REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te adde ifadesini içeren 594 kelime bulundu...

163. madde

  • Eski Türk Ceza Kanununun 163. maddesi.

abkame

  • Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. (Farsça)
  • Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi. (Farsça)

acbüzzeneb

  • Ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.

add / عد

  • Sayma, görme, değerlendirme, kabul etme. (Arapça)
  • Addedilmek: Sayılmak, görülmek, değerlendirilmek. (Arapça)
  • Addetmek/eylemek: Saymak, görmek, değerlendirmek. (Arapça)
  • Addolunmak: Sayılmak, kabul edilmek. (Arapça)

adem-i harici / adem-i haricî

  • Maddeten yok olma hâli; Allah'ın ilminde var olup fakat maddî varlığı olmayan.

afyon

  • Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.

agziye

  • (Tekili: Gıdâ) Yenilip içilecek şeyler. Gıdalar, besin maddeleri.

ahd-i atik

  • Tevrat, Zebur ve Mezamir'in bazıları, Yahudilerin eski ve mukaddes kitapları.
  • Eski ahd. Hıristiyanlarca Mûsâ aleyhisselâma inen kitab. Bu ismi ilk olarak hıristiyanlar kullanmışlardır. Hıristiyanların Kitab-ı mukaddes denilen kitabları Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd'den meydana geldiğinden onlar da Ahd-i Atîk'i kutsal kabul etmekt edirler. Yahûdîler, Ahd-i Atîk yerine Tanah demek

ahd-i cedid / ahd-i cedîd

  • Hıristiyanların kutsal kitabı olan Kitâb-ı mukaddes'in ikinci bölümü.

ahfa / ahfâ

  • Çok gizli, âlem-i emrin (madde ve ölçü olmayan ve arşın üstündeki âlemin) beşinci ve son latîfesi (makamı, mertebesi).

ajine

  • Değirmen taşı gibi maddeleri yontup düzelten demir alet. Dişengi. (Farsça)

akdes / اَقْدَسْ

  • En mukaddes.
  • En mukaddes.

akmadde

  • Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.

akonitin

  • Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde. (Fransızca)

alaşım

  • Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita.

albümin

  • Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde. (Fransızca)

alem-i ecsad / âlem-i ecsâd

  • Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.

alem-i emr / âlem-i emr

  • Arşın üstünde olup, madde olmayan, ölçülemeyen ve herkesin anlayamayacağı âlem. Buna, âlem-i melekût ve âlem-i ervâh (rûhlar âlemi) ve mekânsızlık âlemi de denir.

alem-i esir / âlem-i esir

  • Bütün kâinatı kapladığı farz edilen ince ve lâtif maddenin bulunduğu âlem.

alem-i kesif / âlem-i kesif

  • Yoğun madde âlemi, dünya.

alem-i melekut / âlem-i melekût

  • Madde, his, akıl, ölçü âleminin üstündeki âlem.

alem-i melekut ve ervahda / âlem-i melekût ve ervâhda

  • Madde ötesi ve ruhlar âleminde.

alem-i misali / âlem-i misalî

  • Görüntüler âlemi; bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem.

alem-i misaliye / âlem-i misaliye

  • Bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem.

alizarin

  • Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi. (Fransızca)

alkol / mey

  • Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. (Fransızca)

amin

  • Kim. Hususiyetleri ve yapıları bakımından amonyaka benzeyen kimyevi maddelerin cins adı.

anasır-ı asliye / anâsır-ı asliye

  • Temel unsurlar, ana maddeler.

anasır-ı seb'a

  • Yedi unsur, esas, madde.

anasır-ıerbe'a / anâsır-ıerbe'a

  • Dört temel unsur. Maddelerin asıllarını teşkil ettiği kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateş.

anber

  • Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde.
  • Derisinden kalkan yapılan bir balık.
  • Güzel kokulu bir madde.

anise

  • Sıkı bağlanmış. (Farsça)
  • Koyulaşmış, katılaşmış şey. (Kan ve mürekkeb gibi akıcı maddeler.) (Farsça)

antikor

  • Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde. (Fransızca)

arazi-i mukaddese / arâzi-i mukaddese

  • Mukaddes yerler. Kudsi topraklar.

arazi-i mürfaka / arâzi-i mürfaka

  • Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

arş

  • Allahü teâlânın yarattığı en büyük varlık. Yedi kat göklerin ve kürsînin üstünde olup, halk (madde) âleminin sonu, emr (maddesizlik) âleminin başlangıcı. Arşullah, Arş-ı mecîd ve Arş-ı a'lâ da denir.

asbest

  • yun. Oldukça yumuşak ve ateşle hususiyeti değişmeyen lifli bir madde.

ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin

  • Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl

aşı

  • Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
  • Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
  • Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.

asir / asîr

  • Üsâre. Özsu.
  • Bir maddenin sıkılmış suyu.
  • Suyu alınmak için sıkılmış şey.

aşk-ı eflatuni / aşk-ı eflâtunî

  • Maddeci olmayan aşk.

aşk-ı mukaddes-i ilahiye / aşk-ı mukaddes-i ilâhîye

  • Cenâb-ı Hakkın zâtına mahsus mukaddes sevgisi.

atebat

  • (Tekili: Atebe) Eşikler, basamaklar.
  • İranlıların mukaddes ziyaret yeri.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

atom

  • yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a

ayastafanos muahedesi

  • 3 Mart 1878 Rusya ile Osmanlılar arasında ilk olarak yapılan bir anlaşmadır. (28 Safer 1295) Tarihte buna "Ayastafanos Mukaddemat-ı Sulhiyesi" denir. Anlaşma maddeleri tatbik edilememiştir.

aydın

  • Aydınlık.
  • Açık, âşikâr, açıkça görünen.
  • Mübârek, mesut. Bilgili, okumuş, görgülü.Bugün bazı çevrelerde batı ilim ve felsefesini tahsil edip benimseyenlere de "aydın" denilmektedir. Aklı gözüne inmiş, yani herşeyi maddi ölçülerle yorumlamaya alışmış, kalbi maddeci felsefe ile

ayn

  • Birşeyin kendisi.
  • Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
  • Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
  • İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal

bab / bâb

  • Kapı.
  • Kısım.
  • Mevzu.
  • Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab.
  • Hususi madde.
  • Sığınacak yer.
  • İş.
  • Şekil.
  • Tövbe.

babü's-sin / bâbü's-sin

  • Sözlük ve lügatlerde "sin" harfinin bulunduğu bölüm, Sin maddesi.

balgam

  • Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
  • Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.

barut

  • yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
  • Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.

beden-i misali / beden-i misâlî / بَدَنِ مِثَالِي

  • Ruhun cesedden ayrıldığında giydiği, madde âleminden olmayan nurânî beden.

bend

  • Bağlanan. Bağlanmış. (Farsça)
  • Bağ. Boğum. Mafsal. (Farsça)
  • Su bendi. Baraj. (Farsça)
  • Gam. Gussa. (Farsça)
  • Mekir. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)
  • Mülâhaza. Fıkra. Madde. (Farsça)
  • Aldatmak. (Farsça)
  • Birisini emri altına almak, bendetmek. (Farsça)
  • Edb: Baştan sona kadar aynı vezinli bir çok parçalardan meydana (Farsça)

beng

  • Bir bitki ve tohumu ki, afyon gibi uyuşturan, keyf verici olarak da kullanılan bir madde. Esrar. (Farsça)
  • Atlas üzerine işlenmiş sırma işlemeli bir çeşit kumaş. (Farsça)
  • Küçük çitlenbik. (Farsça)

berzen

  • Sahra, çöl. (Farsça)
  • Sokak, cadde. Mahalle. Köşebaşı. (Farsça)

besin

  • Zihayat varlıkların yaşama, gelişme ve çalışmaları için gerekli olan çeşitli gıda maddeleri. (Türkçe)

beyin

  • Kafatasının en büyük kısmını kaplayan, kalınca ve dayanıklı üç zarla örtülmüş olan bir sinir merkezidir. Yumuşak ve beyazımsı bir kitle olan beyin, duygu ve bilgi merkezidir. Ak ve boz maddeden yapılmıştır ve iki yarım küre olarak yaratılmıştır. Yarım kürelerden birinde bir arıza sebebiyle bu merkez (Türkçe)

beyt-ül makdis

  • Mukaddes ev. Beyt-ül Mukaddes de denir. Çok eskiden Peygamberlerin inşâ ettikleri kudsî mâbet. Bir ismi de Mescid-ül Aksâdır.
  • İnsanın, Cenab-ı Hak'tan başka kimse ile tatmin olmayan kalbine de aynı isim verilir.

beyt-ül-makdis

  • (Bak. BEYTÜ'L-MUKADDES)

beytü'l-makdis

  • Mescid-i Aksa, Kudüs'teki meşhur mukaddes mâbed.
  • Mukaddes ev, Mescid-i Aksa, Kudüs'teki büyük camii.

beytullah

  • Mekke-i mükerremede Mescid-i harâmın ortasında bulunan mukaddes binâ. Kâbe-i muazzama; müslümanların kıblesi; Fazîlet ve kıymetini bildirmek için Beytullah buyurulmuştur.
  • Câmi, mescid.

bilinç

  • Psk: İnsanın kendi varlığından ve kendine tesir eden çevresinde meydana gelen hadise ve değişikliklerin, bilgisine sahip olması hali. Şuurun dereceleri vardır. Meselâ: Düşünüyorum ve düşündüğümü biliyorum, yine düşündüğümü bildiğimi de biliyorum ve hakeza. Şuurlu olma ruhun bir vasfıdır. Maddede şuu (Türkçe)

bitüm

  • Yerin altında bulunup sıvı ve sarımtırak veyahut katı ve kara bir durum ve renkte olan maddedir ki, asfalt yol yapılırken kullanılır.

bulvar

  • Geniş ve ağaçlı cadde. (Fransızca)

bürhan

  • Delil, hüccet, isbat vasıtası.
  • Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.
  • Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.

burhan-ı kudsi / burhan-ı kudsî

  • Kutsal, mukaddes delil, Kur'ân.

cadd

  • (Câdde) Ciddi, çalışkan, azimli.

cadde / câdde / جاده

  • Ana yol, cadde. (Arapça)

cadde-i ahmediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gittiği ve tarif ettiği cadde, İslâmiyet.

cadde-i hakikat

  • Hakikatin, doğrunun olduğu cadde.

cadde-i kübra / cadde-i kübrâ

  • Büyük cadde.
  • Mc: En selâmetli yol. Kur'an yolu. Sahabe ve Peygamber vârisi olan büyük zatların, müçtehidlerin yolu.
  • Büyük cadde.

cadde-i kübra-yı ahmediye / cadde-i kübrâ-yı ahmediye

  • Resul-ü Erkemin (a.s.m.) gittiği ve tarif ettiği büyük cadde, yol, Kur'ân ve sünnet yolu.

cadde-i kübra-yı kur'aniye / cadde-i kübrâ-yı kur'âniye / جَادَّۀِ كُبْرَايِ قُرْآنِيَه

  • Kur'ânın en büyük caddesi.

cadde-i kübra-yı maneviye / cadde-i kübrâ-yı mâneviye

  • Mânevî, büyük ve geniş cadde.

cadde-i kübra-yı muhammedi / cadde-i kübrâ-yı muhammedî

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gittiği ve tarif ettiği büyük İslâmiyet caddesi.

cadde-i kur'aniye / cadde-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın gösterdiği, çizdiği yol; Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi, ehli sünnet yolu, Kur'ân yolu.

cadde-i muhammediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) gittiği ve tarif ettiği cadde, İslâmiyet.

cadde-i nurani / cadde-i nuranî

  • Nurlu cadde.

cadde-i nuraniye

  • Nurlu, aydınlık cadde.

cadde-i umumiye-i akliye

  • Akla en uygun herkesin yürüdüğü cadde.

cahid

  • Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

cahiliyyet

  • Cahilliğe âit.
  • İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil

camid

  • (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız.

can

  • Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. Madde ilimleri, maddenin; hayat ilimleri (biyolojik ilimler) hayatın ne olduğunu açıklıyamamışlardır. Aslında bunların konusu da madde, hayat ve ruhun kendisi değil, bunların tezahürleri yani olay haline gelen tesirleridir. Deney ilimlerini (Farsça)

cazibe kanunu

  • Madde âleminde geçerli olan Cenab-ı Hakk'ın tekvini bir kanunudur. Bu kanuna göre iki madde birbirini aralarındaki mesafe ile ters orantılı; kütle ve miktarlarıyla orantılı olarak çeker.

cedel

  • Konuşmada kavga etme. Niza. Hakkı bulmak için olmayıp, galib görünmek için çekişme. (Diyalektik)
  • Man: Meşhur veya müsellem mukaddemelerden terekküb eden kıyastır.

cehennem

  • Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl

cemadi / cemadî

  • Ruhu olmayan, cansız madde. Câmid cisim. (Farsça)

cephane

  • (Aslı: Cebehane'dir) Barut vesair yanıcı maddelerin konulup, muhafaza edildiği yer.
  • Yanıcı maddeler levazımı.

cesed-i misali / cesed-i misâlî / جَسَدِ مِثَالِي

  • Madde âleminden olmayan nurânî beden.

cevadd

  • (Tekili: Câdde) Caddeler, büyük ve işler yollar, tarikler.

cevher-i ferd / جَوْهَرِ فَرْدْ

  • Maddenin bölünemeyen en küçük parçası.

cevhere

  • Bir şeyi o şey yapan asıl öz, maya, madde.

cism / جسم

  • Boşlukta yer kaplayan şekil almış veya başka bir şekle giren madde.
  • Beden, vücûd.
  • Cisim, madde. (Arapça)
  • Vücut, beden. (Arapça)

cud

  • Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye ve imaniye hizmetinde mutemed zâtlara lüzumunda maddeten de iştirak etmek fedakârlığı.

cühud

  • Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek.
  • Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi bundan gelir.)
  • Bir kimseyi bahil bulmak.

cümle-i tevhidiye-i kudsiye

  • Mukaddes ve mübarek olan tevhid cümlesi.

cümmar

  • Hurma yağı denilen beyaz bir maddedir ve hurma ağacının başından çıkar ve araplar onu yerler.

cüz-ün layetecezza / cüz-ün lâyetecezzâ

  • Maddenin yapı özelliğini taşıyan en küçük parçası, atom, zerre.

dall-i bi-l iktiza / dâll-i bi-l iktiza

  • (Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden.
  • Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır. Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini

delil-i nakli / delil-i naklî

  • Kur'an, Hadis-i Şerif veya diğer mukaddes kitaplardaki verilen haberler ile olan delil.

deng

  • Hayran, şaşkın, şaşmış olan, ahmak, ebleh, bön, sersem. (Farsça)
  • İki katı maddenin tokuşmasından hasıl olan ses. (Farsça)
  • Pergel noktası. (Farsça)

desatir-i kudsiye / desâtir-i kudsiye

  • Kudsî düsturlar, mukaddes prensipler.

deyn-i mütevassıt

  • Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.

dibace

  • Mukaddeme, başlangıç, önsöz. (Farsça)

doz

  • Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı.
  • Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı.
  • Ölçü, miktar.

dükkan-ı rabbani / dükkân-ı rabbânî

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın bir dükkân gibi düzenleyerek bütün ihtiyaç maddelerimizi depoladığı yeryüzü.

ecel-i mev'ud

  • Mukadder olan ölüm. şüphesiz gelecek olan ölüm.

ecel-i muallak

  • Levh-i Mahv İsbat'ta mukadder olarak yazılı, bâzı şartlarla mukayyed olan ecel. Ecel-i müsemma.

ecsam-ı şeffafe

  • Şeffaf cisimler, saydam maddeler.

ecza / eczâ / اجزا / اَجْزَا

  • (Tekili: Cüz) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler.
  • Ciltlenmemiş kitab ve saire.
  • Cüz'ler, parçalar, kısımlar.
  • Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.
  • Cüzler.
  • Eczacılıkta kullanılan maddeler.
  • Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri.
  • Cüzler, parçalar, kimyevi madde.
  • Parçalar. (Arapça)
  • İlaç hammaddeleri. (Arapça)
  • (Kimyevî) küçük maddeler.

efsun / efsûn

  • Fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve Kur'ân-ı kerîmden olmayan, mânâsız yazılar kullanmak. Mânâsı bilinmeyen ve îmânın gitmesine sebeb olan şeyleri okumak.

efyun

  • Haşhaştan çıkarılan uyutucu madde. Afyon. (Farsça)

ehl-i dünya / ehl-i dünyâ

  • Dünyaya haddinden ziyade kıymet veren, maddeci kimse.

ehl-i teslis

  • Allah'ı baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlar.

elfaz-ı kudsiye-i ilahiye / elfâz-ı kudsiye-i ilâhiye

  • Mukaddes İlâhî lâfızlar, ifadeler.

emakin-i mukaddese / emâkin-i mukaddese

  • Mukaddes yerler, kutsal mekânlar.

emanat-ı mukaddese / emânât-ı mukaddese

  • İslâm dîni ve târihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber efendimize ve diğer din büyüklerine âit bâzı mübârek şahsî eşyâ ve hâtıralar. Mukaddes emânetler. Bunlar: Hırka-i Saâdet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saâdet, Mühr-i Seâdet, Dendân-ı Seâdet, Lıhy e-i Seâdet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf,

emr

  • İş buyurma.
  • Buyurulan şey.
  • Madde, husus, hâdise.

emr-i tekvini / emr-i tekvinî

  • Yaradılışa ait İlâhi kanun ve nizam. Tekvine dair işler, hâdiseler, maddeler. Fıtri kanunlar ve Âdetullahın tazammun ettiği emirler.

emr-i vehmi / emr-i vehmî

  • Maddi bir varlığı olmayan, ancak itibar edilen, varsayılan olgu; meridyen çizgileri ve maddedeki çekim kanunu gibi.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

enbuzen

  • Asıl, esas, madde. (Farsça)

endüstri

  • Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ (Fransızca)

envar-ı kudsiye-i esma / envâr-ı kudsiye-i esmâ

  • Allah'ın isimlerinin mukaddes nurları.

envar-ı kudsiye-i esmaiye / envâr-ı kudsiye-i esmâiye

  • Allah'ın isimlerinin mukaddes nurları.

erzak

  • (Tekili: Rızık) Rızıklar. Azıklar. Yiyecek içecek maddeler. İhtiyaçlar. Maddi, mânevi muhtaç olduğumuz şeyler.

esir / esîr / اَث۪يرْ

  • Bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde. Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vasıtalık eden madde. Görülmeyen ve varlığı bütün ehl-i ilimce kabul edilen lâtif, rakik, elâstikiyeti hâiz seyyal madde.
  • Alemi kaplayan incecik madde.
  • Atomların öz maddesi; uzayı dolduran ince madde.
  • Maddenin en küçük parçası.

esir maddesi

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

esma-i kudsiye-i nuraniye / esmâ-i kudsiye-i nuraniye

  • Nurlu mukaddes isimler.

esma-i mukaddese / esmâ-i mukaddese

  • Mukaddes isimler; her türlü kusur ve noksandan uzak, yüce isimler.

esma-yı kudsiye-i ilahiye / esmâ-yı kudsiye-i ilâhiye / اَسْمَايِ قُدْسِيَۀِ اِلٰهِيَه

  • Allahın mukaddes isimleri.

esrar

  • (Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
  • Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
  • Elinde ve el ayasında olan hatlar.

etrika

  • (Tekili: Tarik) Tarikler, yollar, caddeler.
  • Sebepler, vesileler, vasıtalar.
  • Maişeti te'min etmek için tutulan meslekler, geçinmek için yapılan işler.

evsaf-ı kudsiye / evsâf-ı kudsiye

  • Mukaddes vasıflar, sıfatlar.

evveliyat

  • Başlangıçlar. Mukaddemat. İlk öndekiler. İbtidaki cihetler.
  • Her akıllının tereddütsüz tasdik ve kabul edeceği hususlar.
  • Man: Mücerred mevzu ve mahmulleri arasındaki nisbet tasavvur edilince aklın kat'iyyetle teslim ve tasdik ettiği kaziyeler.

ezeliyet-i madde

  • Maddenin ezelî oluşu.

ezeliyet-i madde ve hareket

  • Madde ve hareketin başlangıçlarının olmaması, sonradan yaratılmaması.

fagosit

  • yun. Organik yahut inorganik maddeleri alıp sindirebilen hücre.

farıt

  • Geçmiş, önceki, önde bulunan. Sâbık, mukaddem.

farz

  • Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
  • Takdir veya beyan eylemek.
  • Bir şeyi delmek, gedik açmak.
  • Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
  • Addet

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.
  • Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
  • İlm-i hikmet.
  • Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
  • Herkesin hususi fikri. M

felsefe-i maddiye

  • Her şeyi maddede arayan ve madde ile açıklamaya çalışan felsefe.

felsefe-i tabiiye ve maddiye

  • Herşeyi tabiata ve maddeye dayandıran felsefe.

fevatih

  • (Tekili: Fâtiha) Fâtihalar. Başlangıçlar.
  • Son vermeler.
  • Bir kitabın mukaddemeleri.

feylule

  • İkindiden akşama kadar olan ve mekruh addedilen uyku.

fıkra

  • Yazıda bir bahis.
  • Parağraf.
  • Kanun maddelerinden her bir kısım.
  • Kısa haber.
  • Küçük hikâye.
  • Omurga kemiklerinin her biri.
  • Bend.
  • Kıssa.
  • Gazetelerde gündelik hâdiselerin kısaca yazılmış şekli.

galiye

  • Galeyan eden.
  • Değerinden çok pahalı.
  • Misk ve amberden yapılmış meşhur koku.
  • Hoş kokulu kıymetli madde.

galiz / galîz

  • Çirkin.
  • Terbiye dışı.
  • Yoğun. Kaba.
  • Kokmuş madde.

gamara / gamârâ

  • Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kitab saydıklarıTalmûd'un kısımlarından biri. Talmûd; Mişnâ ve Gamârâ olmak üzere iki kısımdır.

gaza / gazâ

  • Din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğruna yapılan cihat ve mücadele.

gıda

  • Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler.
  • Kuşluk vakti yenen yemek.
  • Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat.

güherçile

  • Barut yapmaya yarıyan bir madde.

habes

  • (Tekili: Habis) Kötüler. Alçaklar. Pisler.
  • Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.)

hacce

  • Cadde.

hakaik-ı kudsiye

  • Mukaddes, yüce hakikatler.

hakaik-i kudsiye

  • Mukaddes hakikatler, gerçekler.

hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'aniye / hakaik-i kudsiye-i imaniye ve kur'âniye

  • Kur'ân'ın ve imanın mukaddes ve kutsal hakikatleri.

hakimiyet-i kudsiye / hâkimiyet-i kudsiye

  • Kusur ve eksiklikten yüce, mukaddes egemenlik, hâkimiyet.

halet-i kudsiye / hâlet-i kudsiye

  • Mukaddes hal, durum.

halita

  • Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış.
  • Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde.

ham madde

  • Bir şeyin meydana getirilmesi için işlenilen ana maddelerden her biri.

hamiyet

  • Gayret.
  • Nâmustan gelen gayretle utanma veya kızma.
  • İstinkâf etmek.
  • Mukaddesatı ve milletin haklarını, mâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam hasleti. İman ve İslâmiyeti ve Hz. Peygamber'in (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesini ve din ve mücahede

hamiyet-i aliye / hamiyet-i âliye

  • Din, millet gibi mukaddes değerleri en üst düzeyde koruma duygusu ve gayreti; millî onur ve haysiyet.

hamiyetçilik

  • Din gibi mukaddes değerleri ve kendi vatan, aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti içinde oluş.

hamiyetli

  • Din gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti olan.

hamiyetsizlik

  • Hamiyetsiz olma, mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti içinde olmama.

hamiyyet

  • Din gibi mukaddes değerleri ve aile ve vatanı koruma duygusu ve gayreti.

harc

  • Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde.
  • Vergi.
  • Çıkmak.
  • Yeni çıkan bulut.
  • Yemâme vilayetinde bir yer.
  • Ecir.
  • Buğday. (Dinimizde lüzumsuz harcamak, israf haramdır. Zillet ve fakirliğe sebeptir.)

harem-i şerif

  • Kâfir ve müşriklerin girmesi yasak olan ve canlı mahlukun öldürülmesi men'edilen Mukaddes Kâbe ve civârı.

haremeyn

  • İki mukaddes harem. Müşrik ve kâfirlere yasak olan mukaddes Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere.

harim-i islam / harîm-i islâm

  • İslâmın mukaddes merkezi.

harim-i ismet / harîm-i ismet

  • Namus ocağı, mukaddes ocak. Kudsi âile yuvası.

harut

  • Mukaddes kimse.
  • İpini sahibi elinden çekip kaçan davar.

haşeviyye

  • Allahü teâlâyı mahlûklara,yaratıklarına benzeten, madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.

haşhaş

  • Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki.
  • Hazırlıklı.
  • Silâhlı ve zırhlı topluluk.

hass / hâss

  • (Çoğulu: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
  • Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan.
  • Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid.
  • Saf.
  • Tar: Osman

haşşaş

  • Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.

hatemkari / hatemkârî

  • Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.

havayic-i asliyye / havâyic-i asliyye

  • İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları.

havyar

  • Balık yumurtası. Mersin balığı yumurtasından yapılan siyah, mugaddi ve leziz bir madde.

havz

  • Sıvı maddelerin toplandığı yer, büyük su birikintisi, göl.

hayat-ı akdes

  • Cenâb-ı Hakkın Zâtına mahsus, her türlü noksanlıktan mukaddes hayatı.

hayat-ı maddiye-i nefsiye

  • Hayatın madde ve nefse bakan yönü.

hayr-hah

  • Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven. (Farsça)

hazain-i kudsiye / hazâin-i kudsiye

  • Mukaddes, kutsal hazineler.

hazain-i mukaddese-i kur'aniye / hazâin-i mukaddese-i kur'âniye

  • Kur'ân'ın mukaddes hazineleri.

heterojen

  • yun. Kim: Cinsi ayrı olan. Türlü özellikteki taneciklerden yapılan maddelerdir.

heyi / heyî

  • Varlık, madde. (Farsça)

heykel

  • Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli.
  • Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide.
  • Mc: Soğuk ve duygusuz kimse.
  • Güzel ve yakışıklı kişi.

heyula / heyulâ / heyûlâ / هيولا

  • Zihinde tasarlanan korkunç hayal.
  • Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey.
  • Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde.
  • İnce madde.
  • Eski felsefecilere göre, cisimlerin aslı kabûl edilen madde.
  • Ana madde. (Arapça)
  • Zihinde tasarlanmış varlık. (Arapça)

heyulaniyyun / heyulâniyyun

  • Maddeciler.

hidrofil

  • Suyu kolayca emen madde. (Fransızca)

hikmet-i kudsiye

  • Mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmet.

hılt / خلط

  • Safra, sevda, dem (kan) ve balgam olmak üzere insan vücudundaki dört ana maddenin herbiri. (Arapça)

hılt-ı redi / hılt-ı redî

  • Vücudun hastalanmasına sebebiyet veren madde.
  • Bir şeye karışmış olan şey.

himmet

  • Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret.
  • Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi.
  • Tabiî şevk ve meyil ve heves.
  • Lütuf, yardım.

hırka-i saadet dairesi

  • İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda "mukaddes emanetlerin" bulunduğu yer. Burada yüzyıllardan beri, başta Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) hırkaları olmak üzere İslâmî nitelikte birçok mukaddes eşya saklanmaktadır. Bu eşya Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, Mısır'ın fethinden (1517) son

hitabet

  • Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek.
  • Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.

hıyaban / hıyâbân / خيابان

  • Cadde. İki tarafı ağaç dikili yol. Bahçe yolu. İki tarafı ağaçlı muntazam yol. (Farsça)
  • Ortasından su akan ağaçlık yer. (Farsça)
  • Tahrân'da büyük bir caddenin adı. (Farsça)
  • Cadde. (Farsça)

hizb-üş şeytan

  • Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.

hizmet-i kudsiye-i imaniye

  • Mukaddes olan iman hakikatlerini muhtaç insanlara ulaştırma hizmeti.

homogen

  • Bütün elemanları aynı yapıda veya aynı keyfiyette olan. (Fransızca)
  • Kim: Aynı cinsten olan. Çeşitli elementlerin birleşmesiyle meydana gelmelerine rağmen, bütün kütlelerinde aynı özellikleri gösteren maddelerdir. (Fransızca)

hormon

  • yun. Salgı bezlerinden çıkıp kana katılan maddelerin genel adı.

hüceyre

  • Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebâtatın vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük canlı parça.
  • Küçük delik ve oyuk.

hücumat-ı sitte / hücumât-ı sitte

  • Altı Hücum. Altı maddelik bir müdafaa (olan bir eser ismi).

hükre

  • Cem'olmak, toplanmak, birikmek.
  • Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak.
  • Azlığından bir yerde toplanan su.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

humbara

  • Küçük küp. (Farsça)
  • Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi. (Farsça)
  • Para biriktirmek için kullanılan topr (Farsça)

hurufat-ı kudsiye / hurufât-ı kudsiye

  • Kudsi, mukaddes harfler.

husus

  • İş. Mevzu. Yol. Usul. Keyfiyet. Madde. Şey. Bir şeyin sairlerinden ayrıldığını ve temyizini bildiren cihet ve keyfiyet.

hususat

  • (Tekili: Husus) Hususlar, bakımlar, işler. Tarzlar, şekiller. Mes'eleler. Maddeler.

ibda'

  • Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
  • Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
  • Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.

ibda' ve ihtira' / ibdâ' ve ihtirâ'

  • Varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme.

ıdlal

  • (İdlâl) Hak dinden, imân ve islâmiyetten saptırmak. Doğrudan, Hak ve hakikat caddesinden ayırmak. Azdırmak.

iftihar-ı mukaddes

  • Mukaddes iftihar; her türlü kusur ve noksandan yüce bir iftihar ve övünç.

ihale

  • Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
  • Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
  • Zayıf addetmek.
  • Muhal söz söylemek.

ihanet

  • (Hevn. den) Alçak ve hakir addedip itibar etmemek, kıymet vermemek.
  • Hainlik. Haksızlık. Kötülük.

ihtikar / ihtikâr

  • İnsan ve hayvan için lüzumlu gıdâ maddelerini şehre girmeden yâhut girince halka satılmadan toplayıp, stok edip, pahalandığı zaman satmak.
  • Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.

ihtira' ve ibda' / ihtirâ' ve ibdâ'

  • Varlıkları maddesiz, örneksiz ve benzersiz olarak hiçten ve yoktan var etme.

iksir / iksîr / اِكْسِيرْ

  • Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.
  • Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç.
  • Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile
  • Madenleri altına çevirdiğine inanılan madde.

iktiham

  • Hücum ve istilâ eylemek.
  • Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek.
  • Mülâhazasız bir işe başlamak.
  • Bir şeyi hakir addetmek.

iktirani kıyas / iktiranî kıyas

  • Man: Neticenin aynı veya nakizı, mukaddemelerinin birisinde bilfiil zikredilmeyen kıyastır. Meselâ: "Her cisim muhdestir". Ve nakizı olan: "Bazı cisimler muhdes değildir" kaziyeleri, ne birinci ve ne de ikinci mukaddemede hey'et-i mecmuası ile zikredilmiş olmadığından iktirânidir.

ilah

  • Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.

ilik

  • t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği.
  • Kemiğin içinde bulunan madde.

ilm-i mevalid

  • Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.

iltihab

  • Caddede gitmek. Geniş yolda yürümek.

imtisas

  • Emerek çekilmek, emmek, emilmek. Hazmolunmuş olan maddelerin, damarlar tarafından emilmesi.

inbik

  • Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet.

incil / incîl

  • Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab.
  • Beşaret, müjde.
  • Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab.

inha

  • Bir hususu resmen bildirme, tebliğ.
  • Bir memurun daha üst makamdaki bir memura bir maddeyi hâvi olmak üzere yazdığı kağıt.
  • Ulaştırma, yetiştirme.

inhidad

  • (Hadde. den) Keskinleşme, incelme, sivri olma.
  • Basılıp ezilme, haddeden geçme.

inorganik

  • Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan. (Fransızca)

insan-ı himmetperver

  • Gayretli, himmetli insan; kalbin bütün kuvvetiyle mukaddes şeylere yönelen insan.

irşad

  • Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması.

is

  • Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum.

isa

  • Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.

ısaga

  • Kuyumculuk yapma.
  • Eritilmiş maddeleri kalıba dökme.

istihase

  • Organik maddelerin, şekillerini muhafaza ederek zamanla taş hâline geçmesi. Fosilleşme.

istihbab

  • Bir şeyi iyi ve güzel addetmek.
  • Dost edinme.
  • Müstehab etmek ve olmak.

istilzam

  • Lüzumlu olmak. Gerektirmek. Lâzım addetmek. İcâbettirmek.

istis'ab

  • Zor addetmek. Güç saymak.
  • Güçlük çekmek.

istishal

  • Kolay saymak. Bir şeyi kolay addetmek.

itibari emir / itibarî emir

  • Gerçekte öyle olmadığı hâlde öyleymiş gibi kabul edilen, saymaca; maddedeki çekim kanunu gibi saymaca şey.

ıtriyyat

  • (Tekili: Itr) Güzel kokulu yağ, esans gibi maddeler.

ittihad-ı islam cemiyet-i kudsiyesi / ittihad-ı islâm cemiyet-i kudsiyesi

  • Bütün Müslümanların birliğini sağlama gibi mukaddes bir hedef için faaliyet gösteren bir topluluk.

izzet-i kudsiyet

  • Mukaddesliğinin izzeti, yüceliği.

jelatin

  • Kokusuz bir madde, bir cins kağıt.

ka'be / kâ'be

  • (Kâbe) Dünyanın en kudsi ma'bedi. Beytullah, Beyt-ül Ma'mur, Beyt-ül Atik. Bütün mü'minlerin ibâdet esnâsında yöneldikleri merkez. Dört köşe olduğu için Kâbe denir. Bu mukaddes makamın etrafına Mescid-ül Haram ismi verilir. İçinde bir kısım olarak Makam-ı İbrahim mevcuddur. Burası İbrahim Aleyhissel

kabe / kâbe

  • Namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet.

kaddesallah

  • Allah mübarek ve mukaddes eylesin.

kaddesallahü esrarehüm / kaddesallahü esrârehüm

  • Allah onların sırlarını (kalplerini mukaddes kılsın.

kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz

  • Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.

kaddesallahüesrarehüm

  • Allah onların sırlarını mukaddes kılsın.

kadim

  • (A, uzun okunur) Ayak basan. Ulaşan. Varan.
  • Azanın mukaddemesi olan insanın başı.

kafur / kâfur / kâfûr

  • Beyaz ve yarı şeffaf, kolaylıkla parçalanan bir madde. Sert, güzel kokulu, katı ve yağlı bir madde.
  • Cennette bir kaynak ismi.
  • Bir madde ismi, cennette bir kaynak.

kaht

  • Kıtlık, kuraklık, gıdâ maddelerinin azlığı.

kam'

  • Kahretmek. Zelil etmek.
  • Zabtetmek. Ezmek. Kırmak.
  • Hasta etmek.
  • Başına vurmak.
  • Bir sese kulak verip dinlemek.
  • Ağzı dar olan bir şeyin içine huni ile akıcı maddeyi koymak.
  • Huni.

kasaba

  • (Çoğulu: Kasabât) Akciğerdeki nefes borularından herbiri. Bronş.
  • Küçük şehir. Çarşısı olan büyük köy.
  • Ahalisi beş-on bin raddelerinde olan mâmure.

katib-i ezeli / kâtib-i ezelî

  • Her şeyin hayatının mukadderatını ezelden bilip yazan Cenab-ı Hak (C.C.)

katran

  • (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.
  • Siyah bir madde.

kay

  • Kusma, istifrağ. Hastalıktan dolayı ağızdan çıkan hazmolmamış gıdâ maddesi.

kazein

  • Sütte bulunan albüminli maddeler. (Fransızca)

kaziye-i nazariyye

  • Man: Aklın bir delil ile tasdik eylediği kaziyye. Delilinin mukaddematı yakiniyyattan ise, yakiniyye'dir ve illâ zanniye olur.

kazurat

  • Artık maddeler, pislikler.

kehribar

  • Çekme özelliği olan bir madde.

kelimat-ı mukaddese / kelimât-ı mukaddese

  • Mukaddes kelimeler.

keyfiyet

  • Nitelik, bir şeyin nasıl olması.
  • Bir olayın geçişi.
  • Madde, iş.

keyfiyyet

  • Bir şeyin esâsı ve iç yüzü. Nasıl olduğu ciheti.
  • Kalite. Madde. (Kemmiyetin zıddıdır.)

keymus

  • yun. Yiyecek ve içecek maddelerin midede hazmolunup erimesinden hâsıl olan bir sıvıdır ve kana karışır.

kezaz

  • (Kezazet) Hadden tecavüz etmek, haddini aşmak.
  • Tıb: Nefes alamıyacak derecede mide dolgunluğu.

kibrit

  • Kükürt.
  • Kırmızı, yakut, altun.
  • Ucu kibritlenmiş yakacak madde.

kilvaz

  • Tevrat'ın mukaddes sandığı.

kimya

  • Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
  • Edb: Aşk.
  • İlâç.
  • Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu

kitab-ı mukaddes / kitâb-ı mukaddes

  • Mukaddes Kitap; Tevrat, Zebur ve İncil.
  • Hıristiyanların mukaddes bilip inandıkları Ahd-i atîk (Eski ahd) ve Ahd-i cedîd (Yeni ahd) kısımlarından meydana gelen kitab. İncîl.

kıyam-ı binefsihi / kıyam-ı binefsihî

  • (Kıyâm-ı bizâtihî) : Fık: Varlığı, durması kendi zâtı ile olmak mânasında bir sıfat-ı İlâhîdir. Şöyle ki: Hak Teâlâ'nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zâtı ile kaimdir. Kendi varlığı, kendi hüviyetinin, kendi mukaddes zâtının muktezasıdır. Aslâ başkasının değildir. Bunun için, Allah Teâlâ'ya "Vâc

kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnaî

  • Bir hükmün neticesinin aynı veya nakzı, mukaddemelerinden birinde bilfiil zikredilirse, ona kıyâs-ı istisnâi denilir. Başka bir tâbirle: Neticesi veya zıddı bizzat kendisinde zikredilen kıyas. "Eğer bu cisim ise, mutlaka bir yer tutar" gibi. Veya "Güneş doğmuş ise, gündüz olmuştur" gibi.

kıyas-ı mürekkeb

  • Man: İkiden fazla mukaddemeden mürekkeb kıyas.

kıyas-ı mürekkeb ve müteşa'ab

  • İkiden fazla mukaddemden (öncül) meydana gelen kıyas.

kuddise

  • "Mübarek, kudsi ve mukaddes olsun." anlamına gelen bir kelimedir.

kuddise sirruhu

  • Kalbi mukaddes olsun, sırrı temiz olsun.

kuddisesırruhu / kuddîsesırruhu

  • Sırrı mukaddes olsun!

kuddus

  • Kusur ve noksanlıklardan müberrâ olan, en mukaddes. Hiç eksiği olmayan, pâk, temiz. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındandır.
  • Mübarekliğin hadsiz derecesini ifâde eder. "En mukaddes" gibi.

kudsi / kudsî / قُدْس۪ي

  • (Kuds. dan) Mukaddes, kutsal, muazzez.
  • Mukaddes.

kudsi medrese / kudsî medrese

  • Mukaddes okul.

kudsi rejim / kudsî rejim

  • Dinî yönetim; İslâmın ve Kur'ân'ın mukaddes hükümlerinin uygulandığı yönetim.

kudsiye

  • Mukaddes, kutsal.

kudsiyet / قُدْسِيَتْ

  • Kudsilik, mukaddeslik, azizlik.
  • Temizlik, paklık.
  • Mukaddeslik.

küf

  • Yetiştiği satıhta kimyevî değişikliklere sebep olan küçük boylu mantarlara verilen umumi ad.
  • Maddelerin oksitlenme neticesinde dış tarafını kaplayan tabaka. Pas.

kur'an

  • Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığ

kur'an şecere-i semavisi / kur'ân şecere-i semâvîsi

  • İlâhî, mukaddes Kur'ân ağacı.

kur'an-ı mukaddes / kur'ân-ı mukaddes

  • Mukaddes Kur'ân.

kutb

  • İşlerin görülmesine veya insanların doğru yolu bulmasına vâsıta kılınan büyük zât. Dünyâ işleri ve madde âlemindeki olaylarla alâkalı olana medâr kutbu (kutb-ül-aktâb), din ve irşâd işi ile vazîfeli kılınana irşâd kutbu denir.

kütüb-ü mensuha-i semaviyye

  • İslâma ve bütün beşeriyyete gönderilen Kur'an-ı Kerim'den evvel eski peygamberlere gelen -Tevrat, İncil, Zebur- namlarındaki şimdi hükmü kalkmış olan mukaddes kitablar.

kütüb-ü mukaddese / كُتُبُ مُقَدَّسَه

  • Mukaddes kitablar.
  • Mukaddes kitaplar.

kütüb-ü mukaddese-i semaviye / kütüb-ü mukaddese-i semâviye / كُتُبُ مُقَدَّسَۀِ سَمَاوِيَه

  • Semâvî mukaddes kitaplar.

kütüb-ü münzele

  • Vahiy ile Cenâb-ı Hak tarafından indirilmiş, ihsan edilmiş mukaddes kitaplar.

kütüb-ü sabıka-i mukaddese

  • Geçmişteki (Kur'ân'dan önceki) mukaddes kitaplar.

kütüb-ü salife / kütüb-ü sâlife

  • Geçmişteki eski mukaddes kitaplar.

kütüb-ü semaviyye / kütüb-ü semâviyye

  • Mukaddes kitaplar. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an.

lahk

  • (Lehak) Geriden yetişmek, ardından yetiştirilmek.
  • Alüvyon. Liğ. Akarsuların taşımasıyla gelen maddeler.

latife / latîfe

  • Hoş, tatlı söz, şaka.
  • Maddeli, zamanlı ve ölçülü olmayan Âlem-i emirdeki beş mertebeden her biri.

lav

  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde. (Fransızca)

levazım

  • İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde.
  • Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.

levazımat

  • (Tekili: Levazım) Lüzumlu maddeler.

leyali-i şerife / leyâlî-i şerife

  • Mübarek, mukaddes geceler.

lısb

  • Küçük kaya yarığı.
  • Derenin dar yeri. Dar olan her cins madde.
  • İçi zorla çıkan ceviz.

litre

  • İtl. Akıcı maddelerin, sıvıların ölçü birimi.

ma'den

  • Maden.
  • Bir haslet veya hususiyetin kaynağı.
  • Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer.
  • Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.

ma'dud

  • Hesabedilen. Sayılan. Addedilen.
  • Muayyen. Belli.

ma'rifet-i kudsiye / مَعْرِفَتِ قُدْسِيَه

  • Mukaddes tanıma.

ma-i mukayyed / mâ-i mukayyed

  • Herhangi bir maddenin karışması ile yaratılmış oldukları hâlden çıkmış ve hususi bir ad almış sulardır. (Gül, çiçek, üzüm, asma, et suları gibi.)

maani-i mukaddese / maanî-i mukaddese / maânî-i mukaddese

  • Mukaddes mânâlar.
  • Her türlü kusur ve noksandan yüce, mukaddes mânâlar.

maani-i mukaddese-i muhabbet / maânî-i mukaddese-i muhabbet

  • Sevgi ile ilgili mukaddes mânâları.

macun / mâcun

  • Maddelerin ezilmiş hâli.

madde

  • Madde.
  • Maya, cevher.
  • Cisim.

madde be madde / ماده بماده

  • Madde madde. (Arapça - Farsça)

madde-i buhariye

  • Buhar, gaz halindeki madde.

madde-i esasiye

  • Temel madde.

madde-i esir

  • Kâinatı kapladığına inanılan ince madde.

madde-i esiriye / madde-i esîriye

  • Esîr maddesi; bütün kâinatı dolduran ince, lâtif madde.

madde-i hayat

  • Hayat maddesi.

madde-i hayatiye

  • Hayat için lüzumlu olan madde.

madde-i hayvaniye

  • Hayvanî madde.

madde-i kanuni / madde-i kanunî

  • Kanun maddesi.

madde-i kanuniye

  • Kanun maddesi.

madde-i kesife

  • Yoğun, katı madde.

madde-i kur'an / madde-i kur'ân

  • Kur'ân'ın maddesi.

madde-i latife / madde-i lâtife

  • Lâtif madde, kanun, ruh.

madde-i maddiye

  • Maddî madde.

madde-i maneviye / madde-i mâneviye

  • Mânevî madde.

madde-i mayia / madde-i mâyia

  • Sıvı madde.

madde-i meşhure

  • Herkesçe eşyanın yapı taşı olarak bilinen unsur, madde, cisim.

madde-i musavvire

  • Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.

madde-i nur

  • Işık maddesi.

madde-i semmiye

  • Zehirli madde.

madde-i seyyale / madde-i seyyâle

  • Akıcı madde.

madde-i ulya / madde-i ulyâ

  • Kıymetli cevher maddesi, yüksek madde. Çok kıymetli şey.

madde-i unsuriye

  • Bir varlığı oluşturan temel madde, element.

madde-i vahid / madde-i vâhid

  • Tek bir madde.

madde-i vahide / madde-i vâhide

  • Bir tek madde.

maddeden mücerret

  • Maddeyle sınırlı olmayan, maddeten yüce.

maddeperest

  • Maddeci, materyalist.
  • Maddeye taparcasına düşkün olan.

maddeperestlik

  • Maddeye tapma.

maddeperver

  • Maddeye düşkün.
  • Maddeyi seven.

maddeten

  • Maddece, madde bakımından.
  • Cismen. Madde ve cisim olarak.
  • İş olarak, iş ile.
  • Gözle görülür ve elle tutulur şekilde.

maddi / maddî / مادی

  • Maddeyle alâkalı.
  • (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
  • Paraca ve malca.
  • Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
  • Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.
  • Madde ile ilgili, maddece.
  • Madde ile ilgili. (Arapça)
  • Materyalist. (Arapça)

maddi cihet / maddî cihet

  • Maddeye bakan yön.

maddiyat-ı kesife

  • Kesif, şeffaf olmayan maddeler.

maddiye / maddîye

  • Maddeyle bağlantılı.
  • Madde olan.

maddiyun

  • Materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar.

maddiyun fikri

  • Maddecilik, materyalizm.

maddiyun ve tabiiyyun taunu / maddiyun ve tabiiyyun tâunu

  • Her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışma vebası.

maddiyunluk

  • Materyalizm; herşeyi madde ile açıklamaya çalışma.
  • Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.

maddiyunun dinsizliği

  • Materyalistlerin dinsizliği; herşeyi madde ile açıklamaya çalışanların dinsizliği.

maddiyye / مادیه

  • Madde ile ilgili. (Arapça)
  • Matetaryalist. (Arapça)

maddiyyun / maddiyyûn

  • Maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler.
  • Maddenin ezelî ve ebedî olduğuna inananlar, materyalistler.
  • Maddeciler, materyalistler.
  • (Maddiyun) Maddeciler. Her şeyin esası madde olduğunu iddia edip, ruhaniyatı inkâr eden dinsizler. Her şeyi madde ile ölçenler. Masnuât-ı İlâhiye olan mahlukatı ve zerrelerin muntazam hareketini, tesadüf eseri gibi kabul ve tevehhüm edip dinsizliğe yol açmağa çalışanlar.
  • Maddenin hep var olduğuna, sonradan yaratılmadığına ve yok olmayacağına inananlar, maddeciler.

maddiyyunluk

  • Maddecilik, materyalizm, herşeyi madde ile açıklamaya çalışma gayreti.
  • Maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler.

maden-i kudsi / mâden-i kudsî

  • Mukaddes, kutsal mâden, kaynak.

madud / mâdud

  • Addedilen, sayılan.

magma

  • yun. Jeo: Yanardağlardan çıkan hamur kıvamındaki yoğun madde.

mahiyet-i kudsiye

  • Mukaddes mahiyet, özellik.

mahiyet-i kudsiye-i ahmediye

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) mukaddes, kutsal mahiyeti, mânevî özü, gerçeği.

mahiyet-i mukaddese

  • Mukaddes mahiyet, özellik.

mahluk / mahlûk

  • Yaratılmış; yoktan vâr edilmiş. Rabbimiz cism değildir, zamânı, mekânı yok. Maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân. Mahlûka muhtaç değildir, ortağı benzeri yok, Her şeyi O'dur yaratan hem de varlıkta tutan.

mahrukat

  • Yakılacak madde. Yanan şeyler.

mahsulat / mahsulât

  • (Tekili: Mahsul) Mahsuller. Hâsılat. Tarladan, bahçeden veya hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri.

maişet

  • (Ayş. dan) Yaşayış. Yaşama. Ömür.
  • Yaşamaya lüzumlu bulunan maddeler.

makdis

  • Mukaddes yer.

mal / mâl

  • İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim.

manevi alem / mânevî âlem

  • Maddeden olmayan, maddî gözle görünmeyen âlem.

maneviyat / mânevîyât

  • Madde üstü hâller.

maneviyyat

  • Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet.

maneviyyun

  • Allah'a, dine, mukaddesata inanmış olanlar.

maslahat

  • İş, emir, madde, keyfiyet, önemli iş.
  • Barış, dirlik-düzenlik.

matbaha-i kudret

  • Cenab-ı Hakk'ın âşikâr kuvvet ve kudreti ile bahçe, bağ, tarla ve bostan gibi yerlerde pişmiş gibi hazır gıda maddelerinin yetiştiği yer. Kudret mutbahı.

matekaddem

  • (Mâtekaddem) Geçmiş zaman, mâzi.
  • Sâbık. Geçen şey.
  • Önceleri.

materyalist

  • Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Fransızca)
  • Maddeci, sadece maddeye inanan îmansız.

materyalizm

  • Maddecilik, maddeden başka varlık tanımayan îmansız felsefe.
  • Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik.

maye

  • Damızlık.
  • Esas. Temel.
  • Bir şeyin mayalanması ve ekşimesi (tahammürü) için konulan madde.
  • Para, mal. İktidar. Güç.
  • İlim.
  • Dişi deve.

mayi' / mâyi'

  • Akıcı. Akıcı madde.

me'kulat / me'kulât

  • (Tekili: Me'kul) Yenilecek gıdâ maddeleri.

mecelle

  • Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v.b.) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları içerisine alan mecmûa.

medhal

  • Girilecek taraf. Dahil olacak yer.
  • Giriş. Esere başlangıç. Önsöz. Mukaddeme.

medrese-i kudsiye-i ahmediye

  • Peygamberimizin mukaddes medresesi, okulu.

mekke

  • Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir.
  • Kabenin bulunduğu mukaddes şehir.

mekke-i mükerreme

  • İlk ismi Mekke olan bu şehire, Hz. Peygamber'in (A.S.M.) gelmesi ve Mukaddes Kâbe'nin putlardan temizlenmesi ile Mükerrem Mekke mânâsında bu isim verilmiştir.

memerr

  • Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri.

memnuniyet-i mukaddese

  • Mukaddes memnuniyet; her türlü kusur ve noksandan uzak bir memnuniyet.

menkul

  • Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen.
  • Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen.
  • Anlatılan.

menşur-u mukaddes

  • Mukaddes ferman.
  • Mukaddes ferman. (Kelime-i şehadet kastedilmektedir)

mercan

  • Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
  • Denizden elde edilen bir süs maddesi.

mertebe-i kudsiye

  • Mukaddes mertebe, yüce derece.

mertebe-i ulya-yı akdes / mertebe-i ulyâ-yı akdes

  • Yüce ve mukaddes mertebe, derece.

mesail-i şetta

  • Dağınık mes'eleler, maddeler.

meşari'

  • Caddeler. Doğru ve açık yollar.
  • Su akan oluklar.

mescid-i aksa / mescid-i aksâ

  • Kudüs'te Süleymân aleyhisselâm tarafından yaptırılan mescid. Beyt-i Mukaddes (Makdis).
  • Kudüs'te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid.

mescid-i haram

  • Mekke-i Mükerreme'de ve içinde Kâbe'nin bulunduğu en büyük, mukaddes ibadet yeri.

mesruriyet-i kudsiye

  • Mukaddes sevinç.

metal

  • Lât: Mâden.
  • Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde.

mev'ud

  • Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan.
  • Evvelden takdir olunmuş.

mevad / mevâd / مواد

  • Maddeler, malzemeler.
  • Maddeler. (Arapça)

mevadd / mevâdd

  • (Tekili: Madde) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler.
  • Kısımlar.
  • Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar.
  • Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.
  • Maddeler.

mevadd-ı camide / mevadd-ı câmide

  • Cansız maddeler.

mevadd-ı faniye / mevadd-ı fâniye

  • Geçici maddeler.

mevadd-ı gıdaiye / mevadd-ı gıdâiye

  • Gıda maddeleri.

mevadd-ı hayatiye / mevâdd-ı hayatiye

  • Hayat için lüzumlu ve zorunlu olan maddeler.

mevadd-ı hayatiyye

  • Hayata lüzumu bulunan maddeler.

mevadd-ı ibtidaiye / mevadd-ı ibtidâiye

  • İlkel maddeler, ham maddeler.

mevadd-ı ihtilaf / mevadd-ı ihtilâf

  • İhtilâfa sebep olan maddeler; parçalanma, değişim, başkalaşım ve uyuşmazlık gibi sonuçlara sebep olan maddeler.

mevadd-ı kanuniye

  • Kanun maddeleri.

mevadd-ı münasebe

  • Birbirine uyan maddeler.

mevadd-ı münasib / mevadd-ı münâsib

  • Uygun maddeler.

mevadd-ı müncezibe

  • Cezbolunan, çekilen maddeler.

mevadd-ı muzırra / mevâdd-ı muzırra

  • Zararlı maddeler. Zarar veren şeyler.
  • Zararlı maddeler.

mevadd-ı muzırra-i vahiye / mevadd-ı muzırra-i vâhiye

  • Zararlı kıymetsiz maddeler.

mevadd-ı nafia / mevadd-ı nâfia

  • Faydalı maddeler.

mevadd-ı şerire

  • Kötü maddeler.

mevadd-ı süfliye

  • Alçak ve basit maddeler.

mevadd-ı taamiye

  • Yiyecek maddeleri, yiyecekler.

mevadd-ı vahiye / mevadd-ı vâhiye

  • Boş, saçma şeyler, anlamsız maddeler.

mevadd-ı zülaliye / mevadd-ı zülâliye

  • Azotlu maddeler.

mevarid

  • Gelecek yerler. Varacak yerler. Caddeler, yollar. Bir yere vasıl olacak yollar.

mevrid

  • Varılan yer. Vasıl yeri.
  • Cadde. Yol. Tarik.

mey'a

  • (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı.
  • Atı koşuya alıştırmak.
  • Erimiş sıvı madde.
  • Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi.
  • Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti.

mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.

mıknatıs

  • Bazı metalleri çeken madde.

milliyet-i mukaddese

  • Mukaddes islâmiyet milliyeti.

minhac

  • Meslek. Yol. Açık ve belli yol. (Farsça)
  • Büyük ve işlek cadde. (Farsça)

minhac-üs sünnet

  • Sünnet yolu. Sünnet caddesi. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) gittiği, emrettiği şeriat yolu.

mısbah

  • Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir.

mişna / mişnâ

  • Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri Talmûd kitâbının iki kısmından biri.

mizmar

  • Düdük, kaval.
  • Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi.
  • Hançere, nefes borusu.

molekül

  • Kim: Vasıflarını kaybetmemek şartıyla ayrılabilen herhangi bir maddenin en küçük cüz'ü, parçası. (Fransızca)

mualece / muâlece

  • Bir işin üzerinde durarak teşebbüs etme, bir işe girişme; maddeten elleme, ilişme.

mücessime

  • Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri, zâhir (görünen)mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının bulunduğunu, dolayısıyla madde ve cisim olduğunu iddiâ ederek doğru yoldan ayrılan bozuk fırka. Bu fırkaya müşe bbihe de denir.

muhabbet-i mukaddese

  • Mukaddes muhabbet; her türlü kusur ve noksandan yüce bir sevgi.

muhadde

  • (Hadde. den) Bilenmiş.
  • Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış.

muhadder

  • (Muhaddere) Kapalı, örtülü.
  • Nâmuslu müslüman kadını.

muhh

  • (Çoğulu: Mihâh) İlik.
  • Beyin.
  • Cevher, madde.

muhtekir

  • İnsan ve hayvan yiyecek maddelerini piyasadan toplayıp pahalanınca satan kimse. Karaborsacılık yapan.

mukaddemat

  • (Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar.

mukaddemat-ı isna aşer / mukaddemat-ı isnâ aşer

  • Muhakemat isimli eserin ilk bölümünde yer alan ve on iki mukaddemenin bulunduğu "Birinci Makale" bölümü.

mukaddeme-i haşriye

  • Haşrin mukaddemesi; Dokuzuncu Şuâ.

mukaddeme-i istisnaiye

  • Man: İçinde istisnâ edatı olan evvelki kaziye. "Eğer güneş doğarsa gündüz olacak. Güneş doğmuştur." kaziyelerinde: "Eğer güneş doğarsa" kaziyesi Mukaddeme-i istisnâiyedir.

mukaddeme-i salise

  • Üçüncü mukaddeme.

mukadderat

  • (Tekili: Mukadder) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı.

mukaddesat / mukaddesât / مُقَدَّسَاتْ

  • Mukaddes olan şeyler, kutsal değerler.
  • (Tekili: Mukaddes) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar.
  • Mukaddes şeyler.

mukaddesat-ı ahlakiye / mukaddesat-ı ahlâkiye

  • Ahlâka dayanan mukaddes şeyler.

mukaddesat-ı semaviye

  • İlâhî emre ve vahye dayanan mukaddes şeyler.

mukallidin-i maddiyyun / mukallidîn-i maddiyyun

  • Materyalistlerin taklitçileri, taklitçi materyalistler, maddeciler.

mülk ciheti

  • Dış yüz, madde ile ilgili tarafı.

müna

  • (Minâ) Arzular.
  • Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
  • Suya giden yol.
  • Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.

münezzeh / منزه

  • Mukaddes, temiz.

mürekkeb

  • (Rükub. dan) Terkib edilmiş, bir kaç maddeden yapılmış.
  • Yazı yazmaya mahsus boya terkibi.
  • Karışmış, muhtelit.
  • Bitecek yer, münbit.
  • Asıl, esas.

müsemma-yı akdes / müsemmâ-yı akdes / مُسَمَّايِ اَقْدَسْ

  • En mukaddes isimlerle isimlendirilen.

musevilik / mûsevîlik

  • Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâm vâsıtasıyla İsrâiloğullarına gönderdiği din. Mukaddes (ilâhî) kitabı Tevrâttır. Îsâ aleyhisselâma kadar olan peygamberler bu dîni insanlara tebliğ ettiler. Îsâ aleyhisselâmın gelmesiyle Mûsevîlik dîninin hükmü kaldır ıldı.

müskir

  • (Sekr. den) Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan zararlı madde.
  • Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, aklı gideren ve keyf veren madde.

müstahill

  • Helâl addedici olan. Helâllaşmayı isteyen.

müste'nife

  • Gr: Evvelki cümlelerle bağlı olmayıp ilerdeki veya mukadder olan suallere cevap teşkil eden cümle.

mütenazzif

  • Maddeten temizlenen.

müzdelife

  • Mekke'de Arafat ile Mina arasında bulunan mukaddes bir yer.
  • Kâbede mukaddes bir yer.

na'ra

  • (Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
  • Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s

narh

  • (Aslı "Nirh" dir) Yiyecek maddelerine belediyenin koyduğu fiat.

narkotik

  • yun. Afyon, morfin gibi uyuşturucu maddelerin genel adı.

natüralizm

  • (Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.

nazil olmak / nâzil olmak

  • Yukardan aşağıya inmek; mukaddes kitabların vahiy yoluyla peygamberlere gönderilmesi.

nebati ruh / nebâtî ruh

  • Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh.

nebiyy-i akdes

  • Kusur ve noksandan yüce, mukaddes nebî, peygamber; Hz. Muhmmed.

necaset-i gayr-i mer'iye

  • Câmid, bir hacmi olmayan veya bulaştığı yerde görülmeyen herhangi bir pis maddedir. Görünmez halde olan pisliktir. (İdrar gibi)

necaset-i mer'iye

  • Hacmi olan veya kuruduktan sonra görünen herhangi bir pis maddedir. (Akmış kan gibi)

nefs-i natıka / nefs-i nâtıka

  • Akli ve nakli mes'elelerin münasebetlerini hissetmeğe ve anlamağa istidadı olan zâti ve cevheri hassası. Zâtında maddeden mücerred, fiilinde maddeye mukarin olan cevher. İnsan ruhu.

nesib

  • Asil kadının vasfı.
  • Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi.

nezle

  • (Çoğulu: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık.
  • Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması.

niam-ı esasiye

  • Esas nimetler, en lüzumlu maddeler. İman, din gibi en kıymetli İlâhi ihsanlar.

nizamname / nizamnâme

  • Tüzük metni; herhangi bir müessesenin tutacağı yolu ve uygulayacağı hükümleri gösteren maddelerin hepsi.

protein

  • Lât. Tıb: Albüminli besleyici madde.

rabıta-i kudsiye

  • Mukaddes bağ.

ramik

  • Miskle karıştırılan siyah bir madde.

ravda-i mukaddese

  • Mukaddes bahçe. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevveredeki mescidinin içinde kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberinin arasında kalan mübârek mekân, yer.

ravda-i mutahhera

  • Temiz bahçe. Medîne-i münevveredeki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidinin içinde bulunan ve Peygamber efendimizin kabr-i şerîfi ile mescidin o zamanki minberi arasında kalan 26 m. uzunluğundaki mübârek yer. Ravda-i mukaddese, Ravda-i mübâreke de denir.

rende

  • Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet. (Farsça)
  • Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet. (Farsça)

revak-ı uhreviye

  • Âhirete açılan yer, mezar.
  • Cennet bahçesi. Âhiretin mukaddemesi.

röntgen

  • Röntgen adında bir Alman âliminin 1896' da keşfettiği ışıklar. Bunlar gözle görülmediği halde fotoğraf camına tesir eder, vücuddan, tahta, kâğıt gibi maddelerden bu ışık geçebilir. Bazı hastalıkların teşhis ve tedavisinde de kullanılır.
  • Vücuddaki iç uzuvların filmini çekmek.

ruh-u mücerred

  • Maddeden soyutlanmış ruh.

ruh-ül emin

  • Cebrail Aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes ruh.
  • Allah'ın ism-i azamı.
  • İncil.
  • Kur'an.

ruhani / ruhanî

  • Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek.
  • Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.

ruhaniyyat

  • Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler.

rukta

  • Siyah bir maddenin üzerinde yer yer beyaz beneklerin olması.

rüzaz

  • Ufalanmış taş.
  • Her maddenin ufağı.

sabbag

  • Boyayan, boyacı.
  • Deri altındaki boyalı madde.

sada-yı semavi / sadâ-yı semâvî

  • Semâvî ses; yüce ve mukaddes kaynaktan gelen ses.

sadef

  • Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
  • Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.

saet

  • Doğumdan sonra koyunun rahminden çıkan madde.

sahib-üs seyf / sâhib-üs seyf

  • Kılınç sahibi. Maddeten kuvvetli olup, maddi cihad ile vazifeli olan.

şahrah

  • Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol. (Farsça)

şahrah-ı kur'an / şahrâh-ı kur'ân

  • Kur'ân'ın ana caddesi.

sahret

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddeste çok eski ve tarihi bir kaya. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da der. Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mîrac Gecesinde bu kayadan Burak'a binerek semâya çıktığı hakkında rivâyet vardır.

sahretullah

  • Kudüs'te, Beyt-i Mukaddes'te çok eski ve tarihî bir kaya. Hazret-i Peygamber (A.S.M.), Mir'ac gecesinde bu kayadan uruc ettiği hakkında rivayet vardır. Bu kayaya "Hacer-i Muallak" da denir.

salabet

  • Metanet, katılık, sulbiyet.
  • Peklik, dayanma. Sağlamlık.
  • Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)

salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî

  • (Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye

salif

  • Evvelce geçen, geçmiş. Mukaddem.

samahmah

  • Uzun ve çok yoğun olan madde.

samm

  • Sağır olmak.
  • Şişenin ağzını tıkamak.
  • Katı, sağlam ve sert madde.
  • Vurmak.

sanayi

  • San'at, zanaat, beceri, hüner; ham maddeleri işleyerek mamul madde haline sokmak için uygulanan işlem ve araçların bütünü; endüstri.

şap

  • Alüminyum ve potasyum sülfatından meydana gelen renksiz madde.
  • Tuza benzer bir madde.

şatata

  • Haktan ve akıldan uzak, hadden aşan söz.

satvet-i maneviye ve hakikiye / satvet-i mâneviye ve hakikiye

  • Maddeten ve mânen üstün olmak.

sebil / sebîl

  • Açık ve büyük yol. Büyük cadde.
  • Allah rızası için su dağıtılan yer.
  • Cadde, su dağıtımı.
  • Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.

şecaat-i kudsiye

  • Mukaddes yiğitlik.

sehale

  • Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kırıntıları.

şehrah / şehrâh

  • Cadde, ana yol; şaşırılması mümkün olmayan doğru ve açık yol.

şelim

  • Şam yakınında bir beyt-i mukaddes.

sembol

  • Kararlaştırılmış bir mânası olan işaret. Bir mânanın şekil veya madde halinde gösterilmiş sureti. (Fransızca)

şeriat

  • Doğru yol. Hak din yolu.
  • Büyük ve geniş cadde.
  • Nur, aydınlık, ışık.
  • Kur'an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın târif ettiği ve bildirdiği yol. Allah (C.C.) tarafından Peygamber Aleyhisselâm vâsıtasiyle vaz' ve tebliğ olunan hükümleri hâvi İlâhî kan

sernüvişt

  • Yazı başlığı. (Farsça)
  • Başa yazılan, alın yazısı. Kader, mukadderat. (Farsça)

şetat

  • Hadden aşırı olmak.
  • Hakdan uzak.
  • Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.

şevari'

  • (Tekili: Şâri') Büyük yollar, caddeler.

sevda / sevdâ / سودا

  • Kara, siyah. (Arapça)
  • İnsan yapısında bulunan dört maddeden biri. (Arapça)

şevk-i mukaddes / شَوْقِ مُقَدَّسْ

  • Mukaddes bir şevk.
  • (Allah'a layık) Mukaddes istek, arzu.

seyf ibn-i ziyezen / seyf ibn-i zîyezen

  • Yemen padişahlarındandır. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bi'setinden evvel onun evsafını evvelki mukaddes kitaplarda görmüş ve iman etmiş ve müştak olmuştu.

seyyalat / seyyalât / seyyâlât

  • (Tekili: Seyyale) Akıcı olanlar, yerinde durmayıp gidenler, akanlar. Seyyal maddeler.
  • Seyyaleler; maddî olmayan ince ve akıcı lâtif maddeler.

sıfat-ı mukaddese / sıfât-ı mukaddese

  • Mukaddes sıfatlar.

sihan

  • Kalınlık.
  • İçi boş zarf.
  • Soba borusu gibi bir şeyin kalınlığı.
  • Sımsıkı madde.

simya

  • Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma. Bu çalışma bir takım maddelerin bulunmasına sebep olduğu için kimya ilminin ilerlemesine hizmeti dokunmuştur.

sır

  • Gizli, gizlenilen şey.
  • Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri. Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece.

sırat

  • Etrafı hudutlu ve işlek cadde. Geniş yol.
  • Yol, cadde.

sırr-ı kudsi / sırr-ı kudsî

  • Mukaddes, kutsal sır.

sübül

  • (Tekili: Sebil) Yollar, caddeler.

sürme

  • Kirpik diplerine sürülen bir çeşit siyah madde, kühl.

surre

  • Para kesesi, cüzdan. Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medîne) halkına ve buralarda geçici olarak bulunan müslümanlara, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölge sindeki diğer idârecilere gönderdikleri para ve d

sürur-u mukaddes / sürûr-u mukaddes / سُرُورِ مُقَدَّسْ

  • Mukaddes bir sevinç ve ferahlık.
  • (Allah'a layık) Mukaddes sevinç.

suude

  • İyi addetmek. Mübarek saymak.

şuun-u mukaddese / şuûn-u mukaddese

  • Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.

şuun-u zatiye-i rabbaniye / şuûn-u zâtiye-i rabbâniye

  • Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.

şuunat / şuûnât

  • İşler, faaliyetler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.
  • İşler, faaliyetler
  • Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler.

şuunat-ı mukaddese / şuûnât-ı mukaddese

  • Allah'ın tertemiz ve noksansız olan işleri, mukaddes özellikleri.

ta'rif

  • (İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
  • Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
  • Gr: Bir ismi marife etmek.
  • Arafat'ta vakfe yapmak.

tabaka-i esiriye / tabaka-i esîriye

  • Esir maddesinden meydana gelen tabaka.

tabiiyyun

  • Tabiatçılar. Naturalistler. "Her şeyi tabiat yapıyor" diyen, maddeye dalmış, Allah'tan (C.C.) mânen uzaklaşmış kişiler.

tabu

  • (Polinezya dilinden) Var olduğu sanılan, mukaddes hususiyetlerinden dolayı dokunulamıyan. Uğursuz ve korkunç olan şey.

tabut-i sekine / tâbût-i sekîne

  • İsrâiloğullarının, içinde mukaddes emânetleri sakladıkları ve Mûsâ aleyhisselâmdan beri nakledilerek gelen altın kaplamalı sandık.

taharet / tahâret

  • Temizlik. Nezafet. Temizlenmek.
  • Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer'î bir mâninin zevalidir.
  • Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de

tahkir

  • Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek.

tahliye

  • (Haly. den) Süslemek. Donatmak. Donatılmak.
  • Tatlılandırmak.
  • Kim: Bir madde içine hassasını veya kokusunu değiştirmek için şeker, baharat ve benzeri gibi şeyleri katmak.

takaddes

  • Mukaddes olsun (mânasında).

takaddüs

  • Mübarek kılmak. Kudsî kılmak.
  • Çok temiz olma.
  • Mukaddes olma.

takdis

  • Mukaddes tanıma.
  • Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek.
  • Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (C.C.) şükretmek.

takdiskar / takdiskâr

  • Takdis eden, mukaddes ve kusurlardan uzak olduğunu ifade eden.

talmud / talmûd

  • Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri, sözlü emirlerin toplandığı Mişnâ ve Gamâra olmak üzere iki kısımdan meydana gelen kitap.

tatayyur

  • Teşe'üm addetmek. Uğursuzluk.
  • Uçmak.

tavla

  • Hayvan bağlanan ahır. (San'at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)

taz'if

  • İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak.
  • Zayıf addetmek.

te'min

  • Güvenlik, emniyet hissi vermek.
  • Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama.
  • Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek.
  • Elde etme.

tecessüm

  • Cisim şekline girmek. Maddeleşmek. Göz önüne gelmek. Mücessem olup görünmek. Cisimleşmek.

tedbir-i maddiye

  • Maddeten alınan tedbirler.

tekadir

  • (Tekili: Takdir) Mukadderât. Alınyazıları.
  • İhtimâller.

tekasüf / tekâsüf

  • Kesifleşme. Yoğunlaşma. Sıklaşma.
  • Bir noktada toplanma.
  • Birbirinden ayrılan kimyevi maddelerin tekrar toplanarak birleşmeleri.

temcid pilavı

  • Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.)

temhid

  • (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme.
  • İskân etme.
  • Bir maddede özür, bahane beyan eylemek.
  • Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek.
  • Serd etme, izah etme, arz etme.
  • Mukaddeme yapma. Hazırlama.

terkib

  • Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
  • Birbirine karıştırılmış maddeler.
  • Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin

tesfih

  • (Sefahet. den) Sefih görme, sefih sayma. Akılsız, müsrif ve eğlenceye düşkün addetmek.

teslis akidesi / teslis akîdesi

  • Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna inanmaları.

tevazzu'

  • Madde gibi bir mekân alma.

tevrat

  • Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
  • Hz Mûsâ'ya (a.s.) indirilen mukaddes kitap.

tezkiye-i nefs

  • Nefsini temiz bilmek. Kusuru üzerine almamak. Nefsini kusursuz addetmek.
  • Nefsi kötü şeylerden temizlemek, hayra yöneltmek.

ufunet

  • Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
  • İltihab.
  • Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
  • Sıkıntı veren manevî ağırlık.

ulum-u nakliye

  • Hadis, tefsir, fıkıh gibi ve mukaddes kitaplardan nakil olunan ve rivâyet üzerine kurulmuş olan ilimler.

umre

  • Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti.
  • Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe'yi ve Mekke ve Medine'deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki arasında sa'yetmekten ibarettir. Farz olan hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk

umur

  • (Tekili: Emir) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler.

unsur / عنصر / عُنْصُرْ

  • Kimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi.
  • Umumdan ayrılan kısım.
  • Tam olan şeyin her bir parçaları.
  • Madde, esas, kök. Element.
  • Parça, element, madde, kök.
  • Temel madde.
  • Eleman.madde. (Arapça)
  • Topluluk. (Arapça)
  • Asıl, esas, birleşik maddelerin her bir parçası, asıl madde.

unsur-u esasi / unsur-u esasî

  • Temel unsur, temel madde.

unsur-u kesif / unsur-u kesîf / عُنْصُرُ كَثِيفْ

  • Şeffaf olmayan, katı, yoğun madde.

unsur-u muhit / unsur-u muhît / عُنْصُرُ مُحِيطْ

  • Kuşatıcı unsur, madde.

unsur-u zihayat / unsur-u zîhayât / عُنْصُرُذي حَيَاتْ

  • Hayat sahibi unsur, madde.

unsuru'l-belagat / unsuru'l-belâgat

  • Belâgat maddesi; belâgatin esaslarını ele alan bölüm.

ünvan

  • İsim. Lâkab. Adres.
  • Önsöz, mukaddeme.

üskutuss

  • (Rumcadan) Cevher, asıl, unsur, madde.

üstükus

  • (Çoğulu: Üstükusât) Cevher, madde, asıl.
  • Geometri.

vatar

  • (Vatr) İhtiyaç, hâcet. İş.
  • Emir.
  • Madde.
  • Husus.

vazife-i kudsiye-i imaniye

  • Mukaddes iman vazifesi, kutsal imanî görev.

vazife-i kudsiye-i kur'aniye / vazife-i kudsiye-i kur'âniye

  • Mukaddes Kur'ân hizmeti.

vitamin

  • Vücudda yokluğu bazı hastalıklara yol açan ve taze yiyeceklerde ve bazı meyvalarda bulunan organik madde. A, B, C, D, E gibi remizlerle gösterilen çeşitleri vardır. (Fransızca)

zad

  • Azık. Yolda yenecek veya içilecek gıda maddesi.

zat ve sıfat ve şuun-u ilahiye / zât ve sıfât ve şuûn-u ilâhiye

  • Allah'ın Zât, sıfat ve mukaddes özellikleri.

zat-ı akdes / zât-ı akdes / ذَاتِ اَقْدَسْ

  • En mukaddes zât.

zat-ı kudsi / zât-ı kudsî

  • Mukaddes zât; Hz. Muhammed.

zat-ı mukaddese-i ilahiye / zât-ı mukaddese-i ilâhiye

  • Allah'ın mukaddes zâtı.

zebur / zebûr

  • Kitap. Mektub.
  • Peygamber Hz. Dâvud'a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı.
  • Dört büyük kitabdan biri. Dâvûd aleyhisselâma indirilen mukaddes kitâb.

zemzem

  • Kâbedeki mukaddes su.

zerrat / zerrât

  • Atomlar, en küçük madde parçaları.

zerrat-ı arziye / zerrât-ı arziye

  • Yerin, maddenin yapı taşları.

zerre-i şeffafe / zerre-i şeffâfe

  • Şeffaf ve saydam zerre, ayna gibi yansıtma özelliği olan küçük maddeler.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın