Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
agir
ifadesini içeren
629
kelime bulundu...
a'ba
Ağırlıklar, yükler, mes'uliyetler.
Sandık.
a'ma-i asam / a'mâ-i asam
Kör ve sağır.
abalet
Ağırlık.
abra
Bir değiş-tokuşta üste verilen şey.
Teraziyi ayarlamak için hafif gelen kefesine konulan ağırlık.
ac'ac
Çağırış.
ac'ace
Uzun uzun çağırmak.
agvas
(Tekili: Gavs) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.
aheste / âheste / آهسته
Yavaş, ağır.
(Farsça)
Yavaş, ağır.
Yavaş, usul, ağır.
(Farsça)
ahmal
(Tekili: Haml) Yükler.
Ağır şeyler. Eşya, ağırlık.
ahmal ü eskal
Ağır yükler.
ahşa'
(Tekili: Haşâ) Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar.
Mahaller, bölgeler, cihetler.
ajir
Göl, havuz.
(Farsça)
Kalabalık, izdiham.
(Farsça)
Bağırma, feryât.
(Farsça)
Çekingen.
(Farsça)
Akıllı, uyanık.
(Farsça)
Amâde, hazır.
(Farsça)
ajirak
Gürültü, ses. Bağırış.
(Farsça)
aksab
(Tekili: Kusb) Kalın bağırsaklar.
andel
Yaşı büyük deve.
Uzun, tavil.
Avazla çağırmak.
asal
(Çoğulu: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak.
Bağırsak.
asamm / اصم
Sağır, işitmez, katı.
Sağır.
Sert, katı.
Güç, tahammül edilmez.
Gr: Muzaaf olan fiil. (İkinci veya üçüncü harf-i aslisi şeddeli olan fiil)
Sağır.
Sağır.
(Arapça)
asammane / asammâne
Sağırcasına.
Sağır bir şekilde.
asemm
Çok sağır.
asib
Dolmuş bağırsak.
Katı nesne, şedid.
Şiddetli sıcak, çok sıcaklık.
Talihsizlik.
asir
Ağır. Zor. Güç. Müşkül. Düşvâr.
at'ata
Birbiri ardınca çağırmak.
Kavga etmek.
ateş-suhan
Dokunaklı, kalb kıracak şekilde ağır söz söyliyen.
(Farsça)
atim
Yavaş, sessiz, ağır.
atletizm
yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.
atreş
Sağır, işitmeyen.
attat
Çok bağırıp çağıran, gürültücü adam.
avaze / âvâze / آوازه
Bağırma.
(Farsça)
Ün.
(Farsça)
avle
Bağırma, feryat.
ayn
Birşeyin kendisi.
Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal
ayniyye
Göz hastalıkları kliniği.
Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler.
ba-vekar
Ciddi, vakarlı, ağırbaşlı.
bab
Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat.
(Farsça)
Gemi halatlarının bağlandığı yer.
(Farsça)
İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk.
(Farsça)
Mânevi rehber, şeyh.
(Farsça)
Bektaşi şeyhi.
(Farsça)
Hayırhah ve muhterem.
(Farsça)
Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatt
(Farsça)
bahbaha
Devenin kükreyip ses çıkarması.
Çıtırdama. Mışıldama.
Deve çağırmak.
bahset
Uykuda ağırlık basma.
(Farsça)
Uyurken olan horultu.
(Farsça)
bahtek
Uykuda iken ağırlık basma.
(Farsça)
Fena tâlih, küçük şans.
(Farsça)
bahz
Sıkıntılı olma, can sıkma.
Yük ağır gelip hayvanı çökertme.
Bir adamı çenesinden, sakalından tutup çekme.
balyoz
Vaktiyle Avrupa devletlerinin büyükelçi ve büyük konsoloslarıyla, general ve amiral gibi kişilerine verilen bir ünvandır.
(Fransızca)
(Yunancadan) Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç.
(Fransızca)
bar / bâr
Allah.
Yemiş, meyva.
Yük, ağırlık.
Yağdıran, serpen, döken.
bar-ı giran / bâr-ı girân
Ağır yük.
bar-ı sakil / bâr-ı sakil / bâr-ı sakîl / بَارِ ثَق۪يلْ
Ağır yük.
Ağır yük.
Ağır yük.
bar-ı sıklet / bâr-ı sıklet
Ağır yük, sıkıntı.
barbut altını
Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.
barimetri
Beden ölçümü yardımıyla hayvanların ağırlığını tayin etme.
(Fransızca)
baskı
t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik.
Basan, ağırlık veren şey.
Kalıp, damga.
Bir eserin yeni basılışlarının her seferi.
Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.
baskın
t. Ağır, sakil.
Basıp geçen, galip, üstün.
Ansızın, birdenbire hücum.
baskül
Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet.
(Fransızca)
basur / bâsûr
(Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.
bataet / batâet / بطائت
Tenbellik, yavaşlık. Ağırlık.
Ağırlık, yavaşlık.
(Arapça)
batarya
İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.
bati / batî / بطى
Ağır hareketli. Ağır. Yavaştan.
Ağır, yavaş.
(Arapça)
bati-ül hareke / batî-ül hareke
Davranış ve hareketi ağır.
batman / بَاطْمَانْ
Eski ağırlık ölçülerinden olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yeryer değişir. Ekseriya altı okkadır. Bu, hâlen kullanılan sekiz kilo kadardır.
Eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
İki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.
Sekiz kg. ağırlık.
bavekar / bâvekar / باوقار
Ağırbaşlı.
(Farsça - Arapça)
behzet
Ağırlaştırmak, meşakkatli yapmak.
Zebûn etmek.
ber
Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır)
(Farsça)
Göğüs, sine, bağır, sadır.
(Farsça)
Fayda.
(Farsça)
Hamil.
(Farsça)
Hıfz.
(Farsça)
Yan.
(Farsça)
Taraf.
(Farsça)
Nâkil. Götürücü.
(Farsça)
Meyve.
(Farsça)
Yaprak. Varak.
(Farsça)
Meme.
(Farsça)
Genç kadın.
(Farsça)
E
(Farsça)
berbere
Kızgınlık ânında söylenip çağırmak bağırmak.
betaet / betâet / بطائت
Ağır olma, yavaşlık.
Ağırlık, yavaşlık.
(Arapça)
bevc
Berk, şimşek.
Yorulma.
Bağırma, haykırma.
bıta
Ağır davranma, gevşek davranma, gecikme.
blok
Birbirine bitişik yapılar.
(Fransızca)
Büyük ve ağır yığın.
(Fransızca)
Resim kağıtları saklanan karton kap.
(Fransızca)
bombardıman
Bomba, top gibi ağır silahlarla yapılan hücum.
(Fransızca)
büfe
İçinde sofra takımı konulan dolap.
(Fransızca)
Davetlileri ağırlamak için çeşitli yiyecek ve içeceklerin hazır bulundurulduğu masa.
(Fransızca)
İstasyon lokantası.
(Fransızca)
Sigara, kibrit, gazete, sandviç v.s. satılan yer.
(Fransızca)
buhran
Sıkıntı. Darlık. Nöbet. Kriz. Hastalığın ağır zamanı.
Bir işin tehlikeli ve karışık hâl alması.
bumbar
Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı.
(Farsça)
İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek.
(Farsça)
bumehen
(Bumehin) Deprem, zelzele, yer sarsıntısı.
(Farsça)
Koyun bağırsağı.
(Farsça)
bun
Nihâyet, dip.
(Farsça)
Kolay, suhûletli.
(Farsça)
Rahim.
(Farsça)
Temizlenmiş olan koyun bağırsağı.
(Farsça)
bürdbar
Ağırbaşlı. Sabırlı, mütehammil, uysal, tahammüllü kimse.
(Farsça)
bürdbari / bürdbarî
Ağırbaşlılık, sabırlılık.
(Farsça)
bürokrasi
Hükûmet dairelerinde aşırı kırtasiyecilik, muamele çokluğu. İşlerin yürütülmesinde şekilciliğin ve idarî işlemlerin ağır basması hâli. Devlet görevlilerinden meydana gelen zümre veya sınıf. Memurlar sınıfı. Bürokrasi, her çeşit rejimde tahakküm vasıtası olmaktadır. Oysa İslâmiyet'te devlet makamları
(Fransızca)
cahcaha
Gönlünde olan sırrını gizlemek.
Çağırmak.
Su sesi.
car
Faydasız bağırıp çağırmayı ve gevezeliği ifade eder ve ekseriya mükerrer kullanılır.
ce'cee
Geri durdurmak.
Deveyi suya çağırmak.
Eşek boncuğu denilen bir boncuk.
ce'r
Tazarru etmek, yalvarmak.
Çağırmak.
ceey
Su içmesi için deveyi çağırmak.
cehcehe
Çağırmak.
Irak etmek, uzaklaştırmak.
cehir
(Cehr. den) (Çoğulu: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen.
Güzel, dikkate değer.
çeki
Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.
celahiz
Kaba, ağır.
celb / جلب
Kendine çekme.
(Arapça)
Celb edilmek:
(Arapça)
Kendine çekilmek.
(Arapça)
Yazı ile çağırılmak.
(Arapça)
Celb etmek:
(Arapça)
Kendine çekmek.
(Arapça)
Yazı ile çağırmak.
(Arapça)
celb-i ervah / celb-i ervâh
Ruhları çağırma.
celb-i ervah-ı tayyibe / celb-i ervâh-ı tayyibe
İyi ruhları çağırma.
celbname / celbnâme / جلب نامه
Mahkemeye çağırma kağıdı, celb kağıdı.
(Farsça)
Çağırma kağıdı.
Çağırı mektubu.
(Arapça - Farsça)
cerrar
Cer yapan, para toplayan.
Yavaş yavaş giden asker alayı veya ordusu. Harp âletleri ile cihazlanmış ordu.
Desti satıcısı.
Ağır ağır giden.
Traktör.
ciddi / ciddî / جدی
Gerçek. Hakikat.
Ağırbaşlı, hâlleri sakin olan kişi.
Mühim.
Ağırbaşlı.
(Arapça)
Önemli.
(Arapça)
ciddiyet
Ciddîlik.
Ağırbaşlılık, sakin hâllilik.
Ehemmiyet.
ciddiyyet / جدیت
Ciddilik.
(Arapça)
Ağırbaşlılık.
(Arapça)
ciğer
Ciğer. Bağır.
(Farsça)
Keder, sıkıntı, elem.
(Farsça)
Avaz.
(Farsça)
cinayet / cinâyet
Adam öldürme, ağır suç.
cun
Karnı ve kanadı kara olan bağırtlak kuşu cinsinden bir kuş.
cüsam
Uykuda gelen ağırlık, kâbus.
cüsum
Kuşun, uyuması vaktinde göğsünü yere koyup çömelmesi. Çömelip oturmak.
Uykuda gelen ağırlık. Kâbus.
Oturmak.
da'vat
(Tekili: Duâ) Duâlar, niyazlar, çağırışlar.
da'vet
Çağırma. Ziyafet. Duâ.
Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek.
Hak dîne çağırmak.
İkrâm etmek için çağırma çağırılma.
dac
Çağırmak.
dacce
Bir kere çağırmak ve inlemek.
dacic
Çağırış.
Sesi yükseltmek.
dacir
Gamkin ve gönlü dar kimse.
Bağırgan dişi deve.
Kederlenmek, hüzünlenmek muztarib olmak.
dacuc
Çağıran.
İnleyen.
Sağarken incinen ve inleyen dişi deve.
dagv
Kedi veya tilki çağırmak.
dai / dâî
Dua eden, duacı.
Sebep.
Davet eden. Muktazi. (Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır. Onu yemeğe sevk eder. Buna dai denir.) Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi de daidir.
Çağıran. Müezzin.
Duacı, çağıran.
dai-yi sıdkı / dâî-yi sıdkı
Doğruluğun çağırıcısı, gerekçesi (Peygamber Efendimiz'in bir ismi de Dâî'dir).
dakk
Vurmak.
Çekmek. Çok yemekten dolayı vücudun ağırlaşması.
Kapı çalma.
dakvan
Sütü çok içtiğinden dolayı bedeni ağırlaşan kuzu.
dal'
Meyl. Eğrilik. Kuvvet.
Ağır yük götürmek.
dalif
(Çoğulu: Düllef) Nişandan öteye düşen ok.
Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam.
danık
(Çoğulu: Devânik) Bir dirhemin altıda biri ve iki kırât ağırlığı. (Her kırat beş arpa ağırlığıdır.)
Zayıf düşkün davar.
davet / dâvet
Çağırma.
de'lan
Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi.
debb
Hareket etmek.
Ağır ağır yürümek.
decc
Tavuğu çağırmak.
dececan
Ağırca, yab yab yürümek.
defif
Ağır ağır gitmek.
Kuşun, ayakları yerde iken kanatlarını salıp hareket ettirmesi.
dehaz
Feryat, figan. Bağırıp çağırma. Yüksek sadâ ile medet isteme.
(Farsça)
dellal-ı vahdaniyet ve saadet / dellâl-ı vahdâniyet ve saadet
Allah'ın birliğine ve mutluluğa çağırıp ilân eden.
deman
Heyecanlı. Hiddetli, hiddete kapılmış.
(Farsça)
Vakit, zaman. An.
(Farsça)
Bağırıp çağırma, feryat, figân.
(Farsça)
Heybetli, güçlü, kuvvetli, azametli, cesim.
(Farsça)
Kükremiş.
(Farsça)
dendene
Mırıltı, homurdanma. Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz.
(Farsça)
dıkak
Herşeyin ufalmışı, incesi, kırıntısı.
Şirden adı verilen bağırsak.
dinar / dînâr
Bir miskal (4.8 gram) ağırlığındaki altın para.
direm
(Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı.
(Farsça)
Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.
(Farsça)
dirhem / دِرْهَمْ
Eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi.
İslâmiyet'ten önce ve sonra kullanılan değişik ağırlıktaki gümüş paralar.
Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü.
Gümüş para.
Üç gramlık ağırlık ölçüsü.
3,25 gram ağırlık.
dirhem-i şer'i / dirhem-i şer'î
Peygamber efendimiz zamânında kullanılan (3,36) üç gram ve otuz altı santigram ağırlığındaki gümüş para.
dirhem-i urfi / dirhem-i urfî
Bir memlekette kullanılması âdet olan veya hükûmetlerin kabûl ettikleri belli ağırlıktaki dirhem.
dua
Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru.
Salât, namaz.
Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.
Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.
Birisini çağırmak.
Birisini
dürece
Süllem, merdiven.
Bağırtlak kuşu. (Kanatlarının içi siyah ve dışı boz olan bir kuş.)
ebelet
Çok yemekten gelen ağırlık, hazımsızlık.
ecsam-ı sakile / ecsâm-ı sakîle
Ağır cisimler.
Ağır cisimler.
efgan
Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat.
(Farsça)
efza'
(Tekili: Fezâ) Korku ile bağırıp çağırmalar.
ehemmiyet
Mühim olma, ağırlık, değerlilik, dikkate değer olma, dikkat ve ihtimam, kıymet, nazar-ı dikkati çekme.
em'a / em'â / امعا
(Tekili: Miâ) Bağırsaklar.
Bağırsaklar.
(Arapça)
em'a-i galiza / em'â-i galiza
Kalın bağırsaklar.
em'a-i rakika / em'â-i rakika
İnce bağırsaklar.
engizisyon
XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim.
(Fransızca)
Çok ağır ve çok zâlimce cezây
(Fransızca)
engizisyon mahkemeleri
Fransa'da 16. ve 17. yüzyıllarda Hristiyan Katolik Mezhebine ait kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenleri ağır işkence ve zor ölümlere mahkûm eden mahkemelere verilen isim.
erdeb
Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.
esamm
(Çoğulu: Summun) Kulağı sağır olan.
Katı taş.
esbab-ı müşeddide
Kuvvetlendiren, artıran sebepler. Cezâ hukukunda; cezâyı ağırlaştıran kanuni veya takdiri sebepler. (Esbâb-ı muhaffifenin zıddıdır.)
esekk
Tavşan.
Kulağı kesik olan.
Küçük kulaklı.
Kulağı işitmeyen. Sağır.
eskal
(Tekili: Sekal) Ağır yükler, ağır şeyler. Kalabalık, ağırlık.
(Sakil. den) Daha sakil, en ağır, en çirkin.
Kaba, can sıkıcı.
Ağır yükler, ağırlıklar.
esliha-i sakile
Top gibi ağır silâhlar.
eved
Kuvvet. Ağır yük götürmek.
Eğrilik.
evk
(Çoğulu: Evâk) Ağırlık, yük.
İçinde su biriken çukur yer.
evzan / evzân / اوزان
Ölçüler.
(Arapça)
Vezinler.
(Arapça)
Ağırlıklar.
(Arapça)
evzar
(Tekili: Vizr) Ağırlıklar. Yükler.
Mc: Günahlar.
(Vezer) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler.
Üstünlükler, galebeler.
Dağlar.
eya
Acaba mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak da kullanılır.
(Farsça)
eyhem
Sağır.
Bahadır.
ezan / ezân
Bildirmek. Namaz vakitlerini bildirmek, müslümanları namaza dâvet etmek (çağırmak) için yüksek bir yerde belli olan Arabca kelimeleri sırası ile okumak.
ezir
Haykırma, bağırma.
(Farsça)
fa'faa
Çobanın koyunu çağırması. Çağırıp "fâfâ" demek.
fahir
(Fâhire) İftihar eden. Kendi amelini ve kendini beğenen. Övünen.
Şa'şaalı. Ağır. Parlak. Şanlı.
Büyük ve iyi nesne.
Koruğu büyük çekirdeksiz hurma.
Memeleri büyük deve.
fantezi
yun. Çeşitli ve süslü. Müsrifane süs isteğinden doğan hayal hareketi ile yapılmış süslü eşya veya süslenmek. Ağırbaşlı olmayan.
fedh
Bir kimseyi borca sokmak.
Ağır işe giriftar etmek.
fehha
Uyku içinde horlamak.
Çağırmak.
feryad / feryâd / فریاد
Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan.
(Farsça)
Bağırıp çağırma.
Bağırma, çığlık.
(Farsça)
İmdat isteme.
(Farsça)
Feryâd etmek:
Bağırmak, çığlık atmak
(Farsça)
feryad eden
Bağıran.
feryad ü figan
Bağırıp çağırma, ağlayıp sızlama.
feryad u fizar / feryad u fîzar
Yüksek sesle bağırıp haykırmak, yardım istemek.
feryad-bahşa
Feryâd ettiren, bağırttıran.
(Farsça)
feryad-ı matem
Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.
feryat
Bağırma.
figan / figân / فغان
Ağlayıp sızlama, bağırıp çağırma.
(Farsça)
Feryat etme, ah çekme.
(Farsça)
Figân eylemek:
Bağırmak, feryat etmek, inlemek.
(Farsça)
figan-perver / figân-perver
Feryad ettiren, bağırtan.
(Farsça)
fitil
Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
Topa
galebe / غلبه
Baskın çıkma, ağır basma.
(Arapça)
Kalabalık.
(Arapça)
gali / galî
Pahalı. Kıymetli. Ağır.
Haddini tecâvüz eden, haddini aşan.
galib / gâlib / غالب
Ağır basan.
(Arapça)
Galip.
(Arapça)
galibiyyet / gâlibiyyet / غالبيت
Zafer, ağır basma, yenme.
(Arapça)
galiz / galîz
Çirkin, terbiye dışı, kaba, ağır.
gamgama
Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı.
Kalb dinlendiğinde işitilen ses.
Sözü, belirsiz söylemek.
Kalbin bulunduğu yer.
Bağırtı, haykırış.
gamt
Çok yemekten dolayı midenin şişmesi.
Ağırlık olmak.
ganbot
Yapısı küçük olmakla beraber, nisbeten ağır toplarla mücehhez harp gemisi.
gargara
Suyu, içilen ilâcı veya başka bir sıvıyı, boğazda oynatıp çalkalama.
Tavuk ve güvercinin ötmesi.
Can boğaza gelip tereddüt etmek.
Çömleğin kaynayıp fıkırdaması.
Çoban koyuna haykırıp çağırması.
gatata
(Çoğulu: Gıtât) Bağırtlak cinsinden bir kuş.
gavs
Çağırma. Nida. Medet istemek.
Yardım edici. Medet verici.
Kurtuluş.
gazefe
Bağırtlak kuşu.
giran / girân / gîrân / گران
Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu.
(Farsça)
Sert. Katı.
(Farsça)
Bıktırıcı. Usandırıcı.
(Farsça)
Ağır.
Ağır, sakil.
Fenâ, kokmuş.
Bıktırıcı, usandırıcı.
Ağır, bıktırıcı.
Ağır.
(Farsça)
Pahalı.
(Farsça)
Kokuşmuş.
(Farsça)
Katı.
(Farsça)
giran-bar
Meyvesi çok olan ağaç.
(Farsça)
Ağır yüklü.
(Farsça)
Gebe insan veya hayvan.
(Farsça)
Zengin, gani.
(Farsça)
giran-can
Ağır kanlı, ağır hareketli, can sıkıcı (adam).
(Farsça)
giran-dest
(Çoğulu: Girandestân) İşini ağır yapan kimse. Eli ağır kişi.
(Farsça)
giran-guş
(Çoğulu: Giranguşân) Sağır, kulağı ağır işiten.
(Farsça)
giran-guşane / giran-guşâne
Sağırcasına.
(Farsça)
giran-hab
Uykusu ağır olan adam.
(Farsça)
giran-seng
Ağır başlı kişi. Ciddi ve vakar sahibi kimse.
(Farsça)
Sabırlı, kanaatkâr.
(Farsça)
giran-seyr
(Çoğulu: Giranseyrân) Hareketleri ve yürüyüşü ağır olan.
(Farsça)
giran-sirişt
(Çoğulu: Giransiriştân) Tembel, ağır tabiatlı, ağır kanlı.
(Farsça)
girani / giranî
Ağırlık, sıklet.
(Farsça)
gırgıra
(Çoğulu: Garâgır) Yaban tavuğu.
gıriv / gırîv
Bağırma, feryat etme, çığlık atma, bağrışma.
(Farsça)
gurrende
Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen.
(Farsça)
guvas
Feryâd edip, "imdat!" diye bağırmak.
hab-ı giran / hâb-ı giran
Ağır uyku.
hacıyatmaz
Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak.
Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi.
hadd
Gürültülü bir sesle çağıran.
Denizden gelen gürültülü dalga sesi.
Gürültü ile yıkılan.
hadreban
Feryadı şiddetli olan, çok fazla bağıran.
hafif
Ağır olmayan. Hafif. Yeğni.
hakile / hakîle
Uzun buğday.
Bağırsak içinde olan su.
han
Okuyan, okuyucu, çağıran manasına gelir. Meselâ: Duâ-hân : (Niyaz ve tazarrukârane bir tezellül ile) duâ okuyan.
(Farsça)
hantal
Kaba, büyük ve ağır.
harf-i nida' / harf-i nidâ'
Ya, ey, â gibi harflerle çağırılanın ismine eklenen harf. Ünlem.
haşa-i batın / haşâ-i batın
Bağırsaklar.
hatat
Bağırma, çağırma, feryâd etme.
hatif
Gayıptan haber veren cinnî.
Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı.
haviyye
(Çoğulu: Havâyâ) Yağlı bağırsak.
Bağırsak.
Deve palanı.
havsa
Bağır.
Bağırın yanındakiler.
havtel
Büluğa eren oğlan.
Bağırtlak yavrusu.
havz-ı kebir
Fık: Büyüklüğü 45 - 50 metre kare genişliğinde olan akmayan, durgun su bulunan havuzdur. Genişliği bu ölçüden küçük olursa ona havz-ı sagir denilir.
hayyeales-salah-hayyealel-felah / hayyeales-salâh-hayyealel-felâh
Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa, seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz.
hazaze
Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.
he'he'
Deveyi yulafa çağırmak.
Gülegen adam.
he'hee
Deveyi yulafına çağırıp hey hey demek.
hebc
Vurmak.
Ağırlık.
hecef
Yaşlı devekuşu.
Ağır ve boş kimse.
hechece
Çağırmak.
hedhede
Bağırma, ötme.
Devenin bağırması, kuşun ötmesi.
heds
Sürmek.
Reddetmek.
Haykırıp bağırmak.
hemheme
Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
Aslan bağırması.
Deve sesi.
hemim / hemîm
Ağır ağır gitmek.
Otun tazeliğinden dolayı parlaması.
henb
Vehamet.
Ağırlık.
herave
Ağır, yoğun asâ (baston).
herhere
Su çağıltısı.
Koyunu çağırmak.
Aktığında sesi ve çağıltısı işitilecek kadar çok olan su.
hevde
Bağırtlak kuşu.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
heyha
Deveyi yulafa çağırmak.
hidayete getirme
Doğru ve hak olan İslâma çağırma, İslâmın kurallarını uygulamaya davet etme.
hidemat-ı şakka
Taş taşımak, toprak kazmak gibi, mahkûmlara yaptırılan ağır hizmetler.
hıffet
Hafiflik; kolaylık; Arapça'da kural olarak teleffuzu dile ağır gelen lâfızların kurallar çerçevesinde düzenlenerek kolaylık sağlama; Meselâ, kàle fiilinin aslı 'kavele' dir. Ancak söylemesi dile ağır geldiği için 'vav' harfi 'elif'e çevrilerek kàle denmiştir.
hılas
Her nesnenin dibine çöken ağırlığı.
hılkıd
Kötü ahlâklı ve ağır ruhlu kimse.
himl
Yük. Taşınan ağırlık.
himl-i cesim
Ağır yük.
hındelis
Ağır yürüyüşlü deve.
hins
(Çoğulu: Ahnâs) Günah.
Yemin.
Ahdi bozmak.
Ağır yük.
hitafe
Çağırmak.
hiyat
Çağırmak.
hıyata
Terzilik, dikiş dikme işi.
Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.
hizam
Kolan ve bağırdak denilen nesne. (Beşikte çocuklara bağlarlar.)
hostes
ing. Umumi taşıtlarda, daha ziyade uçaklarda yolcuları ağırlayan kız veya kadın.
hucee
Çok nikâh ve çok cima eden erkek.
Şişman ve ağır kimse.
hulle
Ağır, pahalı.
Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise.
Cennet elbisesi.
Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa,
hünba'
Ağır ve çirkin kadın.
huruş / hurûş
Coşma, bağırma.
hütaf
Çağırma, seslenme.
huvar
Bağırış, çığlık, sayha, avaz.
hüzahiz
Bağırgan deve.
Keskin kılıç.
Çok su.
Fitne.
i'zaz / i'zâz / اعزاز
Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.
Değer verme.
(Arapça)
Ağırlama.
(Arapça)
i'zazen
İkram ederek, ağırlayarak.
ıbb
(Çoğulu: E'bâ) Yük dengi, ağır yük.
ibta'
Gecikme, geciktirme.
Ağır hareket.
icdaf
Bağırıp çağırma.
iclab
Cem'etmek, toplamak.
Yoldaşlık etmek.
Ardından çağırmak.
"Gitsin" diye haykırmak.
iclal
Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet.
ıdcac
Çağırmak, çağırtmak.
igrik
Çok bağırıp böğüren (hayvan).
ihzar / ihzâr / احضار
Çağırma, huzura getirme.
(Arapça)
Hazırlama.
(Arapça)
Hazırlanma.
(Arapça)
ikab / ikâb
Ağır ceza.
Âhiret azabı.
iki dirhem bir çekirdek
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
ikram / ikrâm
Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
İltifat olarak bir şeyler vermek.
Bağış.
Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne
Ağırlama.
ikramen
İkram olarak. Ağırlama suretiyle. Hürmet, tazim ve saygı için.
ilcac
Feryad etme, bağırma.
iltihab-ı a'ver
Tıb: Körbağırsağın iltihabı.
iltiva-yi em'a / iltiva-yi em'â
Tıb: Bağırsağın kendi üzerine helezoni biçimde kıvrılması.
imam-ı taberani / imam-ı taberanî
(Süleyman bin Ahmed Taberanî) Hadis âlimidir. Şam'da Taberiyye'de doğmuş ve orada vefat etmiştir. (260-360) Kebir, Evsat ve Sagir hadis kitablarını yazmak için 33 sene Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve başka yerleri dolaşmıştır.
inhizal
Beli kırılmış gibi ağır yürüme.
Soruya karşılık verme.
insidad-ı em'a / insidad-ı em'â
Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
ırgat
(Rumca) Rençber, işçi.
Yapı işçisi. Amele.
Gemilerde demir zincirini toplamak için ve binalarda bazı ağır şeyleri kaldırmak için zincirlerle çevrilmiş, ufki bucurgat.
irhem yareb
Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması.
irşad / irşâd
Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.
işade
Çağırmak. Sesini yükseltmek.
Dünyevi matluba yetişmek.
Binayı yükseltmek.
ısgar
(Sagir. den) Hakir ve hor görme.
Küçültme.
ishan
Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak,
iskal
Ağır bir şey yüklemek.
ism-i tafdil
Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdil
ısmam
Şişenin ağzını tıkama.
Sağırlaştırma, duymaz hâle getirme.
ismat
Susturma, sükut ettirme.
Men'etmek.
Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on
ispirtizma / اِيسْپِيرْتِيزْمَه
Ruh çağırma.
ısr
Ahd. Sözleşme. Yemin.
Kulakta küpe deliği.
Şiddetli ahkâm ve teklifler.
Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.
istar
Yüzletme, astar çekme.
(Çoğulu: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü.
Dört tane.
Dört veya dört buçuk miskal.
istibşar
Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme.
Gecikme, geç kalma.
istihzar / istihzâr / استحضار
Hazırlama.
(Arapça)
Hazırlanma.
(Arapça)
Huzura çağırma.
(Arapça)
istimdad / istimdâd
Yardım isteme, yardıma çağırma.
istiskal
Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek sevmediğini bildirmek.
istiskal etme
Ağır bulup hoşlanmama, değer vermeme.
istiskal etmek
Ağır bulup hoşlanmamak.
izaz / îzâz
Ağırlama.
izzet-i ilmiye
İlmin izzeti; ilmin gerektirdiği vakar, ağırbaşlılık.
kaat
Gadap, hiddet, öfke.
Darlık.
Yaşlı koyun.
Davar memesi.
Bağırma ve çığlık şiddeti.
kabadayı
Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.
kabin
Güveğinin geline verdiği ağırlık, eşya, para.
(Farsça)
kabkaba-i ibil
Devenin bağırması.
kabus
Uykuda ağırlık basması. Korkulu ve insanda hareket bırakmayan rüya. Karabasan.
kadr
Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.
kantar
Ağırlık ölçüsü âleti.
Binikiyüz dinar, onikibin okiyye, yüz okiyye gibi hudutsuz bir vezindir.
Kırk okka.
kanun / kânun
Ocak. Ateş yanan yer. Zaman.
Kış mevsimi.
Sakil, ağır adam.
Kış mevsiminin ilk iki ayı.
Mangal. Soba.
karkar
Kilim veya halı ucu.
Hışımla gürleyerek çağır demek.
kaskase
Yol göstermek.
Köpeği "kuçu kuçu" diye çağırmak.
katuf
Tembel; yürüyüşü ağır, yavaş olan hayvan.
katv
Sürur ve neşeyle ağır ağır yürümek.
Adımını biribirine yakın atmak.
kavkal
Bağırtlak kuşunun erkeği.
Keklik.
Turaç kuşu.
kaziye-i şartiyye-i muttasıla
Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)
kedkede
Ağır ağır seğirtmek.
Katı bir cisme dokunmaktan çıkan ses.
keham
Yaşlı, ihtiyar. (Kesmez kılıca "seyf-i kihâm"; peltek lisana "lisan-ı kihâm"; ağır yürüyüşlü ata "feres-i kihâm" derler.)
kehmel
Ağır ve kaba.
kell
(Çoğulu: Külul) Ağırlık.
Yorgunluk.
Ufak taneli yağmur.
Yetim.
Semizlik, besililik.
Cibinlik dedikleri ince örtü.
kende
Hendek, çukur.
(Farsça)
Biçilmiş, kesilmiş.
(Farsça)
Kokmuş, ağır kokulu.
(Farsça)
kental
Yüz kilogram ağırlığında bir tartı birimi.
(Fransızca)
ker / كر
Sağır, işitmez.
(Farsça)
Kudret, kuvvet.
(Farsça)
Maksad ve meram.
(Farsça)
Sağır.
(Farsça)
keramet
Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli.
Bağış, kerem.
İkram, ağırlama.
keri / kerî
Örümcek ağı.
(Farsça)
Sağırlık, duymazlık, işitmezlik.
(Farsça)
kerkere
Tavuğa çağırmak.
Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.
kesel
Tembellik. Uyuşukluk.
Yorgunluk.
Ağırlık.
Tembellik, ağırlık, uyuşukluk.
kezz
Boğazına çıkana kadar yemek.
Çok yemekten dolayı ağırlaşmak.
kih
(Çoğulu: Kihân) Küçük, sagir.
(Farsça)
kihin
Küçük, sagir.
(Farsça)
kile
40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü.
kımat
Örtü, sargı. Sarılacak bez. Beşik bağırdağı.
Keserken koyunun ayağını bağlamada kullanılan ip.
kırat / kırât
Dirhemin onaltıda birini ifade eden eski bir ağırlık ölçüsü.
Değerli metallerin ölçülmesinde kullanılan ağırlık birimi.
kırat-ı şer'i / kırât-ı şer'î
Peygamber efendimiz zamânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismi geçen bir ağırlık birimi.
kırat-ı urfi / kırât-ı urfî
Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.
kırkıs
Küçük üvez.
Köpeği çağırmak.
Yüzük yapılan özlü balçık.
kıtb
(Çoğulu: Aktâb) Bağırsak.
kıyye / قِيَّه
Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram.
Okka; şimdiki 1282 grama denk gelen eski bir ağırlık ölçüsü.
Okka,1282 gram ağırlık.
1282gr ağırlık ölçüsü.
kıyye-i aşari / kıyye-i âşâri
Kilo. Bin gram olan ağırlık ölçüsü.
kiza
Yemeği çok yemekten dolayı basan ağırlık.
kulle
(Çoğulu: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve.
Kule.
Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
kulunç
Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.
kündguş / kündgûş
Sağır, işitmez.
(Farsça)
kürek cezası
Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.
kusb
(Çoğulu: Aksâb) Göden bağırsak denilen büyük bağırsak.
kusbe
(Çoğulu: Kuseb) Göden bağırsak.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kuta'
(Çoğulu: Kutâ-Kutevât) Atın arkalaşacak yeri.
Bağırtlak kuşu.
kütale
Ağırlık, sıklet.
kuvve-i muhassala
Muhtelif kuvvetlerin ağırlık merkezi.
lando
Üstü önden ve arkadan açılıp kapanır, körüklü, geniş araba nevilerinden biridir. Halk arasında "Landon" şeklinde telâffuz edilen bu araba, fayton ve kupalara nazaran daha ağır ve gösterişli idi.
(Fransızca)
lehd
Def'etmek, kovmak.
Ağır etmek, ağırlaştırmak.
lehid / lehîd
Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve.
lüüse
Uyku ağırlığı.
madde
Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye.
Bend, fıkra, kısım.
İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât husule getiren veya getirebilen, her şey.
Tıb: Çıbanın içinde hasıl olan ya
Ağırlığı olan ve boşlukta yer kaplıyan varlık.
mags
Bağırsak ağrısı.
mahmur
(Hamr. dan) Sarhoşluğun verdiği sersemlik.
Uyku basmış ağırlaşmış göz. Baygın göz.
mancınık
Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.
manivela
Ağır şeyleri çekmek ve kaldırmak için vasıtanın dönen merkezine bir ucu takılıp döndürülen kol.
masarin / masarîn
Bağırsaklar.
masvat
Çok bağıran.
matruş
Traş olmuş. Sakalsız.
Sağır kimse.
med'uv
Davet olunan. Çağırılmış. Davetli.
mehist
Ağır, sakil.
(Farsça)
mehr-i muaccel
Nikâhta erkek tarafından kız tarafına verilen ağırlık, para.
mekanet / mekânet
Ağır başlılık.
Kuvvet. Güç.
mekinet / mekînet
Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık.
mekis / mekîs
Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse.
menn
Nimet vermek. İyilik etmek.
Minnet.
Rıza.
Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek.
Kesmek.
Zayıf etmek.
Ettiği iyiliği başa kakmak.
İki batman ağırlık.
Kudret helvası.
merkez-i sıklet
Ağırlık merkezi.
mesakil / mesakîl
(Tekili: Miskal) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.
meskukat / meskûkât
Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralar.
mest
Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması.
Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
mevat arazi / mevât arâzi
Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o
mevzun / mevzûn
Ölçülü, tartılı, ağırlıkla ölçülen, tartılan mal.
mia' / miâ'
(Çoğulu: Em'â) Bağırsak.
mia-i a'ver / miâ-i a'ver
Körbağırsak.
mia-i galiz / miâ-i galiz
Kalınbağırsak.
mia-i isna-aşer / miâ-i isnâ-aşer
Oniki parmak bağırsağı.
mia-i rakik / miâ-i rakik
İncebağırsak.
miai / miâî
(Miâiyye) Bağırsakla alâkalı.
mihmandar
Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan.
(Farsça)
Misafir ağırlayan; ev, mülk sâhibi.
mihmandar-ı kerim / mihmândâr-ı kerîm / مِهْمَانْدَارِ كَرِيمْ
Çok ikram edici misafir ağırlayan.
mihmandari / mihmandarî
Mihmandarlık. Misafir ağırlayıcılık.
(Farsça)
mihmannevaz
Misafire iyi muamele ederek ikram eden. Misafir ağırlayan.
(Farsça)
mihmanperver
Misafir ağırlayan, misafire ikram eden, misafir seven.
(Farsça)
mihmanperveri / mihmanperverî
Misafirperverlik, misafir ağırlayıcılık.
(Farsça)
mikat
Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.)
Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.
minhar
Misafirperver. Misafir kabul edip ağırlayan.
misafirperver
Misafir ağırlamayı seven.
miskal
Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.)
Yaklaşık 4.5 grama denk olan bir ağırlık ölçüsü.
Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).
Bir çeşit ağırlık ölçü birimi.
4,5 gram ağırlık.
mısvat
Çok haykıran, çok bağıran.
Ses kuvveti.
mizbanan / mizbanân
(Tekili: Mizban) Misafirleri ağırlayanlar, ev sahipleri.
mizman
Misâfiri ağırlıyan, misâfire ikram eden ev sâhibi.
(Farsça)
mu'dilat
(Tekili: Mu'dal) Büyük, ağır, çetin ve zor işler.
mü'ne
(Çoğulu: Müen) Zahmet.
Ağırlık.
muazzamat / muazzamât
Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler.
muazzezen
İzzet ve ikram ile, ikram olunarak, ağırlanarak.
mübaşir / mübâşir
Müjdeleyen.
Mahkemede kapıcılık edip şâhid ve maznunların ismini çağırarak mahkemeye yardım eden kişi.
Geçici bir vazife alarak merkezden bazı emirleri götüren, icrâ salâhiyeti olan.
Müfettiş. Kontrolör.
Müjdeleyen, mahkemede çağırıcı.
mübti'
Ağır davranıp geciken. Ağır hareket eden.
müd
Sekiz yüz yetmiş beş gram ağırlığında bir ağırlık birimi.
müdd
İki avuç dolusu kadar bir ölçü. Ağırlıkça da 875 gr. kadardır.
875 gram ağırlık.
mugremun
Ağır borca uğratılmış olanlar.
mühayata
Çağırmak.
muhzır
(Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi.
muizz
İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen.
mukad
Ağır yüklü.
mükrem
İkram olunmuş. Ağırlanmış. Lutfedilmiş.
mükrim
İkram eden. Ağırlayan. Lütf eden. Misafirsever.
mükrimane
Lütfederek, ağırlayarak, ikram ederek.
(Farsça)
müks
(Meks) Ağır ağır, vakit vakit.
Eğlenme, muntazır olma, durma, bekleme.
mülayemet
Lâtife etmek, şaka yapmak.
Sevinç izhar etmek.
Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
Bağırsakların yumuşaklığı.
münada
(Nidâ. dan) Seslenilmiş, çağırılmış, nidâ edilmiş.
münadi / münâdi
Nidâ eden, seslenen, çağıran. Müezzin.
Nida eden, seslenen, çağıran.
Seslenen, çağıran.
münfis
Ağır, pahalı, değerli.
münşid
(Neşide. den) İnşad eden, iyi şiir okuyan.
Bir şeyi zâyi edip " Varmı" diye bağıran.
müreccih
Tercih eden, üstün tutan, bir şeyi daha iyi ve mühim gören.
Tercih ettiren sebep.
Meyilli ve sakil, ağır şey.
mürettil
Kur'ân-ı Kerimi ağır ağır ve tecvid kaidelerine göre okuyan.
müsafirperver
Müsafire çok hürmet eden, müsafiri iyi ağırlayan, kıymet veren.
(Farsça)
musaggar
(Sagir. den) Küçültülmüş. Tasgir olunmuş, küçük yapılmış.
müsakkal
Ağırlaştırılmış. Sakilleştirilmiş.
müsakkıl
(Siklet. den) Ağırlaştıran, sakil eden.
musavvit
(Savt. dan) Seslenen, yüksek sesle çağıran.
müşayaa
Biriyle dostluk etme.
Birine uyma, tâbi olma.
Çağırmak.
Haykırmak.
musayaha
(Sayha. dan) Birbirine haykırıp çağırışma.
müşeyyea
Bir şeyin ardından bağırıp çağıran kadın.
Koyun sürüsünün ardına uyan koyun.
müshil
(Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.
müshilat / müshilât
(Tekili: Müshil) İshal veren, bağırsakların temizlenmesine yardımcı olan ilâçlar.
müşide
Çağıran. Yüksek sesle şarkı söyleyen.
müstasgir
(Sagir. dan) Küçük gören, istisgar eden, küçümseyen.
mustasrih
Bağırıp ağlayan. Meded bekleyen.
mütebellid
Tembel, uyuşuk. Ağır davranan.
müteenni
(Eny. den) Temkinli. Teenni eden. Ağır davranan.
müteenniyane / müteenniyâne
Temkinli olarak. Ağır davranarak. Çekinip sakınarak.
(Farsça)
mütenadi
(Nida. dan) Birbirini çağıran. Birbirine nida eden.
müterahi
Yavaş hareket eden, ağır davranan.
mütesakıl
Üşenip ağırlaşan.
Muhârebeye girmeye teşvik edilmiş iken oyalanıp kalan.
mütesalih
Sağır gibi görünen. Sağırlık gösteren.
mütesalihin / mütesalihîn
(Tekili: Mütesalih) Sağır gibi görünenler, sağırlık gösterenler.
muvakkar / موقر
(Vekar. dan) Ağırlanmış, saygı gösterilmiş olan.
Ağırbaşlı, vakarlı, ciddi.
Ağırbaşlı.
(Arapça)
muvakkaran
Vakarla, ciddiyetle, ağırbaşlılıkla.
Ağırlanmış, saygı gösterilmiş olarak.
muvakkir
(Vekar. den) Ağırlayan, saygı gösteren.
müvazi
Aynı ağırlıkta, denk, eşit.
muvazin
(Vezn. den) Ağırlıkça birbirine eşit ve denk olan.
Denk, uygun.
na'k
Karga avazı.
Çobanın koyuna haykırıp çağırması.
na'r
Çağırmak.
Haykırmak.
Burun içinden çıkan ses.
Gitmek.
Firar, kaçmak.
Galeyan.
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
na're
Nâra. Yüksek sesle uzun uzun bağırma. Çağırma. Haykırma.
Burun içinden çıkan ses.
na're-endaz / na're-endâz
Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran.
(Farsça)
na'rezen
Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran.
(Farsça)
nadi / nâdî / نادی
Nidâ eden, haykıran, çağıran.
Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. Nitekim İslâmdan evvel Mekke'de Kureyş'in toplandığı meclis binasına "Darünnedve" denilirdi. Nâdi; orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki; bezm, meclis, mahfil, kongre tâbirleri g
Seslenen, çağıran.
(Arapça)
nagk
(Çoğulu: Nuguk) Karga çağırmak.
naik
Karga ötüşü veya horoz sesi.
Çobanın koyuna bağırması.
nak'
(Çoğulu: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer.
Kuyu içinde olan su.
Deve kuşu avazı.
Feryâd etmek, bağırıp çağırmak.
Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek.
Sıcak suda haşlama.
İlâç olarak çıkarılan su.
Suda ıslanma.
Toz.
nane molla
Mc: Beceriksiz, işe yaramaz, ağır hareketli mânalarında kullanılan bir tâbirdir.
nara / nâra
Yüksek sesle bağırma, haykırma.
Bağırma.
naz / nâz
Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık.
(Farsça)
Beğendirmek maksadiyle kendini ağır satmak.
(Farsça)
Celb-i muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet.
(Farsça)
Yalvarma, rica.
(Farsça)
Kendini ağıra satma.
nebi / nebî
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber. Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler.
nefs-i mutmainne
Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.
nehk
Eşek bağırışı.
neht
Çağırmak.
Ses, avaz.
Men'etmek, engel olmak.
neşg
Aşk galebe edip haykırıp çağırmak.
Tâlim etmek.
nevh
Ağıt etmek.
Bağırıp çağırarak sesle ağlamak.
neydelan
Kâbus denilen ağırlık ki uyku arasında olur.
nezb
Çağırmak.
Ses, sadâ, savt.
nida / nidâ
Çağırma, seslenme, ses verme.
Ünlem.
nida'
Seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. Ses vermek.
Gr: ünlem (!)
nuak
Çobanın koyuna haykırıp çağırması.
nübüvvet
(Nebi. den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (C.C.) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak.
nügak
Çobanın koyuna çağırıp haykırması.
nur-u vakar
Ağırbaşlılığın, temkinliliğin nuru.
okıyye
Okka; eskiden kullanılan 1282 gr.'lık bir ağırlık birimi, dört yüz dirhem.
Eskiden kullanılan bir ağırlık birimi, dörtyüz dirhem.
okiyye
(Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.
okka / اُوقَّه
Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye.
(Türkçe)
1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü.
1200 gram ağırlık.
1283 gram ağırlık.
pala
Ağzı enli, ortasına doğru daha genişliyerek ucuna doğru daralmaya başlayan kalın, kısa ve ağır kılıç.
papure
İki çift öküz koşulan ağır bir cins saban.
(Farsça)
para
Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.
periz
Haykırma, bağırma. Feryâd.
(Farsça)
Su kenarlarında yetişen yeşil saz, ot.
(Farsça)
pranga
İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir.
Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır.
Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.
pür-temkin
Çok ağır başlı. Çok temkinli.
(Farsça)
racih / râcih
Ağır basan, üstün gelen, diğerinden üstün.
racih gelme
Ağır basma, üstün gelme.
rahcen
Ağırlık, sıklet.
Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
re'ree
Gözü tez tez döndürmek.
Koyun çağırmak.
rebaz
Şehrin yarısı ve etrafı.
Her nesnenin eğlenecek ve duracak yeri.
Koyun ağılı.
"Göden bağırsak" denilen büyük bağırsak.
rehyat
Acizlik.
Zayıflık, süstlük.
Bir dengi birinden ağır etmek.
rekanet
Vakarlılık, ağırbaşlılık.
rekin
Yüce, yüksek, âli.
Ağırbaşlı, ciddi, vakarlı.
renin
Bağırma, haykırma.
İnleme, inilti.
rezan
Ağır, ciddi, vakarlı, ağırbaşlı ve temkinli kimse.
rezanet
Ağırbaşlılık, vakarlılık, temkinlilik, ciddilik.
rezin
Vakarlı, temkinli, ağır başlı, sağlam.
rezn
Bir şeyi kaldırıp ağır mı hafif mi diye görmek.
riayet
İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek.
Uymak, tâbi olmak.
Otlamak veya otlatmak.
Hıfzetmek, korumak.
ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe
Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.
rıtl
130 dirhem-i şer'îlik (436.8 gram) bir ağırlık ölçüsü birimi.
rude
(Çoğulu: Rudegân) Bağırsak.
(Farsça)
ruga'
Sada, ses.
Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.
rükunet
Ağırbaşlılık. Vakar ve temkin sâhibi olma.
ruunet
İnsana ağır gelecek hâllerde bulunma.
Sünepelik, bönlük.
sa / sâ
3120 gram ağırlık.
sa' / sâ'
Genelde tahıl ve yiyeceklerde kullanılan yaklaşık olarak 3 kg. ağırlığında ölçü birimi.
sa'k
Ansızın düşmek.
Çağırmak.
Helâk olmak.
sa'saa
Keçiyi sağmak için çağırmak.
sade
(Sayd. dan) Mâzi fiilidir. "Avlandı" mânâsındadır. ( dan) "Bağır, ilân et" mânâsına emirdir. Meydan okumak, âciz bırakmak mealinde ve i'caz yoluna işaret eder "sâd" diye okunur.
Sadakat, sıdk gibi mânâlara da gelir.
safra
Dengeyi sağlamak için yelkenli gemilerin sintinelerine konan mâden, taş, kum gibi ağırlıklar.
sagair
(Tekili: Sagire) Küçük günahlar.
sagire
(Bak: SAGİR)
sahc
Bağırsağın yaş olup cerahat vermesi.
Kaşımak.
Tırmalamak.
sahha
Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.
sahl
Ses kısıklığı. Ses bozukluğu.
Boğazını boğup şiddetle çağırmak.
sakil / sakîl / ثقيل / ثَق۪يلْ
(Sıklet. den) Ağır, can sıkan, sıkıcı. Çirkin kaba.
Ağır, can sıkıcı. Çirkin.
Gr: Ağır ve kalın okunur harf veya hece.
Ağır, can sıkıcı, çirkin.
Çirkin, ağır.
Ağır.
(Arapça)
Hoş olmayan, yakışmayan.
(Arapça)
Ağır.
Ruha ağır gelen.
sakile / sakîle
Ağır olan.
şakul
(Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.
sala / salâ
Namaza davet için çağırmak. Minarede okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)
salk
Şiddetli ses.
Vurmak.
Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.
samediyet
Allah'ın (C.C.) hiç bir şeye muhtaç olmadığı gibi hazinesinden hiçbir şey eksilmemesi ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmemesi.
samem
Sağırlık.
samm
Sağır olmak.
Şişenin ağzını tıkamak.
Katı, sağlam ve sert madde.
Vurmak.
samma
Sesi çıkmayan, sessiz.
Sağır ve dilsiz.
Katı ve son kaya.
Sağlam ve sert yer.
Belâ.
Zahmet, meşakkat.
sarad
Yer bağırsağı.
sarha
Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
sarih
Kurtaran, maded veren. İmdad eden.
Çağırılan, kendisinden meded beklenen.
Meded isteyen.
sarre
Kapı, kalem ve semer cızıldaması.
Çağırıp söylemek.
Sayha, yüksek ses.
savt
Ses. Bağırmak.
sayehan
Çağırmak.
sayha
(Çoğulu: Siyâh) Çağırış. Çığlık. Feryad. Nâra.
Azab, eziyet.
sayha-i gurab / sayha-i gurâb
Karga bağırışı.
sebük
Hafif. Ağırbaşlılığı ve ağırlığı olmayan.
(Farsça)
sebükbar / sebükbâr
Yükü hafif. Ağırlıksız, eşyası az olan.
(Farsça)
Derdi, düşüncesi olmayan.
(Farsça)
secr
Kızdırmak.
Doldurmak.
İnleyerek çağırmak.
şedid-ül mihal
Şiddetli kuvvet. Ağır ve şiddetli azab.
sehab
Çağırgan, gürültücü kişi.
sehab-üs sikal
Ağır yağmur bulutları.
selk
Bir yerden haber getirmek.
Yumurtayı rafadan pişirmek. Bir kimseyi başı üstüne bırakmak.
Katı ve sert söylemek.
Çağırmak.
şematetkarane / şematetkârane
Kuru gürültü yapmak suretiyle, arsızca, gürültü ile bağırmak.
(Farsça)
semit
Temiz pişirilmiş olan kebap.
Arınmış, temizlenmiş ve pâk olmuş.
Doldurulmuş bağırsak.
Birbiri üstüne yığılmış kiremit.
Bir kat sahtiyan.
seng
Taş, hacer.
(Farsça)
Vezin. Tartı ve temkin.
(Farsça)
Sıklet.
(Farsça)
Beraberlik.
(Farsça)
Ağırlık.
(Farsça)
sengin / sengîn / سنگين
Ağır.
(Farsça)
Taştan.
(Farsça)
senkendaz
Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.
ser-giran
Başı ağır.
(Farsça)
Mc: Çok sarhoş.
(Farsça)
serahor
Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.
şeraşir
Nefis.
Beden, vücut, ceset.
Ağırlık.
şernak
Göz kapağının ağır ve kalın olması.
Ekinin bir mertebe uzun olması.
şerşere
Ateş üstüne koyunca cızlayıp ötmek.
Yarmak.
Kesmek.
Meta, mal mülk.
Ağırlık. (Bu mânâya Çoğulu: Şerâşir)
şetaret
Şenlik. Şatır ve şuh olmak.
Yarım olmak.
Göz ucuyla bakmak.
Hafiflik. (Ağırbaşlılığın zıddı.)
şey'en feşey'en
Yavaş yavaş, ağır ağır.
şey'en şey'en
Yavaş yavaş, ağır ağır.
şiddet-i hüküm
Ağırceza kararı.
sıfat-ı erbaa / sıfât-ı erbaa
Dört sıfat; sağırlık, dilsizlik, körlük, karanlık.
sikal
Ağır olan, ağır şeyler.
sıklet / ثقلت / ثِقْلَتْ
Ağırlık. Mânevi sıkıntı.
Ağırlık.
Ağırlık.
Ağırlık.
(Arapça)
Sıkıntı.
(Arapça)
Sıklet vermek:
Ağırlık vermek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek.
(Arapça)
Ağırlık.
sıklet-i maneviye / sıklet-i mâneviye
Mânevî ağırlık.
sırhak
Çağırmak.
sıyah
(Tekili: Sayha) Bağırmalar, çığlıklar, haykırışlar, feryadlar.
sükala'
(Tekili: Sakil) Ağırlar. Kabalar. Çirkinler. Sözü sohbeti çekilmeyen kimseler.
summ
İşitmez olanlar, sağır olanlar. Duymayanlar.
şütürbar / şütürbâr
Bir deve yükü kadar olan ağırlık.
(Farsça)
taallülat / taallülât
(Tekili: Taallül) Ağır davranma.
taammüm
Umumileşme. Umumi olma.
(İmame. den) Sarık sarma.
(Amm. den) Amca olma. Birisini "amca" diye çağırma.
tadavvür
Çağırmak, bağırmak, feryad etmek.
İnlemek.
Açlık.
tagrid
Çağırmak.
Kuş ötmek.
talac
Bağırma, feryad, çığlık.
(Farsça)
Ses, sada.
(Farsça)
Kavga.
(Farsça)
Meş'ale.
(Farsça)
tareş
Sağırlık.
tartabe
Keçiyi sağmak için çağırmak.
tasamm
Kendini sağır etmek.
tasamüm
Sağırlığa vurmak.
tasarruh
Şiddetle çağırmak.
tasayuh
Birbirine çağırmak.
tasy
Sütü ve suyu çok içmekten dolayı vücudun ağırlaşması.
Süst olmak, zayıflamak.
taytava
Bağırtlak kuşuna benzeyen alaca bir kuş. (Yüzü beyaz, başı kara olur.)
te'zin
Ezan okutma.
Bağırıp ilân etme.
tebatu'
Ağır davranma. Ağır hareket etme.
tebcil
Ağırlamak. Yüceltmek. Birisine ta'zim etmek. Hürmetle hareket etmek.
Ağırlama, yüceltme.
tebcilen
Ağırlıyarak, tâzimen.
tebellüd
Ağır, tembel olma.
Bir şeye tahassür ve teessüf etme. Pişmanlıktan dolayı "hay meded" diye ellerini birbirine çarpma.
Yere düşme.
tebtıe
(Bati. den) Yavaşlama, ağırlaşma.
tehavün
Mühimsememek, ehemmiyet vermemek, ağır davranmak. Aldırış etmemek.
İstihkar, horlama, hakir görme.
Ağırdan alma.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
tehevvüs
Heveslenmek.
Yumuşak yerde ağır ağır yürümek.
tehtehe
Ağır söylemek, sert konuşmak.
tekabkub
Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu.
teklif-i mala-yutak / teklif-i mâlâ-yutak
Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz teklif.
temahül
Mühlet verme. Yavaş ve ağır davranma.
tematti
(Matiyy. den) Vücutta duyulan ağırlıktan dolayı gerinme.
Yürürken sallanmak.
temcid
Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü bildirmek. Tazim ve sena etmek.
Ağırlamak.
Sabah namazı vaktinden evvel minarelerde belli makamlarda söylenen ilâhi, niyaz.
temkin / temkîn / تمكين
Ağır başlılık, usluluk.
Ölçülü hareket sâhibi.
Vakar, izzet. İktidar, kudret.
Birini bir şeye muktedir kılmak.
Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak.
Tedbir, ihtiyat.
İhtiyatlı davranma.
(Arapça)
Sağlamlık.
(Arapça)
Ağırbaşlılık.
(Arapça)
temkinli
Ağırbaşlı, ihtiyatlı hareket etme.
tenabüz
Birbirine lâkap takıp çağırmak.
tenad
Birbirine nidâ etmek, birbirine bağırışmak.
tenadi
Birbirine nida etmek, çağırmak.
Bir araya toplanma.
tenadüs
Birbirine lâkap koyup bağırışmak.
tenbel
(Tembel) Üşenen, üşengeç.
(Farsça)
İşte ağır, davranan ağır yürüyen, ağır hareketli.
(Farsça)
tenemmür
Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak.
Uzun uzun bağırmak.
Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.
tenkil / tenkîl
Ağır bir şekilde cezalandırma.
tereccuh etme
Üstün gelme, ağır basma.
tesakul
Ağırdan alma, oyalanma, tembellik etme.
tesaluh
Sağır gibi görünme.
tesamum
Sağır görünme.
Sağırlaşma.
tescir
Tennur yakmak.
Denizi kurutmak.
Boşaltmak ve doldurmak.
Ağlayarak çağırmak.
teskil
(Sakl. dan) Ağırlaştırma. Ağırlığını artırma.
tevekkün
Musibet anında yüksek sesle bağırıp feryad etmek.
udal
Katı, şiddetli.
Pek zor.
Ağır hastalık.
ufuc
(Çoğulu: Afâc) Vurmak.
Göden bağırsağı denilen bağırsak.
ufunet
Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
İltihab.
Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
Sıkıntı veren manevî ağırlık.
ul'ul
Yaramazlık.
Çağırmak.
Budak.
usul bilgileri / usûl bilgileri
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'in kavillerini (ictihâdlarını, re'ylerini, sözlerini) içerisinde bulunduran El-Mebsût, Ez-Ziyâdât, El-Câmi-us-Sagîr, Es-Siyer-us-Sagîr, El-Câmi-ül-Kebîr, Es-Siyer-ül-Kebîr kitablarındaki fıkıh (din) bilgileri. Bu altı kitabı İmâm-ı Muha
utruş / utrûş / اطروش
Sağır.
Sağır.
(Arapça)
vahamet
Zor, güçlük.
Ağırlık. Tehlike. Muhatara. Neticesi fena.
Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu.
Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet.
vahid-i i'tibari / vâhid-i i'tibarî
Hakikatta olmayıp varlığı farazî olarak kabul edilen bir şey. Varlığına itibar edilen şey. (Ağırlık için kilo, uzunluk için metre bir vâhid-i itibarîdir.)
vahim / vahîm / وَخ۪يمْ
Ağır.
Sonu tehlikeli. Çok korkulu.
Hazmı güç olan. Zararlı veya faydalı olmayan yemek.
Ağır, sonu tehlikeli, çok korkulu.
Ağır, sonu tehlikeli.
Ağır, sonu tehlikeli.
vak'
Ağırbaşlılık. Ağırlık.
Yüksek yer.
vakar / وقار
Ağırbaşlılık, ciddiyet.
Ağırbaşlılık, kalp rahatlığı.
Ağırbaşlılık. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Temkinlilik. Azamet ve izzet.
Ağırbaşlılık, saygınlık.
Ağırbaşlılık.
(Arapça)
vakār / وَقَارْ
Haysiyetini koruma, ağırbaşlılık.
vakar-ı ilmiye
İlimden gelen ağırbaşlılık.
vakr
Az işitmek. Sağırlık.
vakur / vakûr / وقور
Ağırbaşlı, temkin sahibi. İzzetli, vakarlı.
Vakarlı, ağırbaşlı.
Ağırbaşlı.
Ağırbaşlı.
(Arapça)
vakurane / vakûrâne / وقورانه
Ağırbaşlılıkla. Düşünce ve tedbirlilikle. Temkinle.
(Farsça)
Ağırbaşlılıkla.
(Arapça - Farsça)
vakz
Sıklet, ağırlık.
vazife-i sakile / vazife-i sakîle
Ağır görev.
vebal / vebâl
Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
Şiddet, ağırlık, günah.
vebl
Ağır ve vahim olmak.
vekar
Ağır başlı olup yerine göre uygun davranmak, şahsiyetli olmak.
velvele-i gına / velvele-i gınâ
Şarkı bağırtısı.
velvele-i hayret
Hayret ve şaşkınlık bağırtısı, sesi.
velvele-i istiğrab
Garip karşılayarak bağırma, hayret feryadı.
vesen
Uyku ağırlığı. Uyku ile uyanıklık arası.
Uyku anında aklın gitmesi.
Hâcet.
vezn / وزن
(Vezin) Tartma. Ölçme. Hesaplama.
Tartacak şey. Tartı.
Ağırlık.
Ağırlık.
(Arapça)
vezn-i mahsus
Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı.
Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.
vezne / وزنه
Ağırlık.
(Arapça)
Tartı.
(Arapça)
Para gişesi.
(Arapça)
vıkr
(Çoğulu: Evkar) Ağır yük.
Çok su taşıyan bulut.
vikr
(Çoğulu: Evkar) Ağır yük.
vizam
Her nesnenin ağırlığı.
Başka birşeyle karışmış olan nesne. (Buğdayla karışmış toprak gibi.)
vizr
Günah.
Yük. Ağırlık.
Silâh.
Sırta vurulan ağır yük. Yük götürmek.
Günah, yük, ağırlık, yük götürmek, sırta vurulan ağır yük.
Günah, hata, ağırlık.
za'k
Çağırmak, bağırmak.
zahiri mezheb / zâhirî mezheb
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değ
zakv
Çağırıp bağırmak.
zal'
Eğilmek, meyl etmek.
Dar olmak.
Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi.
ze'r
Arslan kükremesi.
Çağırmak ve kükremek mânâsına mastar.
zecel
Avaz, ses, savt.
Mübâlağa ile çağırmak.
zecr
Menetme, engel olma. Nehyetme.
Zorlama, zorla yaptırma.
Önleme. Sıkma.
Kovma. Eziyet etme.
Angarya olarak çalıştırma.
Köpek balığı.
Çağırma.
Sürme.
zecre
Çağırmak, bağırmak, sayha.
Men'etmek, engel olmak.
zemare
Savt, ses, sayha, bağırış, çığlık.
zemcere
(Çoğulu: Zemâcir) Şiddetle çağırmak.
zerre miskal
Çok az miktarda, zerre ağırlığında.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mesdud
Cenaze
Mevkıf
fevkani
muhibban
şemsüşşümus
Belk
nısf
teferrüc
cuş u huruş
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
agir
eş anlamlı
Nişat
Yeşil
vicahi
tevil
Sin
Vefa
hukd
sağlamlaştırma