, Allahü teâlâya yakın olmak.
kurb-i ilahi / kurb-i ilâhî
Allahü teâlâya yakın olmak.
kurban
Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuzakız
Yırtıcı ve paralayıcı yavuz arslan.
lahi / lahî
Oyuncu.
Boşuna ve mânasız eğlenen. Oyalayan.
lazy
Hiçbir dîne inanmıyanlar ile müşriklerin (Allahü teâlâya ortak koşanların) azâb görecekleri, Cehennem'in altıncı tabakası.
lis
Yalayıcı, yalayan. Birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Kâse-lis : Çanak yalayıcı. Dalkavuk.
(Farsça)
ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr
Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.
ma'rifetullah
Allahü teâlâyı tanıma, bilme.
maaz-allah / maâz-allah
"Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz.
mahigir
Balık tutan. Balık yakalayan. Balık avlayan.
(Farsça)
mahz
Yoğurdu çalkalayıp yağını almak.
malaya'ni
(Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz.
maskaralık
Gülünç ve alay edilir hale gelme.
materyalizm
Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.
mekareci / mekâreci
Binek veya yük hayvanı kiralayan.
(Arapça - Türkçe)
mesakıl
(Tekili: Mıskal) Cilâlayan veya parlatan âletler.
mevkib / موكب
Kafile, alay, kortej.
Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat.
Alay, kafile.
(Arapça)
meze
Tad. Çeşni. Zevk.
Eğlence, alay, lâtife.
mihrak
(Çoğulu: Mehârik) Ağaç kılıç.
Yırtıp parçalayacak âlet.
mikdam
(Çoğulu: Makadim) Çok ayaklı.
Kıdemli.
Çok çabalayıp uğraşan. Fazlaca gayret sarfedip ikdâm eden.
mıkmaa
(Çoğulu: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh.
milliyetle istihza
Millilik ülküsüyle, idealiyle alay etme.
minnet
Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o
miralay
Alay kumandanı. Albay.
Alay komutanı, albay.
mıskal
Cilâlayan, parlatan âlet.
İnce. Zarif.
misket
Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh.
(Fransızca)
Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.)
(Fransızca)
muaheze
Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.
müfettit
(Fett. den) Kıran, ezen, ufalayan. Didik didik eden.
müfreze
Bir kaç alaydan müteşekkil. Ordudan ayrılmış bir kol asker.
müfteris
Yırtıcı. Parçalayıcı. İftiras eden. Zorla yere yıkıp parçalayan.
Yırtıcı, parçalayıcı.
muhadiş
Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı.
muhammir
(Hamr. dan) Tahmir eden. Mayalayan. Ekşitip kabartan. Yoğuran.
muhannit
Mumyalayan, tahnit eden.
muharriş
Tırmalayan, azdıran, tahriş eden.
mukabele / mukâbele
Hapsetmek.
Sonraya bırakmak, tehir etmek.
Meşveret etmek, danışmak.
Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; "başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile alayım" diye şirâsına muhtaç iken tehir etmek.
mukaddir
Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen.
mukarreb
Yakınlaştırılmış.
Cennette dereceleri en yüksek olan.
Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.
mükessir
Kıran. Parçalayan.
münacat / münâcât
Allahü teâlâya duâ etmek, yalvarmak.
munazzım
Sıralayıp dizen, tanzim eden.
Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan.
murassas
Lehimlenmiş.
Kurşun veya kalayla kaplanmış.
musaddık
Tasdik eden. İmzalayan.
Doğruluğunu kabul eden.
müşebbihe
Allahü teâlâyı cisim ve varlıklara benzeten, Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri görünen lugat mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının olduğunu iddiâ eden bozuk fırka.
müşrik
Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde put veya benzeri şeyleri de ilâh, tanrı edinen.
müstahlib
(Halb. dan) Tırmalayan.
müstehiff
Hor ve hakir görüp aşağı ve bayağı sayarak alay edip eğlenen.
müstehlik evliya / müstehlik evliyâ
Nihâyete erdikten, maksada kavuştuktan sonra sebepler âlemine indirilmeyen, geri döndürülmeyen evliyâ. Kalbi hep Allahü teâlâya dönük olup, O'ndan başkası ile meşgul olmayan zâtlar.
müstehzi / müstehzî / مستهزی
Alay eden, alaycı.
Alay eden.
Alaycı.
(Arapça)
müstehziyane / müstehziyâne
İstihza ederek, alay ederek ve eğlenerek. Oyuncak haline koyarak.
(Farsça)
Alay edercesine.
Alay edercesine.
müstekri / müstekrî
(Kira. dan) Kira ile tutan, kiralayan.
müsteshir
Alay eden.
mütehekkim
(Tehekküm. den) Alay eden, tehekküm eden.
mütehekkimane / mütehekkimâne
Alay edercesine.
(Farsça)
mütela'simane
Saçmalayarak, kemküm ederek.
(Farsça)
mütelakkım
Lokma yutan. Lokmalayan.
mutmainne
İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.
müzeyyif
Eğlenen, tezyif eden, hakaret ve alay eden.
müzeyyifane / müzeyyifâne
Alay derecesine, hakaret edercesine. Aşağı görürcesine.
(Farsça)
naciş
Avı ürküterek avcının tarafına kovalayan adam.
nahil
Hurma ağaçları, hurmalık.
Hurma ağacı.
Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.
nasic
(Nesc. den) Dokuyan, nesceden.
Düzenleyen, tertib eden, sıralayan.
nefs-i mutmainne
Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.
netg
Alayla gülmek.
Bir kimseyi ayıplamak.
neuzü billah / neûzü billah
"Allahü teâlâya sığınırız" mânâsına, tehlikeli hâllerden ve îmânı gideren şeylerden sakınma ve korkma mânâsını ifâde eden bir söz.
nezr
Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.
nigahdaşt / nigâhdâşt
Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza.
nüzul / nüzûl
İnmek. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi.
pa-dam
(Ayaktan yakalayan) Kuş tuzağı.
(Farsça)
perakendegu / perakendegû
Saçma sapan konuşan. Saçmalayan.
(Farsça)
put
Allahü teâlâya inanmayanların taptıkları resim veya heykel.
rah-ı ictiba / râh-ı ictibâ
Tasavvufta Allahü teâlâya kavuşturan yollardan biri. Seçilmişlerin yolu.
rah-ı müridan / râh-ı mürîdân
Tasavvufta müridlerin, talebelerin yolu. Allahü teâlâya kavuşturan yollardan. Sâlikler (tasavvuf yolunda ilerleyen talebeler) yolu.
rasas
Kurşun, kalay, lehim.
rasas-ı müzab
Eritilmiş kalay.
rasasi / rasasî
Kalaycı.
Kurşun renginde olan.
rassas
Kalaycı.
rekb
Atlılar alayı, süvari takımı.
Diz ile vurmak. Dizi vurmak.
resm
(Resim) Yazma, çizme, desen.
Eser, iz, nişan, alâmet.
Suret.
Tertib. Tarz, üslub.
Fotoğraf resmi.
Âdet, usul, tavır, davranış.
Alay, merâsim.
Man: Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif.
reum
Yavrusunu seven deve.
Yanından geçen kimsenin elbisesini yalayan koyun.
rişhand
Bıyık altından gülme. Alay.
(Farsça)
sai / sâî
Çalışan, kovalayan.
şaki / şakî
Cehennemlik. Bedbaht; şirk (Allahü teâlâya eş, ortak koşması) veya isyân etmesi sebebiyle kâfir veya fâsık olan kişi. Zıddı saîd'dir.
salaye
(Çoğulu: Salâyât) Bir şey ezmede kullanılan yassı düz taş.
şathiyyat
Alaylı ve eğlenceli fıkra veya hikâyeler.
şea'irullah / şeâ'irullah
Görülünce, Allahü teâlâyı hatırlatan şeyler.
sebuiyet
Yırtıcılık, parçalayıcılık. Yırtıcı hayvanın fıtri hassası.
şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ
Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını
semire
Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.
seyr-i ilallah
Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek. Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
sıfat-ı zatiyye / sıfat-ı zâtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları. Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur. Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir.
şikaf / şikâf
(Şikâften: "Yarmak" mastarından) Yarık, yırtık, çatlak.
(Farsça)
Kelime sonuna gelerek "yırtıcı, yırtan" mânâsına kullanılır. Meselâ: Ciğer-şikâf : Ciğer parçalayan.
(Farsça)
"Yırtan, parçalayan" mânâsında son ek.
şiken
(Şikesten mastarından) Kıvrım, büküm.
(Farsça)
Koparan, parçalayan mânâsında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Haysiyet-şiken : f. Haysiyet kıran.
(Farsça)
sılyane
(Çoğulu: Salayan) Bakla.
şirk
Allahü teâlâya eş, ortak koşma.
şirk-i ekber
Putlara tapınmak. Allahü teâlâya ortak koşmak.
sôfi / sôfî
Tasavvuf ehli. Kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) ve mâsivâya (Allahü teâlâdan başka şeylere) bağlamaktan koruyan, nefsini Allahü teâlâya itâate kavuşturan, pâk ve temiz bir kalbe sâhip olan kimse, velî derviş.
sübhanellah / sübhânellah
Allahü teâlâyı noksanlık ve kusur olan şeylerden tenzîh ederim, uzak tutarım mânâsına, mübârek, kıymetli bir söz.
suhare
Başkasıyla alay eden.
suhre / سُخْرَه
İsteksiz yapan, alaya alan.
şühud-i enfüsi / şühûd-i enfüsî
Kendi hakîkatini görme. Tasavvuf yolunda Allahü teâlâya yakın olma hâli. Tasavvuf makamlarını kalb gözüyle görme.
şühud-i ilahi / şühûd-i ilâhî
Bu âlem (mahlûklar âlemi) ile hiçbir münâsebeti olmadan Allahü teâlâyı müşâhede, görme.
şükr
Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.
sunbur
(Çoğulu: Sanâbir) Demirden veya kalaydan olan ibriğin emziği.
Havuzun çevresine yapılan lüle ve oluk.
sürb / سرب
Kurşun, kalay. Kurşun ve kalay karışımı.
(Farsça)
Kurşun.
(Farsça)
Kalay.
(Farsça)
tabakat-ı müfessirin / tabakât-ı müfessirîn
Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, yâni kastedilen mânâyı açıklayan tefsîr ilmi ile meşgûl olan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Tefsîr âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn
Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
tabakat-ül-fukaha / tabakât-ül-fukahâ
Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar.
tahmid / tahmîd
"Elhamdülillah" demek. "Hamd, şükür Allahü teâlâya mahsûstur" mânâsına "Elhamdülillah" sözü ve benzerleri.
taklid
Takma, asma, kuşatma.
Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
tannaz / tannâz / طناز
Herkesle eğlenip alay eden. Müstehzi.
Alaya alan, eğlenen.
(Arapça)
tanz / طنز
Herkesle eğlenme. Alay etmek.
Alaya alma, eğlenme.
(Arapça)
taskil / taskîl
Cilâlayıp parlatma.
tavassut
Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma.
tayhan
Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse.
tazarru'
Kendini alçaltarak, aşağı görerek, Allahü teâlâya yalvarma.
Tövbe etmek.
tefviz / tefvîz
Ismarlama, havâle etme.
Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek.
Kadına kendini boşama hakkı vermek. Yâni kendini sen boşa demek. Buna Temlîk de denir.
tehekküm
İstihza.
Tevbih. Şiddetle azarlama. Görünüşte ciddi, hakikatta alaydan ibaret olan eğlenme.
Edb: Tarizin tesirli olan kısmı.
Alay etme, hafife alma, küçümseme.
"Hekeme"den:
Alay etme, eğlenme.
Görünüşte ciddi, hakikatte alaydan ibaret olan eğlenme.
Alay, azarlama.
tehekkümen
Alay için, tehekküm suretiyle.
tehiyyet-ül-mescid
Mescide girince, oturmadan önce, mescidin sâhibine yâni Allahü teâlâya ta'zîm ve hürmet için kılınan iki rek'at nâfile namaz.
tehzil / tehzîl / تهزیل
(Çoğulu: Tehzilât) Zayıflatma.
Alaya alma. Alay şekline sokma.
Alaya alış.
(Arapça)
tekbir / tekbîr
Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
"Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
Ramazan ve Kurban
telakkum
Parçalayıp lokma yapıp yutma.
Karın gurultusu.
teleccün
Bir nesneyi ovalayıp kirini gidermek.
temime / temîme
Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak.
tenzih / tenzîh
Allahü teâlâyı, şânına lâyık olmayan şeylerden, her türlü eksik ve noksanlıklardan uzak tutmak.
terettüb eden
Sıralayan, gerektiren.
tesahhur
(Çoğulu: Tesahhurât) Zevklenip alay etme.
Aleme gülünç olma. Maskara olma.
tesbih
Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
Namaz kılmak.
Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö
teşeffü'
Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.
tesehhur
Alay etme, maskaraya alma.
teşrik
Güneşlendirme. Güneşte kurutma.
Eti parçalayıp güneşte kurutma.
Doğu tarafına gitme.
teveccüh
Yönelme.
Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velîni
tevekkül
Allahü teâlâya teslim olma. Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her işte Allahü teâlâya îtimâd etmesi, güvenmesi.
tezyif
Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak.
Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek.
Tahkir etmek.
tezyifat
Alay etmeler, küçük düşürmeler.
tezyifkarane / tezyifkârâne
Alay ederek, küçük düşürerek.
tılh
(Çoğulu: Tılâh-Talâyıh) Zayıf.
Yorulmuş.
Geç gelmek.
tufeyli / tufeylî
(Davetsiz ziyafete giden Tufeyl adında birisinin ismindendir) Sahte.
Dalkavuk. Çanak yalayıcı.
Başkasının sırtından geçinen. Asalak. Parazit. Fazladan.
ubudiyyet / ubûdiyyet
Allahü teâlânın emirlerine teslîmiyet ve boyun eğmek. Allahü teâlânın işinden râzı olmak. Her an Allahü teâlâyı hatırlamak, anmak.
ühkume
Alaylı söz veya hal.
vallahi / vallâhî
Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.
vasl
Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd
vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî
Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.
vaziyet-i mevhume-i canhıraşane / vaziyet-i mevhume-i canhıraşâne
Yürek paralayıcı olarak farz edilen durum.
vecd
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.
vesile / vesîle
Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey.
vilayet / vilâyet
Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
vilayet yolu / vilâyet yolu
Bir vâsıtanın yâni yetişmiş bir velînin yol göstermesi lâzım olan, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolu.
vuslat
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması.
yad-ı daşt / yâd-ı daşt
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi.
yad-ı gird / yâd-ı gird
Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.
yağmur duası / yağmur duâsı
Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ.
yave-gu / yâve-gû
(Çoğulu: Yâve-guyân) Saçmasapan konuşan, saçmalayan.
(Farsça)
yavegu / yâvegû / یاوه گو
Zırvalayan, saçmalayan.
(Farsça)
yordam
t. Edâ.
Alâyiş, tantana, debdebe.
Meleke, çalım, çeviklik, alışkanlık, yatkınlık. Çabukluk.
zahmkar / zahmkâr
Yaralayıcı, yara açan.
(Farsça)
zahmres
Yara açan, yaralayıcı.
(Farsça)
zalim / zâlim
Zulm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden.
Allahü teâlâya inanmayan kâfir.
zariyat
Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler.
Velud kadınlar.
zaruriyyat-ı diniyye
İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak.)
zevk
Lezzet alma, hoşa gitme, tatma.
Hoş, hoşa giden. Mânevi haz.
Boş vakit geçirmek. Eğlenmek.
Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.
zındık
Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
ram olmak
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Cénab
Netice_i
fiil-i tevzin
nâvâkıf
Insaf
مرشد
muaviye
Tevkifi
tavsil
hali
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
alay
Ucret
MEKAN
zebun
öğrencileri
gitm
Arman etmek
لي
satılmak
dindar