REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te agiz ifadesini içeren 179 kelime bulundu...

ab-dest

  • Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir. (Farsça)
  • Azarlama, paylama. (Farsça)

ab-ı dehan / ab-ı dehân

  • Ağız suyu, salya.

ağaz / âğaz

  • Ağızlar, nağmeler.

an'ane

  • Âdet, örf.
  • Ağızdan nakledilen söz, haber.
  • Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil.
  • Silsile.
  • Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir.

bahar

  • Ağız kokusu.

balgam

  • Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
  • Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.

bang

  • Ses, sadâ, haykırma, bir ağızdan alkış. (Farsça)

benderek

  • Küçük iskele. (Farsça)
  • Boğaz ve liman ağızlarında yapılan küçük kale. Mendirek. (Farsça)

bihr

  • Ağız kokusu.

busak

  • Ağız suyu.

buzak

  • Tükrük. (Ağızda "buzak", ağızdan çıksa "rıyk" denir.)

çakmaklı

  • Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri.

dahamis

  • Bahadır, kahraman.
  • Karayağız, iri yapılı adam.

damacana

  • Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe.

dehan / dehân / دهان

  • (Dıhen- Dahen) Ağız, Fem. (Farsça)
  • Ağız.
  • Ağız. (Farsça)

dehan-ı hakikat

  • Hakikat ve gerçekleri haykıran, konuşan ağız.

dehan-ı teng / dehân-ı teng

  • Ufak ağız. Dar ağız.

dehangüşa

  • Söyliyen, açılmış ağız, konuşan ağız. (Farsça)

dehen / دهن

  • Ağız. (Farsça)
  • Ağız. (Farsça)

dehen-şuy

  • Ağız temizleme, ağız yıkama.

dem

  • Nefes. Soluk. (Farsça)
  • Ağız. (Farsça)
  • Nazar. (Farsça)
  • An, vakit, saat. (Farsça)
  • Koku. (Farsça)
  • Kibir, gurur. (Farsça)
  • Âli, yüksek. (Farsça)
  • Körük. (Farsça)

dem'an

  • İçi iyice dolmuş olan. Ağız ağıza dolu kap.

dered

  • Ağızda diş olmamak.

derem

  • Baldır etli olduğundan dolayı topuğun görünmeyip belirsiz olması ve sâir kemiklerin etlilikten belirmeyip örtülmesi.
  • Ağızdan dişlerin dökülüp yerini et bürüyüp belirsiz olması.
  • Davarın yavaş yürüyüp adımlarını birbirine yakın atması.

dervaze-i nuş / dervâze-i nuş

  • Mc: Ağız.

des'

  • Def'etmek kovmak.
  • Ağız dolusu kusmak.

dil

  • t. Lisan, zeban.
  • Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu.
  • İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat.
  • Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları.
  • Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası.
  • Mc:

dude

  • Kurtcağız, küçük solucan, böcek.

duhmesan

  • Kara yağız, iri yapılı adam.
  • Akılsız adam.

duhseman

  • Kara yağız, iri vücutlu adam.

dürc

  • Kutu, kutucuk, küçük kutu.
  • Mücevherat kutusu.
  • Hokka gibi olan ağız, biçimli ağız.

dürr-efşan

  • İnci serpen. Söylediği sözler inci olan ağız. (Farsça)

edhem

  • (Çoğulu: Dühem-Edâhim) Karayağız at.

edlem

  • Karayağız, siyah adam.
  • Kara eşek.
  • Uzun yanaklı.
  • Uzun boylu.

efvah / efvâh / افواه

  • Menfezler, ağızlar, delikler.
  • Mc: Yemeğe lezzet için konan baharat.
  • Ağızlar. (Arapça)

ehre

  • Büyük ağızlı.

ekmam

  • (Tekili: Kümm) Elbisenin kolları, yenleri, kol ağızları.

elcime

  • (Tekili: Licâm) Hayvanların ağızlarına takılan gemler.

eşdak

  • Doğru konuşan. Yalan söylemeyen. Sâdık.
  • Büyük ağızlı.

esmer / اسمر

  • Karayağız, esmer, koyu tenli. (Arapça)

feletat

  • Lisanın döküntüleri, iradesiz ağızdan çıkan söz veya kelime.
  • Ansızlık.
  • Her ayın son geceleri.

fem / فم

  • Ağız. Dihen. (Kelimenin aslı: "Feveh" veya "Fâh" dır.)
  • Ağız.
  • Ağız.
  • Ağız. (Arapça)

femi / femî

  • Ağızla alâkalı. Ağıza âit.

ferah-dehen

  • Geveze, boşboğaz. (Farsça)
  • Geniş ağızlı, ağzı büyük. (Farsça)

fevh

  • Ağız büyüklüğü.

fidam

  • (Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç.
  • Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.

firudest

  • Birkaç hânendenin hep bir ağızdan usûlüne uygun olarak söyledikleri nağme. (Farsça)

gamaim

  • (Tekili: Gımâme) Hayvanların, yem yemelerini veya ısırmalarını önlemek gayesiyle ağızlarına takılan torba gibi şeyler.

gareyn / gâreyn

  • (A, uzun okunur) Alt ve üst çene, yâni ağız.
  • İki gar.
  • Alt ve üst çene, yani ağız.
  • Ağız ve tenasül organları.

goncedehan / goncedehân / غنجه دهان

  • Küçük ağızlı, gonca ağızlı. (Farsça)

gulgul

  • Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele.
  • Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses.

haber

  • Hâriçten insanın fikrine intikal eden ilim.
  • Yeni havadis. Ağızdan ağıza nakledilen söz.
  • Peyam. Peygam. Nebe'. İlim ve malumat. Bilgi.
  • Hadis, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın sözü.
  • Edb: Hâdiseyi bildiren fiil veya cümle.
  • Gr: Müsned. Mübtedanın mu

harf

  • Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri.
  • Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret.
  • Vecih, ü

hayende

  • Ağızda çiğneyen. (Farsça)

hayide

  • Çiğnenmiş. (Farsça)
  • Ağızdan ağıza dolaşmış, bayat söz. (Farsça)

hemavaz / hemâvâz / هم آواز

  • Bir ağız. (Farsça)

hicam

  • Hayvanlara takılan ağızlık.

hicame

  • Deve ağzına ısırmasın diye takılan ağızlık.

hillet

  • (Çoğulu: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık.
  • Kılınç gediği.
  • Nakışlı deri.
  • Ağızda bâki kalan dişler.
  • Dişler arasında kalan yemek artığı.

hulkum

  • Boğaz, gırtlak, ağızdan mideye giden yol.
  • İnsan veya hayvan boğazı. Ağızdan mideye giden yol.

huni

  • yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.

huruf-u müsta'liye

  • Tecvidde: Harf ağızdan çıkarken dilin üst damağa yapışması halinde veya üst damağa doğru gitmesiyle çıkan harfler: Kaf, tı, zı, dat, hı, sad, ayın, gayın, Bu harflerin mukabili "istifâle" harfleridir.

hutm

  • Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.

ibkam / ibkâm

  • Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.

ifade-i şifahiyye

  • Ağızdan söyleyerek, şifahî olarak ifade ederek.

iğtisal / iğtisâl

  • Gusl (boy) abdesti almak. Ağız ve burun dâhil bütün vücûdu hiç kuru yer kalmayacak şekilde baştan ayağa yıkamak.

ılk

  • Sakız.
  • Ağızda çiğnenen şey.

imame

  • İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh.
  • Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık.
  • Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.

irade-i seniyye

  • Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır.
  • Çok yüksek ve m

isave

  • Gammazlık, ağız karalığı.

işha'

  • Ağız açma, ağzını açma.

ism-i tasgir

  • Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.

istifale

  • Tecvidde: Bir harfin, okunduğu zaman aşağı çene tarafına düşüp üst damağa yükselmesi. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler: "Müsta'liye" harflerinin zıddıdır. Bu harfler: "Elif, Be, Te, Se, Cim, Ha, Dal, Zel, Rı, Ze, Sin, Şın, Ayın, Fe, Kaf, Kef, Lâm, Mim, Nun, Vav, He, Yâ" dır.

istinkah / istinkâh

  • Araştırma. Ağız koklama.

kaba necaset / kaba necâset

  • İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük

kanata

  • ing. Bol ağızlı su testisi.
  • Sıvı koymaya mahsus kap.
  • Bazan ölçü gibi de kullanılır.

kasb

  • Ağızda tez dağılan ve çekirdeği katı olan kuru hurma.
  • Sağlam, sert.

kay

  • Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.
  • Ağızdan çıkan hazmolmamış besin, kusmuk.

ke

  • Farsçada küçültme edatıdır. Kelimelerin sonlarına gelir. (Meselâ: "Merdüm: Adam; merdümek: Adamcağız" gibi.) (Farsça)

kefc

  • Ağızdan gelen köpük. (Farsça)

ker'

  • (Çoğulu: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek.
  • Yağmur suyu.
  • (Kız) erkek istemek.

kereb

  • Kova bağladıkları ip.
  • Suyu yatıp ağızla içmek.
  • Hurma ağacının kökü.

ketumiyyet

  • Ketumluk. Ağız sıkılığı. Sır vermemeklik.

kimam

  • (Tekili: Kimm) Tomurcuklar.
  • Hayvan ağızlığı. Boyunduruk.

kıraet / kırâet

  • Ağız ile okumak. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafif kırâet, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî (sesli) kırâet denir.
  • Namazın içindeki farzlardan biri.

kula'

  • Ağız ağrısı.

kuza'

  • Ağız ağrısı.

la'b

  • Ağızdan salya akmak.

lafz

  • Ağızdan çıkan söz, kelime.
  • Bir şeyi atmak.

lakve

  • Ağız çarpılması.

lav / lâv

  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde. (Fransızca)
  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püsküren sıvı ateş.

lebaleb

  • Ağzına kadar dopdolu.
  • Ağızdan ağıza.

lebriz

  • Taşacak kadar. Ağıza kadar. Taşkın. (Farsça)

leclece

  • (Sözde) karasızlık, tereddüt.
  • Lokmayı ağızda döndürmek ve çiğnemek.

lemz

  • Ağızda olan yemek artığını dil ile araştırmak.

levc

  • Ağız içinde lokma veya başka bir şeyi döndürüp çevirme.

levg

  • Ağızda bir cismi çiğneyip sonra dışarı tükürmek.
  • Yalamak.

levs

  • Pislik, murdarlık. Kir.
  • Zor. Kuvvet.
  • Tam olmayan, zayıf beyyine.
  • Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
  • Deprenmek.
  • Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
  • Cerâhet, yara.

lüab

  • (Liâb) Salya. Tükrük. Hazmolmamış, ağızdan geri gelen gıda.

lüfaze

  • Değirmenin öğüttüğü un.
  • Ağızdan çıkan söz.

lümaze

  • Ağızda geri kalan nesne.

madg

  • Çiğneme. Ağızda çiğneyiş.

maharic-i huruf

  • Gr: Ağızda harflerin çıktığı yerler.

mahrec

  • Çıkacak yer.
  • Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.
  • Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda)
  • Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.)
  • Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye v
  • Sesin ağızdan çıkış yeri.
  • Dışarı çıkacak, çıkılacak kapı.
  • Ağızdan harflerin çıktığı yer.

mazg

  • Ağızda çiğneme.

mazmaza / مضمضه

  • Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak.
  • Gargara. (Arapça)
  • Mazmaza yapmak: Gargara yapmak, ağızda su çalkalamak. (Arapça)

mecc

  • Ağızla su püskürmek.
  • Sulu şeyler atmak ve saçmak.

mehan

  • Ağızdan akan su, ağız suyu.

meharic-i huruf / mehâric-i hurûf

  • Tecvidde: Ağızda harf seslerinin çıktığı yerler.
  • Kur'ân-ı kerîm harflerinin herbirinin ağızdan ses olarak çıktığı yer.

mel'ub

  • Salyalı ağız.

melagım

  • Ağız çevresi.

melfuz

  • (Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş.
  • Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.

menfez

  • Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer.

menkul / menkûl

  • Nakledilmiş, taşınmış.
  • Ağızdan ağıza geçmiş söz.

menkulat

  • Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler.

mev'ude

  • Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız.

mezg

  • Yemeği ağızda çiğnemek.

mücac

  • Ağızdan atılan tükrük.

müfhim

  • İfham eden. Delil ile susturan. Ağız açtırmayan.

mükabere / mükâbere

  • Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.

münazaa

  • Ağız kavgası, mücadele, çekişmek.
  • Ağız kavgası; çekişme.

münazaat

  • Ağız kavgaları, çekişmeler.

münazi'

  • (Nez'. den) Çekişen, nizâ eden. Ağız kavgası yapan.

münfetiha

  • Tecvidde: Kur'an okurken dil, üst damaktan ayrılır vaziyette iken ağızdan çıkan harflere denir. Şunlardır; mim, nun, elif, vav, cim, hı, zel, dal, sin, ayın, te, fe, kaf, lem, he, şın, be, ye.

müntabıka

  • Söylenirken dilin üst damağa kapanması. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler; sad, dad, tı, zı.

mürgek

  • Küçük kuş. Kuşcağız. (Farsça)

müstenkih

  • Araştıran. İnceliyen, tedkik eden.
  • Ağız koklıyan.

muzaga

  • Çiğnenen lokmadan ağızda kalan kırıntılar.

nakur

  • Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. Çünkü boru çalındığı zaman, içinden hava tazyiki ile didiklenmiş olacağı gibi, dışından da o ses, çarptığı kulakları didikleyeceği cihetle boruya "minkar" mânasıyla alâk

necva

  • Gizli fısıltı. İki kişi arasında fısıldamak.
  • Ağız koklamak.
  • İki kişi arasındaki sır.

nekad

  • (Çoğulu: Nukyud-Nikâd) Ayakları kısa, yüzü çirkin koyun.
  • Büyümesi geç olan çocuk.
  • Ağızda dişler çürüyüp ufanmak.
  • Davarın tırnağı soyulup yüzülmek.

nıt'

  • Ağız tavanının pütür yerleri.

nükhet

  • Râyiha. Ağız kokusu.
  • Günahlı sözler. Hoş olmayan günah olan söz, kelime.

rik

  • Salya. Ağız suyu.

rudab

  • Ağızdan akan su.

rüdab

  • Ağızdan akan su, salya.

rüval

  • Salya, ağız suyu.

sagr

  • (Tekili: Sügur) Etrafı kale ile çevrili şehir.
  • Sahil şehri.
  • Tepe veya başka bir yerde mağara.
  • Ağız. Ön dişler.

şahr

  • Ağızını öttürmek.
  • Islık çalmak.
  • Sesi yükseltmek.

şap

  • (Şep) Kim: Antiseptik bir cisim olup alüminyum ve potasyum sulfatından mürekkep, tadı buruk ve suda tuz gibi erir bir cisim.
  • Hayvanların ağız ve ayaklarında görülen ateşli, salgın bir hastalık ismi.

şebam

  • Anasını emmesin diye kuzu ve oğlak ağzına takılan ağaç ağızlık.
  • Araptan bir kabile.

şedak

  • Ağızın her iki yanının geniş olması.

segar

  • (Çoğulu: Süğür) Ön dişler.
  • Ağız. (Dar geçit ağızlarına ve diğer yerlerin boş olan korku yerlerine de denir.)
  • Yaş hıyar.

serem

  • Dişin, ağızda kökünden kırılması.

şıdk

  • (Çoğulu: Eşdâk) Ağızın kulaktan tarafı.
  • Ağzın kenarı.

şifahen / şifâhen / شِفَاهًا

  • Sözle, ağızdan. Konuşmak suretiyle.
  • Ağızdan, sözle.
  • Ağızdan.

şifahi / şifahî

  • Ağızdan, şifahen, sözlü.

şifahiyat / şifahiyât

  • Ağızdan söylenilen, şifahî olan, sözlü ifadeler.

sımag

  • Ağızın bir tarafı.

sine

  • An. Bir lahzacık.
  • İki ağızlı balta.

şişe / şîşe

  • Lâmbaya geçirilen sırça, camdan yapılmış küçük baca, camdan yapılmış dar ağızlı uzun kap.

sitam

  • Kılıcın ağızı.

şive

  • Söyleyiş. Tarz. Ağız. Üslub.
  • Eda. Naz.

siyahçerde

  • Esmer, karayağız olan. (Farsça)

şüfre

  • (Çoğulu: Eşfâr) Yassı büyük bıçak.
  • Gön ve sahtiyan kestikleri bıçkı.
  • Kılıç ağızı.
  • Kirpik biten yer.

sugur

  • Düşmana yakın hududlar, serhadler.
  • Mağara.
  • Ön dişler.
  • Ağızlar.

sümret

  • Esmerlik, karayağızlık.

tadahhum

  • Ağızla tutmak.

takrirat / takrirât

  • (Tekili: Takrir) Ağızdan anlatılan şeyler.

takriren

  • Ağızdan anlatarak.

talavet

  • Güzel, hüsün. Şirinlik, zariflik.
  • Ağızda çıkan bir nevi yara.

tedvim

  • Teskin etmek, sâkinleştirmek.
  • Kuşun, uçarken dönüp deverân etmesi.
  • Dili ağızda döndürmek.
  • Tatmak.

tefeşşi

  • İntişar etmek, dağılmak.
  • Tecvidde: Harf okunduğu zaman sesin ağız içinde dağılıp uzatılmasına denir. Sin, sad, se, ra, fe, şın, mim, dad harflerine mütefeşşi harfleri denir.

telaffuz

  • Söyleyiş, söyleniş.
  • Ağızdan çıkan lâfız.

telahhuz

  • İmrenerek ağız sulanma.

telakkuf

  • Ağızdan söz kapmak.
  • İşitmek.
  • Yutmak.
  • Sür'atle almak.

telemmüc

  • Yemek artığını dil ile ağızda aramak.
  • Tatmak.
  • Yemek.

telemmüz

  • Tatmak.
  • Yemek.
  • Dili ağızda döndürüp yemek kırıntısı aramak.

telmiz

  • Dili ağızda yemek kırıntısı için gezdirmek.
  • Tattırmak.
  • Yedirmek.

temlie

  • (Mel'. den) Ağız ağıza doldurma.

tevatür

  • Kuvvetli haber.
  • Bir haberin ağızdan ağıza geçerek yayılması. (Bak: Mütevatir).

tevatürat / tevatürât

  • (Tekili: Tevatür) Tevatürler, ağızdan ağıza dolaşıp yayılan haberler.

tevatüren

  • Ağızdan ağıza yayılarak. Tevatür suretiyle.

tizna

  • Kılıç, bıçak gibi şeylerin keskin olan ağız tarafı. (Farsça)

tubaha

  • Çömlek.
  • Ağızdan çıkan köpük.

tufuh

  • Kap ağız ağıza dolma.
  • Yukarı kalkma.
  • Çabuk geçme.

übeyd

  • (Abd. dan) Kölecik, kulcağız.

üst perdeden başlamak

  • Ağız bozmak, sert konuşmak.

yekzeban

  • Söz birliği. Ağız birliği. Sözde beraberlik.
  • Aynı dili konuşan. Bir dilde.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın